bi bahçe vardı , kapısı sürekli kilitliydi . bizde hemen yan tarafında top oynuyoruz kızlı erkekli bi şekilde , topuda uzağa atan alıyor , her zaman ki gibi . neyse o dediğim bahçenin de 2 demirinin arası biraz aralık . herkes rahatça kafasını sokup yan yapıp naif hareketlerle bahçeye girip çıkıyor , tabi ben o güne kadar hiç girmeyi denememişim ve o an geliyor yanlışlıkla diktiğim top bahçeye gidiyor , başımı sokuyorum ulan bi türlü yan dönemiyorum başım demirlere sıkışıyor . hemen anneme falan haber veriyorlar , bi feryat figan demirleri genişletmeye çalışıyor , o güne kadar hoşlandığım yasemin , başıma yağ sürüp beni demirden kurtarmaya çalışıyor falan inanılmaz rezil bi durum var ortada . sonra itfaya geliyor demirleri kesip kurtarıyorlar beni . bende o gazla bahçeyi kitleyen asuman ablaya bağırıyorum kafam da yaseminin sürdüğü yağlar yere akıyor .hızlıca uzaklaşıyorum ve bu olaydan sonra birdeha dışarı çıkmıyorum ...
unutulmayan çocukluk anıları
Evde oturuyorum, o sırada mahalleden arkadaşlar da birinin kömürlüğünü yakmışlar. Sonra ben evde otururken kömürlüğü yanan kadın bizim eve gelip sesleniyor. Sonra diyor ki "senin oğlan bizim kömürlüğü yakmış" diye. Hayda... Annem de biliyor ki evdeyim, "yok öyle bir şey" falan diyor ama kadın delirmiş ve bir tane de olsa kurban arıyor. Neyse kadını yolluyor ama annem kadın gelmeden önce dışarı çıkma diye uyarmıştı. Tabii ben dinler miyim?! Annem kadınla konuşurken dışarı çıktım. Sonra eve geri döndüm ama keşke dönmeseydim. Güzelce azar işittim, iki tane de çaktı. Oh mis kendime geldim.
Sokakta oynarken sürekli dayak yerdim. O kadar çok olurdu ki hangi birini hatırlayacağımı şaşırdım şimdi.
Ama mahalle maçında topumla giderdim , kimsenin maçası yemezdi.
O günlerden belliymiş zengin olacağım.
Ama mahalle maçında topumla giderdim , kimsenin maçası yemezdi.
O günlerden belliymiş zengin olacağım.
ilkokul 4. sınıfa giderken kantinde din kültürü öğretmenimize tekme atmıştım.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.
İlkokulda, ilçe çapında güreş müsabakaları yapılacaktı. Seçimler yapıldı ogretmen bikaç kişi secti falan biz gurup olarak ilçeye gittik. Amatör bi organizasyon. Çoğu ailesiyle gelmiş veya öğretmenleri yemek vs. İçin kendi öğrencilerine bişeyler ayarlamış. O zaman bende para yok. Öğle oldu acıktım tabi ama parada yok. Öğretmenler diğer ogretmenlerle gitti ortalık ana baba günü, abi bi pideci geldi sıcak sıcak satiyor ama nasıl kokuyor. Millet alıyor koku yayılıyor. Duruşu bozmazdim ac değilmiş gibi güreşi yaptım sonra köye döndük. O öğretmeni çok severdim o olaydan sonra öyle bi soğudum ki şu an görsem yüzüne söylerim. Ya insan hiç olmazsa bi sorar veya evden hazırlayın getirin der. Abi o pide kokusu hafızaya öyle bi girmis ki nerde o kokuyu duysam girer yerim.
Ortaokul 1 di sanırım, 19 Mayıs yaklaşıyordu ve gösteriler için lazım olan sıfır yaka tişört ve kırmızı donu herkes kendi getirecek denildi veya okula para verilecek onlar getirecek. Hadi tişörtü bulduk pazarda, kırmızı şortu kim satar nerden buluruz. Okulun beden hocası vardı çam yarmasından hallice, boks yapmış zamanında. Para vermeyenleri okul girişinde bekler, bize boks yapardı aq yarması. Tüm okul pencereden seyrederdi. Hiçte acıması yoktu. Her gün dayak yiyoruz. Zaaman da daralmıştı, en sonunda baktılar para yok, geri almak üzere verdiler şortu. Ellerinde kalacaktı zaten. Şimdi görsem sülalesine kırmızı don dağıtırım.