iz bırakan kitap cümleleri

nalbantyani bezirgan
"Gönlümün size verdiği payeyi anlatmak için saatlerce elkap aradım, fakat teessüf ederim, bir kelime, bir tabir bulamadım. Kalbimin şiddetine, duyduklarımın samimiliğine tercüman olan bir dil bilseydim sizde bu acımasız sertlik kalır mıydı? Kalbiniz taştan bile olaydı gene aşkınızın bu mahkumunu bir küçük iltifatınızla sevindirecek kadar olsun bir yumuşaklık gösterirdi."
Gürpınar, Hüseyin Rahmi, Metres.
putintin
"yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."

(bkz:tutunamayanlar)
putintin
"apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın bülent?"
"hangisini?"
"otomatik yanan, sensörlü lamba."
"hayır."
"komşu görmüş, yalan söyleme. süpürge sapıyla kırmışsın dün gece."
önüme baktım.
"neden kırdın?"
cevap yok.
"hasta mısın evladım? söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…"
"kırdımsa kırdım, ne olacak! çok mu değerliymiş?"
"lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? yöneticiye de dedim. lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. sen değerlisin benim için."
"beni görünce yanmıyordu baba."
"nasıl ya?"
"görmezden geliyordu, yanmıyordu. kaç sefer yok saydı beni."
"e beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor."
"hadi ya! sahiden mi?"
"evet. ucuzundan takmışlar. bizimle bir alakası yok."

babama sarıldım, yıllar sonra.

emrah serbes - erken kaybedenler
ontolojik sancilarimin merhemi
''... sevmesini bunlar biliyor. susarak sevmesini. erkek susar, kadın da. "beni seviyor musun?"lar yok. "daha mı az, daha mı çok?"lar yok. maziden ve istikbalden şüpheler yok. emniyet yüzde yüz. fedakârlık bitirmiş. "ben seninim, sen de benim." o kadar. "sözlüyüm" diyorlar. bitti. iki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. sessiz. aşk mektupları, sitemler, tehditler yok. mutfakta bir tıkırtı iclal, mustafa'nın çorbasını pişiriyor. hep onu düşünüyor. yirmi sene, elli senen hep onu düşünecek. mustafa eşikte görünüyor. sessiz. dil dökmüyor. dil olmayan yerde yalan olur mu? onun bir iclali var. dünya o. mağrur, susuyor. vazife saati. iclal daha çorbayı pişiriyor. ne ciddiyet!
sevmesini bunlar biliyor. bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur...


bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, manilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız, küçük görüşlerimiz, kendimize güvenmeyişlerimiz, iç çekişlerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi, aşkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınkisi aşk hastalığı değil, aşk....''
putintin
"daha çok anlat” dedim.
“hoşuna gidiyor mu?”
“çok. elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
“bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
“gider gibi yaparız."

(bkz:şeker portakalı)
valsarith
...hiçbir şey (artık) gizli saklı kalmayacak. işte bu zamanda siz, dışta olan her ne ise onun içinizde olanın bir yansıması olduğunu bilebilmek için, kendi dışınızda gözlemleyeceğiniz şeyler meydana getireceksiniz. sizin dışınızda hiçbir şey yoktur, hiç kimse size bir şey yapmadı. sizler kurban değilsiniz, sizler egemen varlıklarsınız. bunu ne kadar vurgulasak az gelir. gün be gün yarattığınız her şey için "sorumluluk" aldığınızda, ne denli dehşet verici görünürse görünsünler, onların yalnızca birer öykü olduğunu ve "kim" olduğunuzu bilebilesiniz, gerçek kimliğinizi kucaklayabilesiniz, tanrı/tanrıça olduğunuzu, gerçekten egemen varlıklar olduğunuzu bilesiniz diye onları bizzat (kendinizin) yarattığınızı bilin.

eğer her bir durumu sorumlulukla karşılamazsanız, o kendini size tekrar tekrar sunacaktır, ta ki siz bir kaçışın olmadığını anlayıncaya kadar. bileceksiniz ki saklanmak mümkün değildir. vakit bu vakittir. siz harika bir zaman içine adım atıyorsunuz. onu durdurmak için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur ve onu hızlandırmak için de yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. o aslında sapsadedir. biliyoruz ki zihniniz onu karmaşık bir hale getirmeyi sever. bu karmaşıklığın bir kısmı da saklanmaktır. ve siz onu yapacaksınız. sizin güvenip dayanabileceğiniz (destek alabileceğiniz) bir başka şey yok, aziz dostlar. onu "idrak" edinceye kadar yaratmaya devam edeceksiniz. öyleyse onu elde edememe, sınavdan geçemeyen tek kişi olma korkusunu da terk edebilirsiniz...

