Her çocuk gibi okumayı öğrendiğim günden beri hakkında bir şeyler "dinlediğim", "okuduğum", nazım hikmet'in kuvay-i milliye destanını okuduğum gün ise "anladığım" mücadele. En sevdiğim bölüm karayılan'ın hikayesidir;
"Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde...
...Karayılan olmazdan önce
umurunda değildi Karayılan'ın
kıyamete dek düşmana verseler Antep'i.
Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
Siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
Derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
Birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
Hayvan devrildi kaldı.
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«İbret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı Anteplileri,
seğirttiler peşince.
Düşmanı tepelerde yediler.
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana
KARAYILAN dediler..."
Ukde: mia
Bahane aranmaz zaten bulunur. Yani klişe bir söz vardır ya "bahane göt gibidir herkeste bulunur", bak o doğru. Yani karşınızdaki kişi sizi kandırmak ya da inandırmak için bir gerekçe ya da neden uydurmaz çoğu zaman. Zaten o gerekçeye inanır. Başka bir gerekçe uydursa bile var olan haklılığını başka bir gerekçeyle ikame eder sadece. Herkes kendine göre öyle davranmakta haklıdır.
Aldatan sevgilinin bahanesi ilgisizliktir. Dolandıran arkadaşın bahanesi çaresizliktir. Üzenin bahanesi geçmişte üzülmüş olmaktır. Mağdur edenin bahanesi mağduriyettir. Ve bunları uydurmaz, dibine kadar kadar inanır. Hiç sevmediğiniz bencil ve sığ bir insanın "ben çok iyi niyetliyim hep ondan başıma bunlar geliyor" dediğini duymadınız mı?
Hepimiz iyi insanlarız. Kötülük yapmayız. Kötü bir şey yaptıysak ya çaresizlikten ya da başka gerekçelerden yapmışızdır. Savunma mekanizmasının kralı da olsa buna inanmazsak ya intihar ederiz ya da katliam yaparız.
Ukde: moria da fosforlum
Aldatan sevgilinin bahanesi ilgisizliktir. Dolandıran arkadaşın bahanesi çaresizliktir. Üzenin bahanesi geçmişte üzülmüş olmaktır. Mağdur edenin bahanesi mağduriyettir. Ve bunları uydurmaz, dibine kadar kadar inanır. Hiç sevmediğiniz bencil ve sığ bir insanın "ben çok iyi niyetliyim hep ondan başıma bunlar geliyor" dediğini duymadınız mı?
Hepimiz iyi insanlarız. Kötülük yapmayız. Kötü bir şey yaptıysak ya çaresizlikten ya da başka gerekçelerden yapmışızdır. Savunma mekanizmasının kralı da olsa buna inanmazsak ya intihar ederiz ya da katliam yaparız.
Ukde: moria da fosforlum
Gülünce gözlerinin içi gülen adamlardan.
Doksanlarda duymak istiyorum şarkısı ile çıkış yapan ikili. Zerrin özer söylerken kulağa sıradan bir pop şarķısı gibi gelen şimdi hayallerdesine boyut atlatmışlardır. Öyle her hecede gırtlak yapınca olmuyor o işler zerrin hanım. Bi de ışın karaca var böyle nefretlik.
Yine konudan saptım. Cemali iyidir.
Ukde: davy jones
Yine konudan saptım. Cemali iyidir.
Ukde: davy jones
sen ve ben bir hedefe ulaşmaya çalışan iki insan olalım. güçlerimiz aynı ve aynı noktadan yola çıkıyoruz. tamamen eşitiz yani. yola çıkmadan önce birileri gelip senin ayağına 50 kiloluk ağırlıklar bağlıyor. diyorlar ki hadi koşun. aynı güçte aynı kiloda olmamıza rağmen kim önde olur? kim geride kalır?
sonra yine birileri yanına gelip diyor ki ''sana elli kilo yük bağlayarak haksızlık yaptık, gel çözelim eşit koşullarda ilerleyin.'' ilerlemeye herkesin kaldığı yerden mi devam etmek istersin yoksa önceki eşitsizlikten doğan mesafenin kapatılmasını mı?
feminist değilim ama pozitif ayrımcılık budur ve eşitlik fikriyle çelişkili değildir.
sonra yine birileri yanına gelip diyor ki ''sana elli kilo yük bağlayarak haksızlık yaptık, gel çözelim eşit koşullarda ilerleyin.'' ilerlemeye herkesin kaldığı yerden mi devam etmek istersin yoksa önceki eşitsizlikten doğan mesafenin kapatılmasını mı?
feminist değilim ama pozitif ayrımcılık budur ve eşitlik fikriyle çelişkili değildir.
tarık akan ve fikret hakan'ın birlikte rol aldıkları ve kan davalısı olup şehirde hayata tutunmaya çalışırken yakın arkadaş olan iki adamın hikayesini anlatan 1983 yapımı ''arkadaşım'' filmini çok severim. kendime not: bu akşam kesin izlenecek
ilkokul 4. sınıfa giderken kantinde din kültürü öğretmenimize tekme atmıştım.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.
