Sözlüğümuzün entelektüel, aydın kişisi. Aynı zamanda sözlüğün hukukçusu. Yabancı şarkıların derinliklerine bırakmış ruhunu, iyi de yapmış. Böyle yolumuza ışık tutanlara ihtiyacımız var, hep var olsun.
müslüm gürses diye yazılır, baba diye okunur.
hoşgelmiş birinci nesil yazar. bana nutella sözü var.
aramıza katılmasıyla bizi mutlu eden adamın dibi, hoş geldi sefalar verdi.
genellikle diyarbakır etrafında adıyla bilinen, celal güzelses'e ait diyarbakır türküsü.
ilkay akkaya'dan dinlemek ciğer yakar, dikkatli dinleyiniz.
ilkay akkaya'dan dinlemek ciğer yakar, dikkatli dinleyiniz.
ciğer yakma potansiyeline sahip, muazzam bir kafa ürünü, asaf halet çelebi şiiri.
ibrâhim
içimdeki putlari devir
elindeki baltayla
kirilan putlarin yerine
yenilerini koyan kim
günes buzdan evimi yikti
koca buzlar düstü
putlarin boyunlari kirildi
ibrâhim
günesi evime sokan kim
asma bahçelerinde dolasan güzelleri
buhtunnasir put yapti
ben ki zamansiz bahçeleri kucakladim
güzeller bende kaldi
ibrâhim
gönlümü put sanip kiran kim
ibrâhim
içimdeki putlari devir
elindeki baltayla
kirilan putlarin yerine
yenilerini koyan kim
günes buzdan evimi yikti
koca buzlar düstü
putlarin boyunlari kirildi
ibrâhim
günesi evime sokan kim
asma bahçelerinde dolasan güzelleri
buhtunnasir put yapti
ben ki zamansiz bahçeleri kucakladim
güzeller bende kaldi
ibrâhim
gönlümü put sanip kiran kim
şiirde imgesellik nedir sorusuna cevap niteliği taşıyan asaf halet çelebi güzelliği.
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
ne in
ne cin
ne benî adem
zamanlar içinde
kuşlar uçuyor
kervanlar geçiyor
bir iğne deliğinden
çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
insanları karınca şehirler
zamanları gördün mü
bir iğne deliğinden
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
ne in
ne cin
ne benî adem
zamanlar içinde
kuşlar uçuyor
kervanlar geçiyor
bir iğne deliğinden
çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
insanları karınca şehirler
zamanları gördün mü
bir iğne deliğinden
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak
açtığı başlıklar zengin sözlük'ün emsalleri arasında temayüz etmesine vesile olan güzelliklerdir. yaptığı tespitlerin okuyucuda yarattığı aydınlanma hissi un autre monde nikli yazarın müdavimi olmak için yeterli bir sebep. okuyucunun ihtiyacı olan entelektüel doyuma ulaşması için takip edilmesi gereken gerçek bir mürşid.
önceden sözlüğün videolusu diye düşünmüştüm, zaman içerisinde fark ettim ki kızlar video çekmeden önce makyaj yapıyor, ışığı ayarlıyor veeee göğüsünü (meme) görünecek şekilde ayarlıyor şimdi tamam.
video çekilebilir, acaba bu video sayesinde kaç erkek memeleri ne güzelmiş lan diyecek yada kaç kız ufff ne güzel meme keşke benimde öyle olsa diyecek..
ha söylemeden geçmeyeyim,
ailedeki büyüklere söyletilen kötü sözlerde cabası ayrıca gizli çekilip aile hayatını teşhir etmekte ayrıca iğrençsiniz ipneler.
neyse hadi devam scorperlar...
video çekilebilir, acaba bu video sayesinde kaç erkek memeleri ne güzelmiş lan diyecek yada kaç kız ufff ne güzel meme keşke benimde öyle olsa diyecek..
ha söylemeden geçmeyeyim,
ailedeki büyüklere söyletilen kötü sözlerde cabası ayrıca gizli çekilip aile hayatını teşhir etmekte ayrıca iğrençsiniz ipneler.
neyse hadi devam scorperlar...
her neyse'nin bir farkı versiyonudur, amaan işte öyle bir şeyler der gibi bir şeydir.
değişik bir tabirdir fakat kullanılması keyiflidir.
cümleyi çok uzatmamak için de olur bazen.
değişik bir tabirdir fakat kullanılması keyiflidir.
cümleyi çok uzatmamak için de olur bazen.
paramız yok, maddi durumum iyi değil, açım anlamları taşır,argo jargondur.
b: haziranda tatile gidelim
o:şeklimiz yok
b:biliyorum, gidelim.
o:olm nasıl gidiyoruz şeklimiz yok diyorum
b:şekil ne lan
o:para lan para.
b:ha ben de tip sandım.
o : ulan aıshfal
b: haziranda tatile gidelim
o:şeklimiz yok
b:biliyorum, gidelim.
o:olm nasıl gidiyoruz şeklimiz yok diyorum
b:şekil ne lan
o:para lan para.
b:ha ben de tip sandım.
o : ulan aıshfal
dişin dışında her yerin ağrıdığı bir sancıdır, bitti zannettiğin anda aniden başlar yaş 30 olmuş hala yirmilik dişim ağrıyor dersin.
ve boğaza vurur başa vurur ağrısı her yere vurur.
bir an önce çektirmek gerektiğini söylerler, ben çektirmem korkarım!
dün gece yeniden ağrımaya başladı, boğazıma vurdu bu kez, yutkunamıyordum ölüyorum sandım.
ölmedim, ama hala ağrıyor...
30 yaşındaymışım meğer! her yerde bu 30 yaş sendromu karşıma çıkmasa keşke.
neyse ağrıyor, ölüyorsun sanıyorsun ama ölmüyorsun ve ağrıyor.
ve boğaza vurur başa vurur ağrısı her yere vurur.
bir an önce çektirmek gerektiğini söylerler, ben çektirmem korkarım!
dün gece yeniden ağrımaya başladı, boğazıma vurdu bu kez, yutkunamıyordum ölüyorum sandım.
ölmedim, ama hala ağrıyor...
30 yaşındaymışım meğer! her yerde bu 30 yaş sendromu karşıma çıkmasa keşke.
neyse ağrıyor, ölüyorsun sanıyorsun ama ölmüyorsun ve ağrıyor.
bilgisayarın tamamen kapanmadığını uyku vs moda geçtiğini belli eden uyarıdır.
bazen sağlam bir tebessüm ve mutluluk uyandırır, diz üstü bilgisayarınızda onlarca şey açıkken birden şarjinin bitmesi halinde hemen elektriğe taktığınızda alınan sonuçtur.diz üstü masaya konulmuyor sanki koyuluyor da adı öyle abi.
bazen sağlam bir tebessüm ve mutluluk uyandırır, diz üstü bilgisayarınızda onlarca şey açıkken birden şarjinin bitmesi halinde hemen elektriğe taktığınızda alınan sonuçtur.diz üstü masaya konulmuyor sanki koyuluyor da adı öyle abi.
cümleleri sürekli abi ya da ablalarla biter, hürmette sınır tanımazlar, sonuç olarak tüm esnaflar müşteri velinimetimizdir mantığına inanmışlardır ve buna göre hareket ederler.ekmeğini sizin üzerinizden kazandıkları için siz onlara edepsiz ve saygısız davranmadığınız sürece bu tutumları şüphesiz devam edecektir.
esnaf ağzı tam olarak herkeste olmaz, herkeste esnaf olamaz bu bir gerçektir..
çekirdekten (küçüklükten) yetişmek gerek, gelen müşteriyi memnun etmek ve asla boş çıkarmamak gerek.
esnafların kendine ait totemleri vardır, sözleri vardır, bilgileri vardır.
esnaflarla kolay kolay laf yarıştıramazsınız ve insanları çok iyi tanırlar malum hep insanla işleri olduğu için bir nevi insan sarrafıdır onlar.
esnaf ağzı tam olarak herkeste olmaz, herkeste esnaf olamaz bu bir gerçektir..
çekirdekten (küçüklükten) yetişmek gerek, gelen müşteriyi memnun etmek ve asla boş çıkarmamak gerek.
esnafların kendine ait totemleri vardır, sözleri vardır, bilgileri vardır.
esnaflarla kolay kolay laf yarıştıramazsınız ve insanları çok iyi tanırlar malum hep insanla işleri olduğu için bir nevi insan sarrafıdır onlar.
alanın ve verenin yani tarafların aynı anda mutlu olduğu ilişki biçimidir.
hayatın temeli bu ilişki ile yaşanır, bu satırları okurken 'yok canım daha neler ' diyenlerin içindeki masumiyeti yerim ben yaa.
aile içinde bile bu durum söz konusudur, fakat kimse kendine yedirmez ve olur mu öyle şey der..
olur güzelim, olur.
hayatın temeli bu ilişki ile yaşanır, bu satırları okurken 'yok canım daha neler ' diyenlerin içindeki masumiyeti yerim ben yaa.
aile içinde bile bu durum söz konusudur, fakat kimse kendine yedirmez ve olur mu öyle şey der..
olur güzelim, olur.
elinize aldığınız ve iştahla yiyecek olduğunuz cips paketinin üzerine yağan yağmurun damlaları ve üzerine konan toz taneleri bir anda iştahınızı kaçırmaya neden olur, bunun sebebi olarak dışarıda durmuş olduğunu söyleyen marketçi amca hemen eline bir bez alıp silmeye başlar tabi bu şanslı olduğunuz gerçeğidir silmeye de bilir.
ki bunların genel olarak çocukların tükettiğini düşündüğümüz zaman ne kadar sağlıksız bir olay olduğu açık bir şekilde ortadadır.
