güncel köşe yazıları

kafatascihumanist

http://www.yenimesaj.com.tr/abd-muslumanlara-imaninizi-ispat-edin-dedi-makale,12021478.html
Birçok Arap devletlerine bakıyorsun kararı kınıyorlar. Suudi Arabistan bile kararın tehlikeli olduğunu açıkladı. Vay be! 
Ülkemize gelirsek kınama yarışı çoktan başlamıştı bile. 'ABD ateşle oynuyor, bu karar kabul edilemez, yok hükmündedir, ABD sonuçlarına katlanacaktır' gibi alışık olduğumuz beyanlar. 
Bu kınama ortamında benim dikkatimi çeken iki başlık var. Birincisi Mahmut Abbas gibi Erdoğan da, Papa'yı açıklama yapmaya davet etti. Papa da, bölgede bilgeliğin hâkim olması için kendi ilahına dua ettiğini, açıkladı. 
İkincisi ise İslam Birliği Teşkilatı'na üye ülkeler, ülkemize davet edildi? Sonucu merak ediyorum!
Bu birliğe 57 ülke üye. Çok büyük bir güç. Düşünsenize Türkiye başta olmak üzere bu 57 devlet, ülkelerindeki ABD üslerini kapatsalar, ABD ile her türlü siyasi ve ekonomik iş birliğini askıya alsalar, büyükelçilerini çekseler ve aralarındaki ticareti milli paraları ile yapmaya başlasalar ne olur?
Ben söyleyeyim; Süper güç denilen ABD, süpürge olur. Biter. İsrail'de biter.
İslam ülkeleri bunu yapabilir mi? Keşke evet diyebilseydim. Ama bu kararı almak iman işidir, lider işidir. 
Peki, ne olur? Toplanırlar, ateşli konuşmalar, ABD'ye tehdit vari çıkışlar yapılır. Televizyonlar yorumcular eşliğinde canlı yayınlar yapar. İsrail'in zulmü anlatılır. Bol bol alkışlar kopar. 
Sonra? Kınama ve meçhul tarihli yaptırım kararları alınır ve herkes ülkesine döner. İsrail, vahşetine devam ederken, İslam coğrafyasında yine ABD'nin borusu ötmeye devam eder.
kafatascihumanist
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ya-isgal-altindaki-adalar-45359yy.htm

İlk görüşme iki cumhurbaşkanı arasında oldu. Erdoğan'ın Yunan mevkidaşı ev sahibi olduğunu unutmuş gibi saldırıya geçti.
Lafa "Lozan'ın yenilenmesi mümkün değil"le başladı. "Ben bir hukuk profesörüyüm"le bizimkine fırça çekmeye kalktı.
Sinirlendiği yüz ifadesinden anlaşılan Erdoğan'ın "Ben de siyasetin profesörüyüm"karşılığını vermesi ortamı iyice gerdi.
İlginç olan söz birliği etmiş gibi Başbakan Çipras'ın da aynı temayı işlemesiydi. Batı Trakya'daki soydaşların ve diğer Müslümanlar'ın -Pomaklar- müftülerinin atanma yoluyla göreve getirilmesini telaffuz etmek ortalığı iyice karıştırdı.
Bölgedeki azınlıkların Yunan millî gelirinden aldıkları payın azlığından söz eden Erdoğan tekrar ağır bir karşılık aldı; "Bu Yunanistan'ın iç meselesidir".
Sonunda gerilen ortamı yumuşatan sözler Erdoğan'dan geldi; "Komşuluğumuza dayanarak, bir ricada bulunduk".
Ya en önemli konu!
Doğrusu Türkiye Cumhurbaşkanı'ndan daha başka çıkış beklediğimi itiraf etmeliyim.
Bizim Ahmet Takan'ın yıllardır sürdürdüğü, Ege'deki 18 adamıza el konulmasından bahsetmesini bekliyordum.
Oysa tek kelime etmedi. Tapu kayıtları Muğla ve Aydın İl Özel İdaresi'nde bulunan topraklarımızda Yunan bayrakları dalgalanıyor.
Bu yetmemiş gibi, üstlerine Yunan askeri üsleri kuruldu. Hem de topların namluları bize çevrili.
kafatascihumanist
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/882691/_Kirmizi_cizgi__Kudus.html
Güzden beri yaygın biçimde öne sürülen iddialara göre, Trump'ın da ötesinde doğrudan Netanyahu tarafından belirlenen bir “büyük oyun” var.
