656.'sı bugün yapılacak alt boy karşılaşmalarıyla başlayacak olan yağlı güreş festivalidir.
başaltı ve baş boyları cumartesi ve pazar günü yapılacak mücadelelerle sona erecek. organizasyon ntvspor'dan tümüyle canlı yayınlanacak.
orhan okulu yılın favorisi, en az onun kadar favori olan diğer isimler geçen yılın kazananı recep kara, ismail balaban, ali gürbüz, fatih atlı ve geçen yılın finalisti mehmet yeşil yeşil
sürpriz yapabilecek isimler şaban yılmaz, hamza köseoğlu, serhat gökmen, ismail koç ve ekrem yavuz.
büyük sürprizler ise serhat balcı, mustafa batu
bir çocuğun erkek ebeveyni olmak.
şeklinde tanımlansa da gerçek hiç öyle değil. çocukları cümlelerle tanımlamanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. hele bunlardan biri size "baba" diyorsa, dünya durur, cümleler susar, her şey başka başka akar.
bir oğlum var ve bunu yaşıyorum. dünyanın gerçekten bir sırrı var mı bilmiyorum? bildiğim şu ki, bu sırra birisi erişirse bu kesinlikle bir ebeveyn olacak.
"baba olunca anlarsın" evet baba oldum anladım hayatımın nasıl bizzat baba eliyle sikilip atıldığını... burayı ağlama tahtasına çevirmeden diyebiliyorum ki, yükselme devrim, iki ayağımın üzerinde durunca başladı. ve anladım ki iyi bir baba olmak babanızın size yapmadıklarını yapabilmekle başlıyor.
iyi bir baba olduğumu söylüyorlar. ancak ben yapamadıklarımın acısını yaşayarak ilerliyorum. en önemlisi onun bir aile içinde büyümesini sağlayamadım. boşanmış bir ailenin çocuğu olmaması için mücadele verdim. hayatımın en zor mücadelesiydi ama kaybettim.
belki onun benden çok daha iyi baba olması için benim de eksiklerim olması ve onun kendi yaşamında bu eksiklerinde üstüne koymasıyla mümkün olacak.
oğlum, sen doğdun diye baba olmadım, beş yıldır baba olmak için çabalıyorum. bu bir süreç. baba olabildim mi, senin ulaştığın noktadaki konum bunu belirleyecek. bakalım bekliyorum, umarım başarırsın ve beni iyi bir baba yaparsın.
şeklinde tanımlansa da gerçek hiç öyle değil. çocukları cümlelerle tanımlamanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. hele bunlardan biri size "baba" diyorsa, dünya durur, cümleler susar, her şey başka başka akar.
bir oğlum var ve bunu yaşıyorum. dünyanın gerçekten bir sırrı var mı bilmiyorum? bildiğim şu ki, bu sırra birisi erişirse bu kesinlikle bir ebeveyn olacak.
"baba olunca anlarsın" evet baba oldum anladım hayatımın nasıl bizzat baba eliyle sikilip atıldığını... burayı ağlama tahtasına çevirmeden diyebiliyorum ki, yükselme devrim, iki ayağımın üzerinde durunca başladı. ve anladım ki iyi bir baba olmak babanızın size yapmadıklarını yapabilmekle başlıyor.
iyi bir baba olduğumu söylüyorlar. ancak ben yapamadıklarımın acısını yaşayarak ilerliyorum. en önemlisi onun bir aile içinde büyümesini sağlayamadım. boşanmış bir ailenin çocuğu olmaması için mücadele verdim. hayatımın en zor mücadelesiydi ama kaybettim.
belki onun benden çok daha iyi baba olması için benim de eksiklerim olması ve onun kendi yaşamında bu eksiklerinde üstüne koymasıyla mümkün olacak.
oğlum, sen doğdun diye baba olmadım, beş yıldır baba olmak için çabalıyorum. bu bir süreç. baba olabildim mi, senin ulaştığın noktadaki konum bunu belirleyecek. bakalım bekliyorum, umarım başarırsın ve beni iyi bir baba yaparsın.
geçmişi referans alınca ok gibi saplanan dizelerden biri daha...
asansöre ve hastaneye sıçan abladan daha medenidir. hiç olmazsa çöpe sıçmış. hep derim gökyüzü medeniyettir kardeşim. havalimanlarımın yobazı bile bir ayrı sıçıyor.
kışla'nın çöplük eşeleyen kedisi olurdum.
çünkü orada generalin emirlerini sikine takmayan sadece odur.
çünkü orada generalin emirlerini sikine takmayan sadece odur.
bu ülkede hiç lgbt vakfında tecavüze uğrayan çocuklar duydunuz mu? ya da lgbt ibadethanelerinde nikah kıyılan 12-13 yaşında kız çocuğu gördünüz mü? lgbt yurtlarında canlı canlı yanan orta okul çocuklarının çığlıklarını işittiniz mi?
bir erkekle dolaşmış diye öz kızının kafasına sıkan lgbt'li ye de şahit olduğunuzu sanmıyorum.
ben heteroseksüelim. hatta homofobikliğin sınırında dolaşıyorum çoğunlukla. ama saygı duyuyorum. bana bir zararları yok, topluma da her hangi bir yolla zarar verdiklerine inanmıyorum.
eğitime ve bilime karşı çıkan, muhalif olan bir lgbt'li zaten görmedim.
asıl tehlike cahillik ve yobazlıktır. asıl tehlike çocukları lgbt'den koruyun diyen o zihniyet var ya, evet asıl tehlike sizsiniz bayım.
bir erkekle dolaşmış diye öz kızının kafasına sıkan lgbt'li ye de şahit olduğunuzu sanmıyorum.
ben heteroseksüelim. hatta homofobikliğin sınırında dolaşıyorum çoğunlukla. ama saygı duyuyorum. bana bir zararları yok, topluma da her hangi bir yolla zarar verdiklerine inanmıyorum.
eğitime ve bilime karşı çıkan, muhalif olan bir lgbt'li zaten görmedim.
asıl tehlike cahillik ve yobazlıktır. asıl tehlike çocukları lgbt'den koruyun diyen o zihniyet var ya, evet asıl tehlike sizsiniz bayım.
feridun düzağaç'ın beni bırakma adlı şarkısında geçen bir dize
koca bir romanın tek cümlelik özeti gibidir. her dinleyişte fena etkiler
koca bir romanın tek cümlelik özeti gibidir. her dinleyişte fena etkiler
vatan aşkı ile dolu bir şair'dir. günümüzdeki muhafazakar anlayışa rol model olmaktan çok uzak düşünen sorgulayan bir kişilikti. unutturulmaya çalışılan şiirlerinden bir örnek verirsem ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız;
“Madem ki ey Adl-i İlahi yakacaktın, yaksaydın a melunları… Tuttun bizi yaktın.”
“Nur istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun. Yandık! diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun.”
“Ey bunca zamandır bizi te'dibeden Allah; Ey Alemi İslam'ı ezen inleten Allah.”
“Allah'a dayanmak mı? Asırlarca dayandık,
Düştükse bu hüsrana onun narına yandık,
Yetmez mi çocuklukta ki efsaneye hürmet,
Hala mı reşit olmadı, hala mı bu ümmet?
Maziyi ateşe vermeli baştan başa yansın
Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır.
“Madem ki ey Adl-i İlahi yakacaktın, yaksaydın a melunları… Tuttun bizi yaktın.”
“Nur istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun. Yandık! diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun.”
“Ey bunca zamandır bizi te'dibeden Allah; Ey Alemi İslam'ı ezen inleten Allah.”
“Allah'a dayanmak mı? Asırlarca dayandık,
Düştükse bu hüsrana onun narına yandık,
Yetmez mi çocuklukta ki efsaneye hürmet,
Hala mı reşit olmadı, hala mı bu ümmet?
Maziyi ateşe vermeli baştan başa yansın
Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır.
Olayın iç yüzünü iyice araştırmadan, birlikte hareket edilen kişilerin olay içindeki durumlarına bakmadan, rastgele müdahil olmak anlamında kullanılan bir deyim.
Golden State'in kalibre olarak diğer tüm nba takımlarının ne kadar üstünde olduğunu gösteren serinin üçüncü maçı.
ilk beşlere bile bakınca bu fark açıkça görülüyor. stephen curry ve kevin durant gibi belki aktif en değerli beş oyuncudan ikisi zaten golden state kadrosunda. bu ikilinin yanına klay thompson, draymond green ve zaza pachulia'yı da yazıldığı zaman, savunmasıyla hücumuyla şutuyla komple takım ortaya koyulmuş oluyor.
cleveland ise aynı şansa sahip değil. her ne kadar birçoklarına göre nba'ın en iyi aktif oyuncusu lebron james'e sahip olsalar hatta yanına bu yılın tartışmasız en iyilerinden kyrie irving'i de koymuş olsalar da ilk beşin içinde dahi tristan thompson gibi zayıf halkalar var. benche ise hiç bakmamak lazım shumpert, kurver gibi rotasyonun ilk adamları bile kesinlikle nba finalinin oyuncuları değiller.
bu seride cleveland için en iyi senaryo yine içeride oynayacakları dördüncü maçı alarak seride maç kazanmış olmak olur. en kötü beşinci maçta california'da bu iş sona erer.
lebron'dan hala mucize bekleyenlere söyleyeceğim şey, basketbol maalesef bir takım oyunu ve bu seride mucizeye yer yok.
ilk beşlere bile bakınca bu fark açıkça görülüyor. stephen curry ve kevin durant gibi belki aktif en değerli beş oyuncudan ikisi zaten golden state kadrosunda. bu ikilinin yanına klay thompson, draymond green ve zaza pachulia'yı da yazıldığı zaman, savunmasıyla hücumuyla şutuyla komple takım ortaya koyulmuş oluyor.
cleveland ise aynı şansa sahip değil. her ne kadar birçoklarına göre nba'ın en iyi aktif oyuncusu lebron james'e sahip olsalar hatta yanına bu yılın tartışmasız en iyilerinden kyrie irving'i de koymuş olsalar da ilk beşin içinde dahi tristan thompson gibi zayıf halkalar var. benche ise hiç bakmamak lazım shumpert, kurver gibi rotasyonun ilk adamları bile kesinlikle nba finalinin oyuncuları değiller.
bu seride cleveland için en iyi senaryo yine içeride oynayacakları dördüncü maçı alarak seride maç kazanmış olmak olur. en kötü beşinci maçta california'da bu iş sona erer.
lebron'dan hala mucize bekleyenlere söyleyeceğim şey, basketbol maalesef bir takım oyunu ve bu seride mucizeye yer yok.
Sevgili öğrencim;
mesajlarını okuduğun kadar kitap okusan Türkçe'den,
kızlar konusunda şansını denediğin kadar deney yapsan fen bilimlerinden,
kimseye yakalanmadan nasıl haylazlık yaparım diye hesapladığın kadar, hesaplamalar yapsan matematikten,
kafe ve barların yerini ezberlediğin kadar haritamızı ezberlesen coğrafyadan,
muhteşem yüzyıl, diriliş izlediğin kadar tarih kitaplarına baksan tarihten,
sınıf birincisi olman içten bile değildi.
Umarım bundan sonra;
derslerinin ardından koşarsın da beden eğitimi dersine bile faydası olur. çok zevk aldığın bu güzel yılı sana tekrar yaşatmak için seni şimdilik sınıfta bırakıyoruz.
gözlerinden öperim.
mesajlarını okuduğun kadar kitap okusan Türkçe'den,
kızlar konusunda şansını denediğin kadar deney yapsan fen bilimlerinden,
kimseye yakalanmadan nasıl haylazlık yaparım diye hesapladığın kadar, hesaplamalar yapsan matematikten,
kafe ve barların yerini ezberlediğin kadar haritamızı ezberlesen coğrafyadan,
muhteşem yüzyıl, diriliş izlediğin kadar tarih kitaplarına baksan tarihten,
sınıf birincisi olman içten bile değildi.
Umarım bundan sonra;
derslerinin ardından koşarsın da beden eğitimi dersine bile faydası olur. çok zevk aldığın bu güzel yılı sana tekrar yaşatmak için seni şimdilik sınıfta bırakıyoruz.
gözlerinden öperim.
sanal mecranın bu yeni sözlüğüne kanı kaynayan, onu kendinden bir parça olarak gören kızımızın, kalplerde kelebekler uçuşturan davranışı.
hayretler ötesi şeyler oluyor dünyamızda..
hayretler ötesi şeyler oluyor dünyamızda..
hakkında flood yazabilecek kadar tanıdığım futbolcu.
