denizcilikte kullanılan bir terim. Fırtınalı havalarda tek demirde yatılırken demirin taraması ihtimaline karşı olduğu yerde atılan ikinci demirin bosaya vurulmamış ve kaloma verilmemiş durumu
(bkz:bosa)
(bkz:kaloma vermek)
öncelikle işin tarihçesine bakalım. Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır.
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya devam ediliyor.
kaynak: http://tr.wikipedia.org
evet bugün erkeklerin kadınlara hediyeler aldığı bir gün değil. bugün daha iyi çalışma koşulları isteyen, seçme ve seçilme hakkı isteyen, kadın-erkek eşitliğini isteyen ve bu uğurda can vermiş kadınların anısına kutlanan bir gün. bu yüzden ''emekçi'' ibaresi önemli bence. bugün bir erkeğe ihtiyaç duymadan kendi ayaklarının üzerinde duran, üreten, tek taşını kendi alan kadınların günü. tüm kadınlar bağımsız olmadıkça kadın-erkek eşitliği olamaz.bu minvalde değerlendirmedikçe bugün kadınlar için senede bir gün özel indirimin olduğu bir günden öteye gidemez diye düşünüyorum. tüm kadınların dünya emekçi kadınlar günü kutlu olsun.
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya devam ediliyor.
kaynak: http://tr.wikipedia.org
evet bugün erkeklerin kadınlara hediyeler aldığı bir gün değil. bugün daha iyi çalışma koşulları isteyen, seçme ve seçilme hakkı isteyen, kadın-erkek eşitliğini isteyen ve bu uğurda can vermiş kadınların anısına kutlanan bir gün. bu yüzden ''emekçi'' ibaresi önemli bence. bugün bir erkeğe ihtiyaç duymadan kendi ayaklarının üzerinde duran, üreten, tek taşını kendi alan kadınların günü. tüm kadınlar bağımsız olmadıkça kadın-erkek eşitliği olamaz.bu minvalde değerlendirmedikçe bugün kadınlar için senede bir gün özel indirimin olduğu bir günden öteye gidemez diye düşünüyorum. tüm kadınların dünya emekçi kadınlar günü kutlu olsun.
Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
hasret gültekin'in yorumunun çok lezzetli olduğu türkü. buyrun efendim.
batıl inanç,hurafe gibi anlamlara gelen ingilizce kelime.
yapmayın o daha bir çocuk!
havacılıktır heralde. tamam vurmayın n'olur.
duymaktan tiksindiğim söz öbeği. millet başı sıkışınca algı operasyonu yapılıyor diyor. sanki bir anlamı varmış gibi bu kelime grubunun. ilk kim çıkardı bu algı operasyonu lafını gerçekten merak ediyorum.
alex'i oynatmayan bir adamdan bahsediyoruz ne bekliyordunuz ki zaten dedirten teknik direktör.
maçın ilk yarısında fenerbahçe'nin beşiktaş'ı çok iyi durdurmasına ve 1-0 öne geçmesine rağmen, beşiktaş'ın ikinci yarıda tek kale oynayıp, quaresma'nın müthiş golleriyle 3-1 kazandığı süper lig maçı. kendi kanaatimce bu maçta şenol güneş, aykut kocaman'a teknik direktörlük dersi vermiştir.
taraftarı olduğu takımın maçını izledikleri zaman.
geminin disiplin amiridir. ingilizce chief officer veya chief mate olarak bilinir.
bir zamanlar bir kültür-sanat şehri olarak bilinen, şimdi ise şiddet haberleriyle gündeme gelen türkiye'nin güzide şehirlerinden biri. kebabı, şalgamı, şırdanı, bici bicisi meşhur olarak bilinse de bir zamanlar bana sorsanız insanı meşhurdur derdim. belki de nostaljik bir hezeyan içindeyim bilemedim. şehrin landmarkı diyebileceğimiz taşköprü, seyhan nehrinin ortadan ikiye böldüğü şehir merkezini birbirine bağlar. bir roma eseridir ve tarihte hala kullanılan en eski köprü olarak bilinmektedir. Bazı arkeologlara göre, Hitit Kralı I. Arnuwanda, M.Ö. 1550'ye tarihlenen bir kitabede Adania ile savaşını anlatırken Taşköprü'den ''Adania denilen bir şehirle savaştım. Önünden bir nehir akıyordu. Nehrin üzerinde de bir köprü vardı.'' diye bahsetmiştir.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka ikonik simgelerinden biri de büyüksaat'tir. türkiye'nin en uzun saat kulesidir ve 32 metre uzunluğundadır.
