black mirror

pasaj
black mirror izlerken, yok ulan bu kadar da olmaz derdim. ancak günümüzde yaşadığımız şeyler black mirror bölümlerinden pek de uzak değil aslında. 2020'lerin black mirror'undan sesleniyorum. tarihe tanıklık ediyoruz. ileride bu alanda çalışacak araştırmacılar; yaşanan ilginç olaylara, çeşitli ülkelerde tuvalet kağıdı için kavga eden insanlara, tüketim çılgınlığına ve stoğa yatkın kesimin ve firmaların tutumlarına, virüsün kontrol edilemez yaygınlığına, ülkelerin ekonomik anlamda uyguladıkları tedbirlere, çoğu ülkelerin yaşadıkları krizlere, insanların hayatını bu denli tehlikeye atmalarına ve içinde bulundukları riske karşı takındığı kayıtsız ve anlamsız tavırlara karşı şaşkınlıkla inceleyerek yürüteceklerdir araştırmalarını. gelecek nesiller de bu araştırmaları, yapılacak olan belgeselleri, filmleri büyük bir hayret ve belki kayıtsızlıkla okuyacak, izleyecek ve kritik edeceklerdir.
sith
Her bölümü ayrı konulardan oluşsa bile yer yer göndermelerin yapıldığı teknoloji ve insan odaklı ingiliz yapımı dizi. 4. Sezon itibariyle netflix bünyesinde ve amerikan yapımı olarak yoluna devam etmektedir.
pasaj
İnsan zihnine hükmeden ve bunu teknoloji vasıtasıyla gerçekleştiren, her bölümü birbirinden bağımsız olarak ele alınarak işlenen dizi.
moviebird
Black Mirror'ın 4.sezonunda en sevdiğim bölüm ikinci oldu. Sınır ve sınırsızlık arasında kalan bir anne ve çocuğu... Gözetlese mi yoksa kendi haline mi bıraksa? Her ikisinde de sorun var. O zaman ne yapılmalı?
world wide web
Kozmos'un tavsiyesi üzerine direkt başladığım gibi bir anda bitirdiğim dizi.

Dizi bir çok gelecek sunuyor ve bunlardan herhangi birisinin veya hepsinin gerçek olma ihtimali var. Hepsi gerçekçi olduğu için sevilerek izlenebiliyor.

İzlediğim tüm bölümler arasında tek hatalı bulduğum bir bölüm oldu.

Sezon 3 bölüm 2'de testerımız daha ilk odada ölüyor. Öldükten sonra odaya gelen mühendis ile hayalinde karşılaşıyor fakat o odaya girmeden önce bu mühendis ile karşılaşmıyor.


https://www.dedirten.com/forum-black-mirror
bitli piyade
çok fazla dizi izlemeyen/sevmeyen biri olarak beni hunharca kendine bağlayan dizidir. ileride yaşayacağımız ya da yaşayabileceğimiz dünyayı çok güzel anlatmış. distopik öğeler taşısa da ileride o teknolojiye erişebilme ihtimali heyecanlandırıyor beni.
şu ana kadar izlediğim en iyi bölüm hakkında bi' ipucu vermek gerekirse şu görsel yeterli olacaktır:
zenginsozluk.com/foto
mickey the mouse
bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine izlediğim, neredeyse her bölümde dumura uğradığım ağzımı açık bırakan dizi.
özellikle bazı bölümlerinde insanın hayatının 1 günde nasıl alt üst olabileceğini işlemiş, "sabah nasıldı? akşam nasıl oldu ya bu adam?" demekten alamadım ben kendimi.
3 sezonda toplam 13 bölüm yayınlanan dizinin her bölümünün süreleri dahi birbirinden farklı.
dizinin yaratıcısı Charlie Brooker dizinin içeriği ve yapısı hakkında da şunları söylüyor zaten: "Her bir bölüm farklı bir yerde, farklı bir gerçeklikte geçiyor. Hem de farklı oyuncu kadroları ve yönetmenle."
her bölümün ortak tek noktası ilerleyen teknolojiyi ve sosyal medya platformlarını hayatımıza bu denli dahil etmeye devam ettikçe başımıza gelebileceklerle ilgili olmaları.
izleyin, kesinlikle izleyin hatta.
john overmars
dizinin dışında oyun tarihi üzerindeki en underrated seriden biridir.korku temalı grafik point click adventure serisi.zorlayıcılık ve hikaye derinliği ve de atmosfer açısından broken sword'a yaklaşabilen tek seri.4üncüsü de yıl sonu geleceği duyurulmuştur.
kozmos
üst not: girdide spoiler yağmuru bulunuyor. aman dikkat.
yılbaşı özel bölümü hariç olacak şekilde 3 sezon toplam 12 bölümün incelemesi yeni bitti. esasen black mirror'u sezon sezon incelemek pek mantıklı değil, zira her bölümde farklı oyuncular, farklı konular olduğu gibi yönetmen de değişiyor her bölümde. bu da bir bütün olarak yani sezon haliyle incelemeyi zor kılıyor. o sebeple bölüm bölüm incelemek en mantıklısı. bazı bölümlerin incelemesini nispeten eksiksiz yapabilmek için tekrar izledim. 'man against fire' ya da 'hated the nation' gibi.