1998 yılında kasabasının ilk istanbullusu olarak istanbul'a geldim. kasabamda arkadaş çevremin yüzde doksanı galatasaraylı. Bunlar zaman zaman istanbul'a geliyorlar. gelmişken galatasaray maçlarına gitmek istiyorlar. Tabi gelişler bazen maçlara uymuyor. o zaman da galatasaray antremanlarına götürüyorum florya'ya. maksat futbolcuları yakından görsünler. istiyorlar çünkü.
arda turan galatasaray a takımı ile idmanlara çıkıyor o zamanlar. ama henüz a takıma alınmamış. bazen de hafta sonları sıkılıyorum alt yapı maçlarına gidiyorum. arda turan'ın diğer gençlerden daha yetenekli olduğunu ve kendini çok belli ettiğini söylememe gerek yok sanırım, ufacık çocuk daha sempati duyuyorsunuz haliyle. zaten abilerinin gözbebeği, taklit falan yapıyor boyuna. takımın maymunu gibi bir şey.
sonra manisaspor'a gitti, parasının hepsini babasına verdiği falan söylendi. iyi sezon geçirdi. caner erkin ile falan fenerbahçe'yi beşleyip şampiyonluktan falan ettiler. galatasaraylılar geri alınsın baskısına başladı. bana verseler evimde bakıp besleyeceğim öyle seviyorum.
bu arada bayrampaşa altıntepsi'de oturuyorum, ardanın baba evine 100 metre uzaklıkta, babasıyla aynı kahvede manisaspor maçı izlemişliğimiz var, adam gururlanıyor falan, daha düşünün babasına maç yayını yapan platformu alamamış o zamanlar. nerelerden geldiğine dikkat çekiyorum.
sonra galatasaray'a geri döndü. takımın resmi sitesinde yapılan bir yarışmada, galatasaraylı futbolcularla öğlen yemeği şansı kazandık. yeşilköy'de kasaba restaurant diye bir yer vardı hala açık mı bilmiyorum. kazanan 10 kişiyi 12 kişilik bir masaya oturttular. futbolcular bizden en az 20 metre ötede yiyorlar. masamıza sadece gelip iki galatasaraylı futbolcu oturdu. kimlerdi biliyor musunuz? sabri sarıoğlu ve arda turan.
orada yaptığımız sohbette benim de geçmişte profesyonel top oynadığım ama şimdi takım bulamadığım konuşulunca sabri bana numarasını verdi ve onun yakın olduğu amatör bir kulüp olan eyüp kalespor'da oynamaya başladım. sabri'ye de arda'ya da yakınlığım biraz daha gelişmiş oldu.
okan buruk, bayrampaşa'da halı saha açtı. arada toplanıp halı sahanın reklamı olsun diye maçlar yapıyorlar, eksik kalan 2-3 kişiyi bizlerden tamamlıyorlar, bu esnada onlarla 4-5 maç falan da yaptım, kankalarım gözüyle bakıyorum, tabi o kadar da değil aslında. çünkü gelir olarak onların yaşantısına falan ayak uyduracak durumda değilim, en basitinden maçtan sonra adamlar lüks arabalarına atlayıp gidiyorlar. ilk maç beni evime kadar bırakan arda, sonrasında bunu yapmadı. tabi her seferinde mecbur mu adam? deyip geçiyorum ama biliyordum ki arda para ile birlikte artık değişiyordu. tabi bende yiğitliğe bok sürdürmüyordum. aslında gelirim dolmuşluk. ama utanıp taksi çağırıyorum. allah'tan halı saha ve ev aynı ilçede 10-15 tl verip yırtıyorum.
sonra türk telekom yapıldı. bu sahada üçüncü maç falandı sanırım fenerbahçe ileydi. yeni stadyum fener maçı derken biletler karaborsa. ilk defa aradım arda turan'ı işim için. 10 bilet istedim. memleketten arkadaşlarım gelecek. "tamam" dedi. maç gündüzü florya'da kamptalar. girdim, ardayı aradım içerderdeyim, geldim diye. hasan abi'den alacaksın biletleri dedi. hasan tankaya o zaman gs tv genel yayın yönetmeni. gittim, "beş bilet yeter onlara" demiş. sanırım parasını vermeyeceğimi falan sandı. elden vermiyor ve yine de parasını alamam diye hasan abi'ye bırakıyor biletleri. verdim tabii parasını, bedavadan almak gibi bir niyet hiç gütmemiştim. ama arda'nın niyeti beni bir kez daha hayal kırıklığına uğratmıştı. çok zarara girmeyeyim diye beş bilet bırakmalar, başkasına yönlendirmeler falan, neyse
atletico'ya gidince telefonunu falan değiştirdi zaten. sanırım buradaki ortamını falan silmek istiyordu. büyük futbolcu olmuştu artık, para babasıydı.
sonra antalya kemer'de karşılaştık. gözgöze gelince ben gülümsedim, ancak tanıdığı halde sanırım yanındaki kıza, alt tabakadan biriyle tanışıklığı olduğunu belli etmek istemedi. tanımıyormuş gibi geçti gitti. sorun değildi. zaten artık siyasi görüşünü de belli ediyordu ve ben arda'yı sevmiyordum.
referandum sürecinde yaptıkları saçmalalıklarla zaten yok olmak olan son sevgi kırıntılarını da sıfırladı.
gazetecilere saldırması ve fatih terim egosunu bile yerle bir edecek ego sahibi olmasıyla da artık fazlaca negatifim durumunda.
kardeşim olsa bu kadar severim dediğim adamın, en görmek istemediğim adama dönüşmesinin hikayesidir bu...
1998 yılında kasabasının ilk istanbullusu olarak istanbul'a geldim. kasabamda arkadaş çevremin yüzde doksanı galatasaraylı. Bunlar zaman zaman istanbul'a geliyorlar. gelmişken galatasaray maçlarına gitmek istiyorlar. Tabi gelişler bazen maçlara uymuyor. o zaman da galatasaray antremanlarına götürüyorum florya'ya. maksat futbolcuları yakından görsünler. istiyorlar çünkü.
arda turan galatasaray a takımı ile idmanlara çıkıyor o zamanlar. ama henüz a takıma alınmamış. bazen de hafta sonları sıkılıyorum alt yapı maçlarına gidiyorum. arda turan'ın diğer gençlerden daha yetenekli olduğunu ve kendini çok belli ettiğini söylememe gerek yok sanırım, ufacık çocuk daha sempati duyuyorsunuz haliyle. zaten abilerinin gözbebeği, taklit falan yapıyor boyuna. takımın maymunu gibi bir şey.
sonra manisaspor'a gitti, parasının hepsini babasına verdiği falan söylendi. iyi sezon geçirdi. caner erkin ile falan fenerbahçe'yi beşleyip şampiyonluktan falan ettiler. galatasaraylılar geri alınsın baskısına başladı. bana verseler evimde bakıp besleyeceğim öyle seviyorum.
bu arada bayrampaşa altıntepsi'de oturuyorum, ardanın baba evine 100 metre uzaklıkta, babasıyla aynı kahvede manisaspor maçı izlemişliğimiz var, adam gururlanıyor falan, daha düşünün babasına maç yayını yapan platformu alamamış o zamanlar. nerelerden geldiğine dikkat çekiyorum.
sonra galatasaray'a geri döndü. takımın resmi sitesinde yapılan bir yarışmada, galatasaraylı futbolcularla öğlen yemeği şansı kazandık. yeşilköy'de kasaba restaurant diye bir yer vardı hala açık mı bilmiyorum. kazanan 10 kişiyi 12 kişilik bir masaya oturttular. futbolcular bizden en az 20 metre ötede yiyorlar. masamıza sadece gelip iki galatasaraylı futbolcu oturdu. kimlerdi biliyor musunuz? sabri sarıoğlu ve arda turan.
orada yaptığımız sohbette benim de geçmişte profesyonel top oynadığım ama şimdi takım bulamadığım konuşulunca sabri bana numarasını verdi ve onun yakın olduğu amatör bir kulüp olan eyüp kalespor'da oynamaya başladım. sabri'ye de arda'ya da yakınlığım biraz daha gelişmiş oldu.
okan buruk, bayrampaşa'da halı saha açtı. arada toplanıp halı sahanın reklamı olsun diye maçlar yapıyorlar, eksik kalan 2-3 kişiyi bizlerden tamamlıyorlar, bu esnada onlarla 4-5 maç falan da yaptım, kankalarım gözüyle bakıyorum, tabi o kadar da değil aslında. çünkü gelir olarak onların yaşantısına falan ayak uyduracak durumda değilim, en basitinden maçtan sonra adamlar lüks arabalarına atlayıp gidiyorlar. ilk maç beni evime kadar bırakan arda, sonrasında bunu yapmadı. tabi her seferinde mecbur mu adam? deyip geçiyorum ama biliyordum ki arda para ile birlikte artık değişiyordu. tabi bende yiğitliğe bok sürdürmüyordum. aslında gelirim dolmuşluk. ama utanıp taksi çağırıyorum. allah'tan halı saha ve ev aynı ilçede 10-15 tl verip yırtıyorum.
sonra türk telekom yapıldı. bu sahada üçüncü maç falandı sanırım fenerbahçe ileydi. yeni stadyum fener maçı derken biletler karaborsa. ilk defa aradım arda turan'ı işim için. 10 bilet istedim. memleketten arkadaşlarım gelecek. "tamam" dedi. maç gündüzü florya'da kamptalar. girdim, ardayı aradım içerderdeyim, geldim diye. hasan abi'den alacaksın biletleri dedi. hasan tankaya o zaman gs tv genel yayın yönetmeni. gittim, "beş bilet yeter onlara" demiş. sanırım parasını vermeyeceğimi falan sandı. elden vermiyor ve yine de parasını alamam diye hasan abi'ye bırakıyor biletleri. verdim tabii parasını, bedavadan almak gibi bir niyet hiç gütmemiştim. ama arda'nın niyeti beni bir kez daha hayal kırıklığına uğratmıştı. çok zarara girmeyeyim diye beş bilet bırakmalar, başkasına yönlendirmeler falan, neyse
atletico'ya gidince telefonunu falan değiştirdi zaten. sanırım buradaki ortamını falan silmek istiyordu. büyük futbolcu olmuştu artık, para babasıydı.
sonra antalya kemer'de karşılaştık. gözgöze gelince ben gülümsedim, ancak tanıdığı halde sanırım yanındaki kıza, alt tabakadan biriyle tanışıklığı olduğunu belli etmek istemedi. tanımıyormuş gibi geçti gitti. sorun değildi. zaten artık siyasi görüşünü de belli ediyordu ve ben arda'yı sevmiyordum.
referandum sürecinde yaptıkları saçmalalıklarla zaten yok olmak olan son sevgi kırıntılarını da sıfırladı.
gazetecilere saldırması ve fatih terim egosunu bile yerle bir edecek ego sahibi olmasıyla da artık fazlaca negatifim durumunda.
kardeşim olsa bu kadar severim dediğim adamın, en görmek istemediğim adama dönüşmesinin hikayesidir bu...
özellikle sevişirken dikkatli olması ve alışkanlıklarından vazgeçmesi gereken insan türü
mensup olduğu dine hizmet etmekten vazgeçip, mensup olduğu partiye hizmet etmeye başlayan imamların arkasında kılınacak namazın bir getirisi olması mümkün değildir. hiç gitmemenin daha değerli bir davranış olduğunu düşünüyorum.
rabbimizin bu kez cleveland demediği maçtır.
kevin durant'ın efsane performansı warriors'a 113-91'lik galibiyeti getirdi.
öte yandan cleveland'ta Lebron üçüncü çeyrekte bulduğu üç sayılık basketle playoff'lar tarihin en üçlükçü 2. ismi olmayı başardı.
cleveland seriye tutunmak istiyorsa savunmasını sertleştirmeli. ancak bu kez işleri her zamankinden çok daha zor. finale kadar 12-0 ile gelip, dün akşam 13-0 yapan golden state'ten 1 maç dahi alabilmek çok zor olabilir.
kevin durant'ın efsane performansı warriors'a 113-91'lik galibiyeti getirdi.
öte yandan cleveland'ta Lebron üçüncü çeyrekte bulduğu üç sayılık basketle playoff'lar tarihin en üçlükçü 2. ismi olmayı başardı.
cleveland seriye tutunmak istiyorsa savunmasını sertleştirmeli. ancak bu kez işleri her zamankinden çok daha zor. finale kadar 12-0 ile gelip, dün akşam 13-0 yapan golden state'ten 1 maç dahi alabilmek çok zor olabilir.
-Süleyman Abi, ben Nevzat hatırladın mı, diye sordum.
-Ali'nin kardeşi?
-Hem evet hem hayır abi.
-Anlamadım
-Ben sana yalan söyledim abi, yani başka türlü anlatmazsın diye korktum. Ali'yi de, Gökçe Köyü'nü de senin ağzından aldım. Muğlalıyım ama asker arkadaşın Ali'yi tanımam. Büyük ihtimalle yaşıyordur.
-Peki sen kimsin Nevzat Efendi?
-Ben kızın Kübra'nın ve Ayşe Abla'nın Eskişehir'den komşusuyum, benim yan dairemde otururlar. Bana hikayenizi Kübra anlattı, bende merak ettim geldim. Bundan sonra sana başka yalan yok abi, izin verirsen ben bu hikayenin romanını yazacağım. Ve tabi yine istersen seni yıllar sonra kızınla buluşturacağım.