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka tanınan önemli yapılarından biri de sabancı merkez camii'dir. seyhan nehri'nin batı kıyısında ihtişamlı bir şekilde yer alan cami ortadoğunun en büyük camisi unvanına da sahiptir.
zenginsozluk.com/foto
türkiye'nin en verimli ovalarından olan çukurova'ya da ev sahipliği yapar. yazları aşırı nemli bir havası vardır ve o kadar sıcak ve basık hissettirir ki gerçekten güneşe ateş etmek içinizden gelebilir. evet o haberlerde, sosyal medyada gördüğünüz haberler gerçek. her büyükşehrin problemi olan çarpık kentleşme ve çok göç olması nedeniyle şehirde getto yerler vardır ve bu yerlerde gezerken dikkatli olmak gerekir.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka ikonik simgelerinden biri de büyüksaat'tir. türkiye'nin en uzun saat kulesidir ve 32 metre uzunluğundadır.
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka tanınan önemli yapılarından biri de sabancı merkez camii'dir. seyhan nehri'nin batı kıyısında ihtişamlı bir şekilde yer alan cami ortadoğunun en büyük camisi unvanına da sahiptir.
zenginsozluk.com/foto
türkiye'nin en verimli ovalarından olan çukurova'ya da ev sahipliği yapar. yazları aşırı nemli bir havası vardır ve o kadar sıcak ve basık hissettirir ki gerçekten güneşe ateş etmek içinizden gelebilir. evet o haberlerde, sosyal medyada gördüğünüz haberler gerçek. her büyükşehrin problemi olan çarpık kentleşme ve çok göç olması nedeniyle şehirde getto yerler vardır ve bu yerlerde gezerken dikkatli olmak gerekir.
hiç tanımadan nefret duyulabilecek kişidir.
ayrıca türk halk müziğinde kendisine sık yer bulan, sevdiceğin hasretiyle yakalanılan hastalık.
7 Eylül 1907 İzmir doğumlu türk besteci, müzik eğitimcisi, etnomüzikologdur. ilk türk operasının bestecisi ve ilk devlet sanatçısı ünvanını alan sanatçıdır. en önemli eseri yunus emre oratoryosu'dur. 6 Ocak 1991 tarihinde pankreas kanseri nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
almak,toplamak,çekmek anlamlarına gelen denizcilik terimi.
MÖ 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan insanlık tarihinin en büyük bilgi ve kültür hazinesi olan kütüphane. 900000 el yazması olduğu söylenir. MS 4.yüzyılda haçlı seferleri sırasında hristiyanlar tarafından yakıldığı düşünülmektedir.
DC evreninde yer alan kurgusal karakter. kendisi cehennemdeki işinden istifa edip los angeles'a yerleşir. burda lux adında bir bar açıp işletmeye başlar. Tanrının oğludur. DC evrenindeki en güçlü ikinci karakterdir.
cezmi ersöz'ün ancak bir benzerim öldürebilir beni adlı kitabından bir pasaj. her okuduğumda garip bir hüzne gark eder beni. şuraya bırakıyorum. keyifli okumalar .
kimi geceler, babası, sadece üzerini örtüp saçlarını, yüzünü, alnını okşamakla yetinmezdi. yatağının bir kenarına ilişir, gizli gizli bir şeyler fısıldardı. sanki ona yattığı yerde nasihat ederdi. pişmanlıklarını, görüp geçirdiklerini anlatırdı. hayatın çok ama çok ağır, taşınması çok zahmetli bir yük olduğunu anlatırdı sanki. oğlu, bu fısıltıları duymak için bütün dikkatini harcardı ama nafile, duyamazdı. babası daha sonra kalkar, yüzünü seyrederdi oğlunun. babasının alkollü nefesini hissederdi. küskün, kaybetmiş bir insanın kokusuydu bu. yaralanmış umudun kokusuydu. ve bazen oğlunun yüzüne ılık ama içini dağlayan damlalar düşerdi. böyle anlarda oğlunun yüreği acıyla küskün, kaybetmiş ve buruk bir coşkuyla açılır, gözlerini daha sıkı yumar, kalbi daha hızlı atardı.