“Büyük oyun”un rejisi ana hatlarıyla İsrail Başbakanı'na ait. Ama sahnede rejiyi uyarlayan şahıs Netanyahular'la ev yatısına kalacak denli yakın ilişkileri olan ABD Başkanı'nın Yahudi damadı Kushner.
Damat Kushner, yaşıtı MBS ile de sıkı fıkı ilişkiler kurmuş. Riyad'a, ABD Dışişleri Bakanlığı bilgisi dışında yaptığı “mekik diplomasisi” bu sebeple herkesin dilinde.
“Arabistanlı Lawrence” efsanesinin yerini özetle “Arabistanlı Kushner” öyküleri almış durumda.
Kimin eli kimin cebinde, bu ilişkiler öyle ki… Kasım başında daha ABD'nin bir numaralı dış politika dergisi Foreign Policy'de, “Jared Kushner, MBS ve Benjamin Netanyahu Are Up to Something/Bu üçlü bir şeyler peşinde” başlığıyla bir yazı konusu oldu.
Yazı malum “üçlü”nün projesinin İran'ı köşeye sıkıştırmak olduğundan söz ediyordu.
Şimdi ise kotarılan planın bunun çok daha fazlası olduğunu anlıyoruz.
Kushner'in mekik diplomasisi meğer “Kudüs'ün İsrail'in başkenti” olarak tanınmasını da içeriyormuş.
Trump, Riyad'dan yana Tahran'a karşı Washington'un ağırlığını koymak karşılığında, Suudi Krallığı'ndan yeni Kudüs hamlesini desteklemelerini istemiş.
Suudi Arabistan'ın Filistin yönetimi başkanı Ebu Mazen'i de kafaya alarak sakinleştirmelerini ve Kudüs dayatmasını hiç arıza çıkartmadan kabul etmesinin teminini talep etmiş.
kafatascihumanist
deniz zeyrek: trump belki de bunu istiyor
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/deniz-zeyrek/trump-belki-de-bunu-istiyor-40671422
İlgili yazıdan bir bölüm
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) ve
Filistin halkının özgürlük mücadelesi, Türkiye'de sağcı-solcu/dinci-laik ayrımı yapılmaksızın herkes tarafından sahiplenildi/sahipleniliyor/sahiplenilecek. Türkiye'de Deniz Gezmiş gibi 68'li gençlik önderlerinin Filistin direnişine verdiği aktif desteği çok dinlemiş, 20 yıldır da Filistin davasını bizzat izlemiş olarak bunu tereddütsüz yazabiliyorum.
Ancak başka bir tespitimi de paylaşmak istiyorum. İsrail ne zaman bir provokasyon yapsa, ne zaman Filistin tarafında bir intifada başlasa, İslam dünyasının dağınık ve fevri tepkileri sonuç getirmiyor ve sonunda kaybeden hep Filistin halkı oluyor. Bağımsız Filistin hayali biraz daha öteleniyor. Filistin halkı kadın çocuk demeden çok ağır bedel ödüyor. Kubbetül Sahra, Kıble Mescidi ve  Nebi Kapısı'nın bulunduğu 140 dönümlük o kutsal alanın etrafındaki İsrail kuşatması daha da güçleniyor.
Trump ve Netanyahu, Kudüs kararına yönelik olası tepkileri önceden tahmin ediyordu. Bütün uyarılara rağmen geri adım atmamaları, kan dökülmesini bile göze aldıklarını gösteriyor.
O halde, onları şaşırtmak, bekledikleri sonuçların ötesine geçip diplomasinin bütün olanaklarını kullanarak güçlü bir uluslararası dayanışma yaratmak lazım. Olaya ilgisiz görünen Rusya harekete geçirilerek başlanabilir. Erdoğan ile Vladimir Putin'in görüşmesi bu bakımdan sonuç getirici olabilir.
kafatascihumanist
Ahmet hakan:Trumpun kudüs kararı
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/trumpin-kudus-karari-muslumanlar-ile-kafirler-savasina-yol-acar-mi-40671403
ilgili yazıdan bir bölüm
Trump'ın Kudüs kararı...
