bir çemberin çevresinin çapına oranını ifade eden matematik sabitidir.
gemide yaşanan her şeyin kaydedildiği defterdir. Rüzgar/deniz durumu, gidilen rota, görüş mesafesi, basınç, torna, parakete, sıcaklık gibi bilgiler saatlik olarak kaydedilir.
geminin günlüğüdür.
zenginsozluk.com/foto
geminin günlüğüdür.
zenginsozluk.com/foto
fazla tevazu kibirden gelir sözünü anımsattıran insandır.
bir zamanlar bir kültür-sanat şehri olarak bilinen, şimdi ise şiddet haberleriyle gündeme gelen türkiye'nin güzide şehirlerinden biri. kebabı, şalgamı, şırdanı, bici bicisi meşhur olarak bilinse de bir zamanlar bana sorsanız insanı meşhurdur derdim. belki de nostaljik bir hezeyan içindeyim bilemedim. şehrin landmarkı diyebileceğimiz taşköprü, seyhan nehrinin ortadan ikiye böldüğü şehir merkezini birbirine bağlar. bir roma eseridir ve tarihte hala kullanılan en eski köprü olarak bilinmektedir. Bazı arkeologlara göre, Hitit Kralı I. Arnuwanda, M.Ö. 1550'ye tarihlenen bir kitabede Adania ile savaşını anlatırken Taşköprü'den ''Adania denilen bir şehirle savaştım. Önünden bir nehir akıyordu. Nehrin üzerinde de bir köprü vardı.'' diye bahsetmiştir.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka ikonik simgelerinden biri de büyüksaat'tir. türkiye'nin en uzun saat kulesidir ve 32 metre uzunluğundadır.
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka tanınan önemli yapılarından biri de sabancı merkez camii'dir. seyhan nehri'nin batı kıyısında ihtişamlı bir şekilde yer alan cami ortadoğunun en büyük camisi unvanına da sahiptir.
zenginsozluk.com/foto
türkiye'nin en verimli ovalarından olan çukurova'ya da ev sahipliği yapar. yazları aşırı nemli bir havası vardır ve o kadar sıcak ve basık hissettirir ki gerçekten güneşe ateş etmek içinizden gelebilir. evet o haberlerde, sosyal medyada gördüğünüz haberler gerçek. her büyükşehrin problemi olan çarpık kentleşme ve çok göç olması nedeniyle şehirde getto yerler vardır ve bu yerlerde gezerken dikkatli olmak gerekir.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka ikonik simgelerinden biri de büyüksaat'tir. türkiye'nin en uzun saat kulesidir ve 32 metre uzunluğundadır.
zenginsozluk.com/foto
şehrin bir başka tanınan önemli yapılarından biri de sabancı merkez camii'dir. seyhan nehri'nin batı kıyısında ihtişamlı bir şekilde yer alan cami ortadoğunun en büyük camisi unvanına da sahiptir.
zenginsozluk.com/foto
türkiye'nin en verimli ovalarından olan çukurova'ya da ev sahipliği yapar. yazları aşırı nemli bir havası vardır ve o kadar sıcak ve basık hissettirir ki gerçekten güneşe ateş etmek içinizden gelebilir. evet o haberlerde, sosyal medyada gördüğünüz haberler gerçek. her büyükşehrin problemi olan çarpık kentleşme ve çok göç olması nedeniyle şehirde getto yerler vardır ve bu yerlerde gezerken dikkatli olmak gerekir.
belli bir amaç için kullanılan, kolay yapılabilen , sağlam , yük bindiğinde sıkışmayan, aynı zamanda istendiği zaman kolayca çözülebilen bağlardır.
hollywood filmlerinde sıklıkla gördüğümüz abd'de insanların güne çayla değil de kahveyle başlamalarına neden olan hadise.
'' düşün uzay çağında bir ayağımız
ham çarık kıl çorapta olsa da biri ''
ahmed arif - uy havar şiirinden
ham çarık kıl çorapta olsa da biri ''
ahmed arif - uy havar şiirinden
Batı pasifik'te 7.645 adet ada ve adacıktan oluşan, resmi adı filipinler cumhuriyeti olan güneydoğu asya ülkesi. başkenti manila'dır.
bence değeri yeteri kadar anlaşılamamış; dizelerini, gördüğüm her duvara yazmak istediğim, toplumcu-gerçekçi şiirin önde gelen şairlerinden biri. gerçek bir halk şairi. belki bazı şiirlerini bilirsiniz-onun yazdığını bilmeseniz de- özellikle ahmet kaya şarkılarından. tüm şiirleri okunulasıdır. 3 gün sonra ölüm yıldönümü. saygıyla anıyorum ustayı.
akarsuya bırakılan mektup
incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
akarsuya bırakılan mektup
incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
son söz şudur, işin özü budur ki, kısacası gibi anlamlara gelen; cümlede söylenen sözleri toparlayıp ana fikri vermeden önce kullanabileceğimiz arapça kökenli kelime.
masum ve saf olduğuna , kanını içene ölümsüzlük getireceğine fakat öldürmenin de lanet getireceğine inanılan, tek boynuzlu at şeklinde tasvir edilen mitolojik hayvan.
bir hoşgörü toplumunda hoşgörüsüzlüğü hoşgörmenin hoşgörüyü yıkacağını ifade eden paradoks. sınırsız hoşgörü hoşgörünün ortadan kalkmasına yol açar diye de ifade edilebilir.
olmayan bir şeyi olmuş gibi hatırlamak. yalnız bu bir veya birkaç kişinin böyle hatırlaması değil toplumun büyük bir kesiminin bu yanılgıya düşmesi durumudur. bu kavram ilk olarak mandela 2013'te öldüğünde ortaya çıkmış. çünkü birçok insan mandela'nın 1980'de hapiste öldüğünü sanmaktaydı. bu yüzden bu tür olaylara mandela etkisi denilmektedir.
newton'un birinci hareket yasası olan ilke. cisimlerin hareket durumlarını koruma eğilimleridir. cisme etkiyen kuvvetler dengedeyse duran bir cisim durma , hareket eden bir cisim hareketine devam etme eğiliminde olacaktır.
hasret gültekin'in yorumunun çok lezzetli olduğu türkü. buyrun efendim.