önce eline alır cipsi eli kirlenir daha sonra o kirli ellerle yer o cipsi, yazık lan.
gecenin bu saatinde bunun akılma gelmesi ayrı bir tezat değil.
temizlik iyidir, herkes güzel janjanlı zincirlere sahip marketlerden almıyor sonuçta cipslerini, evet.
ki bunların genel olarak çocukların tükettiğini düşündüğümüz zaman ne kadar sağlıksız bir olay olduğu açık bir şekilde ortadadır.
önce eline alır cipsi eli kirlenir daha sonra o kirli ellerle yer o cipsi, yazık lan.
gecenin bu saatinde bunun akılma gelmesi ayrı bir tezat değil.
temizlik iyidir, herkes güzel janjanlı zincirlere sahip marketlerden almıyor sonuçta cipslerini, evet.
yalnızlık:
her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında,
tek sermayesidir sahip olduğu tek şeydir kıymeti bilinmelidir dedi.
yalnızdır insan hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
kalabalık yalnızlıklar yalnız kalabalıklar oluşur şehir şehir ülke ülke. kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık,
insan bir ölümü istemez birde ondan beter bir yalnızlık
ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yaşama sırasında.
ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi vardır dedi.
tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın
aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır.
aşık olun gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı
nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi,
sade ölüm değil ayrılıkta yaşamın emri.
evet söyledi yada ben duydum.
duyduğuma göre elbet bir ses söyledi
bu söylendikçe usulen söylenir olan bu sözleri.
evet duydum söyledi
her duyduğumda ağladım
pek çok ağlayışım sırasında duydum
kalbim tutanak tuttu bu duyduklarıma.
soruldu dedi cevap alındı.
YAŞAMAK DEDİ TEK MARİFETİNİZ BİRAZ ÖZEN GÖSTERİNİZ.
zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter dedi mazlumlar dahil dedi.
ama yapmayın o daha bir çocuk dedi tanrı.
ya gördüm neyleyim insanlar var duvarın içinde
ya ben hep duvara konuştum
yada duvar değil konuştuğum içinde insanlar var.
nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar.
bilmiyorum belki de ben gerçekten delirdim onlar haklı belkide
içinde değil duvarlar insanların sadece arasındalar...
bana bir şeyhler oluyordan alıntıdır.
Hoş gelmiş zengin sözlük yazarı, ilk doğum günü ona denk geldi. Doğum günün kutlu olsun, mutlu ol senelerce.
(bkz:Zengin sözlük ailesi)
(bkz:Zengin sözlük ailesi)
Yeni kurulan sözlükler için çok kolay bir hadisedir.
Başlıkları ilk açan kişiler için kullanılır bu söz.
Yıllar sonra çok değerli olabiliyor.
Bu entry de onlardan biri olabilir, evet.
Başlıkları ilk açan kişiler için kullanılır bu söz.
Yıllar sonra çok değerli olabiliyor.
Bu entry de onlardan biri olabilir, evet.
zengin sözlükte twitter ikonuna tıklayıp beğendiğiniz entryleri twitter'da paylaşabilirsiniz .
zengin sözlükte beğendiğiniz entryleri facebook ikonu aracılığıyla paylaşabilirsiniz.
bir insanın başına gelecek en kötü şeylerin başında yer alır.
10 mart bostancı gösteri merkezinde yapılan inanılmaz konser.
hayata bir daha başlarsam eğer asla kaçırmayacağım konserdir, zira o tarihlerde askerlik görevini icra ediyordum ama hayatımın en büyük keşkesi oldu.
düşünsene, şebnem ferah konseri var askerdesin ve bu konser öyle böyle değil, yıllardır videolarını izlerim, 10yıl olacak fakat daha iyisi ne görüldü ne duyuldu.
10 mart 2007 şebnem ferah konseri diyorum ve susuyorum...
hayata bir daha başlarsam eğer asla kaçırmayacağım konserdir, zira o tarihlerde askerlik görevini icra ediyordum ama hayatımın en büyük keşkesi oldu.
düşünsene, şebnem ferah konseri var askerdesin ve bu konser öyle böyle değil, yıllardır videolarını izlerim, 10yıl olacak fakat daha iyisi ne görüldü ne duyuldu.
10 mart 2007 şebnem ferah konseri diyorum ve susuyorum...
Bazen bir sınav, bazen keyif alanı, bazen ise dramlar silsilesi.
Bazen aşk, bazen hüzün, bazen başlangıç.
Bunların tamamı hayat.
tüm bu yazılanların, anlatılanların ve dramların sonucu insan yaşıyor...
bu kadar zor olan ve güzel olan bir yer daha olabilir mi acaba, kim bilir...
notalar gibiydi hayat, bir melodi gibiydi...
ve hayat kendini tekrar eden bir döngüydü, çoğalmanın aslında kendini yeniden keşfetmek olduğunu göstermişti ve evrenin sana en büyük oyunuydu çoğalmak...
iki bedenin meşru bir birleşmesi sonucu ortaya çıkan o güzellik!
evet, aslında bu sendin ve yeniden kendini keşfetme fırsatı buldun, ve inanmasan da yıllara yaşlandığını ortaya çıkardı...
bu döngüydü ya da bir sıraydı. zaman geçince sıranı bırakacağın biriydi...
hayat bir şarkı notları gibiydi, bir ağıt gibiydi ya da bir senfoniydi...
herkesin kendi kuralları olduğu ama kimsenin kuralsız olmadığıydı, aslında vardı evrenin kuralları...
sabah güneşi ile herkes mutlu olurdu mesela ya da yağmurda ıslanırken herkes mutlu olurdu.
herkesin kuralları ve kaidelerini bozmak ahmakça gelse de, herkes tek bir kural çevresinde yaşıyordu...
hayat.
Bazen aşk, bazen hüzün, bazen başlangıç.
Bunların tamamı hayat.
tüm bu yazılanların, anlatılanların ve dramların sonucu insan yaşıyor...
bu kadar zor olan ve güzel olan bir yer daha olabilir mi acaba, kim bilir...
notalar gibiydi hayat, bir melodi gibiydi...
ve hayat kendini tekrar eden bir döngüydü, çoğalmanın aslında kendini yeniden keşfetmek olduğunu göstermişti ve evrenin sana en büyük oyunuydu çoğalmak...
iki bedenin meşru bir birleşmesi sonucu ortaya çıkan o güzellik!
evet, aslında bu sendin ve yeniden kendini keşfetme fırsatı buldun, ve inanmasan da yıllara yaşlandığını ortaya çıkardı...
bu döngüydü ya da bir sıraydı. zaman geçince sıranı bırakacağın biriydi...
hayat bir şarkı notları gibiydi, bir ağıt gibiydi ya da bir senfoniydi...
herkesin kendi kuralları olduğu ama kimsenin kuralsız olmadığıydı, aslında vardı evrenin kuralları...
sabah güneşi ile herkes mutlu olurdu mesela ya da yağmurda ıslanırken herkes mutlu olurdu.
herkesin kuralları ve kaidelerini bozmak ahmakça gelse de, herkes tek bir kural çevresinde yaşıyordu...
hayat.
Bir umudunuzun olmama hali.
umutsuzluk...
bu kavram hep mutsuzlukla ya da ani çöküşler, hayal kırıklıkları ile geliyor. ve umutsuz olmak çok zor bir durum.
bir sonraki nefesin muhasebesini yapıyorsun, kaçmak istiyorsun ya da neden böyle diye haykırmak istiyorsun...
çaresizlikle birleşiyor bir süre sonra, elinizden bir şey gelmediği zamanlar sizi en çok acıtan zamanlara tekabül ediyor...
çaresizliğin umutsuzlukla yüzleştiği an kendinizden korkmanız gerekiyor zira kaybedecek pek bir şeyiniz kalmıyor...
bin kez bağırsam bu evrene ve bin kez tekrar söylesem sana hayat?
değişecek pek bir şey bulamayacağıma emin olduğumdan umutsuzum hayat...
ne diyordu şair, ' ezberin bozulmadan kaderin değişmez ' .
toplum baskısı ve sorumluluklarımızı bir kenara atıp, aldığımız ilk nefeste sadece kendimizi düşündüğümüz an belki gülümseyecek kararlar alabiliriz kendimiz için...
sessizce susuyorum...
umutsuzluk...
bu kavram hep mutsuzlukla ya da ani çöküşler, hayal kırıklıkları ile geliyor. ve umutsuz olmak çok zor bir durum.
bir sonraki nefesin muhasebesini yapıyorsun, kaçmak istiyorsun ya da neden böyle diye haykırmak istiyorsun...