“Müslümanlar” ile “küffar” arasında gerçekleşecek bir din savaşının kıvılcımını ateşlemedi.
*
Peki neyi ateşledi?
Trump'ın Kudüs kararı...
“Aklı başındakiler” ile “Akılsızlar” arasındaki bir mücadelenin kıvılcımını ateşledi.
*
Yani bu bir Müslüman/“Küffar” savaşı değil.
Bu bir sağduyu, bir izan, bir idrak savaşı.
ABDULKADİR SELVİ ŞU BULMACAYI ÇÖZMELİ
ABDULKADİR Selvi'nin yazısından öğreniyoruz ki...
MİT, 2013 yılında Reza Zarrab konusunda hükümeti uyarmamış.
*
İyi, güzel ama...
Geçen gün Meclis'te şöyle bir olay yaşandı:
*
CHP'li Mahmut Tanal, hükümet adına soruları cevaplayan Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'a şu soruyu sordu:
“MİT'in Reza ile ilgili Başbakanlığı uyardığı bir raporu var mıdır?”
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, bu soruya şöyle yanıt verdi:
“Evet, böyle bir şey söz konusu. Dikkate alınmalıydı.”
*
Kısacası...
- MİT, “Böyle bir raporumuz yok” diyor.
- Bakan “Böyle bir rapor var” diyor.
Ve ortaya bir bulmaca çıkıyor.
*
Bakalım bu bulmacayı Abdulkadir Selvi çözebilecek mi?
kafatascihumanist
Nedim Şener: ortadoğudaki kovboy
http://www.posta.com.tr/ortadogu-daki-kovboy-nedim-sener-yazisi-1360200
yazıdan Alıntı
Dünyanın birçok bölgesine “demokrasi götürüyorum” diye yaptıklarıyla demokrasiye, “hukukun üstünlüğü, insan hakları” diye yaptıklarıyla hukuka olan inancı bitirdi. “Demokrasi getireceğim” derken milyarlarca dolar tutarında silah satıyor.

Hele bir de hedefine kitlendi mi, aklına ne insan hakları ne demokrasi ne hukuk ne özgürlük geliyor. Irak mı işgal edilecek, kullandığı medyası aracılığı ile “Kimyasal silahı ve El Kaide ile işbirliği” yalanı ile milyonlarca insanın hayatına mal olacak savaşı başlatıyor. Kurdurduğu mahkemelerde devlet başkanını astırıyor.

İsterse uçakta işkence yapıyor isterse Irak'taki gibi işkence hapishaneleri kuruyor, isterse yakaladığını kendi ülkesinde insanlıktan çıkaracak biçimde yıllarca hapiste tutuyor. “Teröre karşı mücadele” diye diye dünyanın gözü önünde terör örgütleri ile işbirliği yapıyor. Irak gibi Suriye'nin de kaça bölüneceğine o karar veriyor. Suriye'de terör örgütü PKK'nın uzantısı üzerinden yeniden bir ülke mi kuracak, binlerce TIR dolusu silah vermekten kaçınmıyor. Amacına hizmet ediyorsa kendi ülkesinde 11 Eylül 2011'deki saldırılarında binlerce masum insanı katleden terör örgütü El Kaide'nin uzantısı DEAŞ'ın güvenli biçimde bölgeyi terk etmesine göz yumuyor.

Şimdi de tüm dünyanın gözüne baka baka tüm uluslararası kararlara aykırı biçimde Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyacağını söylüyor.

Müslümanlar karşı, Hıristiyanlar karşı, Avrupa Birliği karşı, Asya karşı ama o binlerce kilometre uzaktan Ortadoğu'yu yangın yerine çevirecek böyle bir kararı tek başına almaktan geri durmuyor. İşine gelince Birleşmiş Milletler kararını tanıyor işine geldiğinde çiğneyip geçiyor.