alem buysa isyanlardayız
ece ayhan'ın, orta ikiden ayrılan, sabahları en erken uyandırılan çocuklarıyla birlikte, gülhane'de, ezilenlerin şarkıcısı müslüm gürses'in sahneye çıkmasını bekliyoruz.
kendine sığmayan, doyumsuz, taşkın bir sevgiyle sahneye taşmak istiyor istanbul'un en alttaki gençleri: “müslüm baba! canımız feda sana! müslüm baba, sen çok yaşa.” spiker azarlayan bir ses tonuyla: “adam gibi oturun, bekleyin müslüm gürses'i!” diyor. “bizim çocuklar” ıslıklıyorlar otoriter spikeri. birazdan babaları gelecek ve onları kucaklayacak. biliyorum. müslüm'ün en itilmişler katında çok özel bir saygınlığı var. esirgeyen, koruyan, isyanını bastıramayanları en iyi anlayan duygusal bir tavrı var müslüm'ün. mazlum yüzü, kırık, kirli sesiyle şehrin isyankârına en yakın ses onunkisi şimdilik. beyoğlu'nun arka sokaklarındaki uçurum meyhanelerinin az konuşan, ağır işçileri, müdavimleri, müşteriler gittikten, el ayak çekildikten, yani “biz bize” kaldıktan sonra, seslerini onun gibi kırık ve kirli yaparak “zalim”i söylerler. şarkı bittikten sonra çok ağır bir koku sarar sanki mekânı, dokunaklı bir sessizlik olur. isyankâra, çile çekene saygı duruşudur bu. sonra arka masalardan biri, “isyanlardayım”, “var mı dostum?” der çekinerek. şarkı söyleyeni tanıyan ve “müslüm âşığı” bir başkası ise, gözyaşı sinmiş, ama dayılığı yine de kimseye bırakmayan sesiyle, “var, olmaz mı?” der. tezgâhın arkasındaki ağır delikanlı, bu defa “isyanlardayım”ı yine o kırık, o kirli sesiyle söylemeye başlar. beyoğlu'nun bu uçurum meyhanelerinde, müslüm'ün bir adı da “dede”dir…
muhterem nur'un vefalı sevgilisi müslüm gürses; muhterem nur amansız bir kanser hastalığına yakalanınca, varını yoğunu onun için harcayan, günde üç pavyonda şarkı söyleyen, sevgilisinin iyileşmesi için onu amerikalar'a götüren müslüm gürses, bu davranışlarıyla şimdi artık ezilmişler tarafından daha çok seviliyor. dede'ye de bu yakışır!
ve sahneye şimdi bir başka spiker daha çıkıyor ve müslüm gürses'i, “dünya'nın en büyük megastarı” diye tanıtıyor. “çünkü,” diyor, “öbür megastarları 20-30 bin kişi dinliyor. oysa müslüm'ü dinlemeye bugün 60 bin kişi geldi! en alttaki çocuklar, sahneye dalga dalga akıyorlar. gülhane'de bir sevgi depremi yaşanıyor. kocaman avuçlarıyla yüzünü örten bir amelenin ağladığını görüyorum, tam yanı başımda. ve çıktı işte. bu, müslüm gürses. en son bir dalganın ucunda görüyorum.
doğru dürüst konuşamıyor: “allah allah! yahu, ben ne olmuşum. tamam, tamam; babanızım! şimdi siz bana, baba diyorsunuz ama ben komplekslere giriyorum. canım feda, size. en değerli servetimiz, canımız; işte o bile feda olsun, size! baş tacımızsınız siz!..” çiçeklere, öpücüklere boğuluyor. kendisini öpmeye gelenleri sahneye sokmayan görevlilere, “yahu bırakın gelsinler, onlar bizim canımız!” diyor. işte bu sözler ikinci büyük dalgaya neden oluyor. her sınıftan kovulanlar müslüm'e ulaşıyor. onun yanında yasak yok! hiç bilemezdim, müslüm'ün ikinci şarkısı, “rüzgâr söylüyor şimdi o yerde şarkımızı” oluyor. dalga bir anlık geri çekiliyor.