-Kübra'mla mı buluşturacaksın beni? Kızın dedin? Bir şey mi biliyorsun? Gurbanın olam de
-Ayşe Abla, Kübra'ya "senin baban Süleyman" demiş abi. Kübra bunu zaten biliyormuş.
en az 10-15 saniye telefondan hiç bir ses gelmedi. bir müddet bekledim. telefonun arka planından başka sesler geliyor olması hala açık olduğu gösteriyordu. sonra bir anda adam "gızııımm" diye bağırıp hıçkırarak ağlamaya başladı. ben de bir babaydım ve yirmi yıl kızını görmeden yaşamak, hatta bunu içini her daim kemiren bir soruyla geçirmenin ne demek olduğunu az çok anlayabiliyordum. ağladığı için zaten zorlandığım şivesi de iyice bozulan süleyman abi'nin ne dediğini anlamadığım cümlelerine anlam katmaya çalışırken, onun duygularına ortak olmaya çalışıyordum.
sonra birazcık sakinleşti. "ankaya geliyom ben, hemen geliyom" dedi. artık onu durduramazdım, kübrayı aradım ve babasının geleceğini söyledim. kübra, pazar çok erken saatte kapımı çalmıştı. benim en sevdiğim ve şirine adını taktığım kombinini yapmıştı, bu saç tarzı, bu makyaj ve bu giyim tarzı ona en çok yakışanıydı.
birlikte çıktık ve monkey's isminde bir kahvaltı salonuna gittik. süleyman abi'nin trene bindiği saatler olmalıydı. hızlı tren ile ankara'dan eskişehir'e gelmek 85 dakika sürüyordu.
kübra ne yapması gerektiğini bilemiyor, benden kopyalar almaya çalışıyor, iki de bir çantasından çıkarttığı küçük aynayla kaşını gözünü kontrol ediyordu. ne ben ne de o heyecandan doğru dürüst bir şey yemedik.
zaman en yavaş haliyle aktı gitti. bir saati zorlukla devirmiştik. artık tren garına doğru yürüme zamanı gelmişti. tcdd parkının içinden ağır ağır yürüyerek merkez kavşağa ulaşıp oradan da istasyon caddesine girdik. kübra sürekli cep telefonun saatine bakıyor, bir önceki bakışından beri sadece 1-2 dakika geçtiğini görünce ergen püflemesi yapıyordu.
istasyona girdik. ona neden hiç babasını aramadığını, köyünü bildiği halde gitmediğini sordum. annesi ile ilgili bahaneler sıraladı. emin olduğum tek şey vardı, gerçek babasının ömer olmaması onu mutlu etmeye yetiyordu. garda girmeye izin verilen son noktaya kadar geldik. on dakikadan fazla zaman vardı.
atakan ile evlenmeye karar vermeleri üzerinde konuştuk. "başkasıyla evlensem beni rahat bırakmaz zaten, hem başka kim var ki, sen bile istemedin beni" dedi gülerek. ben de "geldiğimden beri atakan'ın sevgilisisin, seni hiç boş yakalayamadım ki" dedim. bu iltifat bile yüzünde güller açmasına yetmişti. ona ne kadar az güzel şey söylediğimi fark ettim. dengeleri koruyabilmek için onu zaman zaman ne kadar kırdığımı da fark etmiş oldum.
biz garın alt geçide benzer bekleme alanında olduğumuzdan trenin gelip gelmediğini göremiyorduk, ancak bir trenin perona yanaştığının sesini duyabilmiştik. gözümüz merdivende öylece bekliyorduk. sonra bir kız merdivenden koşarak indi. bizim beklediğimiz alanda bekleyen genç sevgilisine sarıldı. uzaklaştılar. sonra trenden inenlerin geri kalanları da birer ikişer gözükmeye başladılar. hepsinin yüzlerine bakıp süleyman abiyi aralarından seçmeye çalışıyordum. kübra ise görüyor musun diye birkaç kez sordu. trene binmemiş olacağına pek ihtimal vermiyordum.
tam yoğunluk azaldığı sırada merdivenden inerken gördüm onu, ilk kez gelmiş olmanın çekingenliği ile etrafına bakıyor, doğru yere doğru yürüyüp yürümediği anlamaya çalışıyordu. bizi görmesi biraz süre aldı, göz ucuyla kübra'ya baktım. put gibi kalmış, ne yapacağını bilemez halde bekliyordu.
kapıdan çıktı, elindeki küçük çantayı aldım, tokalaşıp, öpüştük. "süleyman abi bu kübra" dedim. kübra'yı babasının elini öpmesi konusunda tembihlemiştim. dediğimi yaptı. süleyman abi kübra'nın yüzünü iki eli arasına aldı. iki yanağından öptü ve ardından sımsıkı bağrına bastı. kübra'nın duygusal olmamasına zaten alışıktım. süleyman abi ise gözlerinden akan yaşlar kübra'nın omuzuna düşmesin diye bir an önce silmeye çalışıyordu.
-Ali'nin kardeşi?
-Hem evet hem hayır abi.
-Anlamadım
-Ben sana yalan söyledim abi, yani başka türlü anlatmazsın diye korktum. Ali'yi de, Gökçe Köyü'nü de senin ağzından aldım. Muğlalıyım ama asker arkadaşın Ali'yi tanımam. Büyük ihtimalle yaşıyordur.
-Peki sen kimsin Nevzat Efendi?
-Ben kızın Kübra'nın ve Ayşe Abla'nın Eskişehir'den komşusuyum, benim yan dairemde otururlar. Bana hikayenizi Kübra anlattı, bende merak ettim geldim. Bundan sonra sana başka yalan yok abi, izin verirsen ben bu hikayenin romanını yazacağım. Ve tabi yine istersen seni yıllar sonra kızınla buluşturacağım.
-Kübra'mla mı buluşturacaksın beni? Kızın dedin? Bir şey mi biliyorsun? Gurbanın olam de
-Ayşe Abla, Kübra'ya "senin baban Süleyman" demiş abi. Kübra bunu zaten biliyormuş.
en az 10-15 saniye telefondan hiç bir ses gelmedi. bir müddet bekledim. telefonun arka planından başka sesler geliyor olması hala açık olduğu gösteriyordu. sonra bir anda adam "gızııımm" diye bağırıp hıçkırarak ağlamaya başladı. ben de bir babaydım ve yirmi yıl kızını görmeden yaşamak, hatta bunu içini her daim kemiren bir soruyla geçirmenin ne demek olduğunu az çok anlayabiliyordum. ağladığı için zaten zorlandığım şivesi de iyice bozulan süleyman abi'nin ne dediğini anlamadığım cümlelerine anlam katmaya çalışırken, onun duygularına ortak olmaya çalışıyordum.
sonra birazcık sakinleşti. "ankaya geliyom ben, hemen geliyom" dedi. artık onu durduramazdım, kübrayı aradım ve babasının geleceğini söyledim. kübra, pazar çok erken saatte kapımı çalmıştı. benim en sevdiğim ve şirine adını taktığım kombinini yapmıştı, bu saç tarzı, bu makyaj ve bu giyim tarzı ona en çok yakışanıydı.
birlikte çıktık ve monkey's isminde bir kahvaltı salonuna gittik. süleyman abi'nin trene bindiği saatler olmalıydı. hızlı tren ile ankara'dan eskişehir'e gelmek 85 dakika sürüyordu.
kübra ne yapması gerektiğini bilemiyor, benden kopyalar almaya çalışıyor, iki de bir çantasından çıkarttığı küçük aynayla kaşını gözünü kontrol ediyordu. ne ben ne de o heyecandan doğru dürüst bir şey yemedik.
zaman en yavaş haliyle aktı gitti. bir saati zorlukla devirmiştik. artık tren garına doğru yürüme zamanı gelmişti. tcdd parkının içinden ağır ağır yürüyerek merkez kavşağa ulaşıp oradan da istasyon caddesine girdik. kübra sürekli cep telefonun saatine bakıyor, bir önceki bakışından beri sadece 1-2 dakika geçtiğini görünce ergen püflemesi yapıyordu.
istasyona girdik. ona neden hiç babasını aramadığını, köyünü bildiği halde gitmediğini sordum. annesi ile ilgili bahaneler sıraladı. emin olduğum tek şey vardı, gerçek babasının ömer olmaması onu mutlu etmeye yetiyordu. garda girmeye izin verilen son noktaya kadar geldik. on dakikadan fazla zaman vardı.
atakan ile evlenmeye karar vermeleri üzerinde konuştuk. "başkasıyla evlensem beni rahat bırakmaz zaten, hem başka kim var ki, sen bile istemedin beni" dedi gülerek. ben de "geldiğimden beri atakan'ın sevgilisisin, seni hiç boş yakalayamadım ki" dedim. bu iltifat bile yüzünde güller açmasına yetmişti. ona ne kadar az güzel şey söylediğimi fark ettim. dengeleri koruyabilmek için onu zaman zaman ne kadar kırdığımı da fark etmiş oldum.
biz garın alt geçide benzer bekleme alanında olduğumuzdan trenin gelip gelmediğini göremiyorduk, ancak bir trenin perona yanaştığının sesini duyabilmiştik. gözümüz merdivende öylece bekliyorduk. sonra bir kız merdivenden koşarak indi. bizim beklediğimiz alanda bekleyen genç sevgilisine sarıldı. uzaklaştılar. sonra trenden inenlerin geri kalanları da birer ikişer gözükmeye başladılar. hepsinin yüzlerine bakıp süleyman abiyi aralarından seçmeye çalışıyordum. kübra ise görüyor musun diye birkaç kez sordu. trene binmemiş olacağına pek ihtimal vermiyordum.
tam yoğunluk azaldığı sırada merdivenden inerken gördüm onu, ilk kez gelmiş olmanın çekingenliği ile etrafına bakıyor, doğru yere doğru yürüyüp yürümediği anlamaya çalışıyordu. bizi görmesi biraz süre aldı, göz ucuyla kübra'ya baktım. put gibi kalmış, ne yapacağını bilemez halde bekliyordu.
kapıdan çıktı, elindeki küçük çantayı aldım, tokalaşıp, öpüştük. "süleyman abi bu kübra" dedim. kübra'yı babasının elini öpmesi konusunda tembihlemiştim. dediğimi yaptı. süleyman abi kübra'nın yüzünü iki eli arasına aldı. iki yanağından öptü ve ardından sımsıkı bağrına bastı. kübra'nın duygusal olmamasına zaten alışıktım. süleyman abi ise gözlerinden akan yaşlar kübra'nın omuzuna düşmesin diye bir an önce silmeye çalışıyordu.
-nevzat biz kredi çekmek istiyoruz, ama bir devlet memurunun kefilliği gerekiyormuş bize kefil olur musun? dedi ve sonra da sebebini söyledi. "kübra'yı evlendireceğiz para gerekiyor."
kredi için kefillik meselesi bir kaç saniye hiç bir anlam ifade etmedi. zaten o konuda düşünecek bir şey yoktu. cevabım belliydi. ama "kübra'yı evlendireceğiz para gerekiyor" cümlesi kafamın içinde çınlamaya devam etti.
ayşe abla, kredi konusunda cevap beklerken, ben ona "kiminle evleniyor" diye sordum.
-atakan ile evleniyor, dedi. ne kolay söyledi. kimdi bu ayşe abla, neydi? nasıl bir insandı? neler yaşamış, nelerle yoğrulmuştu? daha kaç oldu atakan ile sevişmesi? kübra'nın onu o halde terslemesi? empati yapamıyordum. 1,5 ay önce atakan'dan kaçıp giden, başka hayat kurmak isteyen kadın şimdi onu damat alacaktı.
artık beni ilgilendiren bir konu yoktu, kendime geldim, ayağa kalktım.
-abla bir sürü ihtiyacım var, kendim için kredi çekeceğim. daha doğru dürüst eşyam yok görüyorsun, projelerim var, yatırımlar yapacağım, para riske edebilecek dönemde değilim. size de kredi çekmeyi önermem. ama illa çekecekseniz, atakan'ı da kefil gösterebilirsiniz, siz artık bir ailesiniz. başka söyleyeceğiniz bir şey yoksa ben yatmak istiyorum, dedim.
-yine de sağol ablam, kusura bakma gece gece rahatsız ettim dedi. çıktı.
niye bu kadar atarlı davrandım bilmiyordum. kübra'nın evleneceğine mi bozulmuştum? "yok artık dedim" kendime, uykum vardı ve saçmalıyordum, yatıp uyudum.
sonraki gün kapım çalındı. açtım, kübraydı.
-iyi kötü arkadaşlığımız oldu. biliyorsun senin fikirlerine çok değer veriyorum. annem sana söylemiş. ben atakan ile evleniyorum. sence mutlu olur muyum dedi?
-kader, dedim. kadere inanıyormuş gibi. "mutluluklar dilerim".
ama o annesi gibi hemen gitmedi, konuşmaya devam ettik.
bir ara "baban ne diyor bu işe?" diye sordum.
-bak sana bir sır vereyim, ömer benim babam değil, dedi. "benim babam süleyman."
o bunu bana söyledikten sonra şaşırmamı bekledi. o bana açıldıysa benim de kimseden gizleyecek bir şeyim yoktu. "biliyorum" dedim.
şaşırmamı beklerken o şaşırdı. "annem mi söyledi" diye sordu.
-Hayır baban söyledi.
-Ömer bilmiyor ki
-Süleyman'dan bahsediyorum, bana o söyledi.
Kübra sessiz kaldı bir süre. Sonra "Onu gördün mü" dedi.
-Evet
-Nerede
-Haymana'da, Yeşilyurt'a gittim, onunla konuştum.
-Neden?
-Sen anlattın ben de merak ettim.
-Ciddi misin, şaka yapıyorsun.
-Hayır şaka değil.
Cebimden telefonumu çıkardım. Galeri'ye girdim, Kamera fotoğraflarını açtım. Sadece 4-5 fotoğraf ilerideki Süleyman Abi ile olan özçekimimizi açtım. Telefonu ona uzattım.
-Benim babam Süleyman bu mu dedi.
-Evet dedim işte senin baban o. Muhteşem bir adam. Harika biri. Ve hiç bir suçu yok. Bütün suç annende. Evlenmeden önce bulur onayını alır mısın, yoksa umursamaz mısın bilmiyorum. Yerinde olsam onu ezip geçmezdim. dedim.
Sessiz kaldı.
-Kübra hiç güvenilir biri olmayı denedin mi?, dedim.
-Güvenilir bulmuyor musun beni?, dedi.
-Hayır, dedim.
-Sen öyle diyorsan peki, dedi bozularak.
-O zaman sana güvenmemi sağla. Bu olay ikimizin arasında kalsın. Atakan, annen ve Ömer bilmesin olur mu, dedim.
-Olur, bana güvenebilirsin, gerçekten, bu yaptığın şeyi hayatım boyunca unutmayacağım. Onunla görüşmek istesem bana yardımcı olur musun?, dedi.
-Eğer benim dediğim gibi kimseye söylemezsen, evet görüşmenizi sağlayacağım, dedim.
Gelip bana sarıldı. Yanağımdan öptü.
-Son bir şey isteyebilir miyim Nevzat?
-Nedir?
-Beni dudağımdan öp. Bir kez.
Dudağına kısa bir öpücük kondurdum.
-Artık git...
kübra benim için özel bir anlam ifade etmemeliydi. etmemişti.
ama sanki biraz etmişti. kalbim neden sızlamıştı bilmiyordum, belki de ben fazla duygusaldım.
saçma sapan düşüncelere gerek yok diyordum kendime.
-peki süleyman abi'yi evlenmesini belki engeller diye ortaya sürmemiş miydim? kendimi suçluyordum, ve bana verebileceğim cevaplarım yoktu. bir hiç uğruna kendimi riske atıyordum. düşünceli, mahçup, kendime sinirli ama huzurluydum.
karmakarışıktım..
ertesi gün biraz daha kendimde uyandım. uzun uzun düşündüm. beni etkileyen kübra falan değildi. ben süleyman abinin etkisindeydim. bir baba olarak kızının hayatı üzerinde özellikle bu konuda söz hakkı olmalı diye düşünüyordum. mantıksız hareket etmiştim. ama pişman değildim. kübra bu kez beni satmayacaktı. optimistlik değildi. garip şekilde bunu hissediyordum.
ertesi gün rehberime girdim, ismini buldum, ara tuşuna bastım, bir süre telefon çaldı ve açıldı.