International transport workers' federation'ın kısaltması. Ulaştırmada çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını korumak ve onların güçlü temsilcisi olmak amacıyla kurulan ve bu amaca yönelik çalışmalarını yürüten kuruluştur. Ulaştırma alanında çalışan insanlar şirketler tarafından mağdur duruma dusurulduklerinde bu kuruluşu arayıp yardım isteyebilirler.
Katıldığım önerme. Zira ekmeğimizi denizden çıkarıyoruz. Dünya ticaretinin ortalama yüzde yetmisinin deniz yolu ile sağlandığını düşünürsek nasil bir öneme sahip olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Gemide olmanın en kötü taraflarından biri de sinemaya gidememek. Şu filmi vizyonda izlemek isterdim. Dönene kadar kalkar büyük ihtimalle. Dvdsini alacağız artık.
yine kendimi oturup yıldızlara bakarken buldum.
önümde simsiyah bir okyanus.
tanrım bir silyon feneri neden insanı hüzünlendirir ki?
önümde simsiyah bir okyanus.
tanrım bir silyon feneri neden insanı hüzünlendirir ki?
21 nisan 1927 diyarbakır doğumlu şairdir.2 haziran 1991 de kalp krizinden ölmüştür. asıl adı ahmed önal'dır. şiirleri ile ben en çok etkileyen şairdir. sevdayı , halk sevgisini , vatan sevgisini , insan sevgisini onun kadar naif anlatabilen bir şair yoktur zannımca. her şiiri ilmek ilmek işler içinize. cemal süreya onun için şöyle demiştir ;
''bir şair:ahmed arif
toplar dağların rüzgârlarını
dağıtır çocuklara erken''
onu terketmeyen sevdası ile tükürür celladın , fırsatçının, hayının yüzüne. bütün o ağdalı sözcükleri bir kenara bırakır. aşk üzerine söylenecek en basit, en gerçek, en güzel sözleri söyler ; ''oy sevmişem ben seni '' akşamın erkenden indiği o mapushane gecelerinde görüşmecisinin yolladığı yeşil soğanla umutlanır. memleketinin kokusunu duyar. şairdir o yani namus işçisidir ve ülkesinin insanlarına allahsızcasına vurgundur. dört yanı puşt zulasıdır oysa dost yüzlü görünen. ama hiçbir zaman öyle mahzun öyle yıkık durmamıştır. vurun ulan demiştir vurun ben kolay ölmem.
yaşamı boyunca tek basılan kitabı hasretinden prangalar eskittim hala en çok basılan kitaplar arasındadır. öldükten sonra ailesi tarafından yayınlanmamış şiirlerinin bulunduğu yurdum benim şahdamarım isimli kitabı çıkarılmıştır. birçok şiiri bestelenmiştir. ayrıca birçok şiirini kendi sesinden de internette bulabilirsiniz.
''bir şair:ahmed arif
toplar dağların rüzgârlarını
dağıtır çocuklara erken''
onu terketmeyen sevdası ile tükürür celladın , fırsatçının, hayının yüzüne. bütün o ağdalı sözcükleri bir kenara bırakır. aşk üzerine söylenecek en basit, en gerçek, en güzel sözleri söyler ; ''oy sevmişem ben seni '' akşamın erkenden indiği o mapushane gecelerinde görüşmecisinin yolladığı yeşil soğanla umutlanır. memleketinin kokusunu duyar. şairdir o yani namus işçisidir ve ülkesinin insanlarına allahsızcasına vurgundur. dört yanı puşt zulasıdır oysa dost yüzlü görünen. ama hiçbir zaman öyle mahzun öyle yıkık durmamıştır. vurun ulan demiştir vurun ben kolay ölmem.
yaşamı boyunca tek basılan kitabı hasretinden prangalar eskittim hala en çok basılan kitaplar arasındadır. öldükten sonra ailesi tarafından yayınlanmamış şiirlerinin bulunduğu yurdum benim şahdamarım isimli kitabı çıkarılmıştır. birçok şiiri bestelenmiştir. ayrıca birçok şiirini kendi sesinden de internette bulabilirsiniz.
bir karadelikte uzay-zaman düzleminin büküldüğü, ışığın bile kaçamayacağı kadar kuvvetli kütle çekiminin oluştuğu alan.
hayatını paylaşmak istediğin insanla unutamayacağın bir an yakalama çabası. kimi insanlar gereksiz görür. kimi insanlar çok önem verir. eleştirilecek ya da takdir edilecek bir davranış olarak görmüyorum. teklif edenle edilen arasında olan bir şey. bize mutluluklar dilemek düşer.
son zamanlarda yaşanan çocuk istismarlarından sonra tacizci , tecavüzcü kişilere uygulanması için meclis gündemine gelen konu. suç işlendikten sonra bir faydası var mı emin değilim. ama erkekliğini(!) kaybedeceğini düşünen insan müsveddeleri için caydırıcı olabilir.