Kimin yönettiğinin önemi de yok; iktidarın adı bazen “Liberal” oluyor bazen “Demokrat”, Başkan'ın adı bazen Bush oluyor, bazen Obama bazen de Trump. İktidar değişse de, isimler değişse de o hep “haklı” çünkü “güçlü”, adı Amerika Birleşik Devletleri.
kafatascihumanist
Ceyda karan: Trumpun kudüsü
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/881943/Trump_in_Kudus_u.html
ilgili yazıdan bir bölüm
İsrail; BM taksimini Arapların reddetmesi eşliğinde 1948'de kurulması sonrasında salt Batı Kudüs'ü elinde tutuyordu. Ortadoğu'nun Süveyş krizi ile sarsıldığı yılların ardından 1967 savaşıyla o vakitler Ürdün'ün kontrolündeki Doğu Kudüs'ü de ele geçirdiler. İsrail'in Kudüs'ün bir bütün olarak başkent ilanı 1980'deki ilhakla geldi. Uluslararası toplum bu ilhakı tanımadı. Filistinliler Doğu Kudüs'ü gelecekteki devletlerinin başkenti görse de İsrail'in yerleşim birimleriyle genişleme politikalarına mani olamadılar. Yine de Kudüs'ün statüsü 1993'teki Oslo sürecinden beri müzakere masasının unsuru olageldi. Bugün Kudüs'te 850 bin kişi yaşıyor. Nüfusun yüzde 37'sini Araplar, yüzde 61'ini de Yahudiler oluşturuyor.
***
ABD'nin kararı kısa vadede neyi değiştirebilir? AB ülkelerinin çoğunun statü netleşmeden 'başkent' kararı alması zor ama ara formül hemen devreye girdi. Çekya 'Batı Kudüs' vurgusuyla İsrail'e arka çıktı. Filipinler hükümeti elçiliğini taşımayı gündeme aldı. Ortadoğu'da ağırlığını artırmış Rusya'nın zaten 'BatıKudüs'ü İsrail'in başkenti gören kararı var. Çin hükümet belgelerinde ise Kudüs 'İsrail'in başkenti' diye geçiyor. Öncelikle kutsal mekânların bulunduğu Doğu Kudüs hattında kalan 'Eski Kent' olmadan bu ara formül yayılabilir.
***
Filistinlilerin yeni 'intifada' başlatması hem askeri kapasiteleri hem de siyasi uzlaşmazlıkları düşünüldüğünde çok zor. Hal böyleyken Hamas yine 'cehennemin kapılarının açılacağı' söylemini tutturdu, tüm Arap ve İslam ülkelerine ABD ile ilişkilerini kesip elçilerini yollama çağrısı yaptı. Kınamanın ötesine geçemeyen bu ülkelerin ABD'yi engellemek içni yapabilecekleri bir şey yok. Bölgede Suriye, Irak ve Yemen'i enkaza çeviren, Lübnan'ı istikrarsızlaştıran ABD politikalarına tek direnen İran'ı düşman, Hamas'ı ve Hizbullah'ı 'terörist' ilan eden onlar. Ortadoğu politikaları çökmüş Türkiye'nin düzenleyeceği zirveden de sonuç beklemek beyhude.
kafatascihumanist
Ümit zileli: Ah kudüs vah kudüs
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/umit-zileli/kudus-ey-kudus-2123016
Yazıdan alıntı
Uzun yıllar önce, Sabra ve Şatilla kasabı Ariel Şaron'un Müslümanların kutsal mekanı Harem-Üş Şerif'i bastığı ve dönüşü olmayan kanlı döneme adım atıldığı günlerde İsrail'deydim…
Yahudisi, Müslümanı, Hristiyanı, tüm dünyanın gözü Filistin lideri Arafat ile İsrail Başbakanı Ahud Barak'ın yapacağı “Barış görüşmesi”ndeydi. En önemli, uzlaşması en zor sorun ise tabii ki Kudüs'tü… İşte Şaron bu görüşmenin ve barışın temelini bilerek dinamitlemişti!..
Yıllar sonra bir başka hastalıklı ruh, ABD Başkanı Donald Trump, bile isteye, Kudüs'ü başkent ilen ettiğini açıklayarak, Ortadoğu'yu kan denizine çevirecek bombanın pimini çekti,
ne yazık ki!.. Silah tekellerinin, Ortadoğu ve Avrasya'yı büyük bir şehvetle isteyen devasa holdinglerin adamı Trump için o topraklarda can verecek on milyonların zerre kadar değeri yok!..
