iz bırakan kitap cümleleri

putintin
"daha çok anlat” dedim.
“hoşuna gidiyor mu?”
“çok. elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
“bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
“gider gibi yaparız."

(bkz:şeker portakalı)
ontolojik sancilarimin merhemi
istediğim, denizi yazmak. zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini… bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adamı için. yolculuklara, ister gerçek ister düşsel olsunlar, yakıştırdığımız son, öbür kıyıda bitse bile, deniz gene tek kıyılıdır, üzerinde yaşayıp çalışan biri olmadıkça. deniz, kara adamının yalnız sınırlarını kaldırışı değil, sınır düşüncesini içinden çıkarıp atıvermesidir. her şeyin bir aradalığının bir yerde başlaması ya da bitmesidir. istediğim, denizi yazmaktı. her şeyin bir aradalığına yenik düşeceğimi bile bile.


Altı ay bir güz - bilge karasu..
ontolojik sancilarimin merhemi
'' 'neden' sorusu piçliği yok eder. 'çünkü' ile başlayan cümleler sadece istenildiğinde kurulmalıdır. aksi takdirde piçlerin diğer insanlardan farkı kalmaz. oysa piçler diğer insanların aklına gelmeyen her şeydir.''
ontolojik sancilarimin merhemi
''ölüye, ölecek olana bakan kişinin baş döndürücü üstünlüğünü, diri olmanın üstünlüğünü duyması. bu üstünlük, kişiliğin ötesindeki bir üstünlük, öleceğini bilen, ölmek istemeyen, bir şeylere tutunmak umuda, yakınlarının eline, gözüne, sözüne, yatak çarşafına, parmaklarını kanatan taşlara, tırnaklarını kıran asfalta tutunmak tutunmak dileyen insanı bir nesne, bir böcek bile değil, bir nesne haline getiri verir...''
ontolojik sancilarimin merhemi
''.. şimdi, uzak kalmış bir hayalin yankısıdır, yansısıdır, yanılmasıdır diye, aldatıcı saydığın mutluluk da bambaşka bir anlam kazanacak. kendi kendine uyumlu olma olanağı saymıştın onu. olmayınca da, olsa olsa, dinelme, dinleme, dinginlik...

şimdiyse, etkinlik isteyecek senden. yapman gereken bir şey artık amacını ve çabanı isteyen...

eylem olacak artık mutluluk senin için.
yabancı kalmıştın eyleme, yıllar yılı sürüklenmeyi yeğlemiştin. alışmıştın da buna. içinde sakladığın, sakındığın, sakladığın yumuşak içeriği koruyarak, sert, katı, dikenli yanını, dış kabuğunu koymuştun ortaya hep. ne fark ederdi ki, diye. her şey boş olanaksız zaten...

boşa çıkacaktı her şey. boşunaydı her şey, zaten, hiçliğe akarak. o, yok,hiç....

o,var şimdi işte
eylem de ne?
yola çıkıp zamanında bir yerde olmak
orada olmak, o da orada olacak diye
oradasın işte
o da, burada, buranda...''
quares
-jean baudrillard, gerçeğin yerini sahtenin aldığını söyler ve yeni duruma simulakra (sahte gerçek) adını verir.
ferdi tayfur, "bana gerçekleri söyle" der.

-jean baudrillard, kapitalizmi tüketmek ve ihtiyaçlar uydurup bunları gerçek ihtiyaçlarmış gibi alıgaltmakla suçlar.
ferdi tayfur, "neyleyim sen yoksan eğer dünyanın servetini" der.

-jean baudrillard, artık tarih diye bir şey kalmadığını, tek yapabileceğimizin tarihin nereden itibaren gerçekliğini kaybettiğini bulabilmek olduğunu söyler.
ferdi tayfur, "allahım sen bilirsin" der.

-jean baudrillard, "derinlik, daima kesintinin ardında; anlam ise, daima engelin ardında sapmaya uğrar..." buyurmuştur
ferdi tayfur, "korkma söylemem, adını kimselere duyurmam. sen bile bilmeyeceksin ömrün boyunca" der.