çok sevdiğim bilimkurgu (biraz fantastik) - macera türündeki, ilk bölümü 1963'de yayınlanan, dünyanın en uzun süre yayınlanan bilim-kurgu dizisi olarak guiness rekorlar kitabına giren kült ingiliz dizisidir. galiffrey adlı gezegenden time lord/lady olarak bilinen iki kalbi olan insansı türlerden biri olan doctor adındaki karakterin bir zaman makinesi çalıp uzay ve zamanda maceraya çıkmasını konu alır. ilk üç sezon doctor rolünü william hartnell oynamıştır. fakat sağlık problemleri yaşayınca dizinin yapımcı ekibi rejenarasyon fikrini ortaya atmıştır. buna göre doktor ölmesine yakın zamanda vücudundaki tüm hücreleri değiştirerek yeni bir hayata başlamaktadır. bu da yeni bir yüz demektir. böylece 3.sezonun sonunda doktor rejenarasyon geçirmiş ve william hartnell rolünü ikinci doktor olarak bilinen Patrick Troughton'a devretmiştir. bu rejenarasyonlar günümüze kadar devam etmiştir ve en son 12.doktor olan peter capaldi yerini jodie whittaker'e bırakmıştır. yeni sezon olan 11.sezonda doctor who tarihinde ilk defa doctor rolünü bir kadın oyuncu oynayacaktır. dizi 1963'ten 1989'a kadar aralıksız devam etmiştir. bu döneme klasik seri adı verilmektedir. daha sonra 1996'da filmi yapılmıştır. 2005'de ise 9.doktorla birlikte dizi geri dönmüştür.2005'den günümüze kadar devam eden bölüme de modern seri denmektedir. ayrıca dizi televizyonda elektronik müzik kullanımının öncülerinden olmuştur. doctor'un baş düşmanı olan dalek isimli cyborg yaratıklar davranış biçimi olarak nazilerden esinlenmiştir. evrenin en kötü yaratıkları olan dalekler ayrıca bünyelerinde lavabo pompası barındırırlar :) dizinin ingiliz popüler kültürüne öyle etkileri olmuştur ki doctor'un yolculuk yaptığı zaman makinesinin ismi olan tardis ingilizceye girmiş ve içi dışından büyük şeyleri tanımlamak için kullanılan bir kelime haline gelmiştir. ayrıca tardis mavisi diye bir renk vardır.
douglas adams tarafından yazılan bilim kurgu serisidir. ilk olarak bbc'de 12 bölümlük bir radyo programı olarak düşünülüp yayınlanmıştır. ilk başlarda douglas adams bile bu hikayenin bir fenomen haline geleceğini düşünmemiştir. daha sonra çok beğenilip geniş bir kitleye yayılınca douglas adams'dan bunu bir kitap haline getirilmesi istenmiştir. seri bir üçleme olarak düşünülse de beş kitabı çıkmıştır. kitap serisinden sonra televizyon dizisi , çizgi roman , film, hatta havlu serisi bile çıkmıştır. uyarlamaların çoğu douglas adams tarafından yapılmıştır. bir röportajında adams , kamp kurduğu bir bölgede oraya ait bir otostopçu rehberini inceleyip daha sonra yıldızları seyretmeye başladığını ve bu fikrin ilk o zaman oluştuğunu söylemiştir. her yönüyle bir klasik olan seri sözlüklere , forumlara , wikipedia'ya , e-kitaplara esin kaynağı olmuştur. douglas adams'ın ölümünden bir gün önce keşfedilen astreoid'e 18160 Arthurdent ismi verilmiştir ki arthur dent serinin baş karakterlerinden biridir. mizahıyla , hayal gücüyle , karakterleriyle , hikayesiyle mutlaka okunması gerektiğini düşündüğüm eşsiz bir başyapıt.
--alıntı--
elveda ve bütün o balıklar için teşekkürler.
--alıntı--
--alıntı--
elveda ve bütün o balıklar için teşekkürler.
--alıntı--
cezmi ersöz'ün ancak bir benzerim öldürebilir beni adlı kitabından bir pasaj. her okuduğumda garip bir hüzne gark eder beni. şuraya bırakıyorum. keyifli okumalar .
kimi geceler, babası, sadece üzerini örtüp saçlarını, yüzünü, alnını okşamakla yetinmezdi. yatağının bir kenarına ilişir, gizli gizli bir şeyler fısıldardı. sanki ona yattığı yerde nasihat ederdi. pişmanlıklarını, görüp geçirdiklerini anlatırdı. hayatın çok ama çok ağır, taşınması çok zahmetli bir yük olduğunu anlatırdı sanki. oğlu, bu fısıltıları duymak için bütün dikkatini harcardı ama nafile, duyamazdı. babası daha sonra kalkar, yüzünü seyrederdi oğlunun. babasının alkollü nefesini hissederdi. küskün, kaybetmiş bir insanın kokusuydu bu. yaralanmış umudun kokusuydu. ve bazen oğlunun yüzüne ılık ama içini dağlayan damlalar düşerdi. böyle anlarda oğlunun yüreği acıyla küskün, kaybetmiş ve buruk bir coşkuyla açılır, gözlerini daha sıkı yumar, kalbi daha hızlı atardı.
alem buysa isyanlardayız
ece ayhan'ın, orta ikiden ayrılan, sabahları en erken uyandırılan çocuklarıyla birlikte, gülhane'de, ezilenlerin şarkıcısı müslüm gürses'in sahneye çıkmasını bekliyoruz.
