ismine aldanarak 11 yaşında ki kuzenime bu kitabı almıştım. 1 hafta sonra bize geldi, abi türkiye'nin sosyo-ekonomik hamleleriyle ilgili ne düşünüyorsun diye sordu.
bu soruyu duyduğu an eniştem felç geçirdi, teyzem bizim çocuk dahi oldu diye sevinirken yere düşüp kafasını çarparak öldü. ulan minnacık kitapla bir aileyi parçaladım, bak yine duygulandım... ah enişte ne vardı bu kadar şaşıracak.
cevizlibağ'dan kalkıp pakistan'a kadar gitsek kimsenin haberi olmaz. ulan yer vermemek için uyuma numarası yapayım dedim, 63.durakta cidden uyumuşum. sabah 11'de bindim, şuan kahramanmaraş dolaylarında bir yerdeyim.
Osmanlı Devleti ile Fransızlar arasında ilk siyasi ilişki, Kanuni Sultan Süleyman zamanında başladı. (1525) Bu tarihlerde Fransa kralı I.Fransuva (François), Alman İmparatoru Şarlken (Charles Quint- Karlos) ile yaptığı savaşta yenilmiş ve esir düşmüştü. (24 Şubat 1525) Alman imparatoru, Fransa kralını Madrid Kalesi'ne hapsetmişti. Kralı esir düşen Fransa ve halkı zor günler geçiriyordu. O sıralarda Avrupa'da devletlerin içinde en güçlüsü Alman İmparatoru ve İspanya Kralı olan Şarlken idi. Bu devlete karşı üstünlüğü ve kuvveti olan tek devlet ise, Osmanlı Devleti idi.
Avrupa'da büyük tehlike olarak görülen Şarlken, kızkardeşini Macar kralı II. Layoş'a vermişti. Avusturya kralı Ferdinand, Şarlken'in kardeşiydi. Macar kralının kız kardeşi de Ferdinand'la evliydi. Avrupa'da İspanya, Almanya, Avusturya ve Macaristan birbiriyle akrabalık kurmuşlardı. Bütün bu devletler aynı ailenin egemenliğine girmiş, bunları Şarlken yönetiyordu.
Şarlken, Orta Avrupa'da Osmanlı Devletinin ilerlemeleri ile mücadele ederken, Fransa kralını da savaşta yenmiş esir almıştı. Esir düşen Fransa kralı ve annesi (Louise de Savois) LuizDöSavua kurtuluşu, tek çare olarak Osmanlı Devletine başvurmakta gördü. Fransa kralının annesi, Kanuni Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek, oğlunun esaretten ve Fransa'nın istiladan kurtarılması için yardım istedi. Mektubunda şöyle diyordu:
Fransa Kralı Fransuva'nın Annesi LuizDöSavua'nın Kanuni Sultan Süleyman'a Mektubu
"İspanya Kralı Şarlken, oğlum FransuvayıPavi muharebesinde tutup hapseyledi. Şimdiye kadar oğlumun halasını Şarl'ın insaniyetine bırakmış idim. Halbuki memulümüz olan insaniyeti icra etmedikten başka, oğlumun hakkında hakaret dahi etmektedir. İmdi alemin musaddakı olan azamet ve şanınız ile oğlumu düşmanımızın pençe-i kahrından halas ile ibraz-ı übbehet(büyüklüğünü göstermek) buyurmanızı zat-ı şahanenizden bilhassa niyaz ederim.Hasmından intikam almağa Padişah-ı Din-i İslam asitanesine (başkentine) ilticadan (sığınma) gayri (başka) çare bulamayıp, şüdde-i saadete elçi gönderip, ubudiyetnamesinde (kulluk bildiren yazı) tahrir olunan (yazılan) bu ki, Engerüs (Macar) Kralı Padişah-ı ba-ikbal (saadetli, talihli padişah) tarafından bir güşmal (silahlı müdahale) görmek olursa, biz İspanya Kralı'na karşı mukabil olup intikamımızı alırdık. Rica ve temennimiz oldur ki, ol mağrurun def'ine (ortadan kaldırılmasına) Sultan-ı Cihan'dan (Cihan'ın Sultan'ından) inayet ola. Bad-el-yevm (bundan sonra) biz dahi Sultan-ı Sami-mekan (mekanı yüce sultan) ve sahibkıran-ı zaman (her zaman başarılı) olan Padişah Hazretlerinin kende-i ihsanı (iyilik görmüş kulu,kölesi) olalım."(1)
Fransa kralı Fransuva da, annesinin yardım istek mektubundan sonra, kendisi de kurtuluşunun sağlanması için Kanuni Sultan'a bir mektup yolladı. Mektubunda şunları yazıyordu:
Fransa Kralı Fransuva'nın Kanuni'ye Mektubu
"Dünyanın cihad-ı mamuresinden birçok ülke ve biladın (beldenin)hakim ve padişahı ve bil-cümle (bütün) mazlumların dad-hahı (mazlumlar adına adalet isteyen) olan Sultan-ı Muazzam (büyük sultan) ve Hakan-ı muhakham(hak iddia eden hakan) hazretlerine arz-ı mafil-bal (gönülden arz edilen şey) budur ki, Macaristan Kralı I. Ferdinand'ın üzerine hücum ettiğinizde, biz dahi himmet(emek, çaba) ve inayetiniz (gayretiniz) hapisten halas olup(kurtulup) İspanya kralı Şarlken'in üzerine hücum edip öcümüzü alırız. Siz ki,şehen-şah-ı celilüşşansınız.(şerefi pek büyük padişahlar padişahı) Onun hakkından gelinmeye inayet buyrulduğu halde bundan böyle bende-i nimetşinasınız (iyilikbilir kulunuz, köleniz), olduğuma istibah (şüphelenme) buyurmaya."(2)
6 Aralık 1525 yılında,Fransuva ve annesinin mektuplarını getiren elçi yardım isteğini bildirdi. İstenen yardım, Kanuni'nin, Şarlken'in kardeşi Avusturya Arşidükü Ferdinand'a hücum etmesiydi. Eğer Osmanlı Sultanı, Ferdinand ve onun himayesinde olan Macaristan'a hücum ederse, Şarlken de zor durumda kalacak, Fransa kralını serbest bırakacaktı.