"Yarın olsun yarın olsun diye renkler soluyor,
Neye baksam ne işitsem bana bin dert oluyor." sözleriyle tangosallaştırılmış sorunsal.
Neye baksam ne işitsem bana bin dert oluyor." sözleriyle tangosallaştırılmış sorunsal.
İşyerinde yoğunluktan ķıçımızdan ter akarken bilinmeyen bir numaradan mesaj gelmesi. Gelen mesajın "senin bu yaptığın tek kelimeyle ayıp!" şeklinde olması. Allah allah kim bu neyin tribini atıyor diye düşünürken acaba engellediğim eski sevgili yine farklı numaradan mesaj mı atıyor diye işkillenilmesi. Ulan ben ona ne yapmış olabilirim ayıbın kralını yapan o diye düşünülerek gaza gelinmesi. Gizemli şahsın aranması sonucu mesaj atanın çiğköfteci ömer usta olduğunun öğrenilmesi. Eski sevgilinin eski ortak yemeksepeti hesabından yanlışlıkla benim adrese çiğköfte söylediğinin, evde kimseyi bulamayan çiğköftecinin apartmanı ayağa kaldırdığının, bana da bu yaptığın ayıp şeklinde mesaj attığının öğrenilmesi. Telefonda durumun açıklanması ve sinir küpüne dönmüş olan adamın "abi bu salak seni saatlerdir koşturuyor bu kadar işinin arasında, yazık günah sana" diye gazlanarak çiğköftelerle birlikte eski sevgilinin adresine gönderilmesi. Akşam rüyada ağız tadıyla bir ayrılık acısı yaşatmayan eski sevgilinin çiğköfteciyle halay çektiğinin görülmesi. Hayallere ayrı hayatlara ayrı sövülmesi.
Eski tiyatrocu, meşhur şarkı sözü yazarı, müjde ar'ın annesi. Lakabı deli aysel'dir. Bir dönem genç popçulara duyduğu platonik aşk ile gündemdeydi. Çok karşılaşılmayan bir tür olarak "seksten konuşan yaşlı anne"dir.
Madem ukde dolduruyoruz üşenmeyeyim 2005 yılında bir röportajından bazı bölümleri koyayım buraya;
" kadın, kocasını kıskanmıyor çoğu zaman, öteki kadını kıskanıyor. Erkek de öbür erkeği. Erkek umumi kadınlara başka erkeklerın çükleriyle buluşmak için gidiyor. Öbür vajende başka bir çükle karşılaşıyor. Aslında ego savaşları bunlar. Yoksa bir erkek, bir de kadın. O kadar da önemli değil seks."
"İlk aşklar dürtüdür, dürtü. En büyük aşklar menapozdan sonra olur."
"Seksten hoşlanıyorum ama öyle şartlarım var ki bunlar yerine gelemez. Taraflar iki dakika önce banyodan çıkmış olacak, dişler hela taşı gibi fırçalanmış olacak, kırmızı fenerler yanacak, çok güzel bir müzik çalacak, karnım doymuş olacak, uykunu almış olacaksın, oda sıcaklığı güzel olacak, ipek çarşaflar olacak, olacak da olacak. Adam evvela serenatlar yapacak, romantik konuşacak, çok ırgalamayacak, hottura hottura atmayacak, ısırmayacak, osurmayacak, yormayacak... böyle bir şey olursa hayır demem, ama böyle bir şey olması mümkün değil. Çünkü ertesi sabah hela kapısında karşılaşıyorsun, biliyorsun ki sıçtı çıkıyor adam. Bana göre adam hiç kaka yapmayacak."
"Ben birey değilim. Ben kalabalık bir nesneyim. istediğim zaman istediğim tiplemeleri yapıp aynada kendimi seyrediyorum. Bir de narsizmim had safhada. Benden güzel hiç bir kadın ve hiç bir yaratık yok! Ben mitolojideki tanrıçalara benziyorum! Boynum çok uzun. Kırıştı gitti, aman bana ne! Elbise bollaşmıyor mu!"
"Başörtülü kadınlar beni görünce 'ohh! iyi yapıyorsun!' diyorlar. Belki her gece bir herife veriyorum zannediyorlardır. Öyle olmasan da öyleymiş gibi görünmek bir görev. Çünkü herkes nefertiti'nin askerleri gibi asık suratla dolaşıyor sokaklarda. Gülenlere de deli diyorlar, biliyorsunuz."