kendine sığmayan, doyumsuz, taşkın bir sevgiyle sahneye taşmak istiyor istanbul'un en alttaki gençleri: “müslüm baba! canımız feda sana! müslüm baba, sen çok yaşa.” spiker azarlayan bir ses tonuyla: “adam gibi oturun, bekleyin müslüm gürses'i!” diyor. “bizim çocuklar” ıslıklıyorlar otoriter spikeri. birazdan babaları gelecek ve onları kucaklayacak. biliyorum. müslüm'ün en itilmişler katında çok özel bir saygınlığı var. esirgeyen, koruyan, isyanını bastıramayanları en iyi anlayan duygusal bir tavrı var müslüm'ün. mazlum yüzü, kırık, kirli sesiyle şehrin isyankârına en yakın ses onunkisi şimdilik. beyoğlu'nun arka sokaklarındaki uçurum meyhanelerinin az konuşan, ağır işçileri, müdavimleri, müşteriler gittikten, el ayak çekildikten, yani “biz bize” kaldıktan sonra, seslerini onun gibi kırık ve kirli yaparak “zalim”i söylerler. şarkı bittikten sonra çok ağır bir koku sarar sanki mekânı, dokunaklı bir sessizlik olur. isyankâra, çile çekene saygı duruşudur bu. sonra arka masalardan biri, “isyanlardayım”, “var mı dostum?” der çekinerek. şarkı söyleyeni tanıyan ve “müslüm âşığı” bir başkası ise, gözyaşı sinmiş, ama dayılığı yine de kimseye bırakmayan sesiyle, “var, olmaz mı?” der. tezgâhın arkasındaki ağır delikanlı, bu defa “isyanlardayım”ı yine o kırık, o kirli sesiyle söylemeye başlar. beyoğlu'nun bu uçurum meyhanelerinde, müslüm'ün bir adı da “dede”dir…
muhterem nur'un vefalı sevgilisi müslüm gürses; muhterem nur amansız bir kanser hastalığına yakalanınca, varını yoğunu onun için harcayan, günde üç pavyonda şarkı söyleyen, sevgilisinin iyileşmesi için onu amerikalar'a götüren müslüm gürses, bu davranışlarıyla şimdi artık ezilmişler tarafından daha çok seviliyor. dede'ye de bu yakışır!
ve sahneye şimdi bir başka spiker daha çıkıyor ve müslüm gürses'i, “dünya'nın en büyük megastarı” diye tanıtıyor. “çünkü,” diyor, “öbür megastarları 20-30 bin kişi dinliyor. oysa müslüm'ü dinlemeye bugün 60 bin kişi geldi! en alttaki çocuklar, sahneye dalga dalga akıyorlar. gülhane'de bir sevgi depremi yaşanıyor. kocaman avuçlarıyla yüzünü örten bir amelenin ağladığını görüyorum, tam yanı başımda. ve çıktı işte. bu, müslüm gürses. en son bir dalganın ucunda görüyorum.
doğru dürüst konuşamıyor: “allah allah! yahu, ben ne olmuşum. tamam, tamam; babanızım! şimdi siz bana, baba diyorsunuz ama ben komplekslere giriyorum. canım feda, size. en değerli servetimiz, canımız; işte o bile feda olsun, size! baş tacımızsınız siz!..” çiçeklere, öpücüklere boğuluyor. kendisini öpmeye gelenleri sahneye sokmayan görevlilere, “yahu bırakın gelsinler, onlar bizim canımız!” diyor. işte bu sözler ikinci büyük dalgaya neden oluyor. her sınıftan kovulanlar müslüm'e ulaşıyor. onun yanında yasak yok! hiç bilemezdim, müslüm'ün ikinci şarkısı, “rüzgâr söylüyor şimdi o yerde şarkımızı” oluyor. dalga bir anlık geri çekiliyor.
onlar aşkı, ayrılığı bu denli şiirsel ve naif yaşamıyorlar. onlar aşkları için kan döküyorlar; bileklerini, göğüslerini kesiyorlar. ölümü göze alıyorlar. “zalim” şarkısı geliyor ardından. gözler hafifçe ıslanıyor. sigaralar yakılıyor. şiddetle, pislikle, rezillikle, en bayağı olanlarla her gün, koyun koyuna, yaşayan bu insanlar aşkı ve ayrılığı anlatan bu şarkıda adeta bambaşka bir kimliğe bürünüyorlar. o hoyrat, o kaba avuçlarını açarak yavaş yavaş el sallıyorlar, müslüm'e. kimisi yerdeki bir kâğıdı tutuşturuyor, kimisi çakmağını yakıyor. aşkları, isyanları kadar büyük, onu kanıtlamaya çalışıyorlar. benim dünyamdaki insanlar müslüm'ü ve onu sevenleri bir çamur olarak görürler. nerde okumuştum, bilmiyorum: “çamurun dibi parlaktır,” diyordu. “pis olan yüzeyi geçtikten sonra, dibe inildikçe parlak bir ışık bekler sizi.” haliç'e her gün dalan dalgıç kadir de söylemişti aynı şeyi: “haliç'in sen pisliğine bakma, dibi parlaktır,” demişti bir gün. çamur saydığımız dünyadaki insanların, aşklarına, duygularına inebildik mi, hissedebildik mi bir kez olsun?…
bir ara ses düzeni bozuluyor. müslüm'ün en can yakan parçası, “dokunma” yarım kalıyor. ve on binlerce kişi ülkemizin en dramatik ve en anlaşılması güç sloganını atıyor: “burası türkiye! israil değil!”
bugüne dek bu slogan kadar güvenlik görevlilerini telaşlandıran, onların elini kolunu bağlayan bir başka slogan görmedim! biraz sonra ses düzeni onarılıyor. müslüm bu işe, “teknik bir olay,” diyor. kaldığı yerden devam ediyor. sıra gecenin en görkemli şarkısına geliyor: “isyanlardayım.” ece ayhan'ın orta ikiden ayrılan ve sabahları en erken uyandırılan çocukları, bu şarkının sözlerini ezbere biliyorlar. üstlerini çıkarmışlar, kan ter içinde ve yumruklarını sahneye sallayarak isyanlarını haykırıyorlar. yanımdaki çocuk, arkadaşına, “herkes haplanmış,” diyor, “ayık adam yok!..”