Asırlardan beri Hristiyanlarla İslam devletleri arasında ki savaşta, Hristiyan birliğinin en ön sırasında yer alan Fransızların, şimdi Osmanlı Devletine el uzatarak, savaştığı bir Hristiyan devlete karşı yardım istemesi, Hristiyan birliğinin bozulması demekti.
Kanuni Sultan Süleyman da, Şarlken'in Avrupa'nın tamamına sahip olabileceği ve Osmanlı Devletine karşı ciddi bir tehlike oluşturacağı kanaatine vararak, bu durumu değerlendirmek istedi. Fransa Kralına yardım etmeye karar verdi. Kanuni Sultan Süleyman, (Şubat 1526'da) Fransa Kralından gelen mektuba şu cevabı verdi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Kralı Fransuva'ya Cevabı
"Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla,
Cenab-ı Hakk'ın inayeti;
Peygamberlik güneşinin, peygamberler aleminin yıldızının, azizler alayının dinsel başkanının, Hz. Muhammed'in hayır duaları ile dolu mucizeleri;
Ve dört Halife Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın ve Hz. Ali'nin kutsal ruhlarının koruması altında daima muzaffer Sultan Selim Hanoğlu Şah Sultan Süleyman Han,
Ben ki, Sultanların sultanı, kralların kralı, ülkelerin hükümdarlarına taç giydiren, Tanrının yeryüzündeki gölgesi, Karadeniz'in ve Akdeniz'in, Rumeli'nin ve Anadolu'nun, Dulkadir, Diyarbakır, Azerbaycan, İran, Şam, Halep, Mısır, Mekke, Medine, Kudüs eyaletlerinin, Arabistan ve Yemen'in bütün bölgelerinin İmparatoru ve tek egemeni, şanlı ve yüce atalarımın muzaffer güçleri sayesinde alevlenen kılıcıma emanet ettikleri birçok eyalet ve ülke sahibi; nihayet, Sultan II.Bayezıd'ın oğlu Sultan Selim Han oğlu Şah Sultan Süleyman Han'ım;
Sen ki, Fransa krallığının kralı François'sın!
Kralların sığınağı olan Osmanlı İmparatorluğu'na yolladığınız mektuptan ve güveninize layık olan Frangipani'nin bana sözlü olarak anlatmasını istediğiniz haberlerden öğrendiğime göre düşman ülkenizi yağma ve tahrip ederken, sizi de hapsetmiş. Kurtulmanız için benim bu taraftan size yardım etmemi istiyorsunuz. Söylediğiniz herşey, herkese açık olan tahtımın önünde ortaya kondu. Açıklama için eklenen bütün ayrıntılar anlaşıldı ve benim yüce bilgim hepsini kavradı. Yaşadığımız zamanda İmparatorların yenilmesine ve hapsedilmesine şaşmamak gerekir. Yüreğiniz teselli bulsun!,
Ruhunuz hiçbir zaman umudunu yitirmesin. Bu böyle iken şanlı büyüklerimiz ve ulu atalarımız (Tanrı son saatlerini aydınlatsın) yalnızca düşmanı yenmek ve fetihler yapmak için seferlere çıkmak hatasını göstermemişlerdi. Ben de onların izinde giderek her mevsim güçlü ve erişilmez olan eyaletleri ile kaleleri egemenliğim altına aldım. Ne gündüz, ne gece uyudum ve kılıcımı asla yanımdan ayırmadım. Tanrısal Adalet hayırlı işi kolay yapmamızı sağlasın! Her yerde, her zaman gözetimi ve iradesi hazır olsun!"(3)
Zaten bahane arayan Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan üzerine sefer için hazırlıklara başlanması emrini verdi. Macaristan üzerine sefer düzenlenmesinin belli nedenleri oluşmuştu. Kendinden yardım isteyen kimseye yardım etmek istiyordu. Macaristan, Osmanlı Devleti aleyhine İran'la ittifak içine giriyor, Eflak işlerine karışıyor, Ulahları, Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıyordu. Macaristan'a yapılacak bu seferle, Türklere düşmanca davranan Macarlara haddi bildirilip, darbe indirilecek, bunun zararı da Alman İmparatorluğuna dokunacaktı. Macaristan istila edilince, Osmanlı ordusu Alman sınırına dayanacaktı. Alman İmparatoru ve İspanya kralı Şarlken, zaten Macar kralı ile akrabalığından dolayı Macar toprakları üzerine hak iddia ediyordu.
Kanuni Sultan Süleyman bu seferle, Hıristiyan aleminde bir gedik açarak batıdaki Hıristiyan birliğini bozmayı düşünüyordu. 23 Nisan 1526 tarihinde büyük Veli Hazretleri, baba ve dedelerinin mezarlarını ziyaret edilip, dualar okunarak sefere çıkıldı. 29 Ağustos 1526 yılında, Osmanlı ordusu 300 top ve yüz bin kişilik bir orduyla,Mohaç Ovası'nda Macar ordusu ile karşılaştı. Sultan, orduyu coşturan konuşmasında "İlahi kuvvet ve kudret sendedir. İmdat ve himaye senden. Ümmet-i Muhammed'e yardım et" diye Allah'a duasıyla savaş başladı. Türk savaş modeli olan Turan taktiği ile, düşman ordusu sağ ve soldan çember içine alınıp sarılarak, imha edildi. Mohaç Ovası Macarlara mezar oldu.
O günlerde Kanuni Sultan, Alman imparatoru ve İspanya kralı Şarlken'e bir mektup yazarak, Fransa kralını serbest bırakmasını, aksi takdirde; "Mücahitlerimin atlarının ayak seslerini Berlin sokaklarında duyarsın" tehdidini yaptı.(4)Kanuni'nin mektubunu alan Şarlken, Fransa kralını hemen salıverdi.