onlar aşkı, ayrılığı bu denli şiirsel ve naif yaşamıyorlar. onlar aşkları için kan döküyorlar; bileklerini, göğüslerini kesiyorlar. ölümü göze alıyorlar. “zalim” şarkısı geliyor ardından. gözler hafifçe ıslanıyor. sigaralar yakılıyor. şiddetle, pislikle, rezillikle, en bayağı olanlarla her gün, koyun koyuna, yaşayan bu insanlar aşkı ve ayrılığı anlatan bu şarkıda adeta bambaşka bir kimliğe bürünüyorlar. o hoyrat, o kaba avuçlarını açarak yavaş yavaş el sallıyorlar, müslüm'e. kimisi yerdeki bir kâğıdı tutuşturuyor, kimisi çakmağını yakıyor. aşkları, isyanları kadar büyük, onu kanıtlamaya çalışıyorlar. benim dünyamdaki insanlar müslüm'ü ve onu sevenleri bir çamur olarak görürler. nerde okumuştum, bilmiyorum: “çamurun dibi parlaktır,” diyordu. “pis olan yüzeyi geçtikten sonra, dibe inildikçe parlak bir ışık bekler sizi.” haliç'e her gün dalan dalgıç kadir de söylemişti aynı şeyi: “haliç'in sen pisliğine bakma, dibi parlaktır,” demişti bir gün. çamur saydığımız dünyadaki insanların, aşklarına, duygularına inebildik mi, hissedebildik mi bir kez olsun?…
bir ara ses düzeni bozuluyor. müslüm'ün en can yakan parçası, “dokunma” yarım kalıyor. ve on binlerce kişi ülkemizin en dramatik ve en anlaşılması güç sloganını atıyor: “burası türkiye! israil değil!”
bugüne dek bu slogan kadar güvenlik görevlilerini telaşlandıran, onların elini kolunu bağlayan bir başka slogan görmedim! biraz sonra ses düzeni onarılıyor. müslüm bu işe, “teknik bir olay,” diyor. kaldığı yerden devam ediyor. sıra gecenin en görkemli şarkısına geliyor: “isyanlardayım.” ece ayhan'ın orta ikiden ayrılan ve sabahları en erken uyandırılan çocukları, bu şarkının sözlerini ezbere biliyorlar. üstlerini çıkarmışlar, kan ter içinde ve yumruklarını sahneye sallayarak isyanlarını haykırıyorlar. yanımdaki çocuk, arkadaşına, “herkes haplanmış,” diyor, “ayık adam yok!..”
evet. müslum gürses'e tapan çocuklar; çağlayan'ın, kâğıthane'nin, yedikule'nin, güngören'in, zeytinburnu'nun, gültepe'nin, kanarya'nın, topkapı'nın umutsuz, itilmiş, gariban çocukları. kentli sosyologlar, “kara kalabalıklar,” diye tanımlıyor onları. eğitim sistemi ve mülkiyet ilişkileri her geçen gün bataklığın en dibine itiyor onları. yakında müslüm'ün o kırık ve kirli sesi bile, yetmeyecek onların öfkesini kanatıp yumuşatmaya. geçen gün ne diyordu, çetin altan, köşesinde: “kapitalizm beceriksizi, derhal, saf dışı eder!” bunu siz şöyle de tercüme edebilirsiniz: kapitalizm, eğitimsizi, taşralı göçmeni, okumamışı, başarısızı, derhal saf dışı eder ve etmelidir de! “ne yapalım, zalimin kapitalizmi varsa, bizim de şimdilik müslüm babamız var!
