merhaba…adımı unuttum, bana tanya deyiniz… kendimden bahsetmek istiyorum size. küçük bir hikayem var benim, en çok da reçel kavanozlarının arasında geçen.
reçel yapmak mutlu ediyor beni. çilek, vişne, portakal, incir… her mevsim başka reçeller yapıyorum ve reçel yaparken ya radyo dinliyorum, ya da kendim şarkılar mırıldanıyorum.
sabahları erkenden uyanırım. kahvaltıda ekmek,peynir ve zeytin olur yalnızca; bir de pazar günleri bunlara ek olarak yumurta. hazırladığım reçellerin tadına bakmak yetiyor bana. allı morlu bir sepetim var, onu da kendim yaptım. kahvaltım bittikten sonra, sepetime ekmek dilimleri ve küçücük bir kaç kavanoz reçel koyup, sanırım evime yüz iki metre kırk üç santimetre uzaklıktaki parka gidiyorum. ben dört haneli sayıları bir kaç saniye içinde çarpabiliyorum ama reçel yapmak daha zevkli bir şey benim için.
parktaki banklara bir kez olsun oturmadım hiç. parkta çok sevdiğim bir ıhlamur ağacı var, onun yanı başına oturuyorum. sözcüklere pek gereksinim duymuyoruz; suskunluğumuzu dinlemek ona da iyi geliyor, bana da. birbirimizi dinlerken, bir yandan ekmek dilimlerine reçel sürüyorum usul usul. sonra, ıhlamur ağacından izin isteyip kalkıyorum ve parkta kim varsa, çocuklara, yetişkinlere, dilencilere ve zabıtalara reçelli ekmek ikram ediyorum. çocuklar ve dilenciler çok seviyor reçellerimi. demek isterdim ama yalnızca dilenciler kabul ediyor ikramımı…bir çok kez azar işittim, horlandım, kovuldum o parkta. oysa ben çok özeniyorum reçel yaparken…evime, sanırım, dört yüz üç metre seksen iki santimetre ileride bir market var; ev yapımı reçeller de satıyor ve o marketteki tüm reçeller bana ait… hiç bir ücret kabul etmiyorum, “mümkünse parasız verin” diyorum market sahibine; ama parasız verirse kimsenin almayacağını söylüyor. kaç kez şahit oldum; parkta reçel ikram ettiğimde beni tersleyip, birbirlerini, “bu kadın delidir, reçel almayın bundan, az ilerde market var, hem diğer yerlerden daha ucuz sattığı reçeller, hem de daha leziz!” diye uyardıklarını…
bir gün, bir çocuk gelmişti parkta yanıma. ihlamur ağacıyla susuyorduk karşılıklı; ben reçel sürüyordum ekmek dilimlerine yine. hiç bir şey demedi çocuk; reçelli ekmek ikram ettim, gülümsedi, kabul etti ve yedi bir güzel…bir dilim daha ikram ettim, onu da yedi canım benim… başladı bana yardım etmeye; o da reçeller sürdü ekmek dilimlerine. “sence benim boyum kaç abla?” dedi. “kalk da tahmin edeyim” dedim. “ama gördün beni ayaktayken; karşıdan yanına geliyordum, gördün beni” dedi. “görmedim, baktım yalnızca” dedim. “bugün zorla boyumu ölçtürdüm bir eczanede, üstüm başım pis diye boyumu ölçmek istemedi kalfa” dedi. “ama öğrendim boyumu, hadi tahmin et” dedi.şöyle bir süzdüm körpecik bedenini, “bir metre yirmi altı santimetre, ama eğer ayakkabısız ölçüldüysen bir metre yirmi dört santimetre” dedim. “ayakkabımla ölçüldüm ve tahminin doğru!” dedi. kalkmama izin vermedi; sepetimi aldı ve parktakilere kendisi ikram etti reçelli ekmekleri. o gün ikimiz bir kovulduk parktan! beraber markete doğru yürümeye başladık. “üzülme, emeğimiz boşa gitmeyecek” dedim. sepetteki reçel kavanozlarını markete bıraktık ve çocuğa, “canın ne istiyorsa alabilirsin ” dedim. market sahibi yüzüme baktı, onayladı beni gözleriyle. çocuk, marketin içinde dolandı, en çok çikolataların önünde durdu ve yalnızca bir çikolata aldı, o da en ucuzundan…”tamam abla, yeter bu kadar” dedi…ayrıldık marketten; sanırım yedi yüz doksan metre kadar yürüdük ve “abla, kaç pantolon var sence üzerimde?” diye sordu. “üç” dedim…”niye böyle biliyor musun?” dedi. “evet…” dedim. “benim en büyük hayalim ne,bunu da biliyor musun?” dedi… sustum… “abla, beni kimse becermesin artık!” dedi…sarıldım ona, sımsıkı sarıldım. bir daha görmedim o çocuğu; o da beni görmemiştir diye düşünüyorum.