Mohaç galibiyetinden sonra akıncılar, Macaristan'ın her tarafına akınlar düzenledi. Osmanlı ordusu Macaristan'ın başkenti Budin'i teslim alarak, çok miktarda ganimetler ve esirlerle Edirne'ye döndü.
kaynakça:
1-2-3-Tarihte Türkler ve Fransızlar- Süleyman Kocabaş- Vatan Yay.-İst.1990-S.25-29 Arası
1-2-Mufassal Osmanlı Tarihi-Heyet-İskit Yay.1958-C.2-S.820
1-3-Osmanlı Tarihi- Alphonse de Lamartine-Heyet-Sabah yay.-İst.1991-C.1-S.427-422
1-3-4-Cihan Hakimiyetine Giden Yol-Mustafa Turan-Cihan Yay.-İst.2007-S.242-243-244
Avrupa'da büyük tehlike olarak görülen Şarlken, kızkardeşini Macar kralı II. Layoş'a vermişti. Avusturya kralı Ferdinand, Şarlken'in kardeşiydi. Macar kralının kız kardeşi de Ferdinand'la evliydi. Avrupa'da İspanya, Almanya, Avusturya ve Macaristan birbiriyle akrabalık kurmuşlardı. Bütün bu devletler aynı ailenin egemenliğine girmiş, bunları Şarlken yönetiyordu.
Şarlken, Orta Avrupa'da Osmanlı Devletinin ilerlemeleri ile mücadele ederken, Fransa kralını da savaşta yenmiş esir almıştı. Esir düşen Fransa kralı ve annesi (Louise de Savois) LuizDöSavua kurtuluşu, tek çare olarak Osmanlı Devletine başvurmakta gördü. Fransa kralının annesi, Kanuni Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek, oğlunun esaretten ve Fransa'nın istiladan kurtarılması için yardım istedi. Mektubunda şöyle diyordu:
Fransa Kralı Fransuva'nın Annesi LuizDöSavua'nın Kanuni Sultan Süleyman'a Mektubu
"İspanya Kralı Şarlken, oğlum FransuvayıPavi muharebesinde tutup hapseyledi. Şimdiye kadar oğlumun halasını Şarl'ın insaniyetine bırakmış idim. Halbuki memulümüz olan insaniyeti icra etmedikten başka, oğlumun hakkında hakaret dahi etmektedir. İmdi alemin musaddakı olan azamet ve şanınız ile oğlumu düşmanımızın pençe-i kahrından halas ile ibraz-ı übbehet(büyüklüğünü göstermek) buyurmanızı zat-ı şahanenizden bilhassa niyaz ederim.Hasmından intikam almağa Padişah-ı Din-i İslam asitanesine (başkentine) ilticadan (sığınma) gayri (başka) çare bulamayıp, şüdde-i saadete elçi gönderip, ubudiyetnamesinde (kulluk bildiren yazı) tahrir olunan (yazılan) bu ki, Engerüs (Macar) Kralı Padişah-ı ba-ikbal (saadetli, talihli padişah) tarafından bir güşmal (silahlı müdahale) görmek olursa, biz İspanya Kralı'na karşı mukabil olup intikamımızı alırdık. Rica ve temennimiz oldur ki, ol mağrurun def'ine (ortadan kaldırılmasına) Sultan-ı Cihan'dan (Cihan'ın Sultan'ından) inayet ola. Bad-el-yevm (bundan sonra) biz dahi Sultan-ı Sami-mekan (mekanı yüce sultan) ve sahibkıran-ı zaman (her zaman başarılı) olan Padişah Hazretlerinin kende-i ihsanı (iyilik görmüş kulu,kölesi) olalım."(1)
Fransa kralı Fransuva da, annesinin yardım istek mektubundan sonra, kendisi de kurtuluşunun sağlanması için Kanuni Sultan'a bir mektup yolladı. Mektubunda şunları yazıyordu:
Fransa Kralı Fransuva'nın Kanuni'ye Mektubu
"Dünyanın cihad-ı mamuresinden birçok ülke ve biladın (beldenin)hakim ve padişahı ve bil-cümle (bütün) mazlumların dad-hahı (mazlumlar adına adalet isteyen) olan Sultan-ı Muazzam (büyük sultan) ve Hakan-ı muhakham(hak iddia eden hakan) hazretlerine arz-ı mafil-bal (gönülden arz edilen şey) budur ki, Macaristan Kralı I. Ferdinand'ın üzerine hücum ettiğinizde, biz dahi himmet(emek, çaba) ve inayetiniz (gayretiniz) hapisten halas olup(kurtulup) İspanya kralı Şarlken'in üzerine hücum edip öcümüzü alırız. Siz ki,şehen-şah-ı celilüşşansınız.(şerefi pek büyük padişahlar padişahı) Onun hakkından gelinmeye inayet buyrulduğu halde bundan böyle bende-i nimetşinasınız (iyilikbilir kulunuz, köleniz), olduğuma istibah (şüphelenme) buyurmaya."(2)
6 Aralık 1525 yılında,Fransuva ve annesinin mektuplarını getiren elçi yardım isteğini bildirdi. İstenen yardım, Kanuni'nin, Şarlken'in kardeşi Avusturya Arşidükü Ferdinand'a hücum etmesiydi. Eğer Osmanlı Sultanı, Ferdinand ve onun himayesinde olan Macaristan'a hücum ederse, Şarlken de zor durumda kalacak, Fransa kralını serbest bırakacaktı.
Asırlardan beri Hristiyanlarla İslam devletleri arasında ki savaşta, Hristiyan birliğinin en ön sırasında yer alan Fransızların, şimdi Osmanlı Devletine el uzatarak, savaştığı bir Hristiyan devlete karşı yardım istemesi, Hristiyan birliğinin bozulması demekti.