Önemli olan enerji kaynakları, önemli olan petrol, önemli olan en büyük güç olma ihtirası!..
kafatascihumanist
Mehmet ali güller: 1 iktidar, 3 bela, 2 tuzak
http://www.abcgazetesi.com/1-iktidar-3-bela-2-tuzak-8198yy.htm
İlgili yazıdan bir bölüm
1) FETÖ konusu Türkiye'nin öncelikli “belası”dır. Bu örgütle mücadele içerideki öncelikli mücadele olmayı sürdürmelidir. Fakat “iyi mücadele” için bu belanın başımıza nasıl sarıldığının üzerinden atlanılmamalı ve perdelenen “siyasi ayak” konusunda daha kararlı mücadele edilmelidir.
FETÖ AKP'den önce devlete sızmış, fakat AKP ile birlikte devlete yerleşmiştir. AKP iktidar olabilmek için FETÖ'cülere dayanmış, cumhuriyet kurumlarını tasfiye edebilmek için FETÖ'nün operasyonlarına siyasal destek vermiştir. AKP, FETÖ'nün Türk Ordusu'na yaptığı büyük kumpasın siyasal savcılığını yapmıştır. Erdoğan'ın ifadesiyle 10 yıl boyunca ne istedilerse vermişlerdir: Bakanlıkları, içişlerini, dışişlerini, genel müdürlükleri, emniyeti, eğitimi, üniversiteleri, diyaneti, her yeri…
AKP'nin desteklediği o operasyonlar sonunda FETÖcülerin TSK içinde en yukarılara kadar önü açılmış ve en sonunda 15 Temmuz'da darbe girişiminde bulunabilmişlerdir. Dolayısıyla, doğru, AKP güç mücadelesi nedeniyle 15 Temmuz'un hedefi olmuştur ama aynı zamanda 15 Temmuz'un siyasal sorumlusudur!
Fakat AKP o siyasal sorumluluğu “kandırıldık” diyerek üzerinden atmaya çalıştı, kısmen bunda başarılı da oldu!
2) Türkiye için ikinci “bela” PKK'dir.
AKP'den önceki iktidar döneminde başlayan süreçle PKK operasyon yapamaz duruma itilmişti. AKP ise ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığı gereği PKK'yle “Kürt Açılımı” başlattı, siyasal iş birliği ve ortaklık yaptı!
AKP-PKK siyasal ortaklığının olduğu bu süreçte PKK yeniden yapılandı, güç kazandı, şehirlerde silah yığdı! Dahası AKP'nin siyasal savcılık yaptığı FETÖ'nün Türk Ordusu'na Ergenekon operasyonlarında PKK tanık yapıldı!
Özetle AKP-PKK-FETÖ ortaklığı ile “ulusalcı dalga aşıldı”, “milliyetçilik ayaklar altına alındı”, ABD ve NATO'ya mesafeli Türk subayları TSK'den tasfiye edildi, cumhuriyet kurumları yıkıldı…
AKP ise bu ortaklığının siyasal sorumluluğunu yerine getirmek yerine “aldatıldık” deyip sorumluluktan sıyrılmaya çalıştı, kısmen bunda başarılı da oldu!
3) Türkiye için şu andaki üçüncü “bela” ise Rıza Zarrab'dır!
Zarrab, AKP yöneticileriyle girdiği ak'çeli ilişkiler nedeniyle ABD'nin elinde Türkiye'ye karşı bir koza dönüşmüştür! Fakat bunun sorumlusu AKP'dir!
Yıllardır İran'la yapılan “petrol ve doğal gazın karşılığını malla ödeme” yerine Zarrab üzerinden altın ve nakit ödemesine geçilmiş ve fakat İran'ın parası çalınmıştır! Öyle ki İran yönetimi Zarrab'ın patronu Babek Zencani'ye idam cezası vermiş ve idamı kaldırmanın şartını da Zarrab'ın çalınan paraları geri getirmesine bağlamıştır.
Parayı rüşvetle dağıtan Zarrab ise İran'ın kendisini öldüreceğini düşündüğü için, AKP hükümetine de güvenememiş ve çareyi FBI'yla anlaşarak ABD'ye sığınmakta görmüştür.
AKP hükümeti ise duruşmalar başlayana kadar ABD'yle pazarlık yapmayı sürdürmüş, Zarrab'ın ABD'li avukatlarıyla İstanbul'da görüşmüş, hatta duruşmalar başlamadan hemen önce ABD'ye üst üste iki kez nota bile vermiştir!