âlem buysa, isyanlardayız!…
müslüm'ün isyankâr çocuklarıyla beraber terk ediyorum gülhane'yi. yollarda bile, “müslüm baba!” diye bağırmayı sürdürüyorlar. öfkeleri dinmemiş hâlâ. kendilerini, arabaların, otobüslerin önüne atıyorlar. kaosu ve şiddet gösterisini seviyorlar. yarın hepsi atölyelerinde, zemin katlardaki iş odalarında yapayalnız ve çaresiz kalacaklar, bunu çok iyi biliyorlar. ellerine geçen bu fırsatın tadını çıkarmak istiyorlar. bana gelince, onları ne kadar anlamaya çalışırsam çalışayım, beni şüpheyle süzüyorlar. ben onlardan biri değilim, bunu hemen anlıyorlar. yerlilerin arasında bir ajanım ben, onların gözünde! benim bulunduğum semte, hiçbiri gelmiyor. trenlerine, otobüslerine binip gecekondularına gidiyorlar.
ben, kendi semtimde barıma geliyorum. arkadaşlarım, “nereden böyle?” diye sorduklarında, “müslüm'ün konserinden!” diyorum, “çok güzeldi!” onlar da bu defa bana uzak ve yadırgayıcı bakışlarla bakıyorlar. bir gülhane akşamında kendimi hiçbir yere sığdıramıyorum. kimsenin kimseyi anlamak için çaba harcamadığı bu ülkede, köpekler gibi yalnız olduğumu hissediyorum. benim, bir müslüm babam bile yok!…
kimi geceler, babası, sadece üzerini örtüp saçlarını, yüzünü, alnını okşamakla yetinmezdi. yatağının bir kenarına ilişir, gizli gizli bir şeyler fısıldardı. sanki ona yattığı yerde nasihat ederdi. pişmanlıklarını, görüp geçirdiklerini anlatırdı. hayatın çok ama çok ağır, taşınması çok zahmetli bir yük olduğunu anlatırdı sanki. oğlu, bu fısıltıları duymak için bütün dikkatini harcardı ama nafile, duyamazdı. babası daha sonra kalkar, yüzünü seyrederdi oğlunun. babasının alkollü nefesini hissederdi. küskün, kaybetmiş bir insanın kokusuydu bu. yaralanmış umudun kokusuydu. ve bazen oğlunun yüzüne ılık ama içini dağlayan damlalar düşerdi. böyle anlarda oğlunun yüreği acıyla küskün, kaybetmiş ve buruk bir coşkuyla açılır, gözlerini daha sıkı yumar, kalbi daha hızlı atardı.
alem buysa isyanlardayız
ece ayhan'ın, orta ikiden ayrılan, sabahları en erken uyandırılan çocuklarıyla birlikte, gülhane'de, ezilenlerin şarkıcısı müslüm gürses'in sahneye çıkmasını bekliyoruz.
kendine sığmayan, doyumsuz, taşkın bir sevgiyle sahneye taşmak istiyor istanbul'un en alttaki gençleri: “müslüm baba! canımız feda sana! müslüm baba, sen çok yaşa.” spiker azarlayan bir ses tonuyla: “adam gibi oturun, bekleyin müslüm gürses'i!” diyor. “bizim çocuklar” ıslıklıyorlar otoriter spikeri. birazdan babaları gelecek ve onları kucaklayacak. biliyorum. müslüm'ün en itilmişler katında çok özel bir saygınlığı var. esirgeyen, koruyan, isyanını bastıramayanları en iyi anlayan duygusal bir tavrı var müslüm'ün. mazlum yüzü, kırık, kirli sesiyle şehrin isyankârına en yakın ses onunkisi şimdilik. beyoğlu'nun arka sokaklarındaki uçurum meyhanelerinin az konuşan, ağır işçileri, müdavimleri, müşteriler gittikten, el ayak çekildikten, yani “biz bize” kaldıktan sonra, seslerini onun gibi kırık ve kirli yaparak “zalim”i söylerler. şarkı bittikten sonra çok ağır bir koku sarar sanki mekânı, dokunaklı bir sessizlik olur. isyankâra, çile çekene saygı duruşudur bu. sonra arka masalardan biri, “isyanlardayım”, “var mı dostum?” der çekinerek. şarkı söyleyeni tanıyan ve “müslüm âşığı” bir başkası ise, gözyaşı sinmiş, ama dayılığı yine de kimseye bırakmayan sesiyle, “var, olmaz mı?” der. tezgâhın arkasındaki ağır delikanlı, bu defa “isyanlardayım”ı yine o kırık, o kirli sesiyle söylemeye başlar. beyoğlu'nun bu uçurum meyhanelerinde, müslüm'ün bir adı da “dede”dir…
muhterem nur'un vefalı sevgilisi müslüm gürses; muhterem nur amansız bir kanser hastalığına yakalanınca, varını yoğunu onun için harcayan, günde üç pavyonda şarkı söyleyen, sevgilisinin iyileşmesi için onu amerikalar'a götüren müslüm gürses, bu davranışlarıyla şimdi artık ezilmişler tarafından daha çok seviliyor. dede'ye de bu yakışır!