-alo, dedi.
kredi için kefillik meselesi bir kaç saniye hiç bir anlam ifade etmedi. zaten o konuda düşünecek bir şey yoktu. cevabım belliydi. ama "kübra'yı evlendireceğiz para gerekiyor" cümlesi kafamın içinde çınlamaya devam etti.
ayşe abla, kredi konusunda cevap beklerken, ben ona "kiminle evleniyor" diye sordum.
-atakan ile evleniyor, dedi. ne kolay söyledi. kimdi bu ayşe abla, neydi? nasıl bir insandı? neler yaşamış, nelerle yoğrulmuştu? daha kaç oldu atakan ile sevişmesi? kübra'nın onu o halde terslemesi? empati yapamıyordum. 1,5 ay önce atakan'dan kaçıp giden, başka hayat kurmak isteyen kadın şimdi onu damat alacaktı.
artık beni ilgilendiren bir konu yoktu, kendime geldim, ayağa kalktım.
-abla bir sürü ihtiyacım var, kendim için kredi çekeceğim. daha doğru dürüst eşyam yok görüyorsun, projelerim var, yatırımlar yapacağım, para riske edebilecek dönemde değilim. size de kredi çekmeyi önermem. ama illa çekecekseniz, atakan'ı da kefil gösterebilirsiniz, siz artık bir ailesiniz. başka söyleyeceğiniz bir şey yoksa ben yatmak istiyorum, dedim.
-yine de sağol ablam, kusura bakma gece gece rahatsız ettim dedi. çıktı.
niye bu kadar atarlı davrandım bilmiyordum. kübra'nın evleneceğine mi bozulmuştum? "yok artık dedim" kendime, uykum vardı ve saçmalıyordum, yatıp uyudum.
sonraki gün kapım çalındı. açtım, kübraydı.
-iyi kötü arkadaşlığımız oldu. biliyorsun senin fikirlerine çok değer veriyorum. annem sana söylemiş. ben atakan ile evleniyorum. sence mutlu olur muyum dedi?
-kader, dedim. kadere inanıyormuş gibi. "mutluluklar dilerim".
ama o annesi gibi hemen gitmedi, konuşmaya devam ettik.
bir ara "baban ne diyor bu işe?" diye sordum.
-bak sana bir sır vereyim, ömer benim babam değil, dedi. "benim babam süleyman."
o bunu bana söyledikten sonra şaşırmamı bekledi. o bana açıldıysa benim de kimseden gizleyecek bir şeyim yoktu. "biliyorum" dedim.
şaşırmamı beklerken o şaşırdı. "annem mi söyledi" diye sordu.
-Hayır baban söyledi.
-Ömer bilmiyor ki
-Süleyman'dan bahsediyorum, bana o söyledi.
Kübra sessiz kaldı bir süre. Sonra "Onu gördün mü" dedi.
-Evet
-Nerede
-Haymana'da, Yeşilyurt'a gittim, onunla konuştum.
-Neden?
-Sen anlattın ben de merak ettim.
-Ciddi misin, şaka yapıyorsun.
-Hayır şaka değil.
Cebimden telefonumu çıkardım. Galeri'ye girdim, Kamera fotoğraflarını açtım. Sadece 4-5 fotoğraf ilerideki Süleyman Abi ile olan özçekimimizi açtım. Telefonu ona uzattım.
-Benim babam Süleyman bu mu dedi.
-Evet dedim işte senin baban o. Muhteşem bir adam. Harika biri. Ve hiç bir suçu yok. Bütün suç annende. Evlenmeden önce bulur onayını alır mısın, yoksa umursamaz mısın bilmiyorum. Yerinde olsam onu ezip geçmezdim. dedim.
Sessiz kaldı.
-Kübra hiç güvenilir biri olmayı denedin mi?, dedim.
-Güvenilir bulmuyor musun beni?, dedi.
-Hayır, dedim.
-Sen öyle diyorsan peki, dedi bozularak.
-O zaman sana güvenmemi sağla. Bu olay ikimizin arasında kalsın. Atakan, annen ve Ömer bilmesin olur mu, dedim.
-Olur, bana güvenebilirsin, gerçekten, bu yaptığın şeyi hayatım boyunca unutmayacağım. Onunla görüşmek istesem bana yardımcı olur musun?, dedi.
-Eğer benim dediğim gibi kimseye söylemezsen, evet görüşmenizi sağlayacağım, dedim.
Gelip bana sarıldı. Yanağımdan öptü.
-Son bir şey isteyebilir miyim Nevzat?
-Nedir?
-Beni dudağımdan öp. Bir kez.
Dudağına kısa bir öpücük kondurdum.
-Artık git...
kübra benim için özel bir anlam ifade etmemeliydi. etmemişti.
ama sanki biraz etmişti. kalbim neden sızlamıştı bilmiyordum, belki de ben fazla duygusaldım.
saçma sapan düşüncelere gerek yok diyordum kendime.
-peki süleyman abi'yi evlenmesini belki engeller diye ortaya sürmemiş miydim? kendimi suçluyordum, ve bana verebileceğim cevaplarım yoktu. bir hiç uğruna kendimi riske atıyordum. düşünceli, mahçup, kendime sinirli ama huzurluydum.
karmakarışıktım..
ertesi gün biraz daha kendimde uyandım. uzun uzun düşündüm. beni etkileyen kübra falan değildi. ben süleyman abinin etkisindeydim. bir baba olarak kızının hayatı üzerinde özellikle bu konuda söz hakkı olmalı diye düşünüyordum. mantıksız hareket etmiştim. ama pişman değildim. kübra bu kez beni satmayacaktı. optimistlik değildi. garip şekilde bunu hissediyordum.
ertesi gün rehberime girdim, ismini buldum, ara tuşuna bastım, bir süre telefon çaldı ve açıldı.
-alo, dedi.
"ne diyeceğimi bilemiyorum süleyman abi" dedim.
beni asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak bilmese hani allah biliyor "abi kübra'yı iyi tanıyorum, o bence de senin kızın" demek istedim. ama olmazdı. baştan bu kadar ısınacağımı bilmiyordum. süleyman abi'nin karakterini bilip gelseydim, baştaki yalanlara yine sığınır mıydım bilmiyorum. ama dedim ya, güzel bir hikaye yakalamıştım ve bir edebiyat aşığı olarak bu hikayeyi deşeleme ihtiyacı duyuyordum, olayın kendi akışına dokunmak, zedelememe neden olabilirdi. şimdi tanıyorum komşularıyım desem, "çıkıp geliyorum yeğenim seninle" dese ne diyecektim?
atakan ile ömer'in aynı evin etrafında dolaştığı şu günlerde süleyman'ı da bizim apartmana sığdıramadım. süleyman'ın ayşe ile kübra'nın yerini öğrenmesinin, atakan ile karşılaşma olasılığının ne sonuçlar doğuracağını kestirmek güçtü. çok hayırlı sonuçlar doğurmayacağını düşünüyordum. asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak kalmaya devam etmeliydim.
"peki abi, kızın olduğunu düşünüyorsan, bunun doğrusunu bilmeden mi ölüp gideceksin?" diye sordum. İçimde bir duygu, bu deli adam işin peşine düşsün bunu ispatlasın da istiyordum. açıkçası kübra'nın ihtiyacı olan böyle bir babaydı. belki ayşe-süleyman aşkı tekrar alevlenmeyecekti bunu bilemem, ama kübra ömer'e yaptığını süleyman'a yapmazdı. bana annesinin hikayesini anlatırken, annesinin fevriliğinden şikayet etmişti. kübra bir içgüdüyle mi öyle konuşuyordu bilmem zordu, ancak süleyman'a içten bir hayranlık beslediği de kesindi.
"bu köyde bir pranga var yeğenim beni tutan" dedi. bir türlü kıramadım. izmire, ankara'ya hatta eskişehir'e gitmeyi kaç defa istedim. yaş geçiyor. böyle bırakmayacağım, o işin peşine düşeceğim. hep bugün yarın diye erteledim, ama zamanı geldi" dedi.
bu hikaye daha çok aksiyon barındıracaktı.
"ben artık döneyim süleyman abi, her şey için teşekkür ederim" dedim. geldi bana içtenlikle sarıldı. öyle içten öyle sıcak sarıldı ki, ben de ona gerçek abime sarılıyormuş gibi sarıldım.
"güzel şeyler olacak abi" dedim. "ben hissediyorum."
"inşallah yeğenim" dedi. ağlıyordu. "çok sevdim nevzat'ım çok sevdim, ne sevdaymış, söndüremedim, allah sizi sevdiklerinizden ayrı koymasın" dedi. aklıma oğlum egedeniz geldi. inancım olmasa da içten bir "amin" çektim.
arabaya bindim ve yavaş yavaş hareket ettim. ankara ovalarının yiğit adamı süleyman arkadamdan yaşlı gözlerle el sallıyordu.
birkaç saat sonra eskişehir'e geldim. arabayı evin yakınındaki boş araziye park edip apartmana girdim, kata çıktım. her şey normal gözüküyordu. buna şaşırıyordum. ne yani ayşe ablanın ömer ile yeni bir hayata başlamasına atakan sesiz mi kalacaktı? ayşe abla biricik kızının psikopat atakan ile dalgalı bir hayata yelken açmasına hiç bir tepkisi olmayacak mıydı? kübra hiç sevmediği ömer'e annesini teslim edip başka bir hayata bu kadar kolay mı uçup gidecekti?
eve girdim. yan taraftan sadece televizyon sesi geliyordu. evde tek kişi olmalıydı. çünkü birden fazla kişi olunca konuşma eksik olmazdı. tahmin ediyorum ayşe abla evde yalnızdı, çünkü kübra evde yalnız olsa yarım saatten fazla konuşmadan yapamaz mutlaka birileriyle telefonda konuşurdu. kısa süre içinde yan komşu profesörü olup çıkmıştım. gitmeden önce evden çıkarmayı unuttuğum çöpleri çıkarırken ayşe abla da evinden çıktı, selamlaştık ve asansöre birlikte bindik. nasıl olduğunu sordum, iyi olduğunu söyledi. apartmandan tam çıktığımız zaman ikimiz farklı yönlere doğru hareket edince ayşe abla;
"nevzat bir baksana" dedi. "buyur abla" dedim. "seninle müsait olduğunda konuşalım mı ablam?" dedi. "olur abla çöpü bırakıp, yemek yiyip geleceğim, istersen döndüğümde haberdar edeyim" dedim. "yok ablam ben seni ararım" dedi. onlarda telefonum vardı ama bugüne kadar hiç aramamışlardı. konu neyse bilmiyorum ama yine bana sorunlar yaratacağı kesindi.
2 gün ayşe ablanın yine evde seslerini duyuyordum, ancak kübra hiç ortalıkta gözükmüyordu. İşin garibi ne ömer abi, ne de atakan da ortalıkta yoklardı. ayşe abla benimle konuşmak istiyorsa tam sırası değil miydi? neyse başıma iş almak için bu kadar hevesli olmanın manası yoktu. aramıyorsa aramıyordu. bu düşünceler içinde gece yatmaya hazırlanırken kapım çaldı. gelen ayşe ablaydı.
"geç oldu ama günlerden cuma erken yatmazsın diye düşündüm. bir kahve yaparsan içeriz" dedi. "gir abla lafı mı olur" dedim.
girdi. klasik koltukta eğilmeli oturuş pozisyonunu aldı. her zaman ki göğüs çatalı görüntümüz de hazırdı. artık konuya geçebilirdik.
"benim sana yine işim düştü ablam" dedi. ben dikkatimi ona verdim, o da kesmeden devam etti...
beni asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak bilmese hani allah biliyor "abi kübra'yı iyi tanıyorum, o bence de senin kızın" demek istedim. ama olmazdı. baştan bu kadar ısınacağımı bilmiyordum. süleyman abi'nin karakterini bilip gelseydim, baştaki yalanlara yine sığınır mıydım bilmiyorum. ama dedim ya, güzel bir hikaye yakalamıştım ve bir edebiyat aşığı olarak bu hikayeyi deşeleme ihtiyacı duyuyordum, olayın kendi akışına dokunmak, zedelememe neden olabilirdi. şimdi tanıyorum komşularıyım desem, "çıkıp geliyorum yeğenim seninle" dese ne diyecektim?
atakan ile ömer'in aynı evin etrafında dolaştığı şu günlerde süleyman'ı da bizim apartmana sığdıramadım. süleyman'ın ayşe ile kübra'nın yerini öğrenmesinin, atakan ile karşılaşma olasılığının ne sonuçlar doğuracağını kestirmek güçtü. çok hayırlı sonuçlar doğurmayacağını düşünüyordum. asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak kalmaya devam etmeliydim.
"peki abi, kızın olduğunu düşünüyorsan, bunun doğrusunu bilmeden mi ölüp gideceksin?" diye sordum. İçimde bir duygu, bu deli adam işin peşine düşsün bunu ispatlasın da istiyordum. açıkçası kübra'nın ihtiyacı olan böyle bir babaydı. belki ayşe-süleyman aşkı tekrar alevlenmeyecekti bunu bilemem, ama kübra ömer'e yaptığını süleyman'a yapmazdı. bana annesinin hikayesini anlatırken, annesinin fevriliğinden şikayet etmişti. kübra bir içgüdüyle mi öyle konuşuyordu bilmem zordu, ancak süleyman'a içten bir hayranlık beslediği de kesindi.
"bu köyde bir pranga var yeğenim beni tutan" dedi. bir türlü kıramadım. izmire, ankara'ya hatta eskişehir'e gitmeyi kaç defa istedim. yaş geçiyor. böyle bırakmayacağım, o işin peşine düşeceğim. hep bugün yarın diye erteledim, ama zamanı geldi" dedi.
bu hikaye daha çok aksiyon barındıracaktı.