çaresizlikle birleşiyor bir süre sonra, elinizden bir şey gelmediği zamanlar sizi en çok acıtan zamanlara tekabül ediyor...
çaresizliğin umutsuzlukla yüzleştiği an kendinizden korkmanız gerekiyor zira kaybedecek pek bir şeyiniz kalmıyor...
bin kez bağırsam bu evrene ve bin kez tekrar söylesem sana hayat?
değişecek pek bir şey bulamayacağıma emin olduğumdan umutsuzum hayat...
ne diyordu şair, ' ezberin bozulmadan kaderin değişmez ' .
toplum baskısı ve sorumluluklarımızı bir kenara atıp, aldığımız ilk nefeste sadece kendimizi düşündüğümüz an belki gülümseyecek kararlar alabiliriz kendimiz için...
sessizce susuyorum...
Hasta olduğunuz zaman ya da olacağınıza dair endişlendiğiniz zaman sizi iyileştirmek için kamu ya da özel bir yerde para ya da ünvan için çalışan kişiyi dövmek.
çok mantıksız geliyor değil mi doktor dövmek, evet öyle.
fakat farklı açılardan da düşünmek lazım.
eşin doğum haneye aldıkları zaman ve sen dışarıda her şeyden bir haber beklerken doğum sonrasında sırf fazla para almak için sezeryan yaptıklarını düşünsene..
ve sen onlara neden bunu yaptınız normal olabilirdi dediklerinde 'doktor sen misin ben miyim' dediklerini duyduğunda.
ya da, hiç alakasız bir sebepten doktora gittikten sonra 'sen kansersin' deyip hemen tahliller başka yerlere sevkler ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya kaldığın an da başka bir doktora gittiğinde 'yav kardeşim ne kanseri?' bir şeyin yok senin dediğini duyduğunda..
her şeyi geçsek hayatında hiç ağzına et,tavuk ve balık sürmeyen biri olarak hastaneye kontrol amaçlı gittiğinizde 'sen yapmışsın, böyle giderse kendini öldürürsün acilen diyet yazacağım sana, kesinlikle et, tavuk yemeyeceksin'
dediklerini duyduğunuzda?
doktorlar neden dayak yer biliyor musunuz? işlerini doğru yapmadıkları için ve insan hayatını ticari birer kaynak olarak gördükleri için.
zaten hayatta herkes dayak yer yanlış bir şey yaparsa, ki bu insan hayatıysa kaçınılmaz olur.
sağlık şakaya gelmez, insanlar sırf daha çok ilaç alsın daha çok doktora gelsin diye kandırılıp doktorlar tarafından korkutuluyor.
Ve bir de bunların tatil,hediyelik bir takım şeyler karşılığında yazdıklari ilaçlar var.
Tabi asla genellemem.
çok mantıksız geliyor değil mi doktor dövmek, evet öyle.
fakat farklı açılardan da düşünmek lazım.
eşin doğum haneye aldıkları zaman ve sen dışarıda her şeyden bir haber beklerken doğum sonrasında sırf fazla para almak için sezeryan yaptıklarını düşünsene..
ve sen onlara neden bunu yaptınız normal olabilirdi dediklerinde 'doktor sen misin ben miyim' dediklerini duyduğunda.
ya da, hiç alakasız bir sebepten doktora gittikten sonra 'sen kansersin' deyip hemen tahliller başka yerlere sevkler ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya kaldığın an da başka bir doktora gittiğinde 'yav kardeşim ne kanseri?' bir şeyin yok senin dediğini duyduğunda..
her şeyi geçsek hayatında hiç ağzına et,tavuk ve balık sürmeyen biri olarak hastaneye kontrol amaçlı gittiğinizde 'sen yapmışsın, böyle giderse kendini öldürürsün acilen diyet yazacağım sana, kesinlikle et, tavuk yemeyeceksin'
dediklerini duyduğunuzda?
doktorlar neden dayak yer biliyor musunuz? işlerini doğru yapmadıkları için ve insan hayatını ticari birer kaynak olarak gördükleri için.
zaten hayatta herkes dayak yer yanlış bir şey yaparsa, ki bu insan hayatıysa kaçınılmaz olur.
sağlık şakaya gelmez, insanlar sırf daha çok ilaç alsın daha çok doktora gelsin diye kandırılıp doktorlar tarafından korkutuluyor.
Ve bir de bunların tatil,hediyelik bir takım şeyler karşılığında yazdıklari ilaçlar var.
Tabi asla genellemem.
başkenti hartumdur, buradaki insanlar aşırı tembelliği ile meşhurdur,öyle ki asla bir sudanlıyı koşarken göremezsiniz.
hatta kendilerinin anlattığı hikayeye göre iki sudanlı buluşmak için konuşurken:
yarın 9da buluşalım 10da gelmezsem 11e kadar bekle 12-1gibi gidersin artık.
diye bir diyalogları meşhurdur.
nil nehri güzeldir.
hatta kendilerinin anlattığı hikayeye göre iki sudanlı buluşmak için konuşurken:
yarın 9da buluşalım 10da gelmezsem 11e kadar bekle 12-1gibi gidersin artık.
diye bir diyalogları meşhurdur.
nil nehri güzeldir.
elazığ halkının sıkça kullandığı iltifat sözüdür.
gada dert anlamındadır, çok sevilen kişiye söylenir.
gada dert anlamındadır, çok sevilen kişiye söylenir.
okan bayülgen'in seslendirdiği etkileyici bir şiir kıvamında yazı.
oğlum;
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın
ama dur!
sen hatırlıyor musun beni?
peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
ben yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuzbeşimde gördün istanbul'da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik antalya'ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni
yoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibi
olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlum
öyle çok şikayet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri
bir şey diyeyim mi sana oğlum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman
daha çok sevin beni!
daha çok gülün bana!
beni daha çok isteyin!
daha çok!
ama seni en çok ben...
bir şey diyeyim mi sana oglum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabahlara kadar konuşarak sana vaad ettiklerim
kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye
kandırdım
artık umrunda değil mi bunlar?
artık bozulmuyor musun bu işlere?
aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
o kadın için ölmez misin bir daha?
ne var, bir kere daha ölsen?
değmez mi o kadın buna?
hani, hani değerdi?
çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında? *
öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza
bıraktın değil mi oğlum?
bıraktın, gittin
peki!
ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen...
bakıyor musun bana oradan?
gülüyor musun bana?
sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?
beni daha çok sevin!
bana daha çok gülün!
daha da çok isteyin beni!
beni daha çok özleyin!
ama seni...
seni en çok ben, ben!
hayır ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak
işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
en çok ben özlüyorum!
benim...
ölü...
arkadaşım!..
oğlum;
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın
ama dur!
sen hatırlıyor musun beni?
peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
ben yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuzbeşimde gördün istanbul'da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik antalya'ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni
yoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibi
olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlum
öyle çok şikayet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri
bir şey diyeyim mi sana oğlum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman
daha çok sevin beni!
daha çok gülün bana!
beni daha çok isteyin!
daha çok!
ama seni en çok ben...
bir şey diyeyim mi sana oglum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabahlara kadar konuşarak sana vaad ettiklerim
kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye
kandırdım
artık umrunda değil mi bunlar?
artık bozulmuyor musun bu işlere?
aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
o kadın için ölmez misin bir daha?
ne var, bir kere daha ölsen?
değmez mi o kadın buna?
hani, hani değerdi?
çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında? *
öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza
bıraktın değil mi oğlum?
bıraktın, gittin
peki!
ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen...
bakıyor musun bana oradan?
gülüyor musun bana?
sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?
beni daha çok sevin!
bana daha çok gülün!
daha da çok isteyin beni!
beni daha çok özleyin!
ama seni...
seni en çok ben, ben!
hayır ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak
işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
en çok ben özlüyorum!
benim...