evet. müslum gürses'e tapan çocuklar; çağlayan'ın, kâğıthane'nin, yedikule'nin, güngören'in, zeytinburnu'nun, gültepe'nin, kanarya'nın, topkapı'nın umutsuz, itilmiş, gariban çocukları. kentli sosyologlar, “kara kalabalıklar,” diye tanımlıyor onları. eğitim sistemi ve mülkiyet ilişkileri her geçen gün bataklığın en dibine itiyor onları. yakında müslüm'ün o kırık ve kirli sesi bile, yetmeyecek onların öfkesini kanatıp yumuşatmaya. geçen gün ne diyordu, çetin altan, köşesinde: “kapitalizm beceriksizi, derhal, saf dışı eder!” bunu siz şöyle de tercüme edebilirsiniz: kapitalizm, eğitimsizi, taşralı göçmeni, okumamışı, başarısızı, derhal saf dışı eder ve etmelidir de! “ne yapalım, zalimin kapitalizmi varsa, bizim de şimdilik müslüm babamız var!
âlem buysa, isyanlardayız!…
müslüm'ün isyankâr çocuklarıyla beraber terk ediyorum gülhane'yi. yollarda bile, “müslüm baba!” diye bağırmayı sürdürüyorlar. öfkeleri dinmemiş hâlâ. kendilerini, arabaların, otobüslerin önüne atıyorlar. kaosu ve şiddet gösterisini seviyorlar. yarın hepsi atölyelerinde, zemin katlardaki iş odalarında yapayalnız ve çaresiz kalacaklar, bunu çok iyi biliyorlar. ellerine geçen bu fırsatın tadını çıkarmak istiyorlar. bana gelince, onları ne kadar anlamaya çalışırsam çalışayım, beni şüpheyle süzüyorlar. ben onlardan biri değilim, bunu hemen anlıyorlar. yerlilerin arasında bir ajanım ben, onların gözünde! benim bulunduğum semte, hiçbiri gelmiyor. trenlerine, otobüslerine binip gecekondularına gidiyorlar.
ben, kendi semtimde barıma geliyorum. arkadaşlarım, “nereden böyle?” diye sorduklarında, “müslüm'ün konserinden!” diyorum, “çok güzeldi!” onlar da bu defa bana uzak ve yadırgayıcı bakışlarla bakıyorlar. bir gülhane akşamında kendimi hiçbir yere sığdıramıyorum. kimsenin kimseyi anlamak için çaba harcamadığı bu ülkede, köpekler gibi yalnız olduğumu hissediyorum. benim, bir müslüm babam bile yok!…
kimi geceler, babası, sadece üzerini örtüp saçlarını, yüzünü, alnını okşamakla yetinmezdi. yatağının bir kenarına ilişir, gizli gizli bir şeyler fısıldardı. sanki ona yattığı yerde nasihat ederdi. pişmanlıklarını, görüp geçirdiklerini anlatırdı. hayatın çok ama çok ağır, taşınması çok zahmetli bir yük olduğunu anlatırdı sanki. oğlu, bu fısıltıları duymak için bütün dikkatini harcardı ama nafile, duyamazdı. babası daha sonra kalkar, yüzünü seyrederdi oğlunun. babasının alkollü nefesini hissederdi. küskün, kaybetmiş bir insanın kokusuydu bu. yaralanmış umudun kokusuydu. ve bazen oğlunun yüzüne ılık ama içini dağlayan damlalar düşerdi. böyle anlarda oğlunun yüreği acıyla küskün, kaybetmiş ve buruk bir coşkuyla açılır, gözlerini daha sıkı yumar, kalbi daha hızlı atardı.
alem buysa isyanlardayız
ece ayhan'ın, orta ikiden ayrılan, sabahları en erken uyandırılan çocuklarıyla birlikte, gülhane'de, ezilenlerin şarkıcısı müslüm gürses'in sahneye çıkmasını bekliyoruz.
kendine sığmayan, doyumsuz, taşkın bir sevgiyle sahneye taşmak istiyor istanbul'un en alttaki gençleri: “müslüm baba! canımız feda sana! müslüm baba, sen çok yaşa.” spiker azarlayan bir ses tonuyla: “adam gibi oturun, bekleyin müslüm gürses'i!” diyor. “bizim çocuklar” ıslıklıyorlar otoriter spikeri. birazdan babaları gelecek ve onları kucaklayacak. biliyorum. müslüm'ün en itilmişler katında çok özel bir saygınlığı var. esirgeyen, koruyan, isyanını bastıramayanları en iyi anlayan duygusal bir tavrı var müslüm'ün. mazlum yüzü, kırık, kirli sesiyle şehrin isyankârına en yakın ses onunkisi şimdilik. beyoğlu'nun arka sokaklarındaki uçurum meyhanelerinin az konuşan, ağır işçileri, müdavimleri, müşteriler gittikten, el ayak çekildikten, yani “biz bize” kaldıktan sonra, seslerini onun gibi kırık ve kirli yaparak “zalim”i söylerler. şarkı bittikten sonra çok ağır bir koku sarar sanki mekânı, dokunaklı bir sessizlik olur. isyankâra, çile çekene saygı duruşudur bu. sonra arka masalardan biri, “isyanlardayım”, “var mı dostum?” der çekinerek. şarkı söyleyeni tanıyan ve “müslüm âşığı” bir başkası ise, gözyaşı sinmiş, ama dayılığı yine de kimseye bırakmayan sesiyle, “var, olmaz mı?” der. tezgâhın arkasındaki ağır delikanlı, bu defa “isyanlardayım”ı yine o kırık, o kirli sesiyle söylemeye başlar. beyoğlu'nun bu uçurum meyhanelerinde, müslüm'ün bir adı da “dede”dir…
muhterem nur'un vefalı sevgilisi müslüm gürses; muhterem nur amansız bir kanser hastalığına yakalanınca, varını yoğunu onun için harcayan, günde üç pavyonda şarkı söyleyen, sevgilisinin iyileşmesi için onu amerikalar'a götüren müslüm gürses, bu davranışlarıyla şimdi artık ezilmişler tarafından daha çok seviliyor. dede'ye de bu yakışır!