"ben artık döneyim süleyman abi, her şey için teşekkür ederim" dedim. geldi bana içtenlikle sarıldı. öyle içten öyle sıcak sarıldı ki, ben de ona gerçek abime sarılıyormuş gibi sarıldım.
"güzel şeyler olacak abi" dedim. "ben hissediyorum."
"inşallah yeğenim" dedi. ağlıyordu. "çok sevdim nevzat'ım çok sevdim, ne sevdaymış, söndüremedim, allah sizi sevdiklerinizden ayrı koymasın" dedi. aklıma oğlum egedeniz geldi. inancım olmasa da içten bir "amin" çektim.
arabaya bindim ve yavaş yavaş hareket ettim. ankara ovalarının yiğit adamı süleyman arkadamdan yaşlı gözlerle el sallıyordu.
birkaç saat sonra eskişehir'e geldim. arabayı evin yakınındaki boş araziye park edip apartmana girdim, kata çıktım. her şey normal gözüküyordu. buna şaşırıyordum. ne yani ayşe ablanın ömer ile yeni bir hayata başlamasına atakan sesiz mi kalacaktı? ayşe abla biricik kızının psikopat atakan ile dalgalı bir hayata yelken açmasına hiç bir tepkisi olmayacak mıydı? kübra hiç sevmediği ömer'e annesini teslim edip başka bir hayata bu kadar kolay mı uçup gidecekti?
eve girdim. yan taraftan sadece televizyon sesi geliyordu. evde tek kişi olmalıydı. çünkü birden fazla kişi olunca konuşma eksik olmazdı. tahmin ediyorum ayşe abla evde yalnızdı, çünkü kübra evde yalnız olsa yarım saatten fazla konuşmadan yapamaz mutlaka birileriyle telefonda konuşurdu. kısa süre içinde yan komşu profesörü olup çıkmıştım. gitmeden önce evden çıkarmayı unuttuğum çöpleri çıkarırken ayşe abla da evinden çıktı, selamlaştık ve asansöre birlikte bindik. nasıl olduğunu sordum, iyi olduğunu söyledi. apartmandan tam çıktığımız zaman ikimiz farklı yönlere doğru hareket edince ayşe abla;
"nevzat bir baksana" dedi. "buyur abla" dedim. "seninle müsait olduğunda konuşalım mı ablam?" dedi. "olur abla çöpü bırakıp, yemek yiyip geleceğim, istersen döndüğümde haberdar edeyim" dedim. "yok ablam ben seni ararım" dedi. onlarda telefonum vardı ama bugüne kadar hiç aramamışlardı. konu neyse bilmiyorum ama yine bana sorunlar yaratacağı kesindi.
2 gün ayşe ablanın yine evde seslerini duyuyordum, ancak kübra hiç ortalıkta gözükmüyordu. İşin garibi ne ömer abi, ne de atakan da ortalıkta yoklardı. ayşe abla benimle konuşmak istiyorsa tam sırası değil miydi? neyse başıma iş almak için bu kadar hevesli olmanın manası yoktu. aramıyorsa aramıyordu. bu düşünceler içinde gece yatmaya hazırlanırken kapım çaldı. gelen ayşe ablaydı.
"geç oldu ama günlerden cuma erken yatmazsın diye düşündüm. bir kahve yaparsan içeriz" dedi. "gir abla lafı mı olur" dedim.
girdi. klasik koltukta eğilmeli oturuş pozisyonunu aldı. her zaman ki göğüs çatalı görüntümüz de hazırdı. artık konuya geçebilirdik.
"benim sana yine işim düştü ablam" dedi. ben dikkatimi ona verdim, o da kesmeden devam etti...
sözlüklerden tanıyorum. hiç yüzyüze görüşmedik. Ama tanıdığım kadarıyla,
arkadaşlarını hiç ekmeyen birisi. söz verdi mi iki eli kanda olsa tutuyor. siyah gözleri var, karsta yaşıyor ve zihinsel engelliler öğretmeni. lüks mekanları çok seviyor ve beluga havyarı eşiliğinde wagyu eti yemeye bayılıyor. favori içkisi dalmore 62
arkadaşlarını hiç ekmeyen birisi. söz verdi mi iki eli kanda olsa tutuyor. siyah gözleri var, karsta yaşıyor ve zihinsel engelliler öğretmeni. lüks mekanları çok seviyor ve beluga havyarı eşiliğinde wagyu eti yemeye bayılıyor. favori içkisi dalmore 62
Bu kadar önemli şey anlattıktan sonra, “en önemlisi de bu” diyerek vurgulaması beni olduğum yerde heykelleştirdi. Doğruca Süleyman Abi'nin yüzüne baktım ve öylece kalakaldım, söylemek ile söylememek arasında mı kalıyordu yoksa söylemeye mi zorlandı, o an için emin olamadım. Gözü eline gitti, sigarasının bitmek üzere olduğunu fark etti. Aceleyle elindeki sigarayı dudağına götürdü. Sigaranın filitreye yaklaşmış ateşine dikkatle bakarak derince bir nefes çekti. Ağzından ve burnundan saldığı dumanın gözüne kaçmaması için kıstığı gözlerinden gözbebeklerini bir an kaçırdım.
Ayağının dibine usulca bıraktığı izmaritin üzerine basarak topuğunu sağ sol yaptırarak güzelce ezdi. Bana doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Kısa bir süre sonra aramızdaki 6-7 adımlık mesafeyi tüketti. Sağ elini sol omuzuma koydu. Çiftçilikten nasırlaşmış ve büyümüş elleri o kadar sıcaktı ki kısa sürede omuzumu ısıtmayı başardı. Diğer eli ile yüzünü sıvazladı, sonra bıyıklarını düzeltti.
-Aslında bundan çok emin değilim, dedi. Gözüyle sağ omuzumun üstünden uzaklara daldı. Ben ise sigara içmekten sararmış bıyıkların örtmekte olduğu ağzına odaklanmış çıkacak cümleyi sabırsızlıkla bekliyordum.
-Eminim de bir yandan, Ayşe'ye sorsam zaten doğru demez de, ben onun fotoğrafını gördüm. Bebekliğini de bilirim, yıllardır içimde bildiğim ama asla Ayşe'den öğrenemediğim bu şey nedir biliyon mu yiğenim? Dedi. Bu Ayşe'nin gızı var ya Kübra… O gız Ömer'in gızı değil, o gız benim gızım.
Ben ne diyeceğimi bilemedim önce, onu gözlemledim. Gözleri dolu dolu oldu. Buna inanmasının ötesinde kafasının içinde dönen ve kendini buna inandıran ayrıntılar olduğuna emindim. Konuşmaya başlamışken susmamasını sağlamalıydım.
-Abi emin misin? dedim.
-Ayşe senin gızındır demedikçe bir şüphe kalıyor tabi insanın aklında. Gerçi şimdi testi neyim de var demi bunların. Bakılsa kanımıza zaten belli olur. Ama ben bir hesap yaptım. Dinle bak şimdi beni.
Askerlik 18 aydı o zamanlar. 4 ay acemilik sürerdi. Benim Ayşe ile münasebetim bundan sonra. 15 Günde dağıtım izni olsa dört buçuk ay değil mi yeğenim? Geri kaldı 13,5 ay benim dönmeme. 1 ay da izin kullanmadım erken döndüm. 12,5 ay. Bunlar düğünü kurana kadar 3 ay geçmiş. Kaldı 9,5 ay. Bu bebe ben geldiğimde 15 günlük bilemedin 1 aylık olmalıydı. Ama 3 aylıktı. Ebesiyle de konuştum. Doğum normal olmuş. Bebek 3,5 kilo sağlıklıymış. Doktora da sordum. “7. Ayda normal sağlıklı doğum sayısı yok denecek kadar azdır” dedi. Ayşe bana kızın fotoğrafını gösterdi dedim ya, kızın gözleri aynı abimin gözleri. Amcasına çekmiş. Bebekkenden bilirim ben onun kokusunu. Bizim kokumuzdan. Allah biliyor ya içime doğuyordu kızım olduğu. Kanıtın var mı dersen bu anlattıklarım yeğenim. Ama bana sorarsan o kız benim kızım. Bak Ömer'in başka çocuğu oldu mu, olmadı. İkinci karısı hasta dediler ama, ben biliyorum sorun Ömer'deydi. Ankara'da gençken bir pavyon karısına tutulmuş Ömer. Karının kapısından ayrılmazmış. Karı söylermiş, erkekliği yok ama kapımdan ayrılmıyor manyak diye. Ara sıra dedikodusu çıktığı da oldu. Ama Ömer'in tek ispatı bu bebe. O yüzden kendi kızı olsa bu kadar sahip çıkmaz. O kızının derdinde değil, erkekliğinin ispatının peşinde.
Sanki ben Aile mahkemesi hakimiydim ve velayeti alıp Süleyman Abi'ye verecektim, öylece kanıtlanırını sıralıyordu bana. İşin garibi beni ikna da etti. Bir Ömer Abi'ye bakıyordum bir Süleyman Abi'ye, bir de Kübra'ya. Yani Ömer Abi ile alakası yoktu. Aslen Ayşe Abla'ya da çok benzemiyordu. Ama Süleyman Abi'ye ikisinden de çok benziyordu. Sadece dış görünüşü değil, sanki ruhundan da izler vardı. Hırçındı Kübra, ama onu anladığınız zaman bir kadar uysal ve sevecen.
Hakim olarak kararımı vermiştim.
Velayetin Süleyman Abi'ye verilmesine…
Benim de çok şüphem yoktu. Kübra Süleyman'ın kızıydı.
Ayağının dibine usulca bıraktığı izmaritin üzerine basarak topuğunu sağ sol yaptırarak güzelce ezdi. Bana doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Kısa bir süre sonra aramızdaki 6-7 adımlık mesafeyi tüketti. Sağ elini sol omuzuma koydu. Çiftçilikten nasırlaşmış ve büyümüş elleri o kadar sıcaktı ki kısa sürede omuzumu ısıtmayı başardı. Diğer eli ile yüzünü sıvazladı, sonra bıyıklarını düzeltti.
-Aslında bundan çok emin değilim, dedi. Gözüyle sağ omuzumun üstünden uzaklara daldı. Ben ise sigara içmekten sararmış bıyıkların örtmekte olduğu ağzına odaklanmış çıkacak cümleyi sabırsızlıkla bekliyordum.
-Eminim de bir yandan, Ayşe'ye sorsam zaten doğru demez de, ben onun fotoğrafını gördüm. Bebekliğini de bilirim, yıllardır içimde bildiğim ama asla Ayşe'den öğrenemediğim bu şey nedir biliyon mu yiğenim? Dedi. Bu Ayşe'nin gızı var ya Kübra… O gız Ömer'in gızı değil, o gız benim gızım.
Ben ne diyeceğimi bilemedim önce, onu gözlemledim. Gözleri dolu dolu oldu. Buna inanmasının ötesinde kafasının içinde dönen ve kendini buna inandıran ayrıntılar olduğuna emindim. Konuşmaya başlamışken susmamasını sağlamalıydım.
-Abi emin misin? dedim.
-Ayşe senin gızındır demedikçe bir şüphe kalıyor tabi insanın aklında. Gerçi şimdi testi neyim de var demi bunların. Bakılsa kanımıza zaten belli olur. Ama ben bir hesap yaptım. Dinle bak şimdi beni.
Askerlik 18 aydı o zamanlar. 4 ay acemilik sürerdi. Benim Ayşe ile münasebetim bundan sonra. 15 Günde dağıtım izni olsa dört buçuk ay değil mi yeğenim? Geri kaldı 13,5 ay benim dönmeme. 1 ay da izin kullanmadım erken döndüm. 12,5 ay. Bunlar düğünü kurana kadar 3 ay geçmiş. Kaldı 9,5 ay. Bu bebe ben geldiğimde 15 günlük bilemedin 1 aylık olmalıydı. Ama 3 aylıktı. Ebesiyle de konuştum. Doğum normal olmuş. Bebek 3,5 kilo sağlıklıymış. Doktora da sordum. “7. Ayda normal sağlıklı doğum sayısı yok denecek kadar azdır” dedi. Ayşe bana kızın fotoğrafını gösterdi dedim ya, kızın gözleri aynı abimin gözleri. Amcasına çekmiş. Bebekkenden bilirim ben onun kokusunu. Bizim kokumuzdan. Allah biliyor ya içime doğuyordu kızım olduğu. Kanıtın var mı dersen bu anlattıklarım yeğenim. Ama bana sorarsan o kız benim kızım. Bak Ömer'in başka çocuğu oldu mu, olmadı. İkinci karısı hasta dediler ama, ben biliyorum sorun Ömer'deydi. Ankara'da gençken bir pavyon karısına tutulmuş Ömer. Karının kapısından ayrılmazmış. Karı söylermiş, erkekliği yok ama kapımdan ayrılmıyor manyak diye. Ara sıra dedikodusu çıktığı da oldu. Ama Ömer'in tek ispatı bu bebe. O yüzden kendi kızı olsa bu kadar sahip çıkmaz. O kızının derdinde değil, erkekliğinin ispatının peşinde.
Sanki ben Aile mahkemesi hakimiydim ve velayeti alıp Süleyman Abi'ye verecektim, öylece kanıtlanırını sıralıyordu bana. İşin garibi beni ikna da etti. Bir Ömer Abi'ye bakıyordum bir Süleyman Abi'ye, bir de Kübra'ya. Yani Ömer Abi ile alakası yoktu. Aslen Ayşe Abla'ya da çok benzemiyordu. Ama Süleyman Abi'ye ikisinden de çok benziyordu. Sadece dış görünüşü değil, sanki ruhundan da izler vardı. Hırçındı Kübra, ama onu anladığınız zaman bir kadar uysal ve sevecen.
Hakim olarak kararımı vermiştim.