Dolayısıyla mesele sunulduğu gibi kabaca İran'a ambargoyu delme meselesi değildir. ABD AKP-Zarrab ilişkisiyle bir açık yakalamış, şimdi o açığı siyasal bir şantaj olarak kullanmaktadır.
ABD'ye bu kozu veren kimdir? Zarrab'ı Türkiye'nin başına bela eden kimdir? AKP hükümetidir!
Oysa AKP hükümeti bu konuda da siyasal sorumluluğu üzerinde atmakta, dahası “batı karşıtlığı” rüzgârı ile durumu fırsata çevirip baskın erken seçime hazırlanmaktadır!
kafatascihumanist
Nedim odabaş: Küresel emperyalizm
http://www.milligazete.com.tr/makale/1433659/nedim-odabas/kuresel-emperyalizm
İlgili yazıdan bir bölüm
Bugün Filistin topraklarında terör estiren, çoluk çocukları bile gözaltına almaktan çekinmeyen Siyonizm'in bildiği tek şey vardır: Arz-ı Mev'ud hesapları.
Bunun için dünyanın her yerinde dünyanın jandarması Amerika ile birlikte hareket ederek, İslam ülkelerinin tespih taneleri gibi dağınıklığından istifade eden Siyonizm, kendi emellerini ve Arz-ı Mev'ud hesaplarını yürürlüğe koymak için çabalar.
Irak topraklarının Büyük İsrail Projesi için işgal edilmesinden sonra ortaya çıkan IŞİD'i besleyen, büyüten, semirten ve tüm İslam ülkelerinin başına bela eden kimdi? Elbette İsrail ve ABD…
Ne yazık ki, bu hazin gerçekleri gerek dünya medyasında gerekse ulusal medyamızda detaylı şekilde analiz eden ve Müslümanların birliği ve dirliği için gündeme getiren bir kalemşorumuz bile yok.
Çünkü küresel medya Siyonizm'in kontrolü altında… Küresel medya aynı zamanda ülkeler nezdinde yerel medya zihniyetlerini de yönlendirmekte.
Bizleri bağrımızdan bıçaklayan ve bir hançer gibi yüreğimize sokulan FETÖkalkışmasını bile ABD kendi penceresinden yorumluyor.
ABD'de çok izlenen bir dizide, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na Amerikan Devlet Başkanı'nın ayar verdiği, FETÖ'nün kendi topraklarında nevş-ü nema bulmasını sağlayacak anlayış içselleştiriyor.
Küresel emperyalizme karşı İslam ülkelerinin bir araya gelebilmesi yönünde D-8 idealini ortaya koyan Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın ne kadar akılcı davrandığını, İslam ülkelerinin artık kendilerini sömürtmemesi adına ne kadar büyük bir idealizmi ortaya koyduğunu mevcut iktidarımız ve akıl sahipleri anlayabilecek mi acaba?
Dost ve müttefik diye karşısında el pençe divan durduğumuz ABD'nin bir eliyle bizleri bir kenara koyup, diğer yandan YPG 'ye silah vermesinin ne anlama geldiğini mevcut iktidarımız nasıl yorumlayacak acaba?