Kanuni Sultan Süleyman da, Şarlken'in Avrupa'nın tamamına sahip olabileceği ve Osmanlı Devletine karşı ciddi bir tehlike oluşturacağı kanaatine vararak, bu durumu değerlendirmek istedi. Fransa Kralına yardım etmeye karar verdi. Kanuni Sultan Süleyman, (Şubat 1526'da) Fransa Kralından gelen mektuba şu cevabı verdi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Kralı Fransuva'ya Cevabı
"Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla,
Cenab-ı Hakk'ın inayeti;
Peygamberlik güneşinin, peygamberler aleminin yıldızının, azizler alayının dinsel başkanının, Hz. Muhammed'in hayır duaları ile dolu mucizeleri;
Ve dört Halife Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın ve Hz. Ali'nin kutsal ruhlarının koruması altında daima muzaffer Sultan Selim Hanoğlu Şah Sultan Süleyman Han,
Ben ki, Sultanların sultanı, kralların kralı, ülkelerin hükümdarlarına taç giydiren, Tanrının yeryüzündeki gölgesi, Karadeniz'in ve Akdeniz'in, Rumeli'nin ve Anadolu'nun, Dulkadir, Diyarbakır, Azerbaycan, İran, Şam, Halep, Mısır, Mekke, Medine, Kudüs eyaletlerinin, Arabistan ve Yemen'in bütün bölgelerinin İmparatoru ve tek egemeni, şanlı ve yüce atalarımın muzaffer güçleri sayesinde alevlenen kılıcıma emanet ettikleri birçok eyalet ve ülke sahibi; nihayet, Sultan II.Bayezıd'ın oğlu Sultan Selim Han oğlu Şah Sultan Süleyman Han'ım;
Sen ki, Fransa krallığının kralı François'sın!
Kralların sığınağı olan Osmanlı İmparatorluğu'na yolladığınız mektuptan ve güveninize layık olan Frangipani'nin bana sözlü olarak anlatmasını istediğiniz haberlerden öğrendiğime göre düşman ülkenizi yağma ve tahrip ederken, sizi de hapsetmiş. Kurtulmanız için benim bu taraftan size yardım etmemi istiyorsunuz. Söylediğiniz herşey, herkese açık olan tahtımın önünde ortaya kondu. Açıklama için eklenen bütün ayrıntılar anlaşıldı ve benim yüce bilgim hepsini kavradı. Yaşadığımız zamanda İmparatorların yenilmesine ve hapsedilmesine şaşmamak gerekir. Yüreğiniz teselli bulsun!,
Ruhunuz hiçbir zaman umudunu yitirmesin. Bu böyle iken şanlı büyüklerimiz ve ulu atalarımız (Tanrı son saatlerini aydınlatsın) yalnızca düşmanı yenmek ve fetihler yapmak için seferlere çıkmak hatasını göstermemişlerdi. Ben de onların izinde giderek her mevsim güçlü ve erişilmez olan eyaletleri ile kaleleri egemenliğim altına aldım. Ne gündüz, ne gece uyudum ve kılıcımı asla yanımdan ayırmadım. Tanrısal Adalet hayırlı işi kolay yapmamızı sağlasın! Her yerde, her zaman gözetimi ve iradesi hazır olsun!"(3)
Zaten bahane arayan Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan üzerine sefer için hazırlıklara başlanması emrini verdi. Macaristan üzerine sefer düzenlenmesinin belli nedenleri oluşmuştu. Kendinden yardım isteyen kimseye yardım etmek istiyordu. Macaristan, Osmanlı Devleti aleyhine İran'la ittifak içine giriyor, Eflak işlerine karışıyor, Ulahları, Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıyordu. Macaristan'a yapılacak bu seferle, Türklere düşmanca davranan Macarlara haddi bildirilip, darbe indirilecek, bunun zararı da Alman İmparatorluğuna dokunacaktı. Macaristan istila edilince, Osmanlı ordusu Alman sınırına dayanacaktı. Alman İmparatoru ve İspanya kralı Şarlken, zaten Macar kralı ile akrabalığından dolayı Macar toprakları üzerine hak iddia ediyordu.
Kanuni Sultan Süleyman bu seferle, Hıristiyan aleminde bir gedik açarak batıdaki Hıristiyan birliğini bozmayı düşünüyordu. 23 Nisan 1526 tarihinde büyük Veli Hazretleri, baba ve dedelerinin mezarlarını ziyaret edilip, dualar okunarak sefere çıkıldı. 29 Ağustos 1526 yılında, Osmanlı ordusu 300 top ve yüz bin kişilik bir orduyla,Mohaç Ovası'nda Macar ordusu ile karşılaştı. Sultan, orduyu coşturan konuşmasında "İlahi kuvvet ve kudret sendedir. İmdat ve himaye senden. Ümmet-i Muhammed'e yardım et" diye Allah'a duasıyla savaş başladı. Türk savaş modeli olan Turan taktiği ile, düşman ordusu sağ ve soldan çember içine alınıp sarılarak, imha edildi. Mohaç Ovası Macarlara mezar oldu.
O günlerde Kanuni Sultan, Alman imparatoru ve İspanya kralı Şarlken'e bir mektup yazarak, Fransa kralını serbest bırakmasını, aksi takdirde; "Mücahitlerimin atlarının ayak seslerini Berlin sokaklarında duyarsın" tehdidini yaptı.(4)Kanuni'nin mektubunu alan Şarlken, Fransa kralını hemen salıverdi.
