gecenin şiiri

turuncu gemi
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acaip, kuşların hali.

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-Akşamüstüne doğru, kış vakti -
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.

Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayri?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
turuncu gemi
Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!

Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
Hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
Gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.
turuncu gemi
“Çiçekli badem ağaçlarını unut.
değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
ıslak saçlarını güneşte kurut
olgun meyvelerin baygınlığıyla parıldasın
nemli, ağır kızıltılar…
sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar…”
turuncu gemi
ı-
bir tezgahtar parçasıyım ben
üç kuruşluk acıya müdahale edemem
kanatlarımda sigara yanıkları
gül diye okşadım onu yıllarca
sen istersen derdim müşterilerime
sen istersen kalbimin hepsi de melek olsun
inanırdım bazen bir kase bal bile umutsuzdur.
gül tutan bir adam aradım yıllarca
rakamlar büyür, şehir küçülürdü.
vazgeçtim, vazgeçtim sonra
beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler.
kalbim neden isli bir şehir?
kalbim! neden ben?
bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.

ıı-
bir tezgahtar parçasıyım ben
kendime alıştım bodrum katlarında
geceleri yokluğum karşıladı beni
kuru yapraklar sererdi merdivenlerine
viks sürdüm burnuma, coca-cola içtim
ağlamaklı oldum kaç kere çilek reçeli yüzünden.
büyülendim sibel can çalınan taksilerden
büyülendiğin şeyler,
büyülenmediğin şeyleri döverdi bilem.
neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim?
kendime alıştım bodrum katlarında
artık bir karanlık bağımlısıyım.
kezzap attı yüzüme sokak lambaları
tenekeden bir aydınlıkla kestim
hayatla ilgili bütün bağlarımı
hazırım ben
bir anne ismine bağlamayı her şeyi:
füsun...

ııı-
acıklı sözler kraliçesiyim ben
yağmur bir daktilo kız kadar hızlı
hızlı daha hızlı
fazla vaktim kalmadı
artık ifadem alınmalı.
asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
beni bir sutyen lastiğiyle asın.
inanın kendimin
"yokluğunda çok kitap okudum"
bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim
görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
kalbim neden ben?
sırf sevinsin diye seni bir kere bile
elinden tutup parka götürmedim.

ıv-
melankoli ve kolonya şişesi
kalbim ile izmir aynı şey mi?
boyunlarında simsiyah birer halka
kumruların hepsi de dişi mi?
gugukguk yusufçuk
nerdesin? burdayım.
bekleyin, bekleyin geliyorum!
melankoli ve kolonya şişesi

hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor.

v-
kalbimi bıraktım bir yanıbaşımda
kanatlarımda hep böyle yalnız başıma
son şiirimi de kaybettim.
kalbim! neden ben?
son çocukluk resmimi de bir yabancıya gönderdim.
turuncu gemi
göz göze değilse bile yan yana seninle
bir akşamın
utançları perdeleyen sessizliğinde
gel seyrine koyulalım
birlikte koşturduğumuz bütün yolların
hani güneşle yükselip göklere
coşku saçan uçmaların ve çoğalmaların
gel seyrine koyulalım birlikte
bıçaklaşırken kağıt kağıt yırtılan
ve gittikçe sancılaşan tavırların

geçmişin umutsuzluk doğuran gecelerinde
sönmeden yanan kim
sonuçsuz sevinç ateşlerinde
tutuşmadan küllenen ve kaybolan kim
dünyanın bütün dil bahçelerinde
iki tek sözcük dolaşıyor yalnızca dilinde
hırs ve para
birinin
diğerinde kaybolduğu ihanet şarkısı
yüreği alıp mühürleyen
ve onurun
ölümüyle bütünleyen iyileşmez bir yara

varsın küllenen yürekler utansın
ne aşk giriyor artık sözlerine
ne dostluk
ne de inancımız olan kavga
konuştukça sayılar doluşuyor bakışlarına
konuştukça ayak oyunları
yalanlar
ve kurt dumanlı havaların

ben yine sevinçten ve coşkudan yana
bildikleri gibiyim dostların
iki çiçek büyütüyorum
yaz göğünü kucaklasın penceremde
bir gürültülü kokusuyla fesleğen
bir de haykıran moruyla menekşe
suladıkça diyorlar bana sessizce
aşkı tutsak edersen cüzdanlara çeklere
suların ışıklı türküsünü
bir daha taşıyamazsın çiçeklere

adnan yücel
turuncu gemi
ve nihayet ikimiz

kaçtığımız aşkların toplamıyız

sokakta yaralı bir it koşturuyor

iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. benimle çıkmıyorsun
bu yolculuğa. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.

bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım
ölümsüz yanımdır. bulutsuz da yağan nedir? şimdi
öğreniyorum ki, gözyaşı! bu resimden çıkıp
gidiyorum. seni isteyen yanım aşk yanımdır.

babam romantik bir aşiret savaşçısıydı. çapraz fişeklik
duyardım yüzümde ona sarıldığım zaman. sonrası
jandarmalardı. ağıt kadınlardı. mezarlardı. o gün
bugündür sayrıyım. çünkü insan öldüğü yaşta kalır.

babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik
olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede
doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta..

sokaktan askeri konvoylar geçiyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.

yaşadığım yitirdiklerim oluyor hep. oysa tuttuğum
elleri bırakmıyorum. sonra korkuyorlar hasletimden. ne
denli sevgiye değer olduğumu söylüyorlar. gidiyorlar
sonra. ve biçimlendiremediklerimiz biçim oluyor bize.

ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. bir çizgi
diyorsun. bir çizgideyim. sağım nere solum nere bilmiyorum..
seni şiir duraklarına bırakıyorum o zaman. güleç kalıyorsun.
dudakların kırışıyor kenarlarından. ellerin, minnacık
ellerin morarıyor. küçük küçük adımlarla gidiyorsun -sanki-
içimden. bir şiir durağından biniyorsun. zaten yorgunsun.

ben sancıyla kıvranıyorum geceleri sayrı bir yatakta. terli
terli seni içiyorum. çünkü yüzüme bakınca seni görüyorum.
çünkü yorgunsun.

parçalı bulutlu şiirler okuyorum sana. şiir gibi bir çiselti
başlıyor sonra. kanayan bir yara; yalnızlık. çıkıp kanıyorum.
çıkıp sokakta..

sokaktaki bütün kedileri eziyorlar
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. ve ben sırf
bu yüzden ezilebilirim.

biz emeklerken sevmeyi öğrenmede, kolumuzdakiler
düşüyor. ki ölenler zafere en çok yakışanlardır! ki
ölenler zafere en çok yaklaşanlardır! oturup tuhaf
ağıtlar yakıyoruz onlara. ve söz veriyoruz yarını
kurtaracağımıza. ama yarına ertelemekle bugünü
yitiriyoruz zaten. ve zaten yenik sayılırız yaşamakla!

en gizli yerimize çağırıyoruz acıyı. ve hep yenik
düşüyoruz, çağırmakla!

sulara benziyorsun bu yüzden. sular ki dinginliğe
gelir ancak. ısınırsa uçar, soğursa kaskatı kesilir
teninden. sulara benziyorsun kapılmaya gelmez.
sulara.. bildik sulara..

sokaktan telsiz sesleri geliyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini ve ben sırf bu yüzden kaybedilebilirim.

ihmal edilmeyen telefonlar bekliyorsun, dakik ve
ilgi dolu. anne oluyorsun bütün âşıklarına. ve
çocukların oluyorlar bilmeden. ve bu resimde
kalmayı bu kadar çok isterken, çekip.. çıkıp
gitmeli diyorum.

insanlar çoğalıyor etrafımda. sen yoksun.
ıssızlığımdan anlıyorum. çook uzakta oluyorum
onlar konuşurken. derken gece başlıyor. çayları
ödüyorlar ve bir parçamı alıyorlar karşılığında.

ve sen haftanın deniz ertesi günleri
geliyorsun. her aşk, yaşayamadıklarımızın
özetidir diyorum. gülüyorsun.

seni daha önce öpmüş olmalıyım. yoksa nasıl
bulurum yüzünde gülen ağzının yerini.

sokakta ölümsüz yanından yaralıyorlar birini.
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi...
turuncu gemi
kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.

ne zamandır ertelediğim her acı,
çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir -
sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!

çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
büyüsünü bir içtenlikten alırsa
kendi saf şiddetini yaşar artık,
-bu şiir -
kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
sevda ile seslenir sizlere!

nilgün marmara
4 /