ölü...
arkadaşım!..
az pişmişi, çok pişmişi, hiç pişmemiş halleriyle yenilen nadir sebzelerden, iyi ki var.
bir otlanma sözcüğüdür, bu işi sanat edenler dahi vardır bu yolla gündelik sigara ihtiyaçlarını karşılarlar.
bazen siz hayır demeye utanırsınız ama o istemeye utanmaz.
size bu soru geldiğinde :
'yok abi tam 20 tane koymuşlar yine' diye cevap verilesi durumdur.
bazen siz hayır demeye utanırsınız ama o istemeye utanmaz.
size bu soru geldiğinde :
'yok abi tam 20 tane koymuşlar yine' diye cevap verilesi durumdur.
darbzen latenza diye bir grup ya da şarkıcının inanılmaz güzel eseri ve inanılmaz güzel bir video klibi var, müthiş sözleri var.
zifiri gecenin bedeniyle, sabaha uyanmaktayım, karşılık beklemeden dört duvara günaydın diyip, susmaktayım. söyle sence ne yapmalıyım? sanırım uçurumun kenarında mutlu rolünü oynamalıyım. çatık mı kaşlarım? yüzüme sen koy mimiklerimi, ağzımda bıçak darbesi, harabe dudaklarım, anlatamam. sende elvedala nokta koyup gitme, yalnızca suskun sayfalarda sırdaşım. bu gücümün yettiği tek şey şuan kendi cinayetim, yanlışlar tecrübe değil, pişmanlıkla sersefilim, aslında suçlu benim, günahlarım sırtımda yer etmiş ki; nitekim cehennem yolcusu bir misafirim. dilimiz varmadı, bakilikle suçlayamadık ruhumuzu, insanoğlu uykuda hala, büyüktü kabusu, egoist tablosu. sanki güzelmiş gibi dışarı çıkarttığımız küresel lanet olası şehvet duygusu, hayat insanın elinde bir senaryo oynarım karanlıktır koyar.
(yarınlar simsiyah, yarın denen şey bugünün korkusu, her nefes, kaderimin mahkumu.)
nakarat
takvimler tükenmiş, dünya döner ben durgunum. sevgi bitik, yalnızım. sefaletimle suskunum. kör, sağır, hissizsiniz! anlatmaktan yorgunum. vakit bitik, (dünyayı terk edip giden bir yolcuyum) dünyayı durdurup ölen bir yolcuyum.
verse 2
gün ışığını kapalı odanın perdesiydi göz kapaklarım, dünya durdu diyelim ben o zaman bir yalancıyım. (ah!) gündüzüm kör, güneşi görmez, akşamı bekler ah zavallı sabahçıyım. hey selam! lirik al intikamım feci, kalem suç unsuru, şimdi çatık kaşlarımı bunu simama siz koydunuz. maneviyattan bihaber, bin bir nefese mahsussunuz. hissiyatımın ettiği etki tepki biter nefsi hikayelerden tazminatsız kovuldunuz. tüylerim diken diken batar yine, titrek bedenime bak, bir köşede sağnak yağışla istanbul çukuru gözlerim, üzgünüm bakışlarım asma kilit, yüzüme vurulan duygusal çekiç darbesi. sabaha karşı güneş batınca melodi kafilesi canımı yaktı, durdurmaya çalıştım zamanı akreple yelkovan elimde kaldı, (kaldı!) içimden kaynaklanan eksi 40 derece soğuğa karşı, bıçaklı mücadele intiharla sonuçlandı.
(yalnızlık simsiyah, kader denen şeyi biz kararttık, her yaşam yalan, günah, acı.)
nakarat
takvimler tükenmiş, dünya döner ben durgunum. sevgi bitik, yalnızım. sefaletimle suskunum. kör, sağır, hissizsiniz! anlatmaktan yorgunum. vakit bitik, (dünyayı terk edip giden bir yolcuyum) dünyayı durdurup ölen bir yolcuyum.
zifiri gecenin bedeniyle, sabaha uyanmaktayım, karşılık beklemeden dört duvara günaydın diyip, susmaktayım. söyle sence ne yapmalıyım? sanırım uçurumun kenarında mutlu rolünü oynamalıyım. çatık mı kaşlarım? yüzüme sen koy mimiklerimi, ağzımda bıçak darbesi, harabe dudaklarım, anlatamam. sende elvedala nokta koyup gitme, yalnızca suskun sayfalarda sırdaşım. bu gücümün yettiği tek şey şuan kendi cinayetim, yanlışlar tecrübe değil, pişmanlıkla sersefilim, aslında suçlu benim, günahlarım sırtımda yer etmiş ki; nitekim cehennem yolcusu bir misafirim. dilimiz varmadı, bakilikle suçlayamadık ruhumuzu, insanoğlu uykuda hala, büyüktü kabusu, egoist tablosu. sanki güzelmiş gibi dışarı çıkarttığımız küresel lanet olası şehvet duygusu, hayat insanın elinde bir senaryo oynarım karanlıktır koyar.
(yarınlar simsiyah, yarın denen şey bugünün korkusu, her nefes, kaderimin mahkumu.)
nakarat
takvimler tükenmiş, dünya döner ben durgunum. sevgi bitik, yalnızım. sefaletimle suskunum. kör, sağır, hissizsiniz! anlatmaktan yorgunum. vakit bitik, (dünyayı terk edip giden bir yolcuyum) dünyayı durdurup ölen bir yolcuyum.
verse 2
gün ışığını kapalı odanın perdesiydi göz kapaklarım, dünya durdu diyelim ben o zaman bir yalancıyım. (ah!) gündüzüm kör, güneşi görmez, akşamı bekler ah zavallı sabahçıyım. hey selam! lirik al intikamım feci, kalem suç unsuru, şimdi çatık kaşlarımı bunu simama siz koydunuz. maneviyattan bihaber, bin bir nefese mahsussunuz. hissiyatımın ettiği etki tepki biter nefsi hikayelerden tazminatsız kovuldunuz. tüylerim diken diken batar yine, titrek bedenime bak, bir köşede sağnak yağışla istanbul çukuru gözlerim, üzgünüm bakışlarım asma kilit, yüzüme vurulan duygusal çekiç darbesi. sabaha karşı güneş batınca melodi kafilesi canımı yaktı, durdurmaya çalıştım zamanı akreple yelkovan elimde kaldı, (kaldı!) içimden kaynaklanan eksi 40 derece soğuğa karşı, bıçaklı mücadele intiharla sonuçlandı.
(yalnızlık simsiyah, kader denen şeyi biz kararttık, her yaşam yalan, günah, acı.)
nakarat
takvimler tükenmiş, dünya döner ben durgunum. sevgi bitik, yalnızım. sefaletimle suskunum. kör, sağır, hissizsiniz! anlatmaktan yorgunum. vakit bitik, (dünyayı terk edip giden bir yolcuyum) dünyayı durdurup ölen bir yolcuyum.
rakı içen hemen her erkekte oluşan olaydır.önce ufaktan kadehler kalkar iner ve mutlu başlayan bir gece gibi görünür zaman ilerledikçe o gecenin nasıl ağır ve derin konular taşıdığını hayal bile etmeniz imkansızdır.
o kadar ağır ve derin olunmaz, evet derin.
öyle cümleler kurdurur ki bunu bir yere yazmam lazım illaki dersiniz...
her yudumda ayrı bir tadı var demeyeceğim zira rakı 2 yahut 3 kadehten sonra su gibi gelir hatta su rakı gibi gelir.
ağzınızı uyuşturması ve size kattığı ağırlıklarla tadından ziyade ayaklarınızı ne kadar yukarı kaldıracağı merak konusu olur.
ve rakı adaplı içkidir, ağır ve aynı zamanda naif olmanız gerekmektedir bu ince çizgide güzel güzel içerseniz ne ala yoksa işin boku çıkabilir.
rakı içen kadına duyulan hasret hiç bir zaman bitmez.
ve hiç bir rakı yoktur ki tatlı tatlı içilsin.acıdır rakı,ağırdır ama dediğim gibi 2 kadeh sabrettikten sonra sudur rakı.
mesele rakıyı neden içtiğini unutmaktır, pilotlara selam.
o kadar ağır ve derin olunmaz, evet derin.
öyle cümleler kurdurur ki bunu bir yere yazmam lazım illaki dersiniz...
her yudumda ayrı bir tadı var demeyeceğim zira rakı 2 yahut 3 kadehten sonra su gibi gelir hatta su rakı gibi gelir.
ağzınızı uyuşturması ve size kattığı ağırlıklarla tadından ziyade ayaklarınızı ne kadar yukarı kaldıracağı merak konusu olur.
ve rakı adaplı içkidir, ağır ve aynı zamanda naif olmanız gerekmektedir bu ince çizgide güzel güzel içerseniz ne ala yoksa işin boku çıkabilir.
rakı içen kadına duyulan hasret hiç bir zaman bitmez.
ve hiç bir rakı yoktur ki tatlı tatlı içilsin.acıdır rakı,ağırdır ama dediğim gibi 2 kadeh sabrettikten sonra sudur rakı.
mesele rakıyı neden içtiğini unutmaktır, pilotlara selam.
karşınızdaki size lafı yada hakareti sokmuştur.artık utanmaktan çekinmekten başka şansınız yoktur.oturup ağlayacak haliniz yok.böyle anlarda güler lafı yiyen, o gülmenin adıdır.
genelde esnaf dükkanlarında gördüğümüz bir levha dır.daha önce muhakkak müşteriler ile problem yaşamıştır.bu yüzden yazma ve asma gereği duymuştur.
tabi bunlarında örnekleri var.
-satılan mal geri alınmaz.
-satılan mal geri alınmaz,değiştirilir.
-satılan mal geri alınır ama sorun çıkarırız. gibi.
tabi bunlarında örnekleri var.