Velayetin Süleyman Abi'ye verilmesine…
Benim de çok şüphem yoktu. Kübra Süleyman'ın kızıydı.
ayşe ile ilgili olduğunu direkt anladım tabii. herhalde biri gördü, duyurdu zaar diye düşündüm. belki de jandarma izini bulmuştu. bilemedim de soramadım da. babam azarlamaya devam ediyor. tabii ben olayın aslını merak ediyorum. babam 5-10 dakika bağırdı çağırdı. yoldan eşekli birilerinin geçtiğini görünce sesi duyulmasın diye biraz kıstı sesini. işte o zaman anlatmaya başladı;
- gençsin dedik, deli dolusun, kanın kaynıyor dedik ellemedik. hulusi'nin hoppa kızını isterim diye tutturdun. gönül dedik yine gidip iki defa istedik. kavga ettin sustuk, büyüğe vurdun görmemezlikten geldik, tarlada iş verenine sövdün oğlumuzdur dedik arkanda durduk. abin öldü, seni bari bir şeyden kısıtlamayalım dedik. illa yularından mı tutalım seni öküz.
kız elinde bebeğiyle köyün ortasında bizim eve geliyor. bu kız 1,5 aydır kayıp. gece kaçıp kaçıp bir yerlere gidiyorsun, ananla dedik ki herhalde bir yavuklu yaptı, bilmemezlikten geldik. bütün köylü ayşe'yi süleyman kaçırmıştır derken biz sana konduramadık ses çıkarmadık. "süleyman beni oyaladı benden faydalandı bana sahip çıkın, yoksa sizi köye rezil ederim" diye bir de çıkıştı bize. olum bu nasıl ahlaktır, bu nasıl terbiyesizliktir.
-seviyorum baba, ben askerdeyken yangından mal kaçırır gibi nikahlamışlar, geçmedi sevdamız.
-lan ben sevmedim mi sanıyorsun, ananı aldılar bana. kaderimiz bu dedik, bu da temiz kız dedik, saygı duyduk, sahiplendik, onu sevdik. yakışır mı delikanlı adama başka türlüsü, evli barklı, bebekli kadın kaçırmak da nedir oğlum?
benim ayşe'ye olan sevdam, herkesin sevdasından büyüktür gibi geliyordu. babam kim ki, ne kadar sevebilmiştir diyordum. benim ki kadar sevseydi vazgeçebilir miydi? ayşe'nin delikanlı bir yanı vardı. hiçbir haksızlığa ses çıkarmayan kadere boyun eğmeyen bir tarafı vardı. hiç bir kızda yoktu bunlar sadece onda vardı. bana baş kaldırıp, haber vermeden anne babama gelip durumu anlatması bile bu yüzden. ama yine kızmadım ayşe'me. onu neden çok sevdiğimi bir defa daha bana ispat etmişti. onsuz olmazdı. başkasını nasıl alırım, nasıl severim, nasıl karım derim?
babam tarladan gider gitmez, eve vardım, babam kahveye gitmişti. anamla yüzleşmemiz daha yumuşak oldu. ayşe baba evine dönüyorum demiş. ayşe kadar cesaretli olmazsam bana erkek mi denir? vardım ayşe'nin baba evine. almamışlar eve. kocanın yanına git demişler. arkasından ömer'in evine vardım. oraya da kabul etmemişler. dövmüşler bir de üstelik. nereye gitti diye soruyorum, bilen yok. yeşilyurt'ta ne kadar ev varsa sordum. hızımı alamadım çevre köylere kadar gittim aradım, yer yarılmış içine girmişti. ayşe'nin ikinci bir kadının ismine bile tahammülü yoktu. tarla tokat var anne baba var, köyden uzaklaşamıyorum da. soruşturdum, her yere sordum. sonunda bir akrabasına gittiğini öğrendim ayaş'ta. aradan 2-3 ay geçmiş belki. geçmiş gün hatırlamıyorum. oraya kadar gittim, 1-2 hafta kalmış, oradan da kaçmış. bir daha da haber almadım yıllarca. müzeyyen ile evlendim.
hep bekledim ki geri gelsin, birileri haber getirsin. sonra daha geçen sene mi neydi? köye geri gelmiş dediler. evinin önüne kadar gittim bekledim. kim ne derse desin dedim. konuştuk. eskişehir'de oturuyormuş. kızı büyümüş kocaman olmuş. telefondan resmini gösterdi bana. niye gittin seni çok aradım dedim.
beni alıp yeşilyurt'a evine götürecek bir delikanlı olduğun için sana kaçtım, sen korktun beni gedik'te harabede sakladın. yüreğin benimkinden küçüktü. ben hala sana aşığım, ama babamı, kayınbabamı, ömer'i döven, aramıza giren herkesi deviren süleyman'a aşıktım. bana ulaşınca korkan süleyman'a değil.
ben korkak değilim diyecek oldum "hadi süleyman gel benimle desem, benim gel diyecek cesaretim var, senin evini, ananı babanı bırakıp benimle gelecek casaretin var mı süleyman?" dedi. o an düşünmüşüm öyle. "işte" dedi, "ben düşünmeden gelirim diyecek süleyman'a aşıktım. düşünen süleyman'a değil, haydi kal salıcakla dedi" ve gitti. şimdilerde duyarım, ömer'i almış yanına. hala bana ceza veriyor evlat. gazeteciysen yaz bunu, filimciysen filmini çek. anadolu'da böyle cesur kadın yaşamadı. ben kendime deli derdim, benim bile tozumu dumanıma kattı.
ha evlat bir de şey var dedi, onu diyeyim de gideceksen öyle git, bak en önemlisi de bu...
- gençsin dedik, deli dolusun, kanın kaynıyor dedik ellemedik. hulusi'nin hoppa kızını isterim diye tutturdun. gönül dedik yine gidip iki defa istedik. kavga ettin sustuk, büyüğe vurdun görmemezlikten geldik, tarlada iş verenine sövdün oğlumuzdur dedik arkanda durduk. abin öldü, seni bari bir şeyden kısıtlamayalım dedik. illa yularından mı tutalım seni öküz.
kız elinde bebeğiyle köyün ortasında bizim eve geliyor. bu kız 1,5 aydır kayıp. gece kaçıp kaçıp bir yerlere gidiyorsun, ananla dedik ki herhalde bir yavuklu yaptı, bilmemezlikten geldik. bütün köylü ayşe'yi süleyman kaçırmıştır derken biz sana konduramadık ses çıkarmadık. "süleyman beni oyaladı benden faydalandı bana sahip çıkın, yoksa sizi köye rezil ederim" diye bir de çıkıştı bize. olum bu nasıl ahlaktır, bu nasıl terbiyesizliktir.
-seviyorum baba, ben askerdeyken yangından mal kaçırır gibi nikahlamışlar, geçmedi sevdamız.
-lan ben sevmedim mi sanıyorsun, ananı aldılar bana. kaderimiz bu dedik, bu da temiz kız dedik, saygı duyduk, sahiplendik, onu sevdik. yakışır mı delikanlı adama başka türlüsü, evli barklı, bebekli kadın kaçırmak da nedir oğlum?
benim ayşe'ye olan sevdam, herkesin sevdasından büyüktür gibi geliyordu. babam kim ki, ne kadar sevebilmiştir diyordum. benim ki kadar sevseydi vazgeçebilir miydi? ayşe'nin delikanlı bir yanı vardı. hiçbir haksızlığa ses çıkarmayan kadere boyun eğmeyen bir tarafı vardı. hiç bir kızda yoktu bunlar sadece onda vardı. bana baş kaldırıp, haber vermeden anne babama gelip durumu anlatması bile bu yüzden. ama yine kızmadım ayşe'me. onu neden çok sevdiğimi bir defa daha bana ispat etmişti. onsuz olmazdı. başkasını nasıl alırım, nasıl severim, nasıl karım derim?
babam tarladan gider gitmez, eve vardım, babam kahveye gitmişti. anamla yüzleşmemiz daha yumuşak oldu. ayşe baba evine dönüyorum demiş. ayşe kadar cesaretli olmazsam bana erkek mi denir? vardım ayşe'nin baba evine. almamışlar eve. kocanın yanına git demişler. arkasından ömer'in evine vardım. oraya da kabul etmemişler. dövmüşler bir de üstelik. nereye gitti diye soruyorum, bilen yok. yeşilyurt'ta ne kadar ev varsa sordum. hızımı alamadım çevre köylere kadar gittim aradım, yer yarılmış içine girmişti. ayşe'nin ikinci bir kadının ismine bile tahammülü yoktu. tarla tokat var anne baba var, köyden uzaklaşamıyorum da. soruşturdum, her yere sordum. sonunda bir akrabasına gittiğini öğrendim ayaş'ta. aradan 2-3 ay geçmiş belki. geçmiş gün hatırlamıyorum. oraya kadar gittim, 1-2 hafta kalmış, oradan da kaçmış. bir daha da haber almadım yıllarca. müzeyyen ile evlendim.
hep bekledim ki geri gelsin, birileri haber getirsin. sonra daha geçen sene mi neydi? köye geri gelmiş dediler. evinin önüne kadar gittim bekledim. kim ne derse desin dedim. konuştuk. eskişehir'de oturuyormuş. kızı büyümüş kocaman olmuş. telefondan resmini gösterdi bana. niye gittin seni çok aradım dedim.
beni alıp yeşilyurt'a evine götürecek bir delikanlı olduğun için sana kaçtım, sen korktun beni gedik'te harabede sakladın. yüreğin benimkinden küçüktü. ben hala sana aşığım, ama babamı, kayınbabamı, ömer'i döven, aramıza giren herkesi deviren süleyman'a aşıktım. bana ulaşınca korkan süleyman'a değil.
ben korkak değilim diyecek oldum "hadi süleyman gel benimle desem, benim gel diyecek cesaretim var, senin evini, ananı babanı bırakıp benimle gelecek casaretin var mı süleyman?" dedi. o an düşünmüşüm öyle. "işte" dedi, "ben düşünmeden gelirim diyecek süleyman'a aşıktım. düşünen süleyman'a değil, haydi kal salıcakla dedi" ve gitti. şimdilerde duyarım, ömer'i almış yanına. hala bana ceza veriyor evlat. gazeteciysen yaz bunu, filimciysen filmini çek. anadolu'da böyle cesur kadın yaşamadı. ben kendime deli derdim, benim bile tozumu dumanıma kattı.
ha evlat bir de şey var dedi, onu diyeyim de gideceksen öyle git, bak en önemlisi de bu...
sigarasından derince çekti, üfledi;
- kaşıkçı celal geldi bugün yanıma, dedi.
kaşıkçı celal dediği de abimin ölmeden önceki sözlüsünün babası. artık abimin öleli bile bir yıla yaklaşmış. adam tahtadan kaşıklar, kepçeler, şeker kaşıkları falan oyar, el süpürgesi, sepetler yapardı.
-süleyman sen temizleyeceksin oğlum bu kiri, yoksa kanserden giderim ben, dedi babam tekrar.
-de artık baba, ne kiri ne temizliği, dedim.
ismail abin ölmeden önce zaten kızı verdiler diye erken davranmış, uçkurunu tutamamış. şimdi gene müzeyyen'i istemeye gelmişler. celal düşünelim demiş, kız bakmış ki iş ciddi, annesine söylemiş. kimsenin haberi yok ismail'in yediği halttan. "duyulursa ben buralarda yaşayamam sizi de yaşatmam" diyor adam. müzeyyen'i sen alacaksın süleyman, bu işi de burada kapatacağız.
şaşkınlıktan öyle bir kalakalmışım ki elimdeki sigarayı unutmuşum. sigara pantolonu delip tenime değince kendime geldim. ömer, ayşe, bebek, hulusi amca, annem, abim, müzeyyen, celal hepsi birden sırayla gözüktüler gözüme. elimden sigarayı attım, su testisini diktim kafama, içebildiğim kadarını içtim, gerisini başımdan aşağı boşalttım.
-baba sen ne diyorsun farkında mısın? benden 4-5 yaş büyük kızla mı evleneceğim, ben hala yengem gözüyle bakıyorum.
-lan yaşı, yengesi mi kaldı it, bu yaştan sonra bununla yaşayamam. ilk kez bir şey istedik. ya kabul edersin, ya da annelik babalık hakkımız haram olsun. zaten hayır dersen de siktir git bu memleketten nereye gidiyorsan. bir oğlumu toprağa verdim, ötekini de canlı canlı gömerim.
ağzıma geldi ama ayşe'yi kaçırdım diyemedim babama. ömer kaç kez yanıma geldi. "olum kaçırsam bende yok olur giderdim, ben buradayken ayşe'yi nasıl kaçırayım, git eve bak diyorum" abimin ölmesi de onun yüzünden. elimden bir kaza çıkacak diye de korkuyorum. köylü de benden şüpheleniyor. ama öyle bir ayarlamışım ki kimse bir şey anlamadı onca zaman. jandarma geldi, sordu, "ben görmedim" dedim, gittiler. anam babam da sordu, ama onlar uyurken de evdeyim, sabah kalktıklarında da. şüphelenmiyorlar. on gibi odamın kapısını arkadan bağlayıp gedik yoluna vuruyorum kendimi. sabah beşbuçuk'ta aralık bıraktığım pencereden girip geri yatıyorum. ömer'e hemen yeni kız bulmuşlar, anladığım kadarıyla ömer'in anne babası ayşe'den kurtulduklarına razılar. öyle çok ısrarcı da olmadılar.