-jean baudrillard, karamsarlık açısından oğuz atay'ın siyaset bilimi simülasyonudur.
ferdi tayfur, oğuz atay'ın yazdığı her satırın fon müziğidir.

ali lidar
jasmine
"karıncaların yuvasını bozun, hemen onarmaya koyulurlar onu. gene bozun, gene onarırlar. kaç kez bozarsanız bozun, yılmazlar. her şeye yeniden başlarlar."

dostoyevski. "öyküler".
ontolojik sancilarimin merhemi
"kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. soruların kendisini sevmeye çalış, kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi. cevapları şimdi arama. şu anda cevaplar sana verilemez, çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. bu her şeyi yaşama meselesidir. şu anda senin, soruyu yaşaman gerekiyor. belki daha ilerde, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın."
putintin
''benim beklediğim aşk başka! o bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. sevmek ve hoşlanmak başka; istemek bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… aşk bence bu istemektir. mukavemet edilmez bir istemek!''

(bkz:Sabahattin ali)
zeitgeist
benimkisi, hiçbir zaman hiçbir şeyle açıklanamayacak kadar derin, hiç kimsenin anlayamayacağı ölçüde karmaşık ve acayip bir yorgunluktu.

öyle ki, geride kalan taş döşeli sokaklardan büyük büyük caddelere, şehrin tepelere doğru tırmanan boz bulanık görüntüsüne, bu görüntüyü ayakta tutan gürültüsüne, derinlere çöken kirine, kapılardan taşıp parkları ve meydanları tıklım tıklım dolduran apartman yalnızlıklarına, kayıplara karışmış iri gözlü cüceler gibi bu yalnızlıkların gölgesinden uzak uzak bakan çocuklara, sonra sabahtan akşama dek bir yerden bir yere çeşitli bahaneler ve külüstür otobüslerle taşınan insan suretindeki sıkıntılara, bu sıkıntıları süsleyen şarkılarla kitaplara, karanlık sokaklarda karanlık sakallarıyla dolaşan beli silahlı adamlara, yıkıldı yıkılacak iş hanlarına, beti bereketi uçmuş tozlu dükkanlara, harap çarşılara, renk renk ışıklar içerisinde yüzen lüks alışveriş merkezlerine, buralara girip çıkan ıssız kadınlara ve yüzlerini hiç görmediğim daha milyonlarca insanla milyonlarca eşyaya kadar hemen hemen herkes ve her şey bir an için bende yaşamıştı sanki... ya da ruhumun olanca diriliğiyle ben bütün bu sayıp döktüklerimi doğuran, bunları kat kat çevreleyen ve gelecekte gene bunlardan doğup çeşitli kılıklarda boy gösterecek olan hikayelerin hepsini birden yaşamıştım.

hasan ali toptaş - bin hüzünlü haz
quares
şimdi düşünüyorum, kaç yıl sonra, alkol, sigaralık, kubar, extacy, eroin, kokain, amfetamin, roj, taş, çakmak gazı ya da edebiyat fark etmez, hayatınızın hangi döneminde olduğunuz da fark etmez, hepsi geçer, hepsi biter, hepsinin kafası siktirip gider, karanlığın kalbiyse her zaman orada kalır, atmaya devam eder, duyması gerekenler için. içimden öyle geldi o gece, falezlerin ucunda, ulur gibi, acıyla havladım birkaç sefer, sonra baktım birileri yaklaşıyor, hemen sustum.

müptezeller
quares
"böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, sadri alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. o ağladıkça ben de ağlardım. nedenimi bilmez ağlardım. ağladıkça sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine."

fakat müzeyyen bu derin bir tutku - ilhami algör
zeitgeist
üzerinden zaman geçse dahi unutulmayan, kafada veya gönülde iz bırakan cümlelerdir.


