yaşım o zamanlar sekiz ya da dokuz. ayakkabı alacağız bana. o zamanlarda sınıftaki bütün çocuklarda pahalı markalardan halı saha ayakkabıları var. şimdilerde bu durum hâlâ böyle mi bilmiyorum ama benim çocukluğumda erkek çocuk halı sahalarda kullanılan altında çivileri olmayan kramponlardan alırdı her zaman ve her yerde onu giyerdi. ben de tutturdum işte şu markadan alalım, şu bunu giyiyor. babam da kendisinin götürdüğü dükkanlarda ürününü satmaya çalışan dükkan sahibi gibi fiyatı bütçesine uygun olan ayakkabıları gösteriyor, bak bunun burası ne güzel diye övüyor. ben yine de beğenmiyorum. aklıma takmışım işte, ne olacağını sanıyorsam ben de herkes gibi pahalısından istiyorum. bir oldu bu, iki oldu... en sonunda babam dedi ki "oğlum ben senden daha çok isterim gösterdiğin ayakkabılardan giymeni, istediğin şeyleri giymeni ama benim durumum maalesef bunlara el vermiyor. benim gösterdiklerimden giysen olmaz mı?"
şimdilerde üniversiteyi bitirdim. yaşım yirmilileri geçti. babamın o gün önümde diz çöküp kurduğu bu cümleler, o yüz ifadesindeki mahcup tavrı hiç gitmez aklımdan. hep de bela küfür kıyamet okurum kendime, adama bu cümleleri nasıl kurduttun şerefsiz herif diye.
şimdilerde üniversiteyi bitirdim. yaşım yirmilileri geçti. babamın o gün önümde diz çöküp kurduğu bu cümleler, o yüz ifadesindeki mahcup tavrı hiç gitmez aklımdan. hep de bela küfür kıyamet okurum kendime, adama bu cümleleri nasıl kurduttun şerefsiz herif diye.