ilkokul 4. sınıfa giderken kantinde din kültürü öğretmenimize tekme atmıştım.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.