-satılan mal geri alınmaz.
-satılan mal geri alınmaz,değiştirilir.
-satılan mal geri alınır ama sorun çıkarırız. gibi.
sürekli şikayet edip duran insanlara kullanmak için kullanılır.şikayet etme ne yapayım onu söyle bir çözüm bul kendi aranızda anlaşın ulan, der gibi.
yurdumun güzel ve zarif haklının bazılarına adres sorduğunuz zaman sizi eliyle götürüp bırakırcasına tarif eder, hatta eğer yolu oradaysa veya boş ise sizinle bile gelebilir, bu adres sırasında bir yerden dönecekseniz o tarifi yapan insanın kolu bir yılan kıvamında döner buradan sola cümlesine eşlik eder, ki bu söylediklerim doğu illeri için geçerlidir, bir çok ilde denedim, bilmiyorum, ben yabancıyım, şu polise sor, vs sözleri eşliği altında çaresiz kalırsınız ve polisin bile ben bilmiyorum dediğini duydum oha bee dün mü tayin oldun?
bir kahraman tazeoğlu klasiği.sözleri aşağıdadır;
yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz
şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasretler yangınları var
nede benim gözlerimde şiir
yaz dedin oysa kışlar yaşıyorum her mevsim
acmak uzereyken papatyalar yeni karlar yağıyor üstüne
üşüyorum evet hala üşüyor ellerim
hüzün kapımızı çalalı beri
bin günü aştı
bin ömür bin soluk
bin yıkılış yaşadım
ömrümün arka sayfalarında altı çizilmiş satırlarımı okumaya başladım
sığınışlarını susuşlarını ve haykırışlarını işittim mavi adadan
korunaklı bir liman olamadım sana
ve arkama bakmadan giderken haykırışlarını duymamak için kapattım yüreğimin kulaklarını
şimdi bin ömür geçmiş ömrümden
ben bir ruyadan uyanmak istercesine çırpınıyorum
hani zaman ilacı olurdu herşeyin
hani zamana bırakmalıydık
atalar yine yanıldı
bir günün sonunda binlerce tükenişle ölürken ben
zaman zehrini içerken yudum yudum
artık bitsin istiyorum
ataların ilaç dedikleri yoksuzlugun bitsin
bitmezlerin bilincinde diyorum yne
yıkılmış ve geç kalınmış viranelerız
şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasret yangınları var
nede benim gözlerimde şiir
şimdi kendini yok edişlerini dinliyorum
susuyorum
susuşlarımın öznesi sen oluyorsun hep
şehrine gidiyorum
yoklugun açıyor kapıları
yıkılan şehirler arası bir otobüs terminalinde ayak izlerimiz duruyor
halaa haklısın
kokun sinmiş soguk duvarlarına şehrin
herkezin gözünde seni arıyorum yoksun
yoklugunu salıp gitmişsin
gidişle bırakıldıığın bu kentte
susuşlarına bile yandıgın soguk dağlarımın eşkiyası
bağışlama dilemiyorum
gel demiyorum
sev demiyorum
haykırışların yankılanıp boşlukta kaybolmadı bilesin
sığındığın mavi adada yaktıgın ateşi göm
yanaştırabilirsem gemilerimi tutucam ellerinden
şimdi yanıyorum kanıyorum ve yıkılışların altında tekrar eziliyor bedenim
geç kalınmış bir solukmu bir günün sonunda
yoksa çağresizliklerimin son çırpınışlarımı bilmiyorum
kayıp adresten yazıyorum son kez
sussam yalnızlık konuşsam ayrılık
dönsem yıkılış dönmesem yok oluş
şimdi ben susuyorum yalnızlığa talip
sende sus bana
sus ki bir daha ölmeyeyim.
yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz
şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasretler yangınları var
nede benim gözlerimde şiir
yaz dedin oysa kışlar yaşıyorum her mevsim
acmak uzereyken papatyalar yeni karlar yağıyor üstüne
üşüyorum evet hala üşüyor ellerim
hüzün kapımızı çalalı beri
bin günü aştı
bin ömür bin soluk
bin yıkılış yaşadım
ömrümün arka sayfalarında altı çizilmiş satırlarımı okumaya başladım
sığınışlarını susuşlarını ve haykırışlarını işittim mavi adadan
korunaklı bir liman olamadım sana
ve arkama bakmadan giderken haykırışlarını duymamak için kapattım yüreğimin kulaklarını
şimdi bin ömür geçmiş ömrümden
ben bir ruyadan uyanmak istercesine çırpınıyorum
hani zaman ilacı olurdu herşeyin
hani zamana bırakmalıydık
atalar yine yanıldı
bir günün sonunda binlerce tükenişle ölürken ben
zaman zehrini içerken yudum yudum
artık bitsin istiyorum
ataların ilaç dedikleri yoksuzlugun bitsin
bitmezlerin bilincinde diyorum yne
yıkılmış ve geç kalınmış viranelerız
şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasret yangınları var
nede benim gözlerimde şiir
şimdi kendini yok edişlerini dinliyorum
susuyorum
susuşlarımın öznesi sen oluyorsun hep
şehrine gidiyorum
yoklugun açıyor kapıları
yıkılan şehirler arası bir otobüs terminalinde ayak izlerimiz duruyor
halaa haklısın
kokun sinmiş soguk duvarlarına şehrin
herkezin gözünde seni arıyorum yoksun
yoklugunu salıp gitmişsin
gidişle bırakıldıığın bu kentte
susuşlarına bile yandıgın soguk dağlarımın eşkiyası
bağışlama dilemiyorum
gel demiyorum
sev demiyorum
haykırışların yankılanıp boşlukta kaybolmadı bilesin
sığındığın mavi adada yaktıgın ateşi göm
yanaştırabilirsem gemilerimi tutucam ellerinden
şimdi yanıyorum kanıyorum ve yıkılışların altında tekrar eziliyor bedenim
geç kalınmış bir solukmu bir günün sonunda
yoksa çağresizliklerimin son çırpınışlarımı bilmiyorum
kayıp adresten yazıyorum son kez
sussam yalnızlık konuşsam ayrılık
dönsem yıkılış dönmesem yok oluş
şimdi ben susuyorum yalnızlığa talip
sende sus bana
sus ki bir daha ölmeyeyim.
mükemmel bir kahraman tazeoğlu eseri.
ayrılık gelmeden sen git.
kimsesiz bir gökyüzüne
lal bir dilin tüm sesiyle haykırması kadar sağır,
karanlık sularda,bir amanın gözlerini araması kadar kör;
yani anlamsızlığa yeni anlamlar yükler gibi
yalnızca yalnızlığa anlatıyorum kendimi...
çıkmaza düşmüş şiirlerin koynunda
bir uzun yol oluyor kalemden süzülen her harf
her hece aklımın kabristanlarında yankılanan
sahipsiz bir ölüm çığlığı,
masumiyeti sesimde eskiyen...
ve dudaklarımın ucunda bitmek bilmeyen acılı tiryakilikler
ve sonrasızlığın deminde keder dökülüyor kağıtlara
hasılı aşk; ölü doğmuş bir çocuk şimdi
yüreğimin sevda çukurlarında...
hadi yar kendini al gecelerimden
al ve git!
zaten bir uzak düştü benimki;
ertelenmiş zamanlarda resmedilirken mavinin imkansızlığı,
şiirler nice sevdaya küs bakış hüküm giymişken,
ezbersiz acılar eşliğinde gözlerinde tükenmek
ve ölebilmek kirpiklerinin iz düşümünde
hani meçhul bir izbede seninle el ele...!
oysa mutluluğu çoktan rehin bıraktım ben
bilmem hangi şehrin emanetçisinde
ve senden habersiz,
adından acılar türetiyorum şimdilerde...
dilimin ucuna geliyorsun bir zaman
yaşamak soruyorsun!
yaşamak; kör bir sancıdır sol yanımda,
dönüşsüz bir türkünün kambur sesinde yitip giden...!
ve dinledikçe kendimi,
kabus olup büyür geceler karanlığın uğultulu yollarında...
ben kaçmak isterken her şeyden
gözlerin adına kendime sefer üstüne sefer eylerim.
sana çok benzeyen bir şehir olur geçtiğim her yer
her yer öylece uzar gider içinde gözlerimin
ve bizden çok uzakta
mevsim çömezi bir haziran
sonbahara uyanır şehr-i istanbul,
gözlerinde bir mavi yangın
ve saçlarından dökülür martılar
üsküdar'da pasaklı bir deniz kızının
sahi martılar diyordu bir şair:
'martılar ki sokak çocuklarıdır denizin'
yani öylesi kimsesiz ve unutulmuş
yani morarmış kanatlarında münzevi bir hayat taşıyan
sonrası geç kalmış yaşanmışlıklarda
bulutsuzluğa prangalı bir çift yağmur damlası,
yağmasın diye kulelerde saklanan..!
işte böyle 'can' dediğim:
yetim çocuklar hüznünde
kãhır yüklü gölgeme
çokça sahiplik etmişken bedenim,
yorgunluğun kıyısında
hüzün olup işlenmişim ömür gergefine...