Madem ukde dolduruyoruz üşenmeyeyim 2005 yılında bir röportajından bazı bölümleri koyayım buraya;
" kadın, kocasını kıskanmıyor çoğu zaman, öteki kadını kıskanıyor. Erkek de öbür erkeği. Erkek umumi kadınlara başka erkeklerın çükleriyle buluşmak için gidiyor. Öbür vajende başka bir çükle karşılaşıyor. Aslında ego savaşları bunlar. Yoksa bir erkek, bir de kadın. O kadar da önemli değil seks."
"İlk aşklar dürtüdür, dürtü. En büyük aşklar menapozdan sonra olur."
"Seksten hoşlanıyorum ama öyle şartlarım var ki bunlar yerine gelemez. Taraflar iki dakika önce banyodan çıkmış olacak, dişler hela taşı gibi fırçalanmış olacak, kırmızı fenerler yanacak, çok güzel bir müzik çalacak, karnım doymuş olacak, uykunu almış olacaksın, oda sıcaklığı güzel olacak, ipek çarşaflar olacak, olacak da olacak. Adam evvela serenatlar yapacak, romantik konuşacak, çok ırgalamayacak, hottura hottura atmayacak, ısırmayacak, osurmayacak, yormayacak... böyle bir şey olursa hayır demem, ama böyle bir şey olması mümkün değil. Çünkü ertesi sabah hela kapısında karşılaşıyorsun, biliyorsun ki sıçtı çıkıyor adam. Bana göre adam hiç kaka yapmayacak."
"Ben birey değilim. Ben kalabalık bir nesneyim. istediğim zaman istediğim tiplemeleri yapıp aynada kendimi seyrediyorum. Bir de narsizmim had safhada. Benden güzel hiç bir kadın ve hiç bir yaratık yok! Ben mitolojideki tanrıçalara benziyorum! Boynum çok uzun. Kırıştı gitti, aman bana ne! Elbise bollaşmıyor mu!"
"Başörtülü kadınlar beni görünce 'ohh! iyi yapıyorsun!' diyorlar. Belki her gece bir herife veriyorum zannediyorlardır. Öyle olmasan da öyleymiş gibi görünmek bir görev. Çünkü herkes nefertiti'nin askerleri gibi asık suratla dolaşıyor sokaklarda. Gülenlere de deli diyorlar, biliyorsunuz."
(bkz:Dünyayı sarsan on gün)
Panik atak teşhisi aldığını söylemek yanlış kullanımdır. Panik bozukluk teşhisi alınır, panik atak geçirilir.
Bekar evi mucizesidir. Besleyici ve ekonomiktir. 10 dakikada hallolur, yemek hazırladım kendime aferin bana hissini yaşatır.
Kopardığı çükünü 7 parçaya bölmüştür.
"Şehrin hayhuyundan uzak" modern bir kent yaşamını kıskananların hadsizliğidir.
"şimdi sizin kafanızda iki tane soru işareti var: bir; dayak nedir? iki; neden atılır?...
sıradan bir dayakta vücutta iki şey yükselir: bir; korku, iki; ardinal... ardinal bi hormon. dayağa karşı olan arzuyu artırıyor. biz bunu istemiyoruz. biz istiyoruz ki, kabahatinizi hatırlayın.
sıradan dayağa örnek; sıradan dayak... yaratıcı dayağa örnek; öğretmenlerimizin bize cetvelle böyle vurması..."
(bkz:organize işler)
çalışkan ve problemsiz bir ilkokul bebesi olarak defalarca sıra dayağına maruz kaldım. hem psikopatça bir eşitlik duygusunu hem de eşitsizliği dibine kadar yaşatan, küçücük halimle hayatı sorgulatan ve bireyi toplumla terbiye eden eşsiz bir deneyimdi.
sıradan bir dayakta vücutta iki şey yükselir: bir; korku, iki; ardinal... ardinal bi hormon. dayağa karşı olan arzuyu artırıyor. biz bunu istemiyoruz. biz istiyoruz ki, kabahatinizi hatırlayın.
sıradan dayağa örnek; sıradan dayak... yaratıcı dayağa örnek; öğretmenlerimizin bize cetvelle böyle vurması..."
(bkz:organize işler)
çalışkan ve problemsiz bir ilkokul bebesi olarak defalarca sıra dayağına maruz kaldım. hem psikopatça bir eşitlik duygusunu hem de eşitsizliği dibine kadar yaşatan, küçücük halimle hayatı sorgulatan ve bireyi toplumla terbiye eden eşsiz bir deneyimdi.
1998 yapımı serdar akar filmi. Devamı ve tamamlayıcısı olan laleli'de bir azize filmini sığ ve avam bulur, gemide'ye ise taparım. Seveni her repliğini ezbere bilir, günlük hayatta kullanır.
yazar olabilmek için 10 entry girme zorunluluğu bulunan ancak daha önce başlığı açılmamış bir konuda entry girememe gibi bir kısıtlamayla karşılaşan çilekeş potansiyel yazar kişisi.