ve sahneye şimdi bir başka spiker daha çıkıyor ve müslüm gürses'i, “dünya'nın en büyük megastarı” diye tanıtıyor. “çünkü,” diyor, “öbür megastarları 20-30 bin kişi dinliyor. oysa müslüm'ü dinlemeye bugün 60 bin kişi geldi! en alttaki çocuklar, sahneye dalga dalga akıyorlar. gülhane'de bir sevgi depremi yaşanıyor. kocaman avuçlarıyla yüzünü örten bir amelenin ağladığını görüyorum, tam yanı başımda. ve çıktı işte. bu, müslüm gürses. en son bir dalganın ucunda görüyorum.
doğru dürüst konuşamıyor: “allah allah! yahu, ben ne olmuşum. tamam, tamam; babanızım! şimdi siz bana, baba diyorsunuz ama ben komplekslere giriyorum. canım feda, size. en değerli servetimiz, canımız; işte o bile feda olsun, size! baş tacımızsınız siz!..” çiçeklere, öpücüklere boğuluyor. kendisini öpmeye gelenleri sahneye sokmayan görevlilere, “yahu bırakın gelsinler, onlar bizim canımız!” diyor. işte bu sözler ikinci büyük dalgaya neden oluyor. her sınıftan kovulanlar müslüm'e ulaşıyor. onun yanında yasak yok! hiç bilemezdim, müslüm'ün ikinci şarkısı, “rüzgâr söylüyor şimdi o yerde şarkımızı” oluyor. dalga bir anlık geri çekiliyor.
onlar aşkı, ayrılığı bu denli şiirsel ve naif yaşamıyorlar. onlar aşkları için kan döküyorlar; bileklerini, göğüslerini kesiyorlar. ölümü göze alıyorlar. “zalim” şarkısı geliyor ardından. gözler hafifçe ıslanıyor. sigaralar yakılıyor. şiddetle, pislikle, rezillikle, en bayağı olanlarla her gün, koyun koyuna, yaşayan bu insanlar aşkı ve ayrılığı anlatan bu şarkıda adeta bambaşka bir kimliğe bürünüyorlar. o hoyrat, o kaba avuçlarını açarak yavaş yavaş el sallıyorlar, müslüm'e. kimisi yerdeki bir kâğıdı tutuşturuyor, kimisi çakmağını yakıyor. aşkları, isyanları kadar büyük, onu kanıtlamaya çalışıyorlar. benim dünyamdaki insanlar müslüm'ü ve onu sevenleri bir çamur olarak görürler. nerde okumuştum, bilmiyorum: “çamurun dibi parlaktır,” diyordu. “pis olan yüzeyi geçtikten sonra, dibe inildikçe parlak bir ışık bekler sizi.” haliç'e her gün dalan dalgıç kadir de söylemişti aynı şeyi: “haliç'in sen pisliğine bakma, dibi parlaktır,” demişti bir gün. çamur saydığımız dünyadaki insanların, aşklarına, duygularına inebildik mi, hissedebildik mi bir kez olsun?…
bir ara ses düzeni bozuluyor. müslüm'ün en can yakan parçası, “dokunma” yarım kalıyor. ve on binlerce kişi ülkemizin en dramatik ve en anlaşılması güç sloganını atıyor: “burası türkiye! israil değil!”
bugüne dek bu slogan kadar güvenlik görevlilerini telaşlandıran, onların elini kolunu bağlayan bir başka slogan görmedim! biraz sonra ses düzeni onarılıyor. müslüm bu işe, “teknik bir olay,” diyor. kaldığı yerden devam ediyor. sıra gecenin en görkemli şarkısına geliyor: “isyanlardayım.” ece ayhan'ın orta ikiden ayrılan ve sabahları en erken uyandırılan çocukları, bu şarkının sözlerini ezbere biliyorlar. üstlerini çıkarmışlar, kan ter içinde ve yumruklarını sahneye sallayarak isyanlarını haykırıyorlar. yanımdaki çocuk, arkadaşına, “herkes haplanmış,” diyor, “ayık adam yok!..”
evet. müslum gürses'e tapan çocuklar; çağlayan'ın, kâğıthane'nin, yedikule'nin, güngören'in, zeytinburnu'nun, gültepe'nin, kanarya'nın, topkapı'nın umutsuz, itilmiş, gariban çocukları. kentli sosyologlar, “kara kalabalıklar,” diye tanımlıyor onları. eğitim sistemi ve mülkiyet ilişkileri her geçen gün bataklığın en dibine itiyor onları. yakında müslüm'ün o kırık ve kirli sesi bile, yetmeyecek onların öfkesini kanatıp yumuşatmaya. geçen gün ne diyordu, çetin altan, köşesinde: “kapitalizm beceriksizi, derhal, saf dışı eder!” bunu siz şöyle de tercüme edebilirsiniz: kapitalizm, eğitimsizi, taşralı göçmeni, okumamışı, başarısızı, derhal saf dışı eder ve etmelidir de! “ne yapalım, zalimin kapitalizmi varsa, bizim de şimdilik müslüm babamız var!