başlayalım.

1. sezon.

1. Bölüm – The National Anthem:
Toplumun sağlıklı bir şekilde ayak uyduramayacağı bir hızda gerçekleşen teknolojik gelişmelerin sosyolojik geri dönüşleri The National Anthem isimli pilot bölümde bir komplo konu edinerek çok güzel şekilde anlatılıyor. Çok derin ve düşündürücü bir bölüm olan The National Anthem'de bilinçsiz ve hızlı teknolojik gelişmelerin bir toplumda yaratabileceği sosyolojik yıkım, sosyal medya araçlarının bir ülke liderini dahi ne denli zor duruma sokabileceğini günümüzdeki çarpık 'gelişme' leri ve bu gelişmelerin gelecekte alabileceği noktaya güzel bir eleştiri getirilmiş..

İngiltere başbakanının bir domuzla ilişkiye girmesini isteyecek, bunu zevk alarak izleyebilecek bir toplumun geçirdiği evrim, sosyal medya denilen dipsiz kuyunun olayları nasıl karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getirebileceği, bu tür bir çıkmaz karşısında devlet yapılanmasının aldığı tavır, seçilen yollar, çok gerçekçi ve sarsıcı biçimde gözler önüne seriliyor. Diziye başlamak için bu bölümden daha güzel bir sebep olamaz diye tahmin ediyoruz.

2. Bölüm – Fifteen Million Merits:
Zamanın ve mekanın bilinmediği bir bölüm olan Fifteen Million Merits, gerçekliği sorgulatacak türden detaylar barındıran bir Black Mirror bölümü. Adeta bir bilgisayar oyunu ya da, bir tür yapay evren içerisinde yaşayan canlılar gibi düşünülen insanlar, sınırlı şeylere sahip olabiliyor, sınırlı şeyleri yiyebiliyor, sınırlı şekilde uyuyabiliyor. İstedikleri şeylere sahip olmaları, temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak içinse pedal çevirmeleri yani bisiklet kullanmaları gerekiyor. Pedal sayısına göre puan kazanıyorlar. 'ne kadar ekmek o kadar köfte' durumu biraz da. Ancak acı olan şeyse, bu tür bir yaşamdan kurtulmak o kadar kolay değil. Sadece bir yetenek yarışması bir umut kaynağı olabilir.

Yola birlikte çıkılan insanın, vaat edilen şeyleri görünce gözünü bir şeylerin bürümesi, kolay olanı seçmesi ve bu durumun getirdiği psikolojik yıkımı çok güzel aktaran bir bölümdü.

3.Bölüm – The Entire History Of You:
Sezonun en özel bölümünün bu bölüm olduğunu söyleyebiliriz. Zira bölüm, kendi içinde aşk, acı, ihtiras ve nefret kavramlarını doyasıya aktarıyor. Kulağın arkasına yerleştirilen 'grain' isimli bir teknolojik ürün sayesinde gözünüzde bir tür kamera olduğunu düşünün. Bu kameranın bakış açısı içerisinde kalan her şeyi kaydettiğini ve sonra, istediğiniz zaman açıp o anları tekrar gözlerinizde görüp ya da bir ortama aktarıp orada izleyebileceğinizi düşünün.

Bu bölümde de, eşinin kendisini aldattığını düşünen birinin geçmişe takılışını ve haklı çıkışını, geçirdiği psikolojik değişimi ve yaşadığı yıkımı görüyoruz. Sevdiğimiz kişinin hakkımızdaki düşüncelerini ya da, hayatımızdaki gerçek yerini, kısaca ”sevdiğimiz kişiye dair bazı çok önemli şeyleri gerçekten bilmeli miyiz?” Sorusuna cevap bir bölüm denilebilir.