gıli, koyu karanlıktan başka bir şeyin gözükmediği camdan bakarken, gelecekteki hayatı perde vazifesi yapan cama yansıdı. labuşlar, kevaşeler, dans edip şarkı söyleyen bıçaklar ve yeşil çuha üzerine düşen cıvalı zarlar! gelecekteki hayatı, geçmişteki hayatının kötü bir taklidiydi!

geleceği yakın planda görmek isteyen gıli, cama yaklaştıkça, görüntü daha fazla flulaştı. camda, üç çatallı bir gölge belirip yok oldu!

gıli, kolera'nın korkarak yanan sokak lambasını görünce, şimdiye döndüğünü anladı. sokak lambasının ışıklarının yansıdığı yere gözlerini uzatıp gecenin şekillerini seyre daldı. zor nefes alan sokak çocukları, "et yedik" hesabı kürdanla dişlerini karıştırıyor, belki de son havalarını atıyorlardı. bitirim adayları sessiz yürüme provası yaparak gelecek için hazırlanıyorlardı.

gece, derin nefesler alarak ilerlerken, gıli'nin seyrettiği şekiller, yerini birbirlerine neşeli sözler söyleyerek misafirliğe giden kedilere, demir parmaklıklı kapıların önünde zar çalkalayan köpeklere terk etti.

camın önünden korkuyla kaçan gıli, bitirimhanenin düşünce odasına geçip boy aynasının karşısına dikildi. sotadan çıkardığı ojeyi koklayıp bir süre nefesini içinde tuttu.

çıldırtıcı görüntülere tutsak olan gıli, ojenin tadını alamadı. geç de olsa, enerjisinin tükenmekte olduğunu fark etti. aynanın karşısında yumuşak, seri ve ağırbaşlı bir hareketle arap sado'nun yadigarı muhteşem sustalıyı açtı.

gençliğini bir süre daha ayna karşısında seyredip sustalıyı bileklerine indirdi!

arka sokaklarda keman filosu tüm kenti uyandıracak biçimde ağlıyor, darbukalar kalp atışlarını en parlak yıldıza hissettiriyordu...

çıt

metin kaçan ağır roman
ontolojik sancilarimin merhemi

''ağrıları, düşleri, anıları, bir ölçüde de olsa iletilebilir kılmak çabası, bir noktadan sonra gülünç olabiliyor. avutmak, ya da katılmak isteyenlerin anlama çabası, ne kadar büyük olursa olsun, iletilemeyen, belki de baştan -iletilemeyeceğine erdiğimiz için-iletilmek istenmeyen bir anlamın suruna çarpar. ağrılar tek kalıplı, düşler akışkandır. olsa olsa anıların, paylaşılabilir noktalarına dayanarak, anlaşılmaz olmaktan sıyrıldığını görebilmişizdir. işin püf noktası, paylaşılabilir görüneni öne çıkarmak, sezilebilir görünene -belli etmeden- bütün gücüyle dayanmak, gerisini de kendimize göre getirmek; yani, bildiğimiz, istediğimiz düzeni kurarak...''
ontolojik sancilarimin merhemi
''... sevmesini bunlar biliyor. susarak sevmesini. erkek susar, kadın da. "beni seviyor musun?"lar yok. "daha mı az, daha mı çok?"lar yok. maziden ve istikbalden şüpheler yok. emniyet yüzde yüz. fedakârlık bitirmiş. "ben seninim, sen de benim." o kadar. "sözlüyüm" diyorlar. bitti. iki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. sessiz. aşk mektupları, sitemler, tehditler yok. mutfakta bir tıkırtı iclal, mustafa'nın çorbasını pişiriyor. hep onu düşünüyor. yirmi sene, elli senen hep onu düşünecek. mustafa eşikte görünüyor. sessiz. dil dökmüyor. dil olmayan yerde yalan olur mu? onun bir iclali var. dünya o. mağrur, susuyor. vazife saati. iclal daha çorbayı pişiriyor. ne ciddiyet!
sevmesini bunlar biliyor. bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur...


bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, manilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız, küçük görüşlerimiz, kendimize güvenmeyişlerimiz, iç çekişlerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi, aşkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınkisi aşk hastalığı değil, aşk....''
0 /