ve sahneye şimdi bir başka spiker daha çıkıyor ve müslüm gürses'i, “dünya'nın en büyük megastarı” diye tanıtıyor. “çünkü,” diyor, “öbür megastarları 20-30 bin kişi dinliyor. oysa müslüm'ü dinlemeye bugün 60 bin kişi geldi! en alttaki çocuklar, sahneye dalga dalga akıyorlar. gülhane'de bir sevgi depremi yaşanıyor. kocaman avuçlarıyla yüzünü örten bir amelenin ağladığını görüyorum, tam yanı başımda. ve çıktı işte. bu, müslüm gürses. en son bir dalganın ucunda görüyorum.
doğru dürüst konuşamıyor: “allah allah! yahu, ben ne olmuşum. tamam, tamam; babanızım! şimdi siz bana, baba diyorsunuz ama ben komplekslere giriyorum. canım feda, size. en değerli servetimiz, canımız; işte o bile feda olsun, size! baş tacımızsınız siz!..” çiçeklere, öpücüklere boğuluyor. kendisini öpmeye gelenleri sahneye sokmayan görevlilere, “yahu bırakın gelsinler, onlar bizim canımız!” diyor. işte bu sözler ikinci büyük dalgaya neden oluyor. her sınıftan kovulanlar müslüm'e ulaşıyor. onun yanında yasak yok! hiç bilemezdim, müslüm'ün ikinci şarkısı, “rüzgâr söylüyor şimdi o yerde şarkımızı” oluyor. dalga bir anlık geri çekiliyor.
onlar aşkı, ayrılığı bu denli şiirsel ve naif yaşamıyorlar. onlar aşkları için kan döküyorlar; bileklerini, göğüslerini kesiyorlar. ölümü göze alıyorlar. “zalim” şarkısı geliyor ardından. gözler hafifçe ıslanıyor. sigaralar yakılıyor. şiddetle, pislikle, rezillikle, en bayağı olanlarla her gün, koyun koyuna, yaşayan bu insanlar aşkı ve ayrılığı anlatan bu şarkıda adeta bambaşka bir kimliğe bürünüyorlar. o hoyrat, o kaba avuçlarını açarak yavaş yavaş el sallıyorlar, müslüm'e. kimisi yerdeki bir kâğıdı tutuşturuyor, kimisi çakmağını yakıyor. aşkları, isyanları kadar büyük, onu kanıtlamaya çalışıyorlar. benim dünyamdaki insanlar müslüm'ü ve onu sevenleri bir çamur olarak görürler. nerde okumuştum, bilmiyorum: “çamurun dibi parlaktır,” diyordu. “pis olan yüzeyi geçtikten sonra, dibe inildikçe parlak bir ışık bekler sizi.” haliç'e her gün dalan dalgıç kadir de söylemişti aynı şeyi: “haliç'in sen pisliğine bakma, dibi parlaktır,” demişti bir gün. çamur saydığımız dünyadaki insanların, aşklarına, duygularına inebildik mi, hissedebildik mi bir kez olsun?…
bir ara ses düzeni bozuluyor. müslüm'ün en can yakan parçası, “dokunma” yarım kalıyor. ve on binlerce kişi ülkemizin en dramatik ve en anlaşılması güç sloganını atıyor: “burası türkiye! israil değil!”