çapulcu dillerin nazarında
sevdaya zûl libaslar giyinen,
uğursuzluk alameti koca bir hiç'miş adım...
ötesi yok!
gurbet yokuşu ağlamalar pazarında
iki damla gözyaşıymış bedelim
ve soyunup benliğimden
elem üstüne elem giyinmiş
sana pervane yüreğim
gözlerimde gözlerini ateş bilip yanmışım öylece
hiç ses etmemişim
meğer ne çok kedermiş
gözlerinin içinde tutuklu kalmak..!
lakin sevmişim işte
her şeyden ve herkesten öte
sadece sevmişim seni...
ama sen kendini sök düşlerimden
sök ve git şimdi!
yolların koynunda
başımı yaslayıp ölümün yamacına
bunca acıyla yoldaş olmuşken ben
sen kaç benim kalabalığımdan
ve bir intiharın şafağında
sesini sil şiirlerimden
olmasın dönüşü gittiğin yolun
kalemi kırılmış gelişlerin hükmünde
sonsuz bir gidişle
unutmalara aç yüreğini,
yüreğini toparla yüreğimden
cellat bayramı asılışlarda
nasırlı urganlar kuşanmış şiirlerde seyreyle yüzümü
ve zamana not düşsün akreple yelkovan
yüzün kalbimin ortasında
yalnızlık yazgısı yemin olsun
ki belki arınıp mezar kalabalıklardan
ben yine ben olurum...!
yağmurlu bir gökyüzü akşamı
hani olur ya!
düş yorgunu bir martı gelir de hatırlatırsa beni
'ziyan ömürler kucağında
kendine has ölümler büyüten
bir deli çocuktu' dersin...
hadi git şimdi
git ki gözlerine 'ayrılık' değmesin...
ayrılık gelmeden sen git.
kimsesiz bir gökyüzüne
lal bir dilin tüm sesiyle haykırması kadar sağır,
karanlık sularda,bir amanın gözlerini araması kadar kör;
yani anlamsızlığa yeni anlamlar yükler gibi
yalnızca yalnızlığa anlatıyorum kendimi...
çıkmaza düşmüş şiirlerin koynunda
bir uzun yol oluyor kalemden süzülen her harf
her hece aklımın kabristanlarında yankılanan
sahipsiz bir ölüm çığlığı,
masumiyeti sesimde eskiyen...
ve dudaklarımın ucunda bitmek bilmeyen acılı tiryakilikler
ve sonrasızlığın deminde keder dökülüyor kağıtlara
hasılı aşk; ölü doğmuş bir çocuk şimdi
yüreğimin sevda çukurlarında...
hadi yar kendini al gecelerimden
al ve git!
zaten bir uzak düştü benimki;
ertelenmiş zamanlarda resmedilirken mavinin imkansızlığı,
şiirler nice sevdaya küs bakış hüküm giymişken,
ezbersiz acılar eşliğinde gözlerinde tükenmek
ve ölebilmek kirpiklerinin iz düşümünde
hani meçhul bir izbede seninle el ele...!
oysa mutluluğu çoktan rehin bıraktım ben
bilmem hangi şehrin emanetçisinde
ve senden habersiz,
adından acılar türetiyorum şimdilerde...
dilimin ucuna geliyorsun bir zaman
yaşamak soruyorsun!
yaşamak; kör bir sancıdır sol yanımda,
dönüşsüz bir türkünün kambur sesinde yitip giden...!
ve dinledikçe kendimi,
kabus olup büyür geceler karanlığın uğultulu yollarında...
ben kaçmak isterken her şeyden
gözlerin adına kendime sefer üstüne sefer eylerim.
sana çok benzeyen bir şehir olur geçtiğim her yer
her yer öylece uzar gider içinde gözlerimin
ve bizden çok uzakta
mevsim çömezi bir haziran
sonbahara uyanır şehr-i istanbul,
gözlerinde bir mavi yangın
ve saçlarından dökülür martılar
üsküdar'da pasaklı bir deniz kızının
sahi martılar diyordu bir şair:
'martılar ki sokak çocuklarıdır denizin'
yani öylesi kimsesiz ve unutulmuş
yani morarmış kanatlarında münzevi bir hayat taşıyan
sonrası geç kalmış yaşanmışlıklarda
bulutsuzluğa prangalı bir çift yağmur damlası,
yağmasın diye kulelerde saklanan..!
işte böyle 'can' dediğim:
yetim çocuklar hüznünde
kãhır yüklü gölgeme
çokça sahiplik etmişken bedenim,
yorgunluğun kıyısında
hüzün olup işlenmişim ömür gergefine...
çapulcu dillerin nazarında
sevdaya zûl libaslar giyinen,
uğursuzluk alameti koca bir hiç'miş adım...
ötesi yok!
gurbet yokuşu ağlamalar pazarında
iki damla gözyaşıymış bedelim
ve soyunup benliğimden
elem üstüne elem giyinmiş
sana pervane yüreğim
gözlerimde gözlerini ateş bilip yanmışım öylece
hiç ses etmemişim
meğer ne çok kedermiş
gözlerinin içinde tutuklu kalmak..!
lakin sevmişim işte
her şeyden ve herkesten öte
sadece sevmişim seni...
ama sen kendini sök düşlerimden
sök ve git şimdi!
yolların koynunda
başımı yaslayıp ölümün yamacına
bunca acıyla yoldaş olmuşken ben
sen kaç benim kalabalığımdan
ve bir intiharın şafağında
sesini sil şiirlerimden
olmasın dönüşü gittiğin yolun
kalemi kırılmış gelişlerin hükmünde
sonsuz bir gidişle
unutmalara aç yüreğini,
yüreğini toparla yüreğimden
cellat bayramı asılışlarda
nasırlı urganlar kuşanmış şiirlerde seyreyle yüzümü
ve zamana not düşsün akreple yelkovan
yüzün kalbimin ortasında
yalnızlık yazgısı yemin olsun
ki belki arınıp mezar kalabalıklardan
ben yine ben olurum...!
yağmurlu bir gökyüzü akşamı
hani olur ya!
düş yorgunu bir martı gelir de hatırlatırsa beni
'ziyan ömürler kucağında
kendine has ölümler büyüten
bir deli çocuktu' dersin...
hadi git şimdi
git ki gözlerine 'ayrılık' değmesin...
argo jargonda seni göremedim, yanına gelemedim vs. anlamları taşımakla beraber söylenen er kişisi gayet ağzını eğerek ve kendinden emin ve alt mesaj olarak '35 yıl adam öldürmekten yattım' iması vermektedir.
yansımak ne lan, ayna bile senin yansımana dayanamazken sen neyin peşindesin!
yansımak ne lan, ayna bile senin yansımana dayanamazken sen neyin peşindesin!
haddini bilmeyen, sınırları zorlayan kişilere söylenen kelime.
hayatı tamamen dejenere olmuş bir insanın yaşantısı ile ilgili bütün bilinmemesi gerekenlerin bilmesi durumu.
insanın canını acıtır, genel olarak ufak şehirlerde yaşanır ve kötü bir şeydir.
insanın canını acıtır, genel olarak ufak şehirlerde yaşanır ve kötü bir şeydir.
çok acı çeken insanların, sürekli hayatlarındaki acılarla mücadele ede ede artık acının rengini bilemeyip ve acıya gülerek yaşayan insanların kuracağı cümle, bu tarz insanların başına kötü bir olay geldiğinde bünyeleri alışık olduğundan ötürü artık acı bile çekmezler ve o kelimeyi söylerler bizi öldürmeyen acı güçlendirir derler ve hayata o acıdan aldıkları dersle yine yeniden mücadele etmeye kaldıkları yerden devam ederler.
kişinin kendini beğenmesi egoistliğin doruklarına çıkması ve 'ben' le başlayan cümlelerin tavan yaptığı andır.enaniyet'li insanlar hiç çekilmez ve etraftan sürekli tepki görürler.ben ben ben yeter ulan dünya etrafında dönmüyor dedirtir çıldırtır.
kelime olarak yiğit,mert,sözünün eri, delikanlı, kardeş anlamları taşır.
halkına gakgoş denir. gakgoş kelimesi yiğit, mert, delikanlı, sözünün eri manalarına gelir. necati şaşmaz, mehmet ağar, fatih kısaparmak, yeşil kod adlı, bülent serttaş gibi ünlülerin doğdukları şehirdir.
tarihi yerleşim yeri harput'la ünlüdür. sekiz köşe şapkası muazzam anlamlar ifade eder, her bir köşesi farklı bir anlamı barındırır. ayrıca sırın, harput köfte, içli köfte, patila, gömme vb. yemekleriyle meşhurdur.
telefon kodu 424, plakası ise 23'tür, malatya, diyarbakır, tunceli keza bingöl komşu illeridir.
tarihi yerleşim yeri harput'la ünlüdür. sekiz köşe şapkası muazzam anlamlar ifade eder, her bir köşesi farklı bir anlamı barındırır. ayrıca sırın, harput köfte, içli köfte, patila, gömme vb. yemekleriyle meşhurdur.
telefon kodu 424, plakası ise 23'tür, malatya, diyarbakır, tunceli keza bingöl komşu illeridir.
eski elazığ denir.
mevcut tarihi kaynaklara göre harput'un en eski sakinleri m.ö. 2000 yıllarından itibaren doğu anadolu'ya yerleşen hurrilerdir. hurrilerden sonra bölge hitit hakimiyeti altına girmiştir. çok uzun sürmeyen hitit hakimiyetinden sonra m.ö. 9. yüzyıldan itibaren doğu anadolu'da devlet kuran urartular harput'ta uzun süre hüküm sürmüştür.
harput ve çevresi, 1085 yılında türklerin eline geçmiştir. bundan sonra ilhanlıların dulkadiroğullarının, akkoyunluların, safevilerin eline geçmiş ve 1516 yılında çaldıran savaşı'ndan sonra osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.