2. sezon.

2013'ün Ocak ayında yayınlanan Black Mirror'un ikinci sezonu ilk sezonu gibi üç bölümden oluşuyor. Yine farklı karakterlerle farklı konuları, ancak ortak paydası olan ”hızlı ve sağlıksız teknolojik, sosyolojik gelişmelerin sonuçları” konusundan uzak kalmamak şartıyla işleyen dizi, yeni sezonun daha ilk bölümünden kendine tekrar bağlamayı başarıyor.

1.Bölüm – Be Right Back:
Başından sonuna kadar, özellikle bazı diyaloglarda ve sessiz anlarda her havası vermiş bir bölüm. Ölen eşinin arkasından tuttuğu yasla başa çıkma konusunda zorluklar çeken bir kadını konu ediniyor. durum olarak zorluğu bir yana, getirdikleriyle yüzleşmek de zor. Dizinin her bölümü, teknolojik bakımdan gelişmiş bir çağda hayal edildiği için, bunun için dahi bir çözüm yolu mevcut. Kocasını kaybeden kadın, bir tanıdığının yönlendirmesiyle kocasına ait her türlü anıyı, bilgiyi sanal bir ortama aktarıyor ve o ortam bu bilgileri işleyip, ölen kocayı taklit ediyor, yani bir nevi yerine geçiyor. Daha sonra bunu daha ileri boyuta taşıyıp, bir makine-insan karışımı robot satın alıyor, gene bu ortamdaki veriler ışığında. Bu robot da ölen kocasına benziyor. Hatta %70'e kadar neredeyse gerçek bir insan taklidi yapıp, kendisini insan yerine koydurtabiliyor. Kadının içsel buhranlarıyla, bu teknolojik gelişimin gerçeğin yerini tutamayacağını işaret eden de bir bölümdü aynı zamanda.Acının gerçekliğinin hiçbir zaman kaybolmayacağını, teknolojinin bazı şeyleri hiçbir zaman dolduramayacağını özetleyen çok hoş bir bölümdü

2. Bölüm – White Bear:
Enfes bir seyir tecrübesi yaşatan bu bölüm adalet kavramı farklı boyutlara taşınmış bir toplumda suç işlemek gibi bir gaflete düşen bir kadının, gerçekten nasıl adlandırılacağı konusunda fikir sahibi olmadığımız bir çileli ceza çekişini aktarıyor. Fakat bölüm, bunun tersi bir imaj verircesine başlıyor. Suçu işleyen kişi mağdur konumunda ve kimse ona yardım etmiyor, aksine acı çektiriyor.

Bölümde nişanlısı ile birlikte küçük bir kız çocuğunu öldürürken kameraya alan bir kadını, bu suçun ızdırabını sürekli şekilde çekmesini sağlayacak bir yöntem bulan bir topluluk görünüyor.

Bir gün kadın uyanıyor, elleri bağlı, yerde intihar etmek için kullandığı (öyle düşünmesi isenen) haplar, televizyon ve açık televizyondaki bir simge ve baş ağrısı ile uynaıyor. Evin içinde nişanlısı öldürürken kendisinin kameraya aldığı kıza dair fotoğraf var ve bu fotoğraftaki kızı kendi kızı sanıyor. Ben kimim? diyor, çünkü hiçbir şey hatırlamıyor ve sokağa atıyor kendini. İnsanlar kadını sürekli telefonla ya da kamerayla çekiyor ama asla konuşmuyorlar. Kadın daha kim olduğunu, nerede olduğunu ve insanların neden garip davrandığını anlayamadan bir adam kadını öldürmek için geliyor. Ona yardım etmek isteyen bir kız çıkıyor, kız ”White Bear”(beyaz ayı) parkına gidip vericiyi kapatırsak insanların bu sorununu çözeriz ve kurtuluruz.'' diyor oraya gidiyorlar.

Oraya gidip sokağa çıktığında kadını öldürmek isteyen adam ve kadın (kızı öldürülen karı koca) geliyor ve orada bitiyor, herkes alkışlıyor sahne açılıyor. Sonra bunu neden yaptıklarını kadına videoyla anlatıyorlar bu kadına; ''Sen katilin nişanlısısın, videoya çektin olanları. suçlusun sen.'' diyorlar. sonra yine ellerini ayaklarını bağlayıp bir eve götürüyorlar ve o gün olan her şeyi teknolojinin de yardımıyla unutturuyorlar. Ertesi gün aynısı tekrarlanıyor.