âlem buysa, isyanlardayız!…
müslüm'ün isyankâr çocuklarıyla beraber terk ediyorum gülhane'yi. yollarda bile, “müslüm baba!” diye bağırmayı sürdürüyorlar. öfkeleri dinmemiş hâlâ. kendilerini, arabaların, otobüslerin önüne atıyorlar. kaosu ve şiddet gösterisini seviyorlar. yarın hepsi atölyelerinde, zemin katlardaki iş odalarında yapayalnız ve çaresiz kalacaklar, bunu çok iyi biliyorlar. ellerine geçen bu fırsatın tadını çıkarmak istiyorlar. bana gelince, onları ne kadar anlamaya çalışırsam çalışayım, beni şüpheyle süzüyorlar. ben onlardan biri değilim, bunu hemen anlıyorlar. yerlilerin arasında bir ajanım ben, onların gözünde! benim bulunduğum semte, hiçbiri gelmiyor. trenlerine, otobüslerine binip gecekondularına gidiyorlar.
ben, kendi semtimde barıma geliyorum. arkadaşlarım, “nereden böyle?” diye sorduklarında, “müslüm'ün konserinden!” diyorum, “çok güzeldi!” onlar da bu defa bana uzak ve yadırgayıcı bakışlarla bakıyorlar. bir gülhane akşamında kendimi hiçbir yere sığdıramıyorum. kimsenin kimseyi anlamak için çaba harcamadığı bu ülkede, köpekler gibi yalnız olduğumu hissediyorum. benim, bir müslüm babam bile yok!…
DC evreninde yer alan kurgusal karakter. kendisi cehennemdeki işinden istifa edip los angeles'a yerleşir. burda lux adında bir bar açıp işletmeye başlar. Tanrının oğludur. DC evrenindeki en güçlü ikinci karakterdir.
MÖ 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan insanlık tarihinin en büyük bilgi ve kültür hazinesi olan kütüphane. 900000 el yazması olduğu söylenir. MS 4.yüzyılda haçlı seferleri sırasında hristiyanlar tarafından yakıldığı düşünülmektedir.
almak,toplamak,çekmek anlamlarına gelen denizcilik terimi.
ayrıca türk halk müziğinde kendisine sık yer bulan, sevdiceğin hasretiyle yakalanılan hastalık.
hiç tanımadan nefret duyulabilecek kişidir.
geminin disiplin amiridir. ingilizce chief officer veya chief mate olarak bilinir.
sen ki bir efendi kaptansın drill doldurursun 8-12 vardiyalarında
canını sıkmasın yeni yönetmelik belki bunun da bir hayrı varsa
bilirim yaman adamsın dersin gelsin ulan psc hangisi en kralsa
ama eser kalmaz yamanlıktan girdin mi bir kez bay of biscay'a
kime yazdığım biraz belli oldu sanırım :)
edit: bilmeyenler için
psc: port state control, liman devleti kontrolü anlamına gelir. limanlarına gelen gemileri denetlerler.
bay of biscay: biskay körfezi, atlas okyanusunda fransa ile ispanya arasındaki körfez. denizciler arasında gemi mezarlığı olarak bilinir. çok sert havası vardır.
drill:talim,gemilerde yapılan talimler rapor olarak kayda geçirilir. bu kayıtlar drill diye isimlendirilir.
canını sıkmasın yeni yönetmelik belki bunun da bir hayrı varsa
bilirim yaman adamsın dersin gelsin ulan psc hangisi en kralsa
ama eser kalmaz yamanlıktan girdin mi bir kez bay of biscay'a
kime yazdığım biraz belli oldu sanırım :)
edit: bilmeyenler için
psc: port state control, liman devleti kontrolü anlamına gelir. limanlarına gelen gemileri denetlerler.
bay of biscay: biskay körfezi, atlas okyanusunda fransa ile ispanya arasındaki körfez. denizciler arasında gemi mezarlığı olarak bilinir. çok sert havası vardır.
drill:talim,gemilerde yapılan talimler rapor olarak kayda geçirilir. bu kayıtlar drill diye isimlendirilir.
atom altı ölçekte nesnelerin gözlemden etkilenerek gözlem yapılan sistemde değişimin durması olayıdır. kuantum teorisinin öngörülerinden biridir. seyredilen çaydanlık hiç kaynamaz durumu. ayrıca doctor who izleyenler bilir ağlayan meleklerin olayı da budur.
maalesef artık şaşırmadığımız bir ''türkiye'' haberi
galaksinin batı sarmal kolunun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede, gözlerden uzak, küçük ve sarı bir güneş vardır. bu güneşin yörüngesinde, kabaca yüz kırk sekiz milyon kilometre uzağında, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hala çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler. bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı, daha doğrusu eskiden vardı: üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil renkli küçük kâğıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. bu da tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kâğıt parçaları değildi. bu nedenle sorun varlığını sürdürdü; halkın çoğunun durumu kötüydü ve onların büyük bölümüyse sefildi, dijital kol saatleri olanlar bile. her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve hiç kimsenin okyanuslardan asla ayrılmamış olması gerektiğini söylüyordu.
otostopçunun galaksi rehberi - douglas adams
otostopçunun galaksi rehberi - douglas adams
otostopçunun galaksi rehberi adlı kitapta yer alan altın kalp isimli evrenin en iyi uzay gemisinde bulunan bir tesadüf sonucunda keşfedilen hayali alet. bir şeyin olabilme ihtimalinin ne kadar sonsuz olduğunu hesaplayarak onu gerçeğe çevirebilmektedir. iki nükleer bombayı bir saksı petunya ve bir ispermeçet balinasına çevirmişliği vardır.
chuck berry imzalı şarkı. ayrıca geleceğe dönüş filminde marty mcfly karakteri tarafından söylenmiş hatta filme göre chuck berry bu şarkıyı marty'den dinleyip yapmıştır. güzel şarkıdır.
