geceye bir şiir bırak

nicolas flamel
delikanlım!.
iyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..

delikanlım!.
senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.

delikanlım!.
sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.
iyi bak yıldızlara
onları göremezsin belki bir daha...

delikanlım!.
belki beni anladın,
belki anlamadın.
kesiyorum sözümü.

tuncel kurtizin sesinden dinlemek için:
monster degree
Zamanın birinde bir sözlük varmış.
Entryleri bol, yazarları harikaymış.
Ne zaman girilip bir göz atılsa,
Gözler gönüller açılırmış.
İçinde bulunan nadide bilgilerle,
Nefisler doyar, dimağlar canlanırmış.

Sadece tanım girenlerin yanında,
Özetlerini paylaşan da var okuduğu kitabın da.
Zaten hepsi formata uygun ama,
Lâfın gelişi hatırlatırız biz arada.
Üzmüşsek yazar arkadaşları affola,
Kemik kadroyuz biz burada, sakın unutma.


Kıps.
quares
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

ataol behramoğlu
quares
Şöyle sessizce ölüp gitmeliyim
Bir yaz gecesi Gülhane parkında.
Şu hazin ömrü tamam etmeliyim...

Geç saatlere kadar oturduğum,
Denize bakan bir sırasında
Kırık dökük hatıralar arasında.

Ne vasiyet, ne uzun boylu veda
Ölümüme hiç kimsenin aklı ermesin
Gözlerim birdenbire kapanıversin.

Ne kimseye borcum, ne alacağım
Ne birikmiş beş on kuruş cebimde.
Ne kimseyi sevindirmiş, ne üzmüş olacağım.

Ne gazetelerde ne de radyoda
Ölümüm kimseye dert olmamalı.
Kim tanır zaten beni dünyada.

İnsanlar hergünkü gibi şen şakrak
Tabutum Merkez Efendiye giderken
Üç beş kişinin omzunda gıcırdayarak

Birkaç kişi başlarını eğsinler,
Sonra ardımdan bakıp acıyarak;
-Bir garip ölmüş desinler...

turgut uyar
ontolojik sancilarimin merhemi
''sana bakarak
bütün yüzleri unutmak
kendimden
ve arap saçı olmuş
bir sürü
hikayelerden bıkarak

sana misafir geliyorum
denizlerin sesi içinde
ve gündüz güneşlerinde
şaşırmış

sana misafir geliyorum
biraz daha uykuya yakın
biraz daha dalgın
biraz daha başka şeylerden uzak.''
ontolojik sancilarimin merhemi
günler boyu sana giydireceğim renkleri aradım fırçalarımla
beyaz bir denizdin
göklerinde süs kirazları uçuşan
bir erguvanın dudak izleri kulaklarında
kuşkuluyum yaşadığımdan

göztaşları gözlerinden fışkırırdı asmalara
parlak balta vücudun bölünce suları
saplandığın mavi ben olayım istedim
yalımlı sırtından doğan ışık gözümü aldı

damlacıklar yedi renkli dereler olurdu saçlarında
mavi sular , akvaryumumuz , kara zehir denizi
gel yüzelim sevdiğim bir çift yunus gibi
saçımdan öpme! zivt bulaşır dudağına

denize girip saçını kesti keseli
artık dudaklarımız büyük bir makinanın iki dişlisi
sırası gelince birbirine geçen
kuşkuluyum öptüğümden..

kokoo
Bana güzel şeylerden bahset n'olur
Ne olur yani gelincikler dolaşsa damlarında şehrin
Ve gelmiş olsalar buraya, hayvanların yemi yüklü bir kamyonun sırtında
Sadece böyle şeyler olsa
Ve gazeteler yazsa:
“Üç çiçek açtı karayolunda
Arabalar feragat etti yoldaki ilk şeritten
On iki kişi birbirini sevdi dün
Sayılamadı sayıları bugün
Sur içinde el ele dolaşan yüz yirmi sekiz kişiydi
Mısır çarşısındaki böreklik peynir sırası, tam da şimdi bitti”
Olmaz mı?
Olmaz mı ben seni sevsem dondurmacı kuyruğunda
Ve üzülsek ikindi vakti
Bir arabanın şerit ihlaline, sundurmada oturan çocuğun üşüyüşün
Balkondaki çamaşır ipinin kısalığına
Ve yolların sabunla yıkanamayışına
Ne yani?
Toplasak hepsini
Senle ben olmaz mı?

Sardunyaları sarkıt pencereden
Başka bir hayat dileyelim,
Kimseye el etmeden
Ne olur yani?
nalbantyani bezirgan
sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı, canın teni yakmasıydı,
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasaydı...