1906 yılında osmanlının en son yaptığı nüfus sayımına göre harputun merkez nüfusu 15.000,bunun 9000 kişilik kısmı müslüman çoğunlukla türk, 6000 kişisi gayri müslim çoğunlukla ermenilerden oluşmaktaydı. 1915 tehcirinden sonra ermenilerin tamamına yakını çoğunlukla suriyeye(halep çevresine) gönderilmiştir.tehcirden evvel ise göçler daha çok amerika birleşik devletlerine olmaktaydı.
ismi
öne atılan düşünceler arasında, yoğunluğu "kar/har=taş", "pert/berd=kale"den oluşan "taşkale" açıklaması alırken evliya çelebi seyahatnamesinde, konuya ilişkin farklı açıklamalar görülür. birinci açıklamaya göre; yörede meşhur dikenli bir söğüt ağacı varmış, bu nedenle de kente "har-bid" demişler. diğer açıklamaya göre, bölgede bol miktarda diken yetiştirildiğinden, diken getirici anlamında "har-berid" denilmektedir.
evliya çelebi'nin rivayetleri dışında kalan ve yoğunlukla yapılan "taş-kale" açıklamasına katılmayan surguroğlu; harput adının kökeninin "har-pu-ta-va-nas" veya "har-pu-ta-aş" kelimelerinden türediğini, bu kelimelerin ise "ga-ar-ba-ta" veya "har-pu-ta-aş" adlı bir tanrı/tanrıça veya lider adından gelme olabileceğini belirtirse de, bu isimlerin nerede yer aldığını ve hangi kültüre ait olduğunu belirtmez. bütün bu açıklamaların aksine nurettin ardıçoğlu, harput'un en eski adının "carcathiocerta" olduğunu belirtirken; "carcath=şehir", "certa=kale" anlamlarını koyarak, carcathiocerta / karkathiokerta adının "şehir kale" anlamına geldiğini söylemektedir.
net ve bilimsel olmayan bu isim kökeni açıklamaları ile birlikte, tarihsel gelişim sürecinde harput kenti; çeşitli kaynaklarda hartabert / hartabird / khartabirf, haratparat, hısn-ı ziyad / hisn ziyad / hısn zait / hesna de ziyad, zaid / zait, ziata castellum, karkathioker-ta/carcathiocerta , hasan ziyad, kharpot/ kharpote/ kharpeta/ karpata", quartapiert/quart-piere, harputaş, kharpert/ kharberd/ karbed/ harberd/ garpert/ harbert/ hoiberd, harpote, kharput/karput, hayr al-buyut, harputauanas, harpurt/harpurd, hartpirt/ hargirt/ harbit/ harbirt/ harbid/ harbut, herburt/ herbrut/ herput/ herprut, handzit/hinzit, ilüsnüziyad gibi adlarla anılmıştı.
bu isimlerin pek çoğu birbirine benzer. özellikle "har", "her" veya "khar" kökenli isimler, tek grupta bir araya gelebilir. hatta biraz zorlamayla "quar" köklü isimleri de bu gruba eklemek mümkündür. "hısn-ı ziyat/ziyad" ve "ziata castellum" isimlerindeki "ziyat/ziyad/ziata" kelimeleri, "kale" anlamına gelen "castellum" ve "hısn" kelimeleri ile birleşerek, "ziyad kalesi" anlamında kullanılmıştır. üç kaynakta rastlanılan "hasan ziyad" ismi ise, olasılıkla "hısn-ı ziyad" dan bozularak kullanılmış olmalıdır.
bütün bu isimler dışında olup, en farklı isimleri oluşturan "carcathiocerta / karkathiokerta", sophane bölgesinde bir kent adı olarak anılsa da"; bunu kanıtlayacak verilerimiz yoktur. "hayr al-buyut" ve "handzît/hinzit" isimlerinin kökeni anlaşılamamıştır. "hüsnü ziyad" adı ise, muaviye döneminde harput'ta valilik yapan "ibni ziyad "a bağlanmaktaysa da, konuya ilişkin net bilgi bulunmamaktadır.
çok farklı isimler ve açıklamalar verilmesine karşın, harput adı ve anlamı konusunda ortaya net bir şeyler konulamamaktadır.
harput' da karasal iklim egemen olup, kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçmektedir. rakımı sebebiyle, ovada bulunan elazığ merkezine nispeten daha soğuktur.
harput'a karayolu ile her yerden rahat ulaşım sağlanır.elazığ belediyesi saat başı otobüs seferleri düzenlemektedir. demiryolu ulaşımı da mevcuttur. yöreye en yakın havaalanı elazığ havaalanıdır. elazığ - bingöl karayolu 8. km'sinde yer almaktadır. ulaşım havaş servisleri ile özel taksilerle sağlanmaktadır.
harput kalesi (süt kalesi): tarihi harput şehrinin güneydoğusunda, elazığ ovasına egemen bir konumda bulunan kalenin urartular döneminde inşa edildiği bilinmektedir. kalenin roma, bizans ve arapların eline geçtiği tarihi belgelerde mevcuttur. kale çeşitli dönemlerde onarım görmüştür. dikdörtgen planlı kale, iç kale ve dış kale olmak üzere iki bölümden yapılmıştır. görkemli burçları halen ayaktadır.
kale hakkında çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. bir rivayete göre kalenin yapımı sırasında harcın hazırlanması sırasında su yerine süt kullanıldığı, bu nedenle harput kalesinin bir adınında süt kalesi olduğu söylenmektedir.
ulu camii
harputta artuklu hükümdarı fahrettin karaslan tarafından m 1156-1157 yılında yaptırılan camii, anadoludaki en eski ve en önemli yapılardan birisidir.
kurşunlu camii
harputta osmanlı devri camilerinin en güzel örneğidir.
alacalı camii
harputta kitapçıgil parkının girişinde bulunan camide çeşitli yapı devirlerinin izleri görülmektedir. artukoğulları döneminde inşa edilen cami küçük ebatta dikdörtgen planlıdır.
ağa camii
harputa girişte ana yolun solunda yer alan camiinin kubbesi çökmüş olup, yalnızca zarif minaresi ayaktadır. harput müzesindeki kitabesine göre 1559 yılında pervane ağa tarafından inşa edilmiştir. daha sonra cami aslına uygun olarak yeniden imar edilmiş, ve minare yanlızlıktan kurtulmuştur.
kilise
meryem ana kilisesi: halen faaliyette olan kilise harput kalesinin sol tarafında yer alır. arka duvarlarını kalenin kaya kütleleri teşkil ettiğinden kilise sanki kalenin kayalıkları içine gömülmüş gibidir. inşaa tarihi ms 1179' dur. bu kilise kızıl kilise, süryani kilisesi ve yakubi kilisesi adlarıyla da anılmaktadır.faaliyet günleri çarşamba ve pazardır.
mağaralar
kentin en önemli mağarası turizme açılmış olan buzluk mağarası'dır. mağara harput'tan 4 kilometre uzaktadır.
diğer bir özelliği bu mağaranın yazın serin, kışın ise sıcak olmasıdır. eski tarihlerde başta serince (şüşnaz) köyü olmak üzere civar köylerde yaşayan insanlar yiyeceklerini saklamak amacıyla bu mağarayı kullanmışlardır. deve marası: kentin 6 kilometre uzaklıgında ölbe vadisinin içinde bulunmaktadır eski zamanlarda burdan geçen kervanlar bu maraya develerini ve yüklerini burakarak konaklarlarmış.
mevcut tarihi kaynaklara göre harput'un en eski sakinleri m.ö. 2000 yıllarından itibaren doğu anadolu'ya yerleşen hurrilerdir. hurrilerden sonra bölge hitit hakimiyeti altına girmiştir. çok uzun sürmeyen hitit hakimiyetinden sonra m.ö. 9. yüzyıldan itibaren doğu anadolu'da devlet kuran urartular harput'ta uzun süre hüküm sürmüştür.
harput ve çevresi, 1085 yılında türklerin eline geçmiştir. bundan sonra ilhanlıların dulkadiroğullarının, akkoyunluların, safevilerin eline geçmiş ve 1516 yılında çaldıran savaşı'ndan sonra osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.