trajik bir hikayesi olan ege türküsü. 4 nisan 1953'te çanakkale boğazı'nda dumlupınar denizaltısı ile isveç bandıralı naboland adlı yük gemisi çatışır. o sırada güvertede 8 kişi bulunmaktadır. bu kişilerden ikisi pervaneye takılıp , bir kişi ise boğularak can verir. denizaltının içinde ise 81 kişi bulunmaktadır. dumlupınar çatışmanın etkisiyle sulara gömülmeye başlar. 81 kişiden sadece 22 kişi kıç torpido dairesine kaçabilir. burdan deniz yüzeyine içinde telefonun bulunan ve içeriyle iletişim kurabilecek bir şamandıra gönderilir.şamandırayı gören balıkçılar hemen yetkililere haber verir. bir gümrük motoru şamandıranın başına gelir ve ikinçi çarkçı selim yoludüz tarafından askerlerle iletişim kurulur. Denizaltıdan cevap veren Astsubay Selami Özben elektriğin kesik olduğunu, geminin sancak tarafına 15 derece yatık olduğunu, kıç torpido dairesinde 22 kişi olduklarını bildirir. selim yoludüz kurtaran gemisinin geleceğini söyler. askerlere oksijenin yetmesi için gerekmedikçe konuşulmaması ve sigara içilmemesi gerektiğini söyler. saat 11 sularında kurtaran gemisi gelir. kurtarma çalışmaları 72 saat sürer ancak bir sonuç alınamaz. umutlar tükenince askerlere telefon açılır ve artık konuşabilir ve sigara içebilirsiniz denir. 7 Nisan'da 3 gün süren çalışmalar sonucunda Milli Savunma Bakanlığı artık kurtarma çalışmalarını durdurduğunu ve umutların kesildiğini bildirir. maalesef 22 askerimiz ölüme terkedilir. her yıl 4 nisan'da şehitlerimiz anılır. bu türkü de onlar için söylenir.
insanların en zayıf tarafları ; sormadan,araştırmadan,düşünmeden,kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıklardır.
Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan
Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan
herkesin katılması gereken tarikat. tanıyın veya tanımayın, bir insana bir günaydını çok görmeyin.
Ben çocukken balkonda değil de damda otururduk yazın. Misafirimiz eksik olmazdı. Her gece abim bağlama çalar bizimkiler ve misafirler türkü söylerdik hep beraber. Komşu damlardan istek parçalar gelirdi. Sonra cibinlik kurar damda yatardık abimle. Vesselam güzel günlerdi. Şimdi istanbul'da bir apartmanda oturuyoruz. Fransız balkon var ki bence dünyanın en saçma şeyi. Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça işte.
Hakkında bol bol güzelleme yapılan yazar. Entryleri okuyunca insan kendisini tanımak istiyor haliyle. İyi bir hayvansevermiş ayrıca. Belli ki güzel insan. Selam olsun burdan.
Zaman makinesi! Azo içinde varoluşsal problemlerle boğuşurken aklına gelen bu parlak fikri - ya da parlak olduğunu düşündüğü - uygulamaya koymak için kolları sıvamaya başladı. Aslında kendisi bir kolsuzdu ve cs de silverdan yukarı çıkamamıştı. Neyse ki bunun zaman makinesi yapmakla bir ilgisi yoktu. Kendisine suka blyad diyen ruslara inat bunu yapacaktı. Alet cantasini cikardi ve ise koyuldu. Gunlerce evinden cikmadi.neyse ki evde plütonyum vardi da nalbura gitmek zorunda kalmamisti. Her sey cok iyi gidiyordu.
Makine bitmek üzereydi. Son bir eksiği kalmıştı. Bir pense ! Sarisin yarma gibi adamin evine gidip kapiyi caldı. Kızın babası açtı kapıyı. Penisimle işiniz bitti mi diye sordu azo. Kızın babası şaşkın ve sert bir ifadeyle azoya baktı. Yani pensemle dedi. Güzel bir saka olacağını düşünmüştü ama adamın bakışları onu korkutmuştu. Penseyi getirdi adam. Al zaten işime pek yaramadı penisin biraz küçükmüş dedi. Alaycı bir şekilde gülümseyip kapıyı kapattı. Kendi kaşınmıştı. Eve dönüp son ayarlamaları da yaptı. Artık zaman makinesi hazırdı. Planını uygulamaya başlayabilirdi.
Makine bitmek üzereydi. Son bir eksiği kalmıştı. Bir pense ! Sarisin yarma gibi adamin evine gidip kapiyi caldı. Kızın babası açtı kapıyı. Penisimle işiniz bitti mi diye sordu azo. Kızın babası şaşkın ve sert bir ifadeyle azoya baktı. Yani pensemle dedi. Güzel bir saka olacağını düşünmüştü ama adamın bakışları onu korkutmuştu. Penseyi getirdi adam. Al zaten işime pek yaramadı penisin biraz küçükmüş dedi. Alaycı bir şekilde gülümseyip kapıyı kapattı. Kendi kaşınmıştı. Eve dönüp son ayarlamaları da yaptı. Artık zaman makinesi hazırdı. Planını uygulamaya başlayabilirdi.
Nadir sarıbacak' ın performansıyla devleştiği 2015 yapımı tolga karacelik filmi. Filmde (bkz:itf)'in önemi vurgulanıyor :)
Bilimde teorilerin kanitlandiktan sonra kanuna dönüştüğü. Yanlıştır. Teoriler kanun haline gelmezler. aralarinda boyle bir iliski yoktur. Hatta teoriler kanunları kapsar. Kanitlanmaya ihtiyaç duyulan fikirler hipotezlerdir. Hipotezler deney ve gözlemlerle kanitlandiktan sonra bilimsel teori kurulur.
Designated person ashore ifadesinin kısaltması. Karada yetkilendirilmiş kişi anlamına gelir. Armatörlük şirketlerinde karada gemiden sorumlu kişilerdir. Belli aralıklarla gemiyi denetlerler ve gemiyi sürekli takip ederler.
Oportünizmin türkçe ifadesidir. Bunu diyen insanlar Tiksinilesidir.