confessions

hsv

1. nesil Yazar - Seviyor ve seviliyor

  1. toplam entry 91
  2. takipçi 2
  3. puan 3559

top benim oynatmıyorum

hsv
Allah affetsin bunu yaptım ben. Top da eski hakiki deri toptu, tam bir meşin yuvarlak. Herif de zaten oynamayı bilmiyor, faullü oynuyor, bir de her vurduğu komşunun bahçeye kaçıyor. Gösterdim kırmızı kartımı attım oyundan. Evet sert plastik orijinal bir red card'ım da var idi.
Bence affetmez, sizce?

adalet yürüyüşü

hsv
bahçeli de yorumlamış. gözden kaçtı ise toparlayıverelim burada:

"Türkiye, bitmek bilmeyen saldırıların, derin komploların, ayak oyunlarının, dahası maskeli operasyonların çok açık hedef ülkesidir.

İşte Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin teklif ve çağrısı ortadadır. Türkiye'ye Katar gibi yaptırım uygulansın diyen bu darbeciyi kınıyorum.

Gün geçmiyor ki, milletimizi kaygıya sevk eden, karamsarlığa iten olaylar vasat bulmasın! Kriz tetikçileri faal, kaos heveslileri faaliyette.

CHP İstanbul Milletvekili Kadri Enis Berberoğlu'nun, MİT Tırları Davası kapsamında 20 Ağustos 2016'da hakkında dava açılmıştı.

Görülen ve yürüyen duruşma safahatlarının ardından, İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi hükmünü vermiş, kararını açıklamıştır.

Buna Göre Kadri Enis Berberoğlu 25 yıla mahkûm edilmiştir. Bu kararın hitamında CHP aceleyle ayağa kalkmış, önyargıyla kıyameti koparmıştır.

Halbuki İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi'nin açıkladığı hüküm kesin olmayıp, hukuki yollar kapanmış ve tükenmiş değildir.

İstinaf mahkemelerinden Yargıtay'a kadar hukuki müracaatlar mümkün ve meşru yoldur.

Mezkur hukuki sürecin aşamaları tamamlanana kadar herkesin sabırlı,saygılı ve soğukkanlı hareketi mecburi olduğu kadar en doğru olan yoldur.

Hak arayışında, hukuk mücadelesinde elbette duygusal tepki ve şuursuz eylemlerden kaçınmak, her ne olursa olsun yüz çevirmek şarttır.

CHP'nin, demokratik ve hukuk çemberinden taşmaması gerekirken, mal bulmuş mağribi gibi sokağa fırlayarak yürüyüşe geçmesi masumane değildir.

CHP Genel Başkanı, bugün Ankara Güvenpark'tan başlayıp İstanbul Maltepe'ye kadar sürecek bir adalet yürüyüşü başlatmıştır.

Atalarımız boşuna söylememiş: Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş!

Adalet yolda bulacağımız kayıp eşya, yürürken ayağımıza takılacak bir gömü değildir. Bunu bilmemek ise cehalettir.

CHP, adalet diyerek anarşiye göz kırpmakta, uluslararası topluma dikta duyurusunda bulunarak demokrasiye kast etmenin çabasındadır.

Adaletsizlikler batıya ülkemizi ispiyonlamakla çözülemeyecektir.

Adalet Ankara-İstanbul arasındaki uzun yolda değil; bizzat milletimizin müşfik ve muhteşem iradesinde, Türk devletinin ruh kökündedir.

Sandıkta sonuç alamayanların sokağa çıkması, demokrasiden umudunu kesenlerin uygun adımlarla yürüyüşe geçmesi ısmarlama projedir.

15 Temmuz'da doğan milli mukavemeti yıkmak, parlayan millet direncini kırmak ve rövanşını almak için bugünkü yürüyüş kurgulanmıştır.

15 Temmuz'u unutturup 20 Temmuz darbesi uyduran, kontrollü darbe ödevini karanlık odaklardan alanlar kurulmuş ve yola bırakılmışlardır.

Bugün yola çıkmak 15 Temmuz FETÖ ihanetine sünger çekmek, hatta alttan alta destek vermek, şühedaya bir kez daha kıymak demektir.

Herkesin yasalar içinde, demokratik adap ve ahlak çerçevesinde toplanma,haberleşme, ifade, yürüme özgürlüğü vardır ve bunlar savunulmalıdır.

Eskiye nazaran yollar yürümek için oldukça kullanışlıdır. Üstelik yol kenarları dinlenme tesisleriyle doludur. Ama yolda adalet yoktur.

Ankara'dan İstanbul'a adalet için yürümeye kalkan Sayın Kılıçdaroğlu ya kullanılmakta ya da ülkemize kurulan tuzağın aktif katılımcısıdır.

Adalet yürümekle değil, yüksek bir ahlak, yüce bir gönül eşliğinde ancak ve öncelikle vicdanlarda tecelli ve temerküz edecektir.

Sokağa oynamak, adalet bahanesiyle pusuda ve ihtiyatta bekleyen bazı mihraklara el sallamak Türkiye'nin mahvına destek vermek, göz yummaktır.

15 Haziran'da sözde darbe şayiası çıkardılar, bu tezviratın şifreleri çözüldüğünde Ankara'dan İstanbul'a yürümenin kararı çıkacaktır.