Mohaç galibiyetinden sonra akıncılar, Macaristan'ın her tarafına akınlar düzenledi. Osmanlı ordusu Macaristan'ın başkenti Budin'i teslim alarak, çok miktarda ganimetler ve esirlerle Edirne'ye döndü.
kaynakça:
1-2-3-Tarihte Türkler ve Fransızlar- Süleyman Kocabaş- Vatan Yay.-İst.1990-S.25-29 Arası
1-2-Mufassal Osmanlı Tarihi-Heyet-İskit Yay.1958-C.2-S.820
1-3-Osmanlı Tarihi- Alphonse de Lamartine-Heyet-Sabah yay.-İst.1991-C.1-S.427-422
1-3-4-Cihan Hakimiyetine Giden Yol-Mustafa Turan-Cihan Yay.-İst.2007-S.242-243-244
Solo Türk, Türk Hava Kuvvetleri gösteri takımının F-16 C Blok-40 jet savaş uçağını kullanarak yaptığı tek kişilik hava akrobasisi. Ana hava akrobasisi gösteri takımı Türk Yıldızları gibi Türk pilotlarının manevra kabiliyeti ve eğitim seviyesini sunar.
zenginsozluk.com/foto
not: solo türk gösteri ekibine katılmak, atomu parçalamakla eşdeğer.
zenginsozluk.com/foto
not: solo türk gösteri ekibine katılmak, atomu parçalamakla eşdeğer.
ulu önder gazi mustafa kemal atatürk'ten sonra yönetime ismet inönü geçmiştir. yani gazi öldükten sonra ülkeyi yönetenlerin farklı bi hesapları yoktur. ismet paşa'nın tek hesabı, türkiye cumhuriyeti'ni batılı devletler gibi çagdaş bir statüye getirmektir. lakin başa geldiği dönemde 2.dünya savaşının ortaya çıkmasıyla uygulamaya çalıştığı bazı politikalardan vazgeçmiştir. hitler'in 60 km kadar sınırımıza yaklaştığı bir dönemde, barışcıl politikalar izleyerek savaşa girmemiş ve bir ulusun kaderini değiştirmiştir. eğer pkk'nın sebebini arıyorsak daha da yakın bir tarihe bakmamız gerekir!
kevin durant cleveland'ın içinden geçiyor. durdurmaları gerek bu adamı. yoksa kaybedicez ilk maçı!
edit: ilk yarı sonucu golden state 60 - 52 cleveland
edit: ilk yarı sonucu golden state 60 - 52 cleveland
söğütlüceşme durağından metrobüse binip, son durak beylikdüzüne gelince inip, kart aktarması yapmaya çalışan teyzeler gibiyim...
not: metrobüs kullanan fakirler bi kendini belli edebilir mi? hhahahha
bilgi en büyük zengilik değil kardeşim, gidin para kazanın yıl olmuş 2017 hâlâ metrobüs kullanıyorsunuz. pes artık.
not: metrobüs kullanan fakirler bi kendini belli edebilir mi? hhahahha
bilgi en büyük zengilik değil kardeşim, gidin para kazanın yıl olmuş 2017 hâlâ metrobüs kullanıyorsunuz. pes artık.
yüce türk silahlı kuvvetlerine karşı yapılmış tarihin gördüğü en büyük kumpas!
ordumuzun hiç kurşun sıkmadan kozmik odalarına girildi, ordumuzun genelkurmay başkanına terörist dendi.
ordumuzun yurtsever, atatürkçü subayları ordumuzdan uzaklaştırıldı. bazıları bu atılan iftiralara karşı intihar etti! kim verecek bu insanları hesabını?
allah affetsin demekle siyaset mi yapılır?
ordumuzun hiç kurşun sıkmadan kozmik odalarına girildi, ordumuzun genelkurmay başkanına terörist dendi.
ordumuzun yurtsever, atatürkçü subayları ordumuzdan uzaklaştırıldı. bazıları bu atılan iftiralara karşı intihar etti! kim verecek bu insanları hesabını?
allah affetsin demekle siyaset mi yapılır?
Sene 2014.
Aylardan temmuz.
Sıcak erkenden bastırmıştı, bunaltıcı bir Ankara sabahıydı.
Cinnah Caddesi'ndeki avukatlık bürosunun kapısı çalındı.
Gelen… Boylu poslu, etrafına ışık saçan bir kızdı.
Bir kot, bir tişört, elinde mütevazı bir çanta vardı.
Buyur ettiler, oturdu.
Son derece mahcuptu.
Zihninden geçen kelimeleri tartıyor, nasıl anlatacağını, lafa neresinden başlayacağını bilemiyordu.
Gözleri doldu.
“Onurumu kurtarmak istiyorum” diyebildi.
*
Yüreği yaralı bir kız…
Yüreği mangal bir kadına gelmişti.
*
Çünkü, onuru için kapısını çaldığı avukat… Erkek geçinenlerin masanın altına saklandığı dönemde, tek başına cübbesini giyip, dünya hukuk tarihinde ilk kez, Anayasa Mahkemesi'nin önünde adalet nöbeti başlatan, asrın iftirası Balyoz'un çökmesini sağlayan, anıt kadın, Şule Nazlıoğlu Erol'du.
*
Ve, tecrübeli meslek hayatı boyunca görmediğim vaka, görmediğim kumpas kalmadı diye düşünen Şule Nazlıoğlu Erol bile hayret etmişti… Çünkü, onurunu kurtarmak için kapısını çalan genç kız, binbaşıydı!
*
Songül.
Beş çocuklu bir ailenin en küçüğü, son gülüydü.
Henüz sekiz yaşındayken babasını kaybetmişti.
Dişinden tırnağından arttıran dar gelirli anacığının fedakarlıklarıyla, zorluklarla okumuş, Kara Harp Okulu'nu bitirmiş, jandarma teşkilatımızın tarihteki ilk kadın ilçe jandarma komutanı olmuştu. Türkiye'nin iftihar vesilesi, pırıl pırıl, Atatürkçü, yurtsever bir subaydı.
*
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni mermi bile sıkmadan imha eden Balyoz kumpası, onu da hedef almıştı.
İsimsiz bir ihbar mektubu ve sahte ses kayıtları vardı.
Bekardı, özel hayatına dair iftira atılıyordu.
Disiplin soruşturması açıldı.
“Bu ses bana ait değil, ses örneklerimi alın, kriminal inceleme yapın” diye çırpındı, nafile.
İftirayı atan, kararı da çoktan vermişti.
Soruşturma, güya soruşturmaydı, kriminal inceleme filan yapılmadı, TSK'dan atıldı!