kafatascihumanist
can ataklı: mavi marmaradaki kudüs nedir
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/can-atakli/mavi-marmaradaki-kudus-nedir-2121411/
ilgili yazıdan bir bölüm
Yepyeni bir dış krizimiz var biliyorsunuz. Erdoğan“İsrail'le diplomatik ilişkimizi kesebileceğini” açıkladı. Çünkü Amerika İsrail'in Kudüs'ü başkent yapmasını kabul edeceğini bildirdi. Buna çok öfkelenen Erdoğan “Sen böyle yaparsan ben de İsrail'le ilişkiyi keserim ona göre” dedi. Tabii Erdoğan neden İsrail'le diplomatikilişkiyi kesiyor da Amerika ile kesmiyor, bunu anlamak mümkün değil. Çünkü Erdoğan'ı kızdıran hamle İsrail'dendeğil Amerika'dan geliyor. İsrail zaten uzun süredir başkentin Kudüs olduğunu söylüyor. Sadece bunu resmen ilan etmek kararını erteliyor. Amerika elçiliğini Kudüs'ü taşımaya karar verirse bu İsrail için büyük destek olacak ve onlar da resmi açıklamayı yapabilecekler. Şimdi resmi durum bu, Erdoğan ise sanıyorum son günlerdeki büyük sıkıntısını İsrail üzerinden aşabileceğini düşünerek yeni bir hamlebaşlattı. Son 24 saatte İslam ülkelerinin liderleriyle müthiş bir telefon trafiği yapan Erdoğan önümüzdeki hafta İslam ülkelerini bir araya getirecek. Buradan ne karar çıkar, İslam ülkeleri
Erdoğan'a beklediği desteğiverir mi, bu hamleden sonra Amerika ve İsrail geri adımatar mı, bunları göreceğiz. Ancak benim sormakistediğim bir nokta var. Erdoğan'ın öfkesinden anlaşıldığı kadarıyla Kudüs'ün İsrail'in başkenti olmasına şiddetle karşı. Okurlarımdan biri İsrail'le Mavi Marmaragemisinde ölen kişilerin tazminatı ile ilgili yapılan anlaşmayı göndermiş. 6 maddeden oluşan bu anlaşmanın son cümlesi şöyle; “Bu anlaşma Ankara ve Kudüs'te 28 Haziran 2016 tarihinde her biri eşit derecede geçerli Türkçe; İbranice ve İngilizce dillerinde ikişer nüsha akdedilmiştir. Yorum farklılığında İngilizce metin esas alınacaktır.” Bu cümledeki Kudüs vurgusuna dikkat ettiniz herhalde. Anlaşma Ankara ile Kudüs arasında yapılmış. Neden Kudüs? Diplomatik dilde bazen ülkelerin adı yerine başkent kullanılır. Bu cümledeki üslup iki ülke adı yerine iki ülkenin başkentlerinin isimlerinin kullanıldığını gösteriyor. Kısacası bu ifadeden Kudüs'ün “İsrail'in başkenti olduğu” anlamı çıkmıyor mu? Yani Türkiye aslında “zımnen” de olsa Kudüs'ün İsrail'in başkentiolduğunu çoktan kabul etmiş ve resmi anlaşmalarında da bunu kullanıyor. Bu durumda İsrail'e yönelik esip gürlemenin de tıpkı ötekilere yapılanlar gibi saman alevigibi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
kafatascihumanist
Ceyda karan: Suudilerin son Yemen oyunu
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/880484/Suudilerin_son_Yemen_oyunu.html
ilgili yazıdan bir bölüm
Suudiler 2011'de Bahreyn'deki -hem de Suriye ve Irak'taki gibi değil, basbayağı barışçıl- sokak hareketlerini doğrudan ordu gönderip bastırmıştı. Günlük 5 milyon varil petrolün geçtiği Bab el Mendeb Boğazı'na haâkimiyetiyle stratejik önemdeki Yemen ise o kolay lokma değildi. İsyanlar sırasında başkent Sanaa'da Husilerin Ensarullah hareketi kısa sürede ahalinin sosyo-ekonomik tepkilerini sırtlayan güç olmuştu. Devlet Başkanı Salih protestoların ardından 2011 Kasımı'nda rezidansında yaralandı, tedavi için Suud'a sığındı. 2012'te KİK'in aracılığıyla koltuğunu yardımcısı Mansur Hadi'ye bırakmak zorunda kaldı.
Tek aday olarak komedi seçimle başa geçip ulusal diyalog tesisine soyunan Hadi, 2014 sonunda başarısız olmuş, görev süresi bitmiş, meşruiyetini yitirmişti. Hadi, güneydeki Aden'e kaçıp istifasını sundu, sonra Riyad'a kaçıp yeniden başkanlığını ilan ediverdi.
Geçiş döneminden memnun olmayan Sünnilerin de desteğiyle Husilerin Ocak 2015'te Sanaa'da kontrolü alması ve güneye yürümesi Riyad için bardağı taşırmıştı. Mart 2015'te Suudilerin kurduğu koalisyon 'Hadi yönetimini yeniden tesis' bahanesiyle işgale başladı. Ali Abdullah Salih ise bir süredir arkadan desteklediği Husilerle elbirliği edip 'intikama' soyundu. Salih'e bağlı Yemen ordusu, 2004'te kardeşini bizzat öldürdükleri Husilerin Ensarullah hareketinin lideri Abdül Malik Husi ile ittifak halinde Suudi işgaline karşı savaştılar. Suudiler BM yardımına bile geçit vermeyip ülkeyi bloke ederken, Salih'e bağlı Yemen ordusu ellerindeki füzeleri Riyad'a sallar oldu.