Merak ediyorum ki, İstanbul'dan karşı bir yürüyüş başlarsa karşılaşma ve buluşma noktası neresi ve nasıl olacaktır?

Ankara'dan İstanbul'a yaya olarak seyahat edenlere anca gidersiniz demek yerine, yangına ve kargaşaya hizmet ediyorsunuz demek zorunluluktur.

CHP'lilere sesleniyorum; aklınızı başınıza alın, muhtemel ve kestirilemeyen hadiseler patlak verirse, altından ne sizler ne de ülkemiz kalkar!"

bir sözlüğün ilk yazarlarından olmak

hsv
çok sözlüğün ilk yazarlarından, birinin de sahibi bir şahıs olaraktan açıkça ifade etmem gerekirse "bi nane de değildir". sanki sözlüğün a hissesini 1 sentten almışız da on sene sonra 10.000 dolara satmışız gibi olmuyor. çoğu da domain, server masrafı, modların isyanı sonunda kapanıyor ve elde kalan güzel dostlar, dostluklar ve hatıralar...

adalet yürüyüşü

hsv
adalet mülkün ve tüm varlığın temelidir. tek bir şey için yürünecekse o şey adalettir.
ama keşke zamanında fetö kumpaslarıyla hayatları karartılanlar için yürüseydik.
şimdi, tam da enis b. içeriye girince başlanınca olmuyor.
khk'larla yapılan onlarca - yüzlerce adaletsiz uygulama varken soner yalçın'ın da çok güzel tespit ettiği gibi hürriyet'in başına gelişi de, uygulamaları da fetö gölgesinde olan, mit tırları hadisesinde açıkça vatana ihanet çetesine yardım eden bir adam için olmamalıydı bu yürüyüş.

doğal sayılar

hsv
pozitif tam sayılara verilen özel ad. bazısı sıfırı kabul ederken bazısı birden başlatıyormuş bunları. bir matematik konusu. meraklısı, uzmanı tartışsın, işim olmaz.

bu şehir arkandan gelecek

hsv
ay yapım imzalı tv dizisi. atv ekranlarında seyircinin karşısına çıktı. boksör temalı bir proje olarak çok çok başarılı olabilecekken ucuz reyting kaygıları, yapım acemilikleri, yayın günü seçimindeki hata ile birlikte bir sezonu tamamlaması bile mucize idi. bitti.

erbain

hsv
arapça kırk demek.
bu isimde ismet özel imzalı bir şiir kitabı durur kütüphanemin baş köşesinde. imzalı derken onun eseri ve hem de bana imzalı.

amentü

hsv
ismet özel'in özel şiiri. 1970'lerin ilk yarısından.
sanırım iman ettikten sonra yazdığı ilk şiir.

İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sanarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

amentü duası

hsv
imanın şartlarını içeren, duaların en güzellerinden.
yazalım tabii ki:
Âmentü billahi ve melâiketihi,ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-â*hıri
ve bi'l-kaderi, hayrihî ve şerrihi mina'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevt.
Haggun, Eşhedü en lâ ilâhe illAllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühü.
Anlamı: Ben Allâh-ü Te'âlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere ; hayır ve şerrin Allâh-ü Te'âlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şahadet ederim ki, Allâh-ü Te'âlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şahadet ederim ki, Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O'nun kulu ve peygamberidir.

ismet özel

hsv
"budur işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku" dizesi hayatıma rehber olan filozof.
ve evet kesinlikle yaşayan en büyük türk şairidir.
solcu-ateist başlayan edebiyat mecerasının, islamcı-muhafazakar evrimini son yıllarda milliyetçi-türkçü damara taşımış, kibirli hallerini hiç eksiltmemiş bir yazardır.
ben en az on şiirini en iyisi diye sayarım. mataramda tuzlu su posteri odamda asılıdır. ama amentü'nün yeri ayrıdır sanki.

otuz beş yaş

hsv
türkçe yazılmış en iyi şiirlerden otuz beş yaş şiirinin yer aldığı cahit sıtkı tarancı'ya ait şiir kitabı.
ön not: keskin nisanci uyardı. şiirin ismi otuz beş yaş şiiri. bu ise şiirin yer aldığı kitabın ismidir. fakat silmeye kıyamadım.
öncelikle demem gereken şu ki; işbu otuz beş yaş şiiri otuz beş yaşından sonra anlam kazanıyor sanırım.
ortaokul ve lisede "hehe adam 35 yaş yolun yarısı demiş, on sene sonra ölmüş" gibi sığ ve salak yorumlarla üstünkörü okuyup geçtiğimi hatırlıyorum.
zaten son kıtada "Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?" diyerek kadere de teslim etmiş kendini merhum.
işte o şiir:

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

jurnalci

hsv
jurnalist, yani gazeteci, bir nevi haberci gibi anlamıyla tatlişleştirilebilecek bir terim. keşke adaylık da olsa. ben adayım şahsen. moderasyona en derin hürmetlerimi arz ederek tabii ki.

göztepe

hsv
seneye süper ligde tutacağım takım. ege takımı olsun da taştan olsun.
bu arada allah uzun ömür versin gençliğimizde mahalle maçlarında ileride oynarsam ismini aldığım sadullah acele abimizin de ellerinden öpüyorum.
1 /