hayata dair iç burkan detaylar

kozmos
bir ara üyesi ve yönetici olduğum bir sözlüğe ''lan bi gireyim bakalım noolmuş?'' diye düşünerek girip, kimsenin olmamasını görmem ve dahası, geliştirilen sözlük botları tarafından çeşitli başlıklara sürekli girdiler girildiğini görmem.

yazan yok, okuyan yok, ortam boş, botlar hareket halinde. biraz ürkütücü, biraz da hüzünlü geldi.
nalbantyani bezirgan
benim dedemle çok yakın bir ilişkim olmadı pek.
biraz sert bir adam, fazla da konuşmayı sevmez. Herkese de aynı şekilde davranırdı. O yüzden onun yanında kendimi hep büyük hissederdim. Bir çocuk sever gibi, torun sever gibi sevmedi pek beni. Sarılmadım da hiç dedeme. Elini öperdim o kadar.
geçen hafta annem aradı. karaciğer kanseri teşhisi koymuşlar dedeme. Ben de ilk fırsatta geleyim dedim. Bu hafta sonu için memlekete geldim, kayseriye.
Bugün gün boyu dedemin evindeydim. Malum şey hiç konuşulmuyor ama her sohbette hissediliyordu. Dedem uzun zamandır görmediğim kadar neşeliydi beni gördüğü için. Eskilerden, askerlik anılarından, babaannemle evlenmelerinden, çift meclisli, senatörlü Türkiye'den bahsetti. Hep konuştu. Ben de küçük bi çocuk gibi gözlerimi kocaman açıp gün boyu dinledim onu. Arada sırada üniversiteyi, dersleri sordu. Ben de ilkokullu heyecanıyla hevesli hevesli anlattım. Sonra telefonunu getir bakalım fotoğraf çekelim dedi. Eline aldı kendi çekti bir de. Böyle çok küçük ve basit bir şeymiş gibi ama ben bugün ilk defa kendimi küçük hissettim dedemin yanında. Aslında onun benim için ne kadar çok anlam ifade ettiğini.
Asansörden inerken babam deden ne kadar da mutlu oldu geldiğine, ne zamandır güldüğünü görmemiştim deyince dayanamadım. Ağladım.
kozmos
dokunmaya kıyamadığın saçları zamanı gelir çeke çeke severler aslanım, burayı okuyorsan sana diyorum bak, siken seviliyor artık anla bunu. kadınların yüzlerce yıllık evrimsel süreç sonucu hala kasa, görüntüye veya maddi yetkinliğe önem veriyor oluşu biraz hayatın bug'ı da olsa bir gerçeklik.
rakunzhell
kuzenle birlikte sık sık sinemaya gideriz. bir gün yine karar verdik, gidiyoruz film izlemeye. normalde filmi izlemeden önce yönetmeninden oyuncusuna kadar tüm detayları öğrenir, değerlendirir öyle gideriz. o gün bi değişiklik yapıp, doğaçlama takılalım dedik. ama inanılmaz film izleyesimiz var. neyse gittik sinemaya. baktık şöyle bi, vampirli bir film. isme aşinayız ama serinin ilk filmini ikimiz de izlemiş değiliz. afişinde de gözleri kırmızılı vampirler görünce bi çekici geldi. film seçildi, çerezler, içecekler alındı. iq'ler 1500. film sonunda eleştirmenliğe kendini adamış kırk yıllık eleştirmen edasıyla filme bok atmaya hazırız. her neyse. reklam faslı geçti, film başladı. ilk on beş dakika durgun, ufaktan sıkılmalar başladı. ilk yarım saat durgun, sıkılmalar yerini darlanmalara bıraktı. aksiyon bekliyoruz. kurt gelsin, vampir gelsin. yesinler birbirlerini. kaos istiyoruz. biz istedikçe film daha da sakinleşti, romantizme bağladı. kuzenle arada birbirimize bakıp, birbirimizden tiksiniyoruz. kırk beşinci dakikası doldu ve patlama noktası: ikimiz de dayanamayıp koşarak uzaklaştık oradan. hem de arkamıza bile bakmadan. en ufak bir tereddüt yok. adeta şener şen'in topuklaması gibi vura vura kaçıyoruz oradan. attık kendimizi dışarı. avrupa yakası dizisinde ata demirer'in söylediği "allah belanı versin sertaç" repliğini söylüyoruz birbirimize kızarak. "bir daha araştırmadan filme girmek yok." filmin adı tahmin edebileceğiniz üzere; alacakaranlık: yeni ay. yeni ay'ı batsın.
ontolojik sancilarimin merhemi
günlük yaşamınızda karşılaştığınız can acıtıcı ayrıntılardır.


benim için; büyük bir acı yaşamadan doğrulamadığımı fark ettiğim andı.. üstelik usturuplu cevap vermenin yolunu bilmiyor, karşınızdakinin anlayabileceği türden yalanlar söyleyemiyor, aklımdan geçenler belli olmasın diye rol yapamıyorsanız, doğrulmak bir yana dursun yüzü buruşmuş, alnı kırışmış, kaşları çatılmış, yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş bir şekilde yenik düştüğünüz hissiyle oturup kalırsınız..