bugüne dek bu slogan kadar güvenlik görevlilerini telaşlandıran, onların elini kolunu bağlayan bir başka slogan görmedim! biraz sonra ses düzeni onarılıyor. müslüm bu işe, “teknik bir olay,” diyor. kaldığı yerden devam ediyor. sıra gecenin en görkemli şarkısına geliyor: “isyanlardayım.” ece ayhan'ın orta ikiden ayrılan ve sabahları en erken uyandırılan çocukları, bu şarkının sözlerini ezbere biliyorlar. üstlerini çıkarmışlar, kan ter içinde ve yumruklarını sahneye sallayarak isyanlarını haykırıyorlar. yanımdaki çocuk, arkadaşına, “herkes haplanmış,” diyor, “ayık adam yok!..”
evet. müslum gürses'e tapan çocuklar; çağlayan'ın, kâğıthane'nin, yedikule'nin, güngören'in, zeytinburnu'nun, gültepe'nin, kanarya'nın, topkapı'nın umutsuz, itilmiş, gariban çocukları. kentli sosyologlar, “kara kalabalıklar,” diye tanımlıyor onları. eğitim sistemi ve mülkiyet ilişkileri her geçen gün bataklığın en dibine itiyor onları. yakında müslüm'ün o kırık ve kirli sesi bile, yetmeyecek onların öfkesini kanatıp yumuşatmaya. geçen gün ne diyordu, çetin altan, köşesinde: “kapitalizm beceriksizi, derhal, saf dışı eder!” bunu siz şöyle de tercüme edebilirsiniz: kapitalizm, eğitimsizi, taşralı göçmeni, okumamışı, başarısızı, derhal saf dışı eder ve etmelidir de! “ne yapalım, zalimin kapitalizmi varsa, bizim de şimdilik müslüm babamız var!
âlem buysa, isyanlardayız!…
müslüm'ün isyankâr çocuklarıyla beraber terk ediyorum gülhane'yi. yollarda bile, “müslüm baba!” diye bağırmayı sürdürüyorlar. öfkeleri dinmemiş hâlâ. kendilerini, arabaların, otobüslerin önüne atıyorlar. kaosu ve şiddet gösterisini seviyorlar. yarın hepsi atölyelerinde, zemin katlardaki iş odalarında yapayalnız ve çaresiz kalacaklar, bunu çok iyi biliyorlar. ellerine geçen bu fırsatın tadını çıkarmak istiyorlar. bana gelince, onları ne kadar anlamaya çalışırsam çalışayım, beni şüpheyle süzüyorlar. ben onlardan biri değilim, bunu hemen anlıyorlar. yerlilerin arasında bir ajanım ben, onların gözünde! benim bulunduğum semte, hiçbiri gelmiyor. trenlerine, otobüslerine binip gecekondularına gidiyorlar.
ben, kendi semtimde barıma geliyorum. arkadaşlarım, “nereden böyle?” diye sorduklarında, “müslüm'ün konserinden!” diyorum, “çok güzeldi!” onlar da bu defa bana uzak ve yadırgayıcı bakışlarla bakıyorlar. bir gülhane akşamında kendimi hiçbir yere sığdıramıyorum. kimsenin kimseyi anlamak için çaba harcamadığı bu ülkede, köpekler gibi yalnız olduğumu hissediyorum. benim, bir müslüm babam bile yok!…
kısaca pubg olarak bilinen, 100 kişinin bir alana atlayıp bir kişi hayatta kalana kadar birbirini öldürdüğü, steam tarafından şu an 69₺ den satılan online oyun. grafiklerini beğendim. almayı düşünüyorum.
utanılan zevkleri anlatan ingilizce kelime grubu. yapmaktan hoşnut olup söylemeye utandığınız şeylerdir. örneğin hala çizgi film izlemekten keyif alırım. özellikle internette pokemonu izlerim. fakat çevreme söylemekten çekinirim bunu.
erkan oğur ve ismail hakkı demircioğlu'nun birlikte yaptıkları gülün kokusu vardı albümü. tam bir müzik ziyafeti. bu tarzı sevene tabi.
asıl adı tiricia marie mcmillan olan, zaphod beeblebrox ile uzaya kaçınca trillian adını kullanan, otostopçunun galaksi rehberi'ndeki kurgusal karakter.
son söz şudur, işin özü budur ki, kısacası gibi anlamlara gelen; cümlede söylenen sözleri toparlayıp ana fikri vermeden önce kullanabileceğimiz arapça kökenli kelime.