*
İşte bu nedenle, kahramanı olarak gördüğü kadın avukatın kapısını çalmıştı.
*
(Şule Nazlıoğlu Erol, bürosundaki avukatlardan Mustafa Yuvanç'la birlikte hukuk mücadelesine başladı. Buraya bir parantez açalım… Mustafa Yuvanç, aslında kurmay albaydı. Balyoz kumpasıyla hapse atılmış, Hasdal'da Mamak'ta üç sene yatmış, yargılanırken Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi'ni bitirmişti. Balyoz mağduru 20 subay gibi, onun avukatı da Şule Nazlıoğlu Erol'du. Tahliye olunca… Şule Nazlıoğlu Erol telefon etti, “gel yanıma beraber çalışalım” dedi. Kurmay albay Mustafa Yuvanç, bu şekilde avukat oldu. Kaderin rövanşı adeta, ilk ele aldığı dosya, Balyoz mağduru Songül binbaşının dosyasıydı.)
*
İlk iş… İçişleri bakanlığı teftiş kurulu devreye sokuldu. Ses kayıtlarının ve ihbar mektubunun sahteliği kanıtlandı. “Göreve iade” raporu çıktı. Bu kapı gibi rapora rağmen, jandarma genel komutanlığı ne yaptı biliyor musunuz? Raporu sakladı! Fetocuların maskeli elleri çalışıyor, hukuk engelleniyordu. Bu rapor bizzat jandarma genel komutanlığı tarafından saklandığı için, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde açılmış olan dava kilitleniyor, duruşmalar habire erteleniyordu. Bunun üzerine, Başbakanlık Bilgi Edinme Yüksek Kurulu'na itiraz edildi. İtiraz haklı bulundu. Jandarma genel komutanlığı altı ay sonra raporu vermek zorunda kaldı. Rapor, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne sunuldu, her şey gayet netti, iğrenç iftiraydı, iki'ye karşı üç oyla göreve iadesine karar verildi.
*
(Buraya bir parantez daha açalım… Songül binbaşının göreve iadesine iki üye “olmaz” demişti. Ret oyu veren bu iki üye, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, fetoculuktan yargılanıyor!)
*
Göreve iade kararı nihayet çıkmıştı ama, çile bitmemişti. Ekim 2015'te karar çıkmasına rağmen, tebligat anca iki ay sonra yapıldı, anca dört ay sonra görevine iade edildi. Bir gün bile fazladan manevi işkence yapmak, kar sayılıyordu. Usansın, bıksın, istifa etsin, ordudan ayrılsın isteniyordu.
*
Eziyet üç sene sürdü.
Pes etmedi, ruhen teslim olmadı.
*
TSK'dan ihraç edildiği dönemde, maaşı kesildi, hiçbir geliri olmadan yaşadı. Subaylıktan atıldığını ailesi, anacığı bilmiyordu. Söyleyememişti. Fetocu hainler öylesine alçakça saldırmıştı ki… Ankara'da aldığı küçücük evinin kredi borçlarını ödeyemediği için, icralık oldu, kapısına haciz dayandı. Üç beş kuruş birikimiyle, kelimenin tam manasıyla ekmek-peynirle direnmeye çalışıyordu. Arkadaşlarının geçici bir iş bulalım önerilerini tersliyor, üniformamı elimden aldılar ama ben Türk subayıyım, bu iftiradan temize çıkmadan başka işte çalışmam, hayatıma bu şekilde devam edemem diyordu.
*
(Unutanlar ve unutmak isteyenler için hatırlatalım… Sahte cephanelik kazıları TRT'den naklen yayınlanırken, şeref madalyalı subaylarımız kahrından kafasına sıkarken, yetmez ama evet denirken, kurban olduğum Allahım verdikçe veriyor diye kahkaha atılırken, Türkçe olimpiyatında Afrikalı çocuklara gesi bağlarında dolanıyorum söyletilirken, sayın hükümetimiz “muhterem hocaefendi” diye övgüler düzerken, Türkiye bağırsaklarını temizliyor diye alkışlanırken, haysiyetsiz basınımızın manşetlerinde sevinçten havayi fişekler fırlatılırken, yaşanıyordu tüm bunlar.)
*
Neticede, temize çıktı, her zamanki gibi pırıl pırıl, görevine iade edildi.
Bir ay sonra, yarbay rütbesini taktı.
Şırnak'a tayini çıktı.
*
Anne-kız, abla-kardeş olmuşlardı.
Varlığıyla onur duyduğumuz Şule Nazlıoğlu Erol, aldı karşısına Songül'ü, “bak kızım” dedi, “hukuki süreçte açıkça gördük ki, bu hainler hâlâ görevde, sinsi sinsi ellerinden gelen her türlü çirkinliği yapmaya devam ediyorlar, vazgeçmeyeceklerdir, kendini temize çıkardın, bırak, bu tayin bile sana gözdağı” dedi.
*
Ama, görevine aşıktı. Bırakmayı aklının ucundan bile geçirmiyordu. Harp okulundan mezun olduğu günkü kadar heyecanlıydı, “teğmen ruhu ile her yere giderim” dedi. Sarıldılar, vedalaştılar.
*
Helikopter.
13 şehit.
*
Yazık oldu Songül'e, hepsine.
Yazıklar olsun bu ülkeye.
Aylardan temmuz.
Sıcak erkenden bastırmıştı, bunaltıcı bir Ankara sabahıydı.
Cinnah Caddesi'ndeki avukatlık bürosunun kapısı çalındı.
Gelen… Boylu poslu, etrafına ışık saçan bir kızdı.
Bir kot, bir tişört, elinde mütevazı bir çanta vardı.
Buyur ettiler, oturdu.
Son derece mahcuptu.
Zihninden geçen kelimeleri tartıyor, nasıl anlatacağını, lafa neresinden başlayacağını bilemiyordu.
Gözleri doldu.
“Onurumu kurtarmak istiyorum” diyebildi.