p'taah pleiades - jani king
freud da sollardi
"parasızlığa alışıktım ve işsizliğin ne demek olduğunu çok iyi biliyordum.sevdiğim kadınlar tarafından terk edilmişliğim vardı, zamanında çok şiddetli diş ağrıları da çektim.ama nasıl oluyorsa bunların hiçbiri bütün dünyanın sana karşı olduğu duygusuyla yarışamıyor."

hugh laurie - the gun seller
ontolojik sancilarimin merhemi
''.. şimdi, uzak kalmış bir hayalin yankısıdır, yansısıdır, yanılmasıdır diye, aldatıcı saydığın mutluluk da bambaşka bir anlam kazanacak. kendi kendine uyumlu olma olanağı saymıştın onu. olmayınca da, olsa olsa, dinelme, dinleme, dinginlik...

şimdiyse, etkinlik isteyecek senden. yapman gereken bir şey artık amacını ve çabanı isteyen...

eylem olacak artık mutluluk senin için.
yabancı kalmıştın eyleme, yıllar yılı sürüklenmeyi yeğlemiştin. alışmıştın da buna. içinde sakladığın, sakındığın, sakladığın yumuşak içeriği koruyarak, sert, katı, dikenli yanını, dış kabuğunu koymuştun ortaya hep. ne fark ederdi ki, diye. her şey boş olanaksız zaten...

boşa çıkacaktı her şey. boşunaydı her şey, zaten, hiçliğe akarak. o, yok,hiç....

o,var şimdi işte
eylem de ne?
yola çıkıp zamanında bir yerde olmak
orada olmak, o da orada olacak diye
oradasın işte
o da, burada, buranda...''
oblomov
“Üzülme baba,” dedim, “alt tarafı bir ev, alt tarafı beton parçası ya. Çalışır ederiz, yine alırız. Ben de çalışırım bundan sonra, söz, alırız bir ev daha.” “Ona üzülmüyorum ki ben,” dedi babam. “Her ay evin taksitini ödedik de ne oldu. Bak, uçup gitti elimizden balon gibi. Keşke seni ağlatmasaydık çocukken. Keşke sana o akülü arabayı alsaydık.”
ontolojik sancilarimin merhemi
''ölüye, ölecek olana bakan kişinin baş döndürücü üstünlüğünü, diri olmanın üstünlüğünü duyması. bu üstünlük, kişiliğin ötesindeki bir üstünlük, öleceğini bilen, ölmek istemeyen, bir şeylere tutunmak umuda, yakınlarının eline, gözüne, sözüne, yatak çarşafına, parmaklarını kanatan taşlara, tırnaklarını kıran asfalta tutunmak tutunmak dileyen insanı bir nesne, bir böcek bile değil, bir nesne haline getiri verir...''
ontolojik sancilarimin merhemi

''ağrıları, düşleri, anıları, bir ölçüde de olsa iletilebilir kılmak çabası, bir noktadan sonra gülünç olabiliyor. avutmak, ya da katılmak isteyenlerin anlama çabası, ne kadar büyük olursa olsun, iletilemeyen, belki de baştan -iletilemeyeceğine erdiğimiz için-iletilmek istenmeyen bir anlamın suruna çarpar. ağrılar tek kalıplı, düşler akışkandır. olsa olsa anıların, paylaşılabilir noktalarına dayanarak, anlaşılmaz olmaktan sıyrıldığını görebilmişizdir. işin püf noktası, paylaşılabilir görüneni öne çıkarmak, sezilebilir görünene -belli etmeden- bütün gücüyle dayanmak, gerisini de kendimize göre getirmek; yani, bildiğimiz, istediğimiz düzeni kurarak...''
ontolojik sancilarimin merhemi
'' 'neden' sorusu piçliği yok eder. 'çünkü' ile başlayan cümleler sadece istenildiğinde kurulmalıdır. aksi takdirde piçlerin diğer insanlardan farkı kalmaz. oysa piçler diğer insanların aklına gelmeyen her şeydir.''
quares
şimdi düşünüyorum, kaç yıl sonra, alkol, sigaralık, kubar, extacy, eroin, kokain, amfetamin, roj, taş, çakmak gazı ya da edebiyat fark etmez, hayatınızın hangi döneminde olduğunuz da fark etmez, hepsi geçer, hepsi biter, hepsinin kafası siktirip gider, karanlığın kalbiyse her zaman orada kalır, atmaya devam eder, duyması gerekenler için. içimden öyle geldi o gece, falezlerin ucunda, ulur gibi, acıyla havladım birkaç sefer, sonra baktım birileri yaklaşıyor, hemen sustum.

müptezeller
mechul amca
Herkes tarih okuyor albayım; bugüne değer veren kalmadı.
-Oğuz Atay - Tehlikeli oyunlar

”Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat abi.
Sanki hepsi benim için yazılmış.” - Oğuz Atay - Tutunamayanlar
3 /