çok düşündüm, kararımı verdim, anne baba bu. bir zaman sonra affederdi. ayşe ile bebeği alıp izmir'e kaçacağım. gece gedik'te durumu ayşe'ye anlattım. kaçmazsak beni müzeyyen ile evlendirecekler dedim. bir tacir var, ondan sebze parası gelecek onu istedim. tacir parayı 3-5 gün ayarlayamadı. bizimkiler zaten aynı günün akşamında gittiler, müzeyyen'i istediler bana. kaşıkçı celal bir çare bulunmasının mutluluğuyla hemen vermiş kızı. ben 23 yaşındayım, müzeyyen 27-28 o zamanlar.
haymana'da kızlar 18-19 oldu mu askerden dönenlere verilir o dönemde. müzeyyen gibi taliplisi çıkmayanlar da fakir fukaraya varır ancak. müzeyyen gibiler olmasa abime bir allah'ın kulu da kız vermez. fakirliğin gözü kör olsun yeğenim. tabi ayşe başımın etini yedi. izmir'e kaçmak istemiyor. annem babam razı olsun kendisini sahiplensin istiyor. işin ciddiyetinden dolayı, abimin hatırasına da kıyamıyorum işin aslını demedim. o yüzden ayşe de ben müzeyyen'e gönüllüyüm sanıyor. değilim diyorum, anlatamıyorum.
tacir'den bir türlü para gelmeyince iyice arada kaldım. 1 hafta sonra da zaten elimi kolumu bağlayan o gelişme yaşandı. akşamüzeriydi, babam tarlaya geldi. "allah belasını versin senin gibi evladın" dedi.
suratıma bir tükürdü. tükürük suratıma yapıştı. saygımdan kolumla silemedim bile.
-lan sen nasıl adamsın, dedi?
- kaşıkçı celal geldi bugün yanıma, dedi.
kaşıkçı celal dediği de abimin ölmeden önceki sözlüsünün babası. artık abimin öleli bile bir yıla yaklaşmış. adam tahtadan kaşıklar, kepçeler, şeker kaşıkları falan oyar, el süpürgesi, sepetler yapardı.
-süleyman sen temizleyeceksin oğlum bu kiri, yoksa kanserden giderim ben, dedi babam tekrar.
-de artık baba, ne kiri ne temizliği, dedim.
ismail abin ölmeden önce zaten kızı verdiler diye erken davranmış, uçkurunu tutamamış. şimdi gene müzeyyen'i istemeye gelmişler. celal düşünelim demiş, kız bakmış ki iş ciddi, annesine söylemiş. kimsenin haberi yok ismail'in yediği halttan. "duyulursa ben buralarda yaşayamam sizi de yaşatmam" diyor adam. müzeyyen'i sen alacaksın süleyman, bu işi de burada kapatacağız.
şaşkınlıktan öyle bir kalakalmışım ki elimdeki sigarayı unutmuşum. sigara pantolonu delip tenime değince kendime geldim. ömer, ayşe, bebek, hulusi amca, annem, abim, müzeyyen, celal hepsi birden sırayla gözüktüler gözüme. elimden sigarayı attım, su testisini diktim kafama, içebildiğim kadarını içtim, gerisini başımdan aşağı boşalttım.
-baba sen ne diyorsun farkında mısın? benden 4-5 yaş büyük kızla mı evleneceğim, ben hala yengem gözüyle bakıyorum.
-lan yaşı, yengesi mi kaldı it, bu yaştan sonra bununla yaşayamam. ilk kez bir şey istedik. ya kabul edersin, ya da annelik babalık hakkımız haram olsun. zaten hayır dersen de siktir git bu memleketten nereye gidiyorsan. bir oğlumu toprağa verdim, ötekini de canlı canlı gömerim.
ağzıma geldi ama ayşe'yi kaçırdım diyemedim babama. ömer kaç kez yanıma geldi. "olum kaçırsam bende yok olur giderdim, ben buradayken ayşe'yi nasıl kaçırayım, git eve bak diyorum" abimin ölmesi de onun yüzünden. elimden bir kaza çıkacak diye de korkuyorum. köylü de benden şüpheleniyor. ama öyle bir ayarlamışım ki kimse bir şey anlamadı onca zaman. jandarma geldi, sordu, "ben görmedim" dedim, gittiler. anam babam da sordu, ama onlar uyurken de evdeyim, sabah kalktıklarında da. şüphelenmiyorlar. on gibi odamın kapısını arkadan bağlayıp gedik yoluna vuruyorum kendimi. sabah beşbuçuk'ta aralık bıraktığım pencereden girip geri yatıyorum. ömer'e hemen yeni kız bulmuşlar, anladığım kadarıyla ömer'in anne babası ayşe'den kurtulduklarına razılar. öyle çok ısrarcı da olmadılar.
çok düşündüm, kararımı verdim, anne baba bu. bir zaman sonra affederdi. ayşe ile bebeği alıp izmir'e kaçacağım. gece gedik'te durumu ayşe'ye anlattım. kaçmazsak beni müzeyyen ile evlendirecekler dedim. bir tacir var, ondan sebze parası gelecek onu istedim. tacir parayı 3-5 gün ayarlayamadı. bizimkiler zaten aynı günün akşamında gittiler, müzeyyen'i istediler bana. kaşıkçı celal bir çare bulunmasının mutluluğuyla hemen vermiş kızı. ben 23 yaşındayım, müzeyyen 27-28 o zamanlar.
haymana'da kızlar 18-19 oldu mu askerden dönenlere verilir o dönemde. müzeyyen gibi taliplisi çıkmayanlar da fakir fukaraya varır ancak. müzeyyen gibiler olmasa abime bir allah'ın kulu da kız vermez. fakirliğin gözü kör olsun yeğenim. tabi ayşe başımın etini yedi. izmir'e kaçmak istemiyor. annem babam razı olsun kendisini sahiplensin istiyor. işin ciddiyetinden dolayı, abimin hatırasına da kıyamıyorum işin aslını demedim. o yüzden ayşe de ben müzeyyen'e gönüllüyüm sanıyor. değilim diyorum, anlatamıyorum.
tacir'den bir türlü para gelmeyince iyice arada kaldım. 1 hafta sonra da zaten elimi kolumu bağlayan o gelişme yaşandı. akşamüzeriydi, babam tarlaya geldi. "allah belasını versin senin gibi evladın" dedi.
suratıma bir tükürdü. tükürük suratıma yapıştı. saygımdan kolumla silemedim bile.
-lan sen nasıl adamsın, dedi?
(boğazı düğümleniyor ve ara sıra sudan küçük yudumlar alma gereksinimi duyuyordu)
yine bir düğün kuruldu. artık anneme ricacı oluyorlar süleyman gelmesin, tadımız kaçmasın diye. ferman büyüklerindir diyorum, gitmiyorum. zaten ayşem evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, ne düğünde gözüm var ne dernekte.
abim de bekar, ama parasızlık nişanlanamadı bir türlü. sözlüsü var. yeğenim buralarda nikahı basmadın mı kötü gözle bakarlar. sözlün bile olsa, düğün dernek bekleyeceksin. annem abimi pırıl pırıl giydirdi, gönderdi düğüne. ben evde kaldım. eğdik başımızı. tabii köylü sanıyor ki, köy düğünü eksiksiz tam iştima olur. ömer de öyle sanıyor.
düğüne ben de gelirim diye düşünüp ankara'dan 5-10 zibidi getirtmiş. herkesin içinde beni dövecekler rezil edecekler. aklınca kendi bahçesinde yediği dayağın intikamını alacak. ben düğüne gelmeyince abime sataşıyorlar. abim benim kadar fevri değildi. alttan almış önce. sonra bakmış ki, düğün sahibi bile kendi düğününün bozulacak olmasını umursamıyor. paralı parasızla mücadele edince, herkes paralının yanında saf alır.
illa kavga etmek için zorlayan zibidiye tokatı vuruyor abim. hemen ayırıyorlar. ama gitmiyor zibidiler düğünden. herkes görüyor bunu. belli bir planları var. köylü bilmiyor mu köpek gibi biliyor. efe adam köpek sürüsü gibi gezmez. tek gezer. kavga çıktı eve bile yalnız gidemedi demesinler diye, yanında kimseyi istemiyor abim, tek koyuluyor yola. düğün yerinden dönerken de kıstırıp bıçaklıyorlar. sürünerekten eve gelmeye çalışıyor. sözde kimse görmemiş. sürüne sürüne 1 kilometre yol gelmiş. ama sonra yol kenarında kıvrılıp kalmış. öldü abiciğim benim yüzümden. günlerce yemek yemedim. vicdan azabından yaşamakta zorluk çektim. düşünsene askerden geliyorsun, sevdiğin kız evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, abini bıçaklayıp öldürmüşler. dayanamam sandım önce, ama babacığım da hastaydı. annemi yalnız bırakamadım, bir de benim acımı çeksin diyemedim.
gel zaman git zaman ayşe ile haberleşmeye başladık yeniden. zorla evlendirdiler beni diye haber salıyor boyuna. bir işaretimi bekliyormuş. günlerce düşündüm. en son dedim ki, bizi buraya bağlayan bir şey mi var, anamı babamı da alıp izmir'e gideyim, acemilikte gördüm ya çok sevdim. onun planlarını yapıyorum. ama allah bir defa süleyman kulumun yüzü hiç gülmesin diye yazmış. kaçırdım ayşe'yi ilkin. bebeği ile birlikte. dedim ki kabulümsün, bebeğin de kabulüm. gedik'te rahmetlik dayımın bir evi var, biraz virane ama oturulmayacak gibi değil, gece oraya bıraktım geldim. gündüzleri herkes gibi yeşilyurt'ta işimde gücümdeyim, geceleri el ayak çekildikten sonra gedik'te alıyorum soluğu. kimseye gözükme diye tembih ettim, konu komşusu yok zaten. abimin katilini attılar içeriye. kan parası derler, onunla bir tarla aldık. abim ölüsüyle bile destek bana allah cennetteki katından ayırmasın. bugün geldiğin tarla işte. onu ekip dikiyorum artık. o zaman mahsul de para yapardı. böyle böyle 3-5 ay idare ettik.
diyorum ya gülmeyecek süleyman'ın yüzü. tam ben anne babama durumu izah edeceğim, artık biraz da paramız var, satalım tarlayı evi gidelim buralardan diyeceğim, onu kuruyorum kafamda. babam geldi tarlaya. "süleyman ben senden bugüne kadar şunu istiyorum oğlum dedim mi" dedi? demedi ha, hiç duymadım. şimdi bir şey isteyeceğim, "hayır dersen babalık hakkımı helal etmem, şerefimiz haysiyetimiz buna bağlı" dedi.
"buyur baba" dedim. cebinden sigara çıkardı, bir tane de bana uzattı. bilir tabi sigara içtiğimizi de, efelik babaya sökmez. babanın yanında çay kahve içemiyorsun ki sigara içesin. "ben içmiyorum baba" dedim. "yarak içmiyorsun, al yak bi tane sikerim taşağını" dedi af edersin.
aldık yaktık, bir kez çektim, ama ikinciyi çekemiyorum yine. belli kabul edilemez bir şey isteyecek. lafa başladı, benim başımdan da kaynar suyu aşağı indirdi;
yine bir düğün kuruldu. artık anneme ricacı oluyorlar süleyman gelmesin, tadımız kaçmasın diye. ferman büyüklerindir diyorum, gitmiyorum. zaten ayşem evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, ne düğünde gözüm var ne dernekte.
abim de bekar, ama parasızlık nişanlanamadı bir türlü. sözlüsü var. yeğenim buralarda nikahı basmadın mı kötü gözle bakarlar. sözlün bile olsa, düğün dernek bekleyeceksin. annem abimi pırıl pırıl giydirdi, gönderdi düğüne. ben evde kaldım. eğdik başımızı. tabii köylü sanıyor ki, köy düğünü eksiksiz tam iştima olur. ömer de öyle sanıyor.
düğüne ben de gelirim diye düşünüp ankara'dan 5-10 zibidi getirtmiş. herkesin içinde beni dövecekler rezil edecekler. aklınca kendi bahçesinde yediği dayağın intikamını alacak. ben düğüne gelmeyince abime sataşıyorlar. abim benim kadar fevri değildi. alttan almış önce. sonra bakmış ki, düğün sahibi bile kendi düğününün bozulacak olmasını umursamıyor. paralı parasızla mücadele edince, herkes paralının yanında saf alır.
illa kavga etmek için zorlayan zibidiye tokatı vuruyor abim. hemen ayırıyorlar. ama gitmiyor zibidiler düğünden. herkes görüyor bunu. belli bir planları var. köylü bilmiyor mu köpek gibi biliyor. efe adam köpek sürüsü gibi gezmez. tek gezer. kavga çıktı eve bile yalnız gidemedi demesinler diye, yanında kimseyi istemiyor abim, tek koyuluyor yola. düğün yerinden dönerken de kıstırıp bıçaklıyorlar. sürünerekten eve gelmeye çalışıyor. sözde kimse görmemiş. sürüne sürüne 1 kilometre yol gelmiş. ama sonra yol kenarında kıvrılıp kalmış. öldü abiciğim benim yüzümden. günlerce yemek yemedim. vicdan azabından yaşamakta zorluk çektim. düşünsene askerden geliyorsun, sevdiğin kız evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, abini bıçaklayıp öldürmüşler. dayanamam sandım önce, ama babacığım da hastaydı. annemi yalnız bırakamadım, bir de benim acımı çeksin diyemedim.
gel zaman git zaman ayşe ile haberleşmeye başladık yeniden. zorla evlendirdiler beni diye haber salıyor boyuna. bir işaretimi bekliyormuş. günlerce düşündüm. en son dedim ki, bizi buraya bağlayan bir şey mi var, anamı babamı da alıp izmir'e gideyim, acemilikte gördüm ya çok sevdim. onun planlarını yapıyorum. ama allah bir defa süleyman kulumun yüzü hiç gülmesin diye yazmış. kaçırdım ayşe'yi ilkin. bebeği ile birlikte. dedim ki kabulümsün, bebeğin de kabulüm. gedik'te rahmetlik dayımın bir evi var, biraz virane ama oturulmayacak gibi değil, gece oraya bıraktım geldim. gündüzleri herkes gibi yeşilyurt'ta işimde gücümdeyim, geceleri el ayak çekildikten sonra gedik'te alıyorum soluğu. kimseye gözükme diye tembih ettim, konu komşusu yok zaten. abimin katilini attılar içeriye. kan parası derler, onunla bir tarla aldık. abim ölüsüyle bile destek bana allah cennetteki katından ayırmasın. bugün geldiğin tarla işte. onu ekip dikiyorum artık. o zaman mahsul de para yapardı. böyle böyle 3-5 ay idare ettik.
diyorum ya gülmeyecek süleyman'ın yüzü. tam ben anne babama durumu izah edeceğim, artık biraz da paramız var, satalım tarlayı evi gidelim buralardan diyeceğim, onu kuruyorum kafamda. babam geldi tarlaya. "süleyman ben senden bugüne kadar şunu istiyorum oğlum dedim mi" dedi? demedi ha, hiç duymadım. şimdi bir şey isteyeceğim, "hayır dersen babalık hakkımı helal etmem, şerefimiz haysiyetimiz buna bağlı" dedi.