*
Yüreği yaralı bir kız…
Yüreği mangal bir kadına gelmişti.
*
Çünkü, onuru için kapısını çaldığı avukat… Erkek geçinenlerin masanın altına saklandığı dönemde, tek başına cübbesini giyip, dünya hukuk tarihinde ilk kez, Anayasa Mahkemesi'nin önünde adalet nöbeti başlatan, asrın iftirası Balyoz'un çökmesini sağlayan, anıt kadın, Şule Nazlıoğlu Erol'du.
*
Ve, tecrübeli meslek hayatı boyunca görmediğim vaka, görmediğim kumpas kalmadı diye düşünen Şule Nazlıoğlu Erol bile hayret etmişti… Çünkü, onurunu kurtarmak için kapısını çalan genç kız, binbaşıydı!
*
Songül.
Beş çocuklu bir ailenin en küçüğü, son gülüydü.
Henüz sekiz yaşındayken babasını kaybetmişti.
Dişinden tırnağından arttıran dar gelirli anacığının fedakarlıklarıyla, zorluklarla okumuş, Kara Harp Okulu'nu bitirmiş, jandarma teşkilatımızın tarihteki ilk kadın ilçe jandarma komutanı olmuştu. Türkiye'nin iftihar vesilesi, pırıl pırıl, Atatürkçü, yurtsever bir subaydı.
*
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni mermi bile sıkmadan imha eden Balyoz kumpası, onu da hedef almıştı.
İsimsiz bir ihbar mektubu ve sahte ses kayıtları vardı.
Bekardı, özel hayatına dair iftira atılıyordu.
Disiplin soruşturması açıldı.
“Bu ses bana ait değil, ses örneklerimi alın, kriminal inceleme yapın” diye çırpındı, nafile.
İftirayı atan, kararı da çoktan vermişti.
Soruşturma, güya soruşturmaydı, kriminal inceleme filan yapılmadı, TSK'dan atıldı!
*
İşte bu nedenle, kahramanı olarak gördüğü kadın avukatın kapısını çalmıştı.
*
(Şule Nazlıoğlu Erol, bürosundaki avukatlardan Mustafa Yuvanç'la birlikte hukuk mücadelesine başladı. Buraya bir parantez açalım… Mustafa Yuvanç, aslında kurmay albaydı. Balyoz kumpasıyla hapse atılmış, Hasdal'da Mamak'ta üç sene yatmış, yargılanırken Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi'ni bitirmişti. Balyoz mağduru 20 subay gibi, onun avukatı da Şule Nazlıoğlu Erol'du. Tahliye olunca… Şule Nazlıoğlu Erol telefon etti, “gel yanıma beraber çalışalım” dedi. Kurmay albay Mustafa Yuvanç, bu şekilde avukat oldu. Kaderin rövanşı adeta, ilk ele aldığı dosya, Balyoz mağduru Songül binbaşının dosyasıydı.)
*
İlk iş… İçişleri bakanlığı teftiş kurulu devreye sokuldu. Ses kayıtlarının ve ihbar mektubunun sahteliği kanıtlandı. “Göreve iade” raporu çıktı. Bu kapı gibi rapora rağmen, jandarma genel komutanlığı ne yaptı biliyor musunuz? Raporu sakladı! Fetocuların maskeli elleri çalışıyor, hukuk engelleniyordu. Bu rapor bizzat jandarma genel komutanlığı tarafından saklandığı için, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde açılmış olan dava kilitleniyor, duruşmalar habire erteleniyordu. Bunun üzerine, Başbakanlık Bilgi Edinme Yüksek Kurulu'na itiraz edildi. İtiraz haklı bulundu. Jandarma genel komutanlığı altı ay sonra raporu vermek zorunda kaldı. Rapor, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne sunuldu, her şey gayet netti, iğrenç iftiraydı, iki'ye karşı üç oyla göreve iadesine karar verildi.
*
(Buraya bir parantez daha açalım… Songül binbaşının göreve iadesine iki üye “olmaz” demişti. Ret oyu veren bu iki üye, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, fetoculuktan yargılanıyor!)
*
Göreve iade kararı nihayet çıkmıştı ama, çile bitmemişti. Ekim 2015'te karar çıkmasına rağmen, tebligat anca iki ay sonra yapıldı, anca dört ay sonra görevine iade edildi. Bir gün bile fazladan manevi işkence yapmak, kar sayılıyordu. Usansın, bıksın, istifa etsin, ordudan ayrılsın isteniyordu.
*
Eziyet üç sene sürdü.
Pes etmedi, ruhen teslim olmadı.
*
TSK'dan ihraç edildiği dönemde, maaşı kesildi, hiçbir geliri olmadan yaşadı. Subaylıktan atıldığını ailesi, anacığı bilmiyordu. Söyleyememişti. Fetocu hainler öylesine alçakça saldırmıştı ki… Ankara'da aldığı küçücük evinin kredi borçlarını ödeyemediği için, icralık oldu, kapısına haciz dayandı. Üç beş kuruş birikimiyle, kelimenin tam manasıyla ekmek-peynirle direnmeye çalışıyordu. Arkadaşlarının geçici bir iş bulalım önerilerini tersliyor, üniformamı elimden aldılar ama ben Türk subayıyım, bu iftiradan temize çıkmadan başka işte çalışmam, hayatıma bu şekilde devam edemem diyordu.
*
(Unutanlar ve unutmak isteyenler için hatırlatalım… Sahte cephanelik kazıları TRT'den naklen yayınlanırken, şeref madalyalı subaylarımız kahrından kafasına sıkarken, yetmez ama evet denirken, kurban olduğum Allahım verdikçe veriyor diye kahkaha atılırken, Türkçe olimpiyatında Afrikalı çocuklara gesi bağlarında dolanıyorum söyletilirken, sayın hükümetimiz “muhterem hocaefendi” diye övgüler düzerken, Türkiye bağırsaklarını temizliyor diye alkışlanırken, haysiyetsiz basınımızın manşetlerinde sevinçten havayi fişekler fırlatılırken, yaşanıyordu tüm bunlar.)