Suç ve Ceza arasında olması gereken ölçüyü istemsizce düşündüren, fakat bir anlığına da olsa bazı suçların bu tür bir cezayı hak ettiğini düşündüren, ”seyirci kalmak” kalıbını tekrar sorgulatan bir bölümdü.

3. Bölüm – The Waldo Moment:
Black Mirror'un bir nebze sönük bir bölümü olduğunu, hatta bu bölüme kadar geçen sürede bulunan en sönük bölüm olduğunu bile söyleyebiliriz. Zira bölüm, izleyiş bakımından yer yer ''bitse de gitsek'' moduna evrildi.

Kurgusal bir karakter olan ''Waldo'' nun toplumsal yapılanmada, hatta siyasi alanda zamanla nasıl yer edindiğini,hayali bir karakterin dahi insanlar tarafından sosyal medyadan sokağa kadar sempatik bir pazarlama tekniğiyle ne denli sevileceğini ne denli kolay benimsenebileceğini ve arkasında bile durulacağını göstermiş esasen malzeme bakımından çok şey içeriyor iken biraz ıskalamış bir bölüm.

3. sezon.

İlk bölümü 21 Ekim 2016'da yayınlanan Black Mirror'un 3. sezonu 6 bölümden oluşuyor. Yine Black Mirror tarzında her bölümün oyuncu kadrosu, konusu ve yönetmeni farklı. Hal böyle olunca sezon sezon incelemek yerine bölüm bölüm incelemek daha sağlıklı oluyor.

1.Bölüm – Nosedive:
Bir Black Mirror geleneği diyebileceğimiz bir şey olan ''şapkayı önüne alıp düşünme'' olayını bu bölümde de sonuna kadar yaşıyoruz. Instagram'da, Facebook'da veya bilumum sosyal medya araçlarında kişilerin birbirine verdiği 'statü puanı' denilebilecek bir puan sayesinde gündelik hayat içerisinde çeşitli ayrıcalıkları tattığınızı, hatta özgürlük gibi bazı temel ihtiyaçlarınızı bile karşılamanızın bu 'sanal puan'a bağlı olduğunu ve bu puanı başkalarının size verdiğini düşünün. Şüphesiz ki bu puanı alabilmek için bir tür ''maske'' takmanız gerekir. Zira herkesle anlaşabilmeniz çok zor. Ancak öyle ki, bir kişinin bile düşük puan vermesi puanınızı düşüreceğinden o çok istediğiniz arabayı almanız hayal olarak kalabilir.

Lacie isimli kahramanımız, hayalini kurduğu evi çevresinde yüksek puan sahibi insanlar olan eski ve sevmediği bir arkadaşı sayesinde alabilmek için arkadaşının düğününe katılma kararı alır. Bunu yapmak çok içinden geçmese de, o evi alabilmek için büyük bir fırsattır. Fakat evdeki hesabın çarşıya uymaması, yolda başına gelenler, gerçek arkadaş veya dost bildiği insanların esasen öyle olmadığını ve başkalarının kendisi hakkındaki fikirlerin ne kadar yanıltıcı olabileceğini, çok öneminin olmadığını fark etmesi, yakınlarından görmediği sıcaklığı tanımadığı ama puanı düşük olan bir başkasından görmesi ona gerçekten önemli olan şeyin puan ya da elektronik bir ekrandaki rakamların değil, samimiyetin önemli olduğunu gösterir. Ayrıca son sahnedeki diyalog da, bölümü sevdiren detaylardan.

2. Bölüm – Playtest:
Sezonun ikinci bölümünde başına buyruk ve marjinal takılan, özgür ruhlu bir karakter gibi görünen fakat aslında alzheimer hastası babasını kaybeden Cooper'ın annesinin de öyle olması ihtimalinden korkarak annesinden uzaklaşması, bir geziye çıkması, sonunda yolunun Londra'ya düşmesi ve bir ara parasız kalmasıyla, para sıkıntısını çözebileceği bir iş teklifini değerlendirmesini konu ediniyor.