1906 yılında osmanlının en son yaptığı nüfus sayımına göre harputun merkez nüfusu 15.000,bunun 9000 kişilik kısmı müslüman çoğunlukla türk, 6000 kişisi gayri müslim çoğunlukla ermenilerden oluşmaktaydı. 1915 tehcirinden sonra ermenilerin tamamına yakını çoğunlukla suriyeye(halep çevresine) gönderilmiştir.tehcirden evvel ise göçler daha çok amerika birleşik devletlerine olmaktaydı.
ismi
öne atılan düşünceler arasında, yoğunluğu "kar/har=taş", "pert/berd=kale"den oluşan "taşkale" açıklaması alırken evliya çelebi seyahatnamesinde, konuya ilişkin farklı açıklamalar görülür. birinci açıklamaya göre; yörede meşhur dikenli bir söğüt ağacı varmış, bu nedenle de kente "har-bid" demişler. diğer açıklamaya göre, bölgede bol miktarda diken yetiştirildiğinden, diken getirici anlamında "har-berid" denilmektedir.
evliya çelebi'nin rivayetleri dışında kalan ve yoğunlukla yapılan "taş-kale" açıklamasına katılmayan surguroğlu; harput adının kökeninin "har-pu-ta-va-nas" veya "har-pu-ta-aş" kelimelerinden türediğini, bu kelimelerin ise "ga-ar-ba-ta" veya "har-pu-ta-aş" adlı bir tanrı/tanrıça veya lider adından gelme olabileceğini belirtirse de, bu isimlerin nerede yer aldığını ve hangi kültüre ait olduğunu belirtmez. bütün bu açıklamaların aksine nurettin ardıçoğlu, harput'un en eski adının "carcathiocerta" olduğunu belirtirken; "carcath=şehir", "certa=kale" anlamlarını koyarak, carcathiocerta / karkathiokerta adının "şehir kale" anlamına geldiğini söylemektedir.
net ve bilimsel olmayan bu isim kökeni açıklamaları ile birlikte, tarihsel gelişim sürecinde harput kenti; çeşitli kaynaklarda hartabert / hartabird / khartabirf, haratparat, hısn-ı ziyad / hisn ziyad / hısn zait / hesna de ziyad, zaid / zait, ziata castellum, karkathioker-ta/carcathiocerta , hasan ziyad, kharpot/ kharpote/ kharpeta/ karpata", quartapiert/quart-piere, harputaş, kharpert/ kharberd/ karbed/ harberd/ garpert/ harbert/ hoiberd, harpote, kharput/karput, hayr al-buyut, harputauanas, harpurt/harpurd, hartpirt/ hargirt/ harbit/ harbirt/ harbid/ harbut, herburt/ herbrut/ herput/ herprut, handzit/hinzit, ilüsnüziyad gibi adlarla anılmıştı.
bu isimlerin pek çoğu birbirine benzer. özellikle "har", "her" veya "khar" kökenli isimler, tek grupta bir araya gelebilir. hatta biraz zorlamayla "quar" köklü isimleri de bu gruba eklemek mümkündür. "hısn-ı ziyat/ziyad" ve "ziata castellum" isimlerindeki "ziyat/ziyad/ziata" kelimeleri, "kale" anlamına gelen "castellum" ve "hısn" kelimeleri ile birleşerek, "ziyad kalesi" anlamında kullanılmıştır. üç kaynakta rastlanılan "hasan ziyad" ismi ise, olasılıkla "hısn-ı ziyad" dan bozularak kullanılmış olmalıdır.
bütün bu isimler dışında olup, en farklı isimleri oluşturan "carcathiocerta / karkathiokerta", sophane bölgesinde bir kent adı olarak anılsa da"; bunu kanıtlayacak verilerimiz yoktur. "hayr al-buyut" ve "handzît/hinzit" isimlerinin kökeni anlaşılamamıştır. "hüsnü ziyad" adı ise, muaviye döneminde harput'ta valilik yapan "ibni ziyad "a bağlanmaktaysa da, konuya ilişkin net bilgi bulunmamaktadır.
çok farklı isimler ve açıklamalar verilmesine karşın, harput adı ve anlamı konusunda ortaya net bir şeyler konulamamaktadır.
harput' da karasal iklim egemen olup, kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçmektedir. rakımı sebebiyle, ovada bulunan elazığ merkezine nispeten daha soğuktur.
harput'a karayolu ile her yerden rahat ulaşım sağlanır.elazığ belediyesi saat başı otobüs seferleri düzenlemektedir. demiryolu ulaşımı da mevcuttur. yöreye en yakın havaalanı elazığ havaalanıdır. elazığ - bingöl karayolu 8. km'sinde yer almaktadır. ulaşım havaş servisleri ile özel taksilerle sağlanmaktadır.
harput kalesi (süt kalesi): tarihi harput şehrinin güneydoğusunda, elazığ ovasına egemen bir konumda bulunan kalenin urartular döneminde inşa edildiği bilinmektedir. kalenin roma, bizans ve arapların eline geçtiği tarihi belgelerde mevcuttur. kale çeşitli dönemlerde onarım görmüştür. dikdörtgen planlı kale, iç kale ve dış kale olmak üzere iki bölümden yapılmıştır. görkemli burçları halen ayaktadır.
kale hakkında çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. bir rivayete göre kalenin yapımı sırasında harcın hazırlanması sırasında su yerine süt kullanıldığı, bu nedenle harput kalesinin bir adınında süt kalesi olduğu söylenmektedir.
ulu camii
harputta artuklu hükümdarı fahrettin karaslan tarafından m 1156-1157 yılında yaptırılan camii, anadoludaki en eski ve en önemli yapılardan birisidir.
kurşunlu camii
harputta osmanlı devri camilerinin en güzel örneğidir.
alacalı camii
harputta kitapçıgil parkının girişinde bulunan camide çeşitli yapı devirlerinin izleri görülmektedir. artukoğulları döneminde inşa edilen cami küçük ebatta dikdörtgen planlıdır.
ağa camii
harputa girişte ana yolun solunda yer alan camiinin kubbesi çökmüş olup, yalnızca zarif minaresi ayaktadır. harput müzesindeki kitabesine göre 1559 yılında pervane ağa tarafından inşa edilmiştir. daha sonra cami aslına uygun olarak yeniden imar edilmiş, ve minare yanlızlıktan kurtulmuştur.
kilise
meryem ana kilisesi: halen faaliyette olan kilise harput kalesinin sol tarafında yer alır. arka duvarlarını kalenin kaya kütleleri teşkil ettiğinden kilise sanki kalenin kayalıkları içine gömülmüş gibidir. inşaa tarihi ms 1179' dur. bu kilise kızıl kilise, süryani kilisesi ve yakubi kilisesi adlarıyla da anılmaktadır.faaliyet günleri çarşamba ve pazardır.
mağaralar
kentin en önemli mağarası turizme açılmış olan buzluk mağarası'dır. mağara harput'tan 4 kilometre uzaktadır.
diğer bir özelliği bu mağaranın yazın serin, kışın ise sıcak olmasıdır. eski tarihlerde başta serince (şüşnaz) köyü olmak üzere civar köylerde yaşayan insanlar yiyeceklerini saklamak amacıyla bu mağarayı kullanmışlardır. deve marası: kentin 6 kilometre uzaklıgında ölbe vadisinin içinde bulunmaktadır eski zamanlarda burdan geçen kervanlar bu maraya develerini ve yüklerini burakarak konaklarlarmış.
yakaladığı zaman insanın başını duvara vurmasını gerektirecek seviyede çıldırtan hastalık, asla başın ıslak sokağa çıkma.
aklı baştan alır, hayattan soğutur, ağzın değil hayatın tadı kalmaz, aşağıya bakamazsın bile bazen.
ne pis bir illetsin sen!
saç kurutma makinesi ile aranızda duygusal bağ bile oluşmuştur.
aklı baştan alır, hayattan soğutur, ağzın değil hayatın tadı kalmaz, aşağıya bakamazsın bile bazen.
ne pis bir illetsin sen!
saç kurutma makinesi ile aranızda duygusal bağ bile oluşmuştur.
gece geç yatıp, sabahın köründe kalkmak zorunda olup etrafa bön bön bakıp her uyandığında aynı dizeyi tekrarlayan insanlar için geçerli olan söylem ' bu gece erkenden yatacağım oğlum' deyip aynı günün gecesinde yine aynı saatte yatan öküz için geçerli olan senfoni. evet öküz, kan çanağına dönen gözler, alkol varsa verdiği şişkinlik ve 12 saatlik mesai lanet olsun edaları arasında gelen müşterilere gülümseme(sırıtma) mecburiyeti.bu sabahlardan nefret etmemek mümkün değil..