*
Neticede, temize çıktı, her zamanki gibi pırıl pırıl, görevine iade edildi.
Bir ay sonra, yarbay rütbesini taktı.
Şırnak'a tayini çıktı.
*
Anne-kız, abla-kardeş olmuşlardı.
Varlığıyla onur duyduğumuz Şule Nazlıoğlu Erol, aldı karşısına Songül'ü, “bak kızım” dedi, “hukuki süreçte açıkça gördük ki, bu hainler hâlâ görevde, sinsi sinsi ellerinden gelen her türlü çirkinliği yapmaya devam ediyorlar, vazgeçmeyeceklerdir, kendini temize çıkardın, bırak, bu tayin bile sana gözdağı” dedi.
*
Ama, görevine aşıktı. Bırakmayı aklının ucundan bile geçirmiyordu. Harp okulundan mezun olduğu günkü kadar heyecanlıydı, “teğmen ruhu ile her yere giderim” dedi. Sarıldılar, vedalaştılar.
*
Helikopter.
13 şehit.
*
Yazık oldu Songül'e, hepsine.
Yazıklar olsun bu ülkeye.
malesef vefat etmiş. zamanın da az gülmedik şu videoya, allah rahmet eylesin.
olamazzz olamazz olamazz kesinlikle olamaz.
olamazzz olamazz olamazz kesinlikle olamaz.
8 yaşımda falan malum şahıs gibi attan düştüm.
sonra hiç bir işim rast gitmedi bu zamana kadar.
sonra hiç bir işim rast gitmedi bu zamana kadar.
onurlu tarihimiz efsaneyi anlatır!
görüncek adam entryisini sildiler!
ismail abi tck'nın kaçıncı maddesine aykırı hareket etti?
ismail abi tck'nın kaçıncı maddesine aykırı hareket etti?
yılmadan usanmadan çocuklarını arayan anneler.
(bkz:eyyyyyy)
(bkz:sen kimsin yeaaaa)
(bkz:kırmızı çizgimiz var la bizim)
(bkz:bunlar varyaaa bunlarr)
vb.
(bkz:sen kimsin yeaaaa)
(bkz:kırmızı çizgimiz var la bizim)
(bkz:bunlar varyaaa bunlarr)
vb.
ulu önder gazi mustafa kemal atatürk ilke ve inkılapları ışığında ilerlemeyi kendine ilke edinmiş gençlik hareketi!
ergenekon ve balyoz davalarında en sert tepkiyi vermiş gençlik hareketi!
atatürk milliyetciliğine sadık bir gençlik hareketi!
amerikan askerlerinin kafasına çuval geçirmiş ve amerikan conilerinin türkiye'de rahatça dolaşamayacağını göstermiş gençlik hareketi!
1960 yılında 6.filoyu denize döken abilerinin izinden giden gençlik hareketi!
ergenekon ve balyoz davalarında en sert tepkiyi vermiş gençlik hareketi!
atatürk milliyetciliğine sadık bir gençlik hareketi!
amerikan askerlerinin kafasına çuval geçirmiş ve amerikan conilerinin türkiye'de rahatça dolaşamayacağını göstermiş gençlik hareketi!
1960 yılında 6.filoyu denize döken abilerinin izinden giden gençlik hareketi!
t:Genetik mühendisliği, canlıların kalıtsal özelliklerini değiştirerek, onlara yeni işlevler kazandırılmasına yönelik araştırmalar yapan bilim alanıdır. Bu uygulamalarla uğraşan bilim insanlarına "genetik mühendisi" denir.
bizim bir arkadaş var bu bölümde okuyan. çocuk çıldırdı. ciddi manada çıldırdı he şaka falan yapmıyorum, algoritması bozuldu çocuğun. sürekli bi ders çalışma yeni bir şeyler deneme peşinde, siz tam bir şey yiyecekken bi anda yanınızda bitip, şimdi bunun içine iğneyle neler enjekte ettiler neler diyip, insanın sinirlerini altüst ediyor. a*ınakoyayım senin.
not: kendi sansürümü kendim koyarım!
artık büyük devletler savaşa girmez. ypg vb. piyonlarına destek yollayarak savaş çıkarmaya çalışır ve başarılı olamaz!
1933 yılından başlamak üzere, 1935 yılı sonlarına doğru dünyanın siyasal durumu tehlikeli bir yola girmişti. İtalya'nın Akdeniz'deki istekleri ve hangi devlete ait olduğu bilinmeyen denizatlıların Marmara Denizi'nde görülmeye başlanması Türkiye'nin kaygılarının artmasına sebep oluyordu. İtalya ve Almanya'nın tutumları, bu konuda İngilizleri ve Fransızları Türkiye'nin yanında olmaya kadar getirdi. Sonuçta, İtalya dışında Lozan Barış Antlaşması'na imza atan devletler, Boğazlar sorununu tekrar görüşmeye razı oldular. Balkan Antantı daimi konseyi de 4 Mayıs 1936'da Belgrat toplantısında Türkiye'nin kaygılarını haklı bulmuş ve destekleme kararı almıştır.
İsviçre'nin Motrö (Montreux) kentinde yapılan Boğazlar Konferansı, 20 Temmuz 1936'da sözleşmenin imzalanması ile sonuçlandı. Böylelikle Lozan'da Boğazlara konulan bütün sınırlamalar kaldırılmış oldu. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Büyük Önder Atatürk`ün barış yoluyla sağladığı bir zaferdir.
zenginsozluk.com/foto
İsviçre'nin Motrö (Montreux) kentinde yapılan Boğazlar Konferansı, 20 Temmuz 1936'da sözleşmenin imzalanması ile sonuçlandı. Böylelikle Lozan'da Boğazlara konulan bütün sınırlamalar kaldırılmış oldu. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Büyük Önder Atatürk`ün barış yoluyla sağladığı bir zaferdir.
zenginsozluk.com/foto