reçel yapmak mutlu ediyor beni. çilek, vişne, portakal, incir… her mevsim başka reçeller yapıyorum ve reçel yaparken ya radyo dinliyorum, ya da kendim şarkılar mırıldanıyorum.
sabahları erkenden uyanırım. kahvaltıda ekmek,peynir ve zeytin olur yalnızca; bir de pazar günleri bunlara ek olarak yumurta. hazırladığım reçellerin tadına bakmak yetiyor bana. allı morlu bir sepetim var, onu da kendim yaptım. kahvaltım bittikten sonra, sepetime ekmek dilimleri ve küçücük bir kaç kavanoz reçel koyup, sanırım evime yüz iki metre kırk üç santimetre uzaklıktaki parka gidiyorum. ben dört haneli sayıları bir kaç saniye içinde çarpabiliyorum ama reçel yapmak daha zevkli bir şey benim için.
parktaki banklara bir kez olsun oturmadım hiç. parkta çok sevdiğim bir ıhlamur ağacı var, onun yanı başına oturuyorum. sözcüklere pek gereksinim duymuyoruz; suskunluğumuzu dinlemek ona da iyi geliyor, bana da. birbirimizi dinlerken, bir yandan ekmek dilimlerine reçel sürüyorum usul usul. sonra, ıhlamur ağacından izin isteyip kalkıyorum ve parkta kim varsa, çocuklara, yetişkinlere, dilencilere ve zabıtalara reçelli ekmek ikram ediyorum. çocuklar ve dilenciler çok seviyor reçellerimi. demek isterdim ama yalnızca dilenciler kabul ediyor ikramımı…bir çok kez azar işittim, horlandım, kovuldum o parkta. oysa ben çok özeniyorum reçel yaparken…evime, sanırım, dört yüz üç metre seksen iki santimetre ileride bir market var; ev yapımı reçeller de satıyor ve o marketteki tüm reçeller bana ait… hiç bir ücret kabul etmiyorum, “mümkünse parasız verin” diyorum market sahibine; ama parasız verirse kimsenin almayacağını söylüyor. kaç kez şahit oldum; parkta reçel ikram ettiğimde beni tersleyip, birbirlerini, “bu kadın delidir, reçel almayın bundan, az ilerde market var, hem diğer yerlerden daha ucuz sattığı reçeller, hem de daha leziz!” diye uyardıklarını…
bir gün, bir çocuk gelmişti parkta yanıma. ihlamur ağacıyla susuyorduk karşılıklı; ben reçel sürüyordum ekmek dilimlerine yine. hiç bir şey demedi çocuk; reçelli ekmek ikram ettim, gülümsedi, kabul etti ve yedi bir güzel…bir dilim daha ikram ettim, onu da yedi canım benim… başladı bana yardım etmeye; o da reçeller sürdü ekmek dilimlerine. “sence benim boyum kaç abla?” dedi. “kalk da tahmin edeyim” dedim. “ama gördün beni ayaktayken; karşıdan yanına geliyordum, gördün beni” dedi. “görmedim, baktım yalnızca” dedim. “bugün zorla boyumu ölçtürdüm bir eczanede, üstüm başım pis diye boyumu ölçmek istemedi kalfa” dedi. “ama öğrendim boyumu, hadi tahmin et” dedi.şöyle bir süzdüm körpecik bedenini, “bir metre yirmi altı santimetre, ama eğer ayakkabısız ölçüldüysen bir metre yirmi dört santimetre” dedim. “ayakkabımla ölçüldüm ve tahminin doğru!” dedi. kalkmama izin vermedi; sepetimi aldı ve parktakilere kendisi ikram etti reçelli ekmekleri. o gün ikimiz bir kovulduk parktan! beraber markete doğru yürümeye başladık. “üzülme, emeğimiz boşa gitmeyecek” dedim. sepetteki reçel kavanozlarını markete bıraktık ve çocuğa, “canın ne istiyorsa alabilirsin ” dedim. market sahibi yüzüme baktı, onayladı beni gözleriyle. çocuk, marketin içinde dolandı, en çok çikolataların önünde durdu ve yalnızca bir çikolata aldı, o da en ucuzundan…”tamam abla, yeter bu kadar” dedi…ayrıldık marketten; sanırım yedi yüz doksan metre kadar yürüdük ve “abla, kaç pantolon var sence üzerimde?” diye sordu. “üç” dedim…”niye böyle biliyor musun?” dedi. “evet…” dedim. “benim en büyük hayalim ne,bunu da biliyor musun?” dedi… sustum… “abla, beni kimse becermesin artık!” dedi…sarıldım ona, sımsıkı sarıldım. bir daha görmedim o çocuğu; o da beni görmemiştir diye düşünüyorum.