geceye bir şiir bırak

kozmos
bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın

Bir Kalır yanık yağlar yataklarda o oteller
Meydanlar, heykeller, sizin olmadığınız o her yer...

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler...

Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri,
Bir Kalır Yılgın Adamların hep "Evet" dedikleri...

Çok üşürdük, hep üşürdük, üşümekti bütün yaşadığımız.
Üşürdü ellerimiz, aşkımız, sonsuz uzun sakallarımız.

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün,
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün...
hamlet
Şuraya bir şiir bırakmak istedim. Seçemedim lan resmen. Hangisini bıraksam, diğerlerinin hatrı kalacak gibi hissediyorum.

Fakat ayıp olmasın diye ilk aklıma geleni bırakayım.

"Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil"

Cemal SÜREYA

Tam da böyle bir şiir yakışırdı geceye. güzel oldu.
quares
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...

Nazım Hikmet RAN
sikko
en güzel deniz,
henüz gidilmemiş olandır.
en güzel çocuk,
henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz,
henüz yaşamadıklarımız...
ve sana söylemek istediğim en güzel söz,
henüz söylememiş olduğum sözdür...

nazım hikmet - 24 eylül 945
quares
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim.
Ama gitme Lavinia.
Adını gizleyeceğim,
Sen de bilme Lavinia.

Özdemir Asaf

kozmos
olur biter geçer gider.
ama canımı yaka yaka yutkunduğum şeyler var.
olup bitmeyen,
geçip gitmeyen.
zaman zaman yine uykusuzluk çekiyorum ama…
çok da takılmıyorum artık bu uyku konusuna,
uyuyunca geçmeyen şeylerin olduğunu anladığımdan bu yana.
quares
bu hayvanlar müslüman mı söylesene bebeğim
şu öküz müslüman mı bu sakallı sünepe?
bir zalimin köpeği bak allah'ı zikrediyor
bak gazete ne yazıyor türkler'inmiş türkiye

yahudiler bombaları kucaklayıp bebeğim
düşlemiyor intiharlar, işlemiyor karakol
al götür bu yumruğu akşam çocuklar yerler
başbakan meşgul namaz kılıyor ayol

bana kolpa malzemeden putlar yontma bebeğim
sezen aksu'dan mesela, kanarya'dan, tanrı'dan
allah'tan demiyorum çarpılmış gibi korkma
kork putların ellerinde patlamasından

emmeyince sencileyin akmıyor bebeğim
kan ağzıma gürül gürül - alnımda süt dişleri…
seni öyle seviyorum ki condoleezza, bebeğim
ağzına veresim geliyor
ağzımdaki dişleri.

ah muhsin ünlü
kozmos
“sana çirkin dediler,
düşmanı oldum güzelin;
sana kâfir dediler,
diş biledim hakka bile.
topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,
kahpelendin de garaz bağladım,
ahlâka bile.”
quares
üst üste sigaralar içtim, çok güzel kızlar geçti, biralar...
paris, günlerden 2 ramazan, bir mehmet efe
neden hiç durmadan saatlerine bakar bu ihtiyarlar
aslan neden haramdır, ne diyor mutezile?

ezan okunurken teybin kapatılmasına bazen inandım
inandım bir insanın başka bir insanı doğurmasına...
sinema çıkışları ah süperleştirmesin seni
kırılan kalbine kâfi bir tatlı baretta.

muaviye'yi yaratan allah'a inandığıma da inandım
duman oldu gençliğim lâkin hazmettim bunu
katil polis çölü kana buladığında
azmettim, haktır atın asfalta vurduğu..

bazarov inancıyla çektim iskarpinleri kotun altına
çok paslı filmler çektim dişlerim kamaşmadan
allah varsa devlet şirktir, duyan safına çekilsin
-paris bu yaz çok sıcak öf-
çekilmiyor başbakan..."

Ah muhsin ünlü
quares
bir tanem!
son mektubunda:
“başım sızlıyor
yüreğim sersem!”
diyorsun.
“seni asarlarsa
seni kaybedersem;”
diyorsun;
“yaşayamam!”
yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.
ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
nâzım'a!
ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim…
karım benim!
iyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
haydi bunlara boş ver.
bunlar uzak bir ihtimal.
paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı...

Nazım hikmet
quares
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

Cahit Sıtkı TARANCI
peynive peyniv diyen v ozuvlu
Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen
Bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.

Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.