"buyur baba" dedim. cebinden sigara çıkardı, bir tane de bana uzattı. bilir tabi sigara içtiğimizi de, efelik babaya sökmez. babanın yanında çay kahve içemiyorsun ki sigara içesin. "ben içmiyorum baba" dedim. "yarak içmiyorsun, al yak bi tane sikerim taşağını" dedi af edersin.
aldık yaktık, bir kez çektim, ama ikinciyi çekemiyorum yine. belli kabul edilemez bir şey isteyecek. lafa başladı, benim başımdan da kaynar suyu aşağı indirdi;
ben hiç araya girmedim, anlattıkça içlendi, tamamen onun ağzından yazıyorum şimdi;
- çoğu deli derdi bana. bir kavgaya tutuştum mu, öyle iki üç kişiyi silkeler atardım. o zaman gençler birbirini ya tarlada görecek ya düğünde. el işinde çalışıyordum. ama düğün oldu mu, jilet gibi gidiyorum. anam sağolsun, kirlimiz, pasağımız olmazdı. en zenginden daha zengin kılığımız vardı.
sarıgöl'de düğün kurulmuş dediler. mobiletim var. giyindim kuşandım, düştüm sarıgöl'ün yoluna. gelin alınacak, ayşe'yi ilk orada gördüm serpildikten sonra. çocukluğunu bilirim ama. ben bakıyorum, o bakıyor, hiç ayırmıyor gözlerini. o düğün öyle bitti. haber yolladım, görüşelim diye.
geldi. benim ilk yavuklum değil ha. ama ilk kez böyle bir şey gördüm, yandım tutuştum, birde cilveli sorma gitsin. yaklaşacağım, yaklaştırmıyor, uzak durayım diyorum müsaade etmiyor. delirtecek beni. çağırıyorum geliyor, üç dakika duruyor, geri kaçıyor. 16 var yok o zamanlar. benim askerlik kağıdım gelmiş, yoklama olacak bir yıla kalmaz askerim. 19 oluyor işte yaş.
anama dedim isteyin. "sizin oğlan el yanında çalışır. ne hayvanınız ve ne tarlanız. neyle bakacaksınız kızımıza" demişler. anam da bırakmamış lafı onlara, "bu köyün en aslan gibi iki delikanlısını da ben doğurdum, ikini de ben büyüttüm, el kadar kızınıza mı bakamayacağız" demiş. babam pısırıktı da biz anama çekmişiz, kimseden lafını esirgemezdi. abim "sigortalı iş tutalım o zaman verirler" dedi. maden açılmış. oraya başvurduk, abime çıktı, bana çıkmadı, kader işte..
abim gitti bir daha istedi. yanıyorum sevdamdan, eridim gittim. "benim sigortalı maaşlı işim var, kardeşim bakamazsa ben bakacağım, seviyor çocuklar birbirlerini" demiş. hulusi dayı derlerdi bu ayşe'nin babasına. kahvecilik yapardı. rahmetli abime bir tokat atmış, "siz önce evinizin önündeki kedi köpeği besleyin" diye. abim de dayanamıyor, bir tokat da o atıyor rahmetliye. karışmış ortalık. ayşe'yi tarlaya, hayvana, düğüne salmaz oldular. kaçıyor bazen evden beş dakika görebilirsem o işte.
öyle böyle derken askerlik geldi. ayşe "kaçır beni" diyor. kaçırsam askere gidince kız ne olacak? askere gitmesem, yine içeri atacaklar, bu sefer 18 ay askerlik olacak sana bilmem kaç yıl. dedim ki biz işi garantiye alalım, zorda kalırsan ben süleyman'ın oldum dersin. "onu da kabul etmiyor, terör belası çok fazla o zaman, hakkariye, şırnak'a düştün mü yarı ölüsün. "ölür kalırsan ben ne olacağım" diyor ayşe. gitmedik üstüne.
birliğe katıl kağıdı geldi, vedalaştık çıktık yola. 3 ay acemilik var o zaman. izmir'de yaptım acemiliği. askerlik sivas'a çıkınca bir sevindim ki sorma. 10 gün dağıtım izni, sivas'a giderken memleket tam ortada. zaman kaybetmeksizin 10 gün ayşemleyim. olmadı. hiç göstermediler. 10 dakika görsem, bak doğuya gitmiyorum diyerek garantiye alacağım işimi. babası kahveyi kapattı başında bekledi. kendi karısına güvenmiyor adam. oysa ne bilirim, cılız ömer'in babasıyla hulusi dayı söz kesmişler. süleyman dağıtıma gelir şimdilik bir şey duyurmayalım demişler. ömer de arkadaşımdır benim, ayşe'ye yanık olduğumu da en çok o bilir. sıkıştırmışlar kızı, sana dokundu mu diye? bizim az akıllı, "yok dokunmadı" demiş. ömer, hulusi dayıya, dağıtımda da dokunmazsa alırım demiş. başında beklemesi o yüzden.
yola çıktım diye yalan söyledim, ankara otogar'dan geri döndüm gece gizlice. ayşe'nin penceresine kadar gittim. çıkardım evden. uzaklaştırdım. ayşe olmaz diyor ama garantiye alacağım çaresi yok. vurdum tokatı, işimi garantiye aldım. kız 18 olmamış, askersin, bir şikayet etse, hapishane beğen. ama ömer salaktır biraz. ayşe, anne babasına söylüyor ama hulusi dayı, koymuş kafaya, illa bana vermeyecek kızı. kızın adetine denk getiriyorlar düğünü. ömer de kızlık kanı sanıyor. bana askerde bir şey diyen yok, ha bire mektup yazıyorum arkadaşlarıma. ayşe'ye verin diye. ama hiç cevap gelmiyor. askeriye cezalı bizim izinler yasak. izin süresince erken teskere veriyorlar. 19 ayı doldurdum, teskereyi aldım
döndüm köye, "ayşe evlendi ömer'le" dediler. çocuğu bile olmuş. vardım hulusi dayı'nın kahvesine. dedim ki ben bu kızı bozdum da gittim. hulusi dayı yalancıdır, cılız ömer godoştur. inanmayan gider ayşe'ye sorar. saldırdılar bana. kahveyi darmadağın ettim, kim yaklaştıysa bastım tokatı, ne ağa dinledim ne muhtar dinledim. alamadım hızımı, vardım ömer'in evine, tavuk kesiyormuş, bıçakla saldırdı bana. aldım bıçağı elinden, ayşe'nin önünde yarım saat dinlenip dinlenip dövdüm.
"hala ben kız oğlan kız aldım" diyor salak. düşman oldular bize, beni artık düğünlerden de kovuyorlar, kimse yanında çalıştırmıyor. abimden allah razı olsun, bir gün parasız koymadı beni. sonra işte o bela geldi başımıza..."
-burada içlendi süleyman abi, gözleri doldu. abisini bu kadar çok seven birini daha görmedim. yutkundu yutkundu anlatamadı. ben ona bir su söyledim, "biraz dinlen abi, ama anlatmayı bırakma gözünü seveyim" dedim.
"bir defa anlatacağız dedik guzum, anlatıcam bir nefesleneyim dedi. biraz ayrandan biraz sudan içti. tekrar anlatmaya başladı;
- çoğu deli derdi bana. bir kavgaya tutuştum mu, öyle iki üç kişiyi silkeler atardım. o zaman gençler birbirini ya tarlada görecek ya düğünde. el işinde çalışıyordum. ama düğün oldu mu, jilet gibi gidiyorum. anam sağolsun, kirlimiz, pasağımız olmazdı. en zenginden daha zengin kılığımız vardı.
sarıgöl'de düğün kurulmuş dediler. mobiletim var. giyindim kuşandım, düştüm sarıgöl'ün yoluna. gelin alınacak, ayşe'yi ilk orada gördüm serpildikten sonra. çocukluğunu bilirim ama. ben bakıyorum, o bakıyor, hiç ayırmıyor gözlerini. o düğün öyle bitti. haber yolladım, görüşelim diye.
geldi. benim ilk yavuklum değil ha. ama ilk kez böyle bir şey gördüm, yandım tutuştum, birde cilveli sorma gitsin. yaklaşacağım, yaklaştırmıyor, uzak durayım diyorum müsaade etmiyor. delirtecek beni. çağırıyorum geliyor, üç dakika duruyor, geri kaçıyor. 16 var yok o zamanlar. benim askerlik kağıdım gelmiş, yoklama olacak bir yıla kalmaz askerim. 19 oluyor işte yaş.
anama dedim isteyin. "sizin oğlan el yanında çalışır. ne hayvanınız ve ne tarlanız. neyle bakacaksınız kızımıza" demişler. anam da bırakmamış lafı onlara, "bu köyün en aslan gibi iki delikanlısını da ben doğurdum, ikini de ben büyüttüm, el kadar kızınıza mı bakamayacağız" demiş. babam pısırıktı da biz anama çekmişiz, kimseden lafını esirgemezdi. abim "sigortalı iş tutalım o zaman verirler" dedi. maden açılmış. oraya başvurduk, abime çıktı, bana çıkmadı, kader işte..
abim gitti bir daha istedi. yanıyorum sevdamdan, eridim gittim. "benim sigortalı maaşlı işim var, kardeşim bakamazsa ben bakacağım, seviyor çocuklar birbirlerini" demiş. hulusi dayı derlerdi bu ayşe'nin babasına. kahvecilik yapardı. rahmetli abime bir tokat atmış, "siz önce evinizin önündeki kedi köpeği besleyin" diye. abim de dayanamıyor, bir tokat da o atıyor rahmetliye. karışmış ortalık. ayşe'yi tarlaya, hayvana, düğüne salmaz oldular. kaçıyor bazen evden beş dakika görebilirsem o işte.
öyle böyle derken askerlik geldi. ayşe "kaçır beni" diyor. kaçırsam askere gidince kız ne olacak? askere gitmesem, yine içeri atacaklar, bu sefer 18 ay askerlik olacak sana bilmem kaç yıl. dedim ki biz işi garantiye alalım, zorda kalırsan ben süleyman'ın oldum dersin. "onu da kabul etmiyor, terör belası çok fazla o zaman, hakkariye, şırnak'a düştün mü yarı ölüsün. "ölür kalırsan ben ne olacağım" diyor ayşe. gitmedik üstüne.
birliğe katıl kağıdı geldi, vedalaştık çıktık yola. 3 ay acemilik var o zaman. izmir'de yaptım acemiliği. askerlik sivas'a çıkınca bir sevindim ki sorma. 10 gün dağıtım izni, sivas'a giderken memleket tam ortada. zaman kaybetmeksizin 10 gün ayşemleyim. olmadı. hiç göstermediler. 10 dakika görsem, bak doğuya gitmiyorum diyerek garantiye alacağım işimi. babası kahveyi kapattı başında bekledi. kendi karısına güvenmiyor adam. oysa ne bilirim, cılız ömer'in babasıyla hulusi dayı söz kesmişler. süleyman dağıtıma gelir şimdilik bir şey duyurmayalım demişler. ömer de arkadaşımdır benim, ayşe'ye yanık olduğumu da en çok o bilir. sıkıştırmışlar kızı, sana dokundu mu diye? bizim az akıllı, "yok dokunmadı" demiş. ömer, hulusi dayıya, dağıtımda da dokunmazsa alırım demiş. başında beklemesi o yüzden.
yola çıktım diye yalan söyledim, ankara otogar'dan geri döndüm gece gizlice. ayşe'nin penceresine kadar gittim. çıkardım evden. uzaklaştırdım. ayşe olmaz diyor ama garantiye alacağım çaresi yok. vurdum tokatı, işimi garantiye aldım. kız 18 olmamış, askersin, bir şikayet etse, hapishane beğen. ama ömer salaktır biraz. ayşe, anne babasına söylüyor ama hulusi dayı, koymuş kafaya, illa bana vermeyecek kızı. kızın adetine denk getiriyorlar düğünü. ömer de kızlık kanı sanıyor. bana askerde bir şey diyen yok, ha bire mektup yazıyorum arkadaşlarıma. ayşe'ye verin diye. ama hiç cevap gelmiyor. askeriye cezalı bizim izinler yasak. izin süresince erken teskere veriyorlar. 19 ayı doldurdum, teskereyi aldım
döndüm köye, "ayşe evlendi ömer'le" dediler. çocuğu bile olmuş. vardım hulusi dayı'nın kahvesine. dedim ki ben bu kızı bozdum da gittim. hulusi dayı yalancıdır, cılız ömer godoştur. inanmayan gider ayşe'ye sorar. saldırdılar bana. kahveyi darmadağın ettim, kim yaklaştıysa bastım tokatı, ne ağa dinledim ne muhtar dinledim. alamadım hızımı, vardım ömer'in evine, tavuk kesiyormuş, bıçakla saldırdı bana. aldım bıçağı elinden, ayşe'nin önünde yarım saat dinlenip dinlenip dövdüm.
"hala ben kız oğlan kız aldım" diyor salak. düşman oldular bize, beni artık düğünlerden de kovuyorlar, kimse yanında çalıştırmıyor. abimden allah razı olsun, bir gün parasız koymadı beni. sonra işte o bela geldi başımıza..."
-burada içlendi süleyman abi, gözleri doldu. abisini bu kadar çok seven birini daha görmedim. yutkundu yutkundu anlatamadı. ben ona bir su söyledim, "biraz dinlen abi, ama anlatmayı bırakma gözünü seveyim" dedim.
"bir defa anlatacağız dedik guzum, anlatıcam bir nefesleneyim dedi. biraz ayrandan biraz sudan içti. tekrar anlatmaya başladı;