***
Taa geçen düne kadar... Geçen hafta Salih aniden çıkıp Husilere verip veriştirdi, Suudi koalisyonuna saldırıları kesip ablukayı kaldırırlarsa 'yeni sayfaaçma' çağrısı yaptı. Rivayet o ki Riyad ve BAE, kendisiyle pazarlığa çoktan oturmuştu. Hesap, ülkeyi 34 yıl yönetmiş Salih'in dönüşü, Husilerin kuzeye çekilmesi, İran etkisinin kırılmasıydı. Tutmadı. Salih'in Genel Kongre Partisi bölündü, Salih'e bağlı Cumhuriyet Muhafızları Sanaa'da bir hamle yapsa da Husilere yenilmiş görünüyor.
Yemen'i yönetmeyi, sanki kendisi yaratmamış gibi “Yılanların başları üzerinde dans etmek” diye betimlemiş Salih, BAE birliklerinin yanına kaçmaya çalışırken yakalanıp haliyle 'ihanetle' suçlanarak öldürüldü. Arap isyanının gecikmeli de olsa canı alınmış son diktatörü olarak tarihe geçti.
kafatascihumanist
Soner yalçın: Köksüzlük yenilgi getirir.
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/koksuzluk-yenilgi-getirir-2119828/
ilgili yazıdan bir bölüm
“Açıklanmasın” demiyorum…
Ama ortaya bin kez belge çıkarılsa da (ki daha önceki yıllarda bunu yaşadık) AKP seçmeninin tercihini değiştirmediği görülüyor!
CHP kuşkusuz, Erdoğan'ın ailesiyle ilgili belgeleri açıklamalıdır.
CHP kuşkusuz, devletin nasıl soyulduğu belgelerini açıklamalıdır.
Ve fakat, bunlar yeterli değil. Çünkü:
İktidar olma stratejinizi salt mevcut hükümetin hırsızlığı üzerine inşa ederseniz seçmenden oy alamıyorsunuz.
Demek:
Seçmenin bilincinde umut olmak şart. Bu amaçla yeni ideal yaratmak zorundasınız.
Seçmeni etkileyecek çarpıcı fikrinizin olması şart. Ve…
Bunları dile getirmek için korkusuz olmanız gerekiyor. (Şunu eklemek zorundayım: “Korkusuz” sözünden kastım politik mücadeleyi savaş haline dönüştürmek değil!Ulusun iradesini “bana uymuyor” diye yok sayamazsınız! “AKP'yi destekliyor” diye seçmeni dışlayamazsınız. O seçmeni kazanmak zorundasınız. Bunu ise korkutarak yapamazsınız.) “Korkusuzluktan” kastım; fikrinizi açıklamakta ve düşüncenizin icraatını yapmakta cesur olmanızdır! Keza… Karamsarlık mikrobuna yenik düşmemektir. Popülizme yenik düşmemektir. Örneğin, dil oyunları gibi zevzekliklerden vazgeçmektir. ABD-AB'den beklentili mandacı neoliberal hegemonyadankurulmaktır. Evet…
Program olmadan iktidara yürünemez.
Umut olacak programın ne olduğu da bellidir: Ahlaklı-vicdanlı-akılcı halkçılık.
kafatascihumanist
Atilla gökçe artan dolar kurunun türk sporuna, kulüplere ve taraftara olumsuz yansıyan yönlerine dikkati çekmiş.
Dolar artarsa artsın, biz tl kullanıoz amerika düşünsün diyenlere ithaf olunur

şuradan
Türkiye'de futbol, çok pahalı bir spor... Süper Lig'in yayıncı kuruluş uzmanları tarafından belirlenen değeri aslında 250 milyon dolar. İhalede bir önceki döneme göre artış yaparak yayın hakkını elde ettiler.   
Maç bileti Fransa'da 3.5 Euro... Türkiye'de ortalama fiyat 21.00 Euro. Büyük takımların bilet uygulaması 60 TL ile 1100 TL arasında değişiyor. Harçlığını biriktiren öğrencilerle, yövmiyesinden artıran işçilerin stadyumlardaki yeri artık daha üst tüketici taraftarlara geçmiş durumda.