Orhan Veli Kanık
quares
Kalkın kardeşler ışıklar görünmeye başladı
Eski duvarlar değil bu duvarlar
Bir ak kuş gelip kondu kara çatıya
Dünyayı böylesine sardı mı kollar
Ne etsin kelepçe neylesin zincir
Kaç kez gösterdi tarih aldatmayacak bizi
Bu denizli kuşlu dünyada
Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir
Yumuk elli bebekler pencerelerde bekliyor
Dünyayı çepeçevre kuşatan barış kervanlarını
Çelik canavarlar gibi tanklar değil
Caddelere yakışan özgürlük ekmek türküleridir

Limanlar barışla çalkalanmış
Çöller dağlar stepler denizler barış fırtınasında
Resimler gördük cezaevlerine yakışmayan
Kitaplar dergiler gazeteler dolusu
Siz bir meydan dolusu gülen esmer kardeşlerim
Kara güller gibi açılmıştınız bir sabah aydınlığında
Asya barış diyor Afrika barış diyor
Elde silah barış diyor
Seren direğinde ufuklara bakan gemici
Avrupalı çıkmış toplama kampından
Ekmek barış türküleri bekliyor
Bombardıman uçakları değil
Karşısına dikilmiş ölüm tüccarlarının
Dünya barış diyor
Sevmek yaratmak yaşamak nedir
Görelim milyara yakın korkusuz cıvıl cıvıl
Görelim Kore'den Çekoslavakya'ya kadar
Düşlerimiz ellerimiz sizinledir
Barış sizinledir

Bu taş duvarlar bu demir parmaklık kardeş
Van Gölünden Ağrıdan Ergene Irmağına
Çürüyüp dökülmüş karanlıkta kökleri
Mapusane bahçesinde el kadar mavilik
Bir zaman gerili dursun başımızda
Gardiyanlar dolaşsın daha bir zaman
Parmaklık hükmünü yürütsün
Çiçeklerle donatacak kollarını bahar dalları gibi
Karanlıkta barış kervanlarını bekleyen
Çileden çileye batmış senin emekçi halkındır
Yirmisinde bir delikanlı gibi dalıp maviliklere
Yirmisinde bir delikanlı gibi
Dudaklarından öpeceğim gün
Masmavi özgürlüğün
İnan ki yakındır

Vedat TÜRKALİ
quares
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...


Nazım Hikmet RAN
indolentexistence
gondulardan gelmişik
açlık nedir bilmişik
aman ağbey yaman ağbey
gör bizi

sabahın seherinde sıcak yataktan
kopmuşuk da gelmişik bu güvenpark'a
gelmişik de birikmişik bu güvenpark'ta
'angara angara güzel angara'
aman ağbey yaman ağbey
gör bizi

çorum'lardan suvas'lardan oluruk
çangırı'dan ezirgan'dan gelirik
gırşeher'den yozgat'tanık vallaha
anşe'lerik fatma'larık gülüzar'larık
güllü'lerik hatçe'lerik ağbeyim
açlık nedir bilirik
hele sen bir al bizi
hele sen bir olur de
biz her işi görürük

cam silerik parıl parıl
halı kilim silkerik
ağartırık gap-gacağı
aş da yaparık
çamaşır dikiş nakış
yatak da gabartırık
süpürürük tertemiz
gül-gülüstan ederik
bakma öyle kibir kibir ağbeyim
bakma öyle horgörük
hele sen bir olur de
hele sen bir al bizi
hele sen bir goku sür
sultan olur sekerik
açlığın dini olmaz ağbeyim
yoksulluğun vatanı
kör olasın gahpe devran
biz açlığı bilirik

güvenpark'ta bir anıt var
gördün mü
aha böyle yamrı yumru bir daşdan
bildin mi
yazıyo ki o anıtta ağbeyim
'övün çalış güven türk'
garga bokun yememiş
it deşmemiş çöplüğü
biz gelirik gondulardan ağbeyim
aha orda bekleşirik
beklerik ki gelsinler
bizi ordan alsınlar
yap desinler aha şunu
yap desinler aha bunu
üşenmezik erinmezik
biz her işi görürük
yeter ki gelsin epmek
yeter ki bırakmasın bu can bu teni

türkük diye övünüyok ağbeyim
açlık türkü bilmiyo ki
varak diyok iş üstüne
çağır çağır gelmiyo ki
çalışsak da güvensek da ağbeyim
övünsek da olma mı
anam