confessions

yagmur damlasi yarisi

2. nesil Yazar - Hevesli

  1. toplam entry 17
  2. takipçi 2
  3. puan 2383

30 yaş genç midir yaşlı mıdır

bouii
Cevabı Nerden baktığınıza göre değişen sorunsaldır. Misal on beş yaşında iken otuz yaş insana yaşlı bir insanı çağrıştırıyor ama o yaşlara gelince de büyük ihtimalle daha dün gibi gelir insana yıllar. İnsan için Aslolan rakamlar değil de nasıl yaşayıp, düşündüğü sanırım.

8d müzik

icgqhs
özellikle kulaklıkla dinlediğiniz an müzik kafanızın içinde resmen durmadan ve yer değiştirerek dans ediyor.
tam olarak hissediyorsunuz, sanki sanatçı ya da müzik etrafınızda dönüyormuş hissi veriyor.
harika bir olay.




süreklilik

icgqhs
En çok önem verdiğim hususlardan biridir özellikle ikili ilişkilerimde.
Yükselen ve alçalan ya da zirve Ya da dip yapan şeyler olsa dahi süreklilik esas olandır.
Bu sayede güven aşılanır taraflara ve güven oluşan noktada sıkıntılar daha az olur.
(bkz:istikrar)

insaf et anna

icgqhs
tarık tufan'ın harikulade şiiri ezel roz manaz ile can bulmuş resmen.


Biz her şeye,
esirgeyen ve bağışlayan,
çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan,
hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.

büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.

sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.

piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.

işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.

insaf et anna!

gidelim buradan.

senin masumiyetini,
bilgelik zamanlarından kalma sırları,
dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.

hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.

ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.

sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların...

tamam sustum.

Gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.
Şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,
Sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
Yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.

gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.

gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler...

bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.

hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.

gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.

sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.

tanrı bizimle de konuşur belki.

zengin itiraf

sos
uzun zamandır hiç arkadaşım yok sözlük. yani çok nadir görüşüyoruz. irtibat kurduğum pek kimse kalmadı. telefonumu sadece internete girmek için kullanır oldum. rehberde bir dünya isim niye kayıtlı ben bile bilmiyorum...

işim olmadığı zamanlar ulan bugün bir gezeyim diyorum. sonra da ulan kiminle gezeceksin ki diyip tek başına yapılabilecek aktivitelere arıyorum. tek başıma kafeye oturup, sinemaya gitmek artık çok sıktı. parkta falan oturuyordum. artık onu da yapamam. kış geldi zaten.

geçen haftalarda yine tek başıma dışarı çıktım. boş boş geziyorum. bir banka oturdum. işlek bir caddedeyim. bir sürü insan oturuyor, yürüyor... ortamı gözetliyorum. ulan acaba şu an burada ben gibi yalnız olan biri daha var mı? diye düşünmeye başladım. etrafa bakındım pek kimse göremedim. yalnız olan birini gördüm onun da kısa süre sonra arkadaşı geldi. biri telefonla konuşuyor. biraz ilerimdeki kafede yalnız oturan biri vardı. kısa süre sonra arkadaşı geldi. yalnız olan birini bulamadım derken... faytonun önündeki at dikkatimi çekti. koca faytonu yüklenmiş sadece bir at... o da tek başınaydı ben gibi. kalabalığın arasında yalnız olan sadece ikimiz vardık. sonra düşündüm. ben ondan daha şanslıydım. çünkü benim ailem var. onun ailesi yok. ben özgürüm. o özgür değil ve gün boyu kırbaç yiyor ve faytonu taşıyor. bir süre kendi yalnızlığımı unutup onun yalnızlığına ve çaresizliğine üzülmeye başladım.

sonra da kalkıp gittim...

eve gelince inandığım dinde yer alan kurban bayramı konusu aklıma geldi. daha doğrusu hiç aklımdan çıkmayan dini konulardan biridir. allah "hayvanlar benim sessiz kullarımdır" demiş. onlara da "kulum" diyerek bizden ayırmamış. peki "kulum" dediği canlıların kesilmelerini emreder miydi? ben bir insanı öldürünce adı "cinayet" oluyordu da... hayvanı öldürünce adı neden "kurban" oluyordu? ben allah'ın bir kulu olarak kurban edilen hayvanın yerinde olmak istemezdim mesela. küçükken "kurban ettiğimiz hayvan acı çekmeden ölüyor" denildiğinde sevinirdim çocuk aklımla.

sonra kedi mamalarını düşündüm. tahıllı kedi mamaları da var elbette fakat çoğu tavuk eti ihtiva eder. kedileri onunla besliyorduk. neticede yine bir canlının beslenmesi için başka bir canlı olan tavuğun ölmesi gerekiyordu. marketten sosis alıp beslemeye kalksam onun da içinde büyükbaş hayvan eti vardı. dünyanın düzeni bu muydu? birinin beslenmesi için bir başkasının ölmesi mi gerekiyordu?

kafamda deli sorularla günü bitirdim.

iyiliği seçmiş, ilkeli olan hiçbir insanın öbür dünyada azap göreceğini sanmıyorum.