"bir insanı sevmekle başlıyordu her şey"
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu
immanuelk
O mavi gözlü bir devdi,
minnacık bir kadın sevdi,
kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev,

Bir dev gibi seviyordu dev,
ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
minnacık bir kadın sevdi.
mini minnacıktı kadın.
rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
ve elveda ! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..

Nazim Hikmet Ran
quares
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma

Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.

melih cevdet anday
ontolojik sancilarimin merhemi
ve her şey hızla yetişti sonra
sarı bir günün kahverengi yarınına.

yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
ağaç da çürümüş zaten
kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
–gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
yoklamışlar orasından burasından
kim bilir.

quares
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok
Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı
Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın

Vedat TÜRKALİ
ontolojik sancilarimin merhemi
"..dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
unutuşun o tunç kapısını zorlar
ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
işte, doğduğun eski evdesin birden,
yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
ve cümle yitikler,mağluplar,mahzunlar.."
quares
galata kulesinden intihar eden oğula yazılan bir şiir...

Galata Kulesi

6 Haziran 1973
Piril piril bir yaz günüydü
Aydinlikti, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesinden
Kendini bir anda birakti boşluğa
Ömrünün baharinda
Bütün umutlariyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu

Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
İçi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini bir anda birakti boşluğa
Söndü güneş, karardi yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu

"Açarken ufkunda güller alevden"
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü, kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Kulesinde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusuydu bu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu

Küçücüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
6 Haziran 1973
Galata Kulesinden bir adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş dünyaya inat
Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat.

Ümit Yaşar Oğuzcan
sultanahmet
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!

Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

Necip Fazıl Kısakürek

(boyle okuyup gaza geliyorum sonra yine ayni serseri ayni pespaye ayni bos hayata devam ediyorum.)
quares
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara

atilla ilhan.
quares
bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım...

nazım hikmet

3 haziran...
quares
Uyuyamamak nedir?
Bir başkasının solunda sabahlamak mı?
Yoksa geceye şahit olmak mı?
Önce martıların sesine,
Deniz'in dinginliğine,o mübarek sese
Ya da gecenin sabaha ermesine mi?
Uyuyamamak nedir,sol boşluğum..
Bir kerecik sarılsam,öpsem nefesinden diye iç geçirme vakitleri midir yoksa?
Ya da bir sevdaya ayrı düşmüş olmanın hezimeti mi? Evet,adı günaydın.
Yine şükürlerle uyandım hayatta oluşuna.
Karşımızdaki kahvehane açıldı,yollar temizlendi,
Martılar sabahı buyur etti güne.
Komşu balkonlar yıkandı,
Deniz en güzel mavisini giyindi,
Kuşlar yeni günü anlatıyor
Simitçiler de meydanlarda
Zifiri karanlık yok,gözler birbirini görebiliyor.
Uyumaya çalıştım,uyurum sandım,
Zifiri karanlık yok,gözlerim de açık,
Hala göremiyorum seni..
Uyuyamamak nedir,sol boşluğum..
Arayıp soramamak nedir?
Lügatta adı çaresizlik midir?
Ya da Yaradan'dan bilip baş üstünde gezdirmek mi? Şimdi gün ortası..
İşçiler paydos etti,fabrikalar dinlenmeye çekildi,
Ezan da okunur birazdan..
Bizim burası bildiğin gibi.
Güneş tam tepede,kızgın bir hayli.
Esnaflar kapı önünde,gün öğlene erdi.
Vakit geçirmeye çalıştım,vakitle geçer sandım.
Yalan dolan yok,kalbim görebiliyor gözlerim göremiyor seni..
Sesine muhtaçlık nedir,sol boşluğum?
Kalpte daim olmak nedir?
Dillerde adı perişanlık mıdır?
Ya da bir aşkın gücünü içinde barındımak mı? Şimdi akşam.
Güneş mahcup artık gülüşünün yanında..
Babalar evine dönüyor,yemekler ocaklarda
Ortalık bir bir sezsizleşiyor
Kapı kolları sıcacık.
Ben bildiğin gibi kimsesiz..
Adı 'sensizlik' buralarda.
Şimdi kalp sensiz yine sensiz..
Zifiri karanlık geliyor,gözler birbirini görmüyor.
Uyumaya çalıştım,artık uyurum sandım..
Yapamadım.
Uyuyamamak nedir,sol boşluğum?
Seni solumda uyutuyor olmak mı?

gülay çelik
4 /