Bu iş teklifi, biraz sıra dışı aslında. Çünkü işin kendisi bir denek olmak. Bir oyun şirketi için oyun içi oyuncu hislerini gözlemlemek ve buna göre hal almak amacıyla kendisine para teklif edilen Cooper, bunu değerlendirmek ister. Rüya içinde rüya içinde rüya içinde rüya minvalinde bir tür 'gerçeklik' yaratılır ve oyuncu, yani Cooper oyun içinde doğal tepkilerini verir. Ancak olayların alacağı boyutu sadece Cooper tahmin edemez. Bilinçaltı köhne bir bodrum katına benzeyen Cooper, korkularının esiri olduğunu çok geç fark eder…

3. Bölüm – Shut up and Dance:
Distopya denmeyecek düzeyde bir Black Mirror bölümü olan Shut up and Dance'de her dönem herkesin başına gelebilecek esasen kimseye o kadar da uzak olmayan bir durum işaret ediliyor.

Bu bölümde hayatının en güzel yıllarında olan Kenny isimli karakterimiz, evinde bilgisayar karşısında çocuk pornosu izlerken bilgisayarının kamerası aracılığıyla birileri tarafından kayda alınmıştır. Kaydı alanlar bu durumu Kenny'e karşı ''İstediğimizi yap yoksa internete düşersin.'' gibi bir tehditle kullanmaya başlar.

''Şu saatte şu yere git, şu kişiyle buluş paketi ver, fotoğrafını çek bize gönder.'' gibi komutlarla ona istediğini yaptırırlar. İşin kötü tarafı bu durumda olan sadece Kenny değil ve istedikleri şeyler de ''Şuraya git, şununla konuş'' gibi şeylerle sınırlı kalmaz. Banka soydurmaya kadar varıyor durum.

Hikayenin bir noktasında Hector ile yolu kesişen Kenny, evliliği tehlikede olan Hector ile birlikte son iş olan banka soygununa girişir.

Bölümde dikkat etmemiz istenen nokta, bilginin ne kadar değerli olduğunu ve yanlış ellerde ne kadar tehlikeli hale gelebileceği ve çok hızlı bir şekilde saniyeler içinde hayatın ne denli değişebileceğidir. Kişisel ve gizli bilgilerin sahibini ne denli zor duruma sokabileceği, sahibini adeta köle yerine koyabileceği kavramlar olduğunu anlatan ve ders niteliğinde mesajlarla dolu bir bölümdü.

4. Bölüm – San Junipero:
Birbiriyle bir barda tanışan Yorkie ve Kelly isminde orta yaşlarında iki güzel kadının hikayesinin anlatıldığı bu bölüm, diğer Black Mirror bölümlerinden farklı olarak güzel denilebilecek bir sonla bitti. Distopik olaylara, zamanlara ve sonlara alışmamızın aslında yanlış olduğunu da görebiliyoruz bir bakıma.

San Junipero, ölüm döşeğinde olan kişilere ve yaşlılara yapay bir ölümsüzlük, adeta bir cennet olağanı sunulan yerin adıdır. Ölmek üzere olan kişiler, günün belli saatleri arasında orada sanal bir gerçeklik içinde yaşar. Vefat ettikleri vakit ise, bilinçleriyle orada genç, sağlıklı bir şekilde sonsuza kadar yaşarlar burada.

Yorkie isimli karakterimiz, 20'li yaşlarının ortasında iken ailesinin lezbiyen olduğunu öğrendiğinde bir trafik kazası yapar ve o günden beri felçli bir şekilde yaşar. Diğer başkahraman olan Kelly, kızını ve eşini kaybetmiş ve uzun bir süredir huzur evinde kalmaktadır. San Junipero'da karşılaşan bu ikilinin hikayesi gerçeğe yansır, hatta evlenirler. San Junipero, Black Mirror'un sonu güzel biten belki tek bölümü diye düşündürürken, sonsuz huzuru vaat ederken, 'sonsuz sıkıcılığı da mı içeriyor' diye işkillendiren bir bölümdü.

5. Bölüm – Men Against Fire:
Bulunduğu zamana ve mekana dair bilgi vermeden başlayan bölümde, Devlet ve ordu tarafından böcek diye tanımlanan insanlığın geleceği için tehdit oluşturduğu düşünülen, canavarımsı varlıklarla olan mücadeleyi erkek bir askerin gözünden aktaran bu bölümde, böcek diye adlandırılan kişiler, esasen iq seviyesi olarak düşük veya istenmeyen bir seviyede olan, hastalık riski yüksek ve diğer bilumum potansiyel sorunlara sahip kişilerdir.

Ordu mensubu kişilere, askerlere verilen bir kask sayesinde 'arttırılmış gerçeklik' ile donanmış askerler, aslında normal insan olan ancak 'böcek' diye tabir edilen ve kasklarıyla onları bir tür canavarmış gibi gösteren sistemle yatıp sistemle kalkarlar. Gerçekten ne için kimle ve ne şartlarda savaştığını bilmeyen milyonlarca asker düşünün. Şimdi şu an, bütün Dünya' nın %30 veya %40' ına varan sayıda insanının geri kalan insanlar tarafından insan olarak değil de, bir tür virüs olarak görülmeye başlandığını ve yok edilmesi gerektiğini düşündüğünü düşünün.

Bölüm aslında Black Mirror'un en sağlam bölümlerinden biri. İzlenilebilirlik açısından da, hikayenin derinliği açısından da ahım şahım sıkıntılar bulunmuyor. Aksine hikayede işaret edilen bazı noktaların ne denli acıklı ve derin olduğu fark edilince, tekrar izleme isteği bile doğuyor.

6. Bölüm – Hated The Nation:
İnsanların oturduğu yerden hayatında hiç görmediği insanları ne kadar kolayca karalayabildiğini, onunla alay edip aşağılayabildiğini biliyoruz. Çeşitli sosyal medya araçlarında her gün birileri, birilerini karalıyor, küfürler ediyor, aşağılıyor. Ancak bir de her gün tanımadığı insanları aşağılayan bu insanların, öldürme gibi bir güce sahip olduğunu düşünün, hem de hiçbir şey yapmadan, oturdukları yerde. Çılgınca gelecektir kulağa, öyle çünkü. Ölmesini istenilen kişiyi ismiyle hashtag ile birlikte yazıp yayınlamanız yeterli. En çok oyu olan nefret sahibi kişi ölüyor. Bunların da bölümün içinde adeta küçük bir başka bölüm konusuymuş gibi aktaran arılar ile yapıldığını düşünün.

Arı nesli tükendiği için devlet yardımıyla bir teknoloji devi şirket tarafından milyonlarca yapay arı üretilmiştir. Eko-sistemde arıların önemini anlatmaya gerek yok zaten. Bu sebeple böyle bir işe giren devlet ve devasa şirket, bu durumun getirisi olacak potansiyel tehlikeleri göz ardı etmiştir ama.

Bu yapay arıların sahip olduğu potansiyel tehlikeyi lehine çevirmek isteyen bir kişi tarafından sistem ele geçirilir ve Twitter aracılığıyla da hızlı bir şekilde toplumsal bir sarsıntı yaratır.

Sezonun son bölümü kitlelerin ne denli kolay bir şekilde galeyana gelebileceği ve tehlikeli olabileceği konusundan gelişen teknolojiye hazır olmayan toplumlarda ciddi tehlike anlarında yaşanacak olası sonuçları Black Mirror tarzında sarsıcı bir üslupla ortaya koyuyor.

kaynaklar:
http://www.dedirten.com/black-mirror-1-sezon-inceleme/
http://www.dedirten.com/black-mirror-2-sezon-inceleme/
http://www.dedirten.com/black-mirror-3-sezon-inceleme/
ropte
teknolojinin ulaşabileceği ürkütücü boyutları gözler önüne seren dizi gibi dizi. her bölüm sonunda kafanıza balyoz yemiş gibi hissediyorsunuz. ziyadesiyle rahatsız edici.

işin asıl korkunç tarafı dizi her ne kadar distopik unsurlar içerse de, bunların yakın gelecekte gerçekleşebilitesi insanı daha da etkiliyor. halihazırda toplam 13 bölüm falan yayınlandı. izleyin.
sherlocky
ingilizlerin 2011 yılında başlayan über süper yapımlarından biri. daha ilk bölüm de şaşkınlıktan kalıyorsunuz. her bölüm birbirinden bağımsız olan dizi de şu ana kadar 4 sezon yayınlandı. genel konusu her şeyin bir de karanlık tarafı vardır. dizi de bu konuları işliyor. devamının ne zaman olacağı bilinmese de izleyin mutlaka!

http://www.imdb.com/title/tt2085059/




zenginsozluk.com/foto

https://futurism.com/japan-has-created-black-mirror-inspired-bee-drones