İçinde yönlendirmek, zorlamak var bunun.
Kendi haline bıraktığında olacak olanı reddedişle başlar. Emek bir dirençtir, tarlasında istediği zamanda istediği mahsulün çıkmasını isteyen çiftçinin güneşe, rüzgara, yabani otlara karşı verdiği mücadeledir emek.doğanın pek o kadar da şans tanımadığı bir bitkiye geniş alanlarda bir hükümranlık vermek içindir. Bu verdiğimiz hükümranlık ise bize mahsül versin içindir.
Sormak gerek emek verdiklerimiz için söküp attığımız otlar, kestiğimiz ağaçlar, bozduğumuz dengeler, yönünü çevirdiğimiz sular, istediğimiz mahsüle değer miydi. Peki emek verdiğimiz mahcup muydu en nihayetinde gözümüz sürekli vereceği mahsüle dikilmişken “ sana emek verdim ben” cümlesini işitince, mahcup olması gerekir miydi bir kere ?
İyiliğini düşünmek bizim iyi olarak belirlediğimiz formlara iyiliği düşünüleni sokma uğraşıdır evet, bizimle çelişmesin ters düşmesin uzaklaşmasın korkusudur belki de bu evet, ama kim inkar edebilir iyiliği düşünülenin gözüne düşen karanlık vazgeçişlere, düşlediği sonuçsuz düşlere, zararı ona dokunacak isteyişlere rağmen onun için ona rağmen o akıp giderken deli bir nehir gibi yolu üzerinde bentler olup onu durdurmadan o fark etmeden, hep yıkılıp hep kırılıp yeniden oluşup onun yolları üzerinde, nihayet tüm gücünü suyunu o çöl gibi ovalarda kaybedip heba etmeden, çiçekler açmasına açtırmasına değecek vadilerde birikip bir deniz olmasına bir denize deniz olmasına el vermenin emek vermenin zaman vermenin güzel bir şey olduğunu ? bu beklide bendin rüyası değil midir ? emek bendin mücadelesidir belki de.
En nihayetinde, emek saksıda büyütülmüş bir çiçek kadar doğala karşı gibi olsa da, çiçek de yaşar yaşamaklığını çiçeği eken de, dağda bir başına açmış gelinciğin gücünde değil belki de lale, ellerinden tutunca güzelleşir. Emek bazen, birbirine tutunmaya muhtaç ellerin çaresizliğidir.
Kendi haline bıraktığında olacak olanı reddedişle başlar. Emek bir dirençtir, tarlasında istediği zamanda istediği mahsulün çıkmasını isteyen çiftçinin güneşe, rüzgara, yabani otlara karşı verdiği mücadeledir emek.doğanın pek o kadar da şans tanımadığı bir bitkiye geniş alanlarda bir hükümranlık vermek içindir. Bu verdiğimiz hükümranlık ise bize mahsül versin içindir.
Sormak gerek emek verdiklerimiz için söküp attığımız otlar, kestiğimiz ağaçlar, bozduğumuz dengeler, yönünü çevirdiğimiz sular, istediğimiz mahsüle değer miydi. Peki emek verdiğimiz mahcup muydu en nihayetinde gözümüz sürekli vereceği mahsüle dikilmişken “ sana emek verdim ben” cümlesini işitince, mahcup olması gerekir miydi bir kere ?
İyiliğini düşünmek bizim iyi olarak belirlediğimiz formlara iyiliği düşünüleni sokma uğraşıdır evet, bizimle çelişmesin ters düşmesin uzaklaşmasın korkusudur belki de bu evet, ama kim inkar edebilir iyiliği düşünülenin gözüne düşen karanlık vazgeçişlere, düşlediği sonuçsuz düşlere, zararı ona dokunacak isteyişlere rağmen onun için ona rağmen o akıp giderken deli bir nehir gibi yolu üzerinde bentler olup onu durdurmadan o fark etmeden, hep yıkılıp hep kırılıp yeniden oluşup onun yolları üzerinde, nihayet tüm gücünü suyunu o çöl gibi ovalarda kaybedip heba etmeden, çiçekler açmasına açtırmasına değecek vadilerde birikip bir deniz olmasına bir denize deniz olmasına el vermenin emek vermenin zaman vermenin güzel bir şey olduğunu ? bu beklide bendin rüyası değil midir ? emek bendin mücadelesidir belki de.
En nihayetinde, emek saksıda büyütülmüş bir çiçek kadar doğala karşı gibi olsa da, çiçek de yaşar yaşamaklığını çiçeği eken de, dağda bir başına açmış gelinciğin gücünde değil belki de lale, ellerinden tutunca güzelleşir. Emek bazen, birbirine tutunmaya muhtaç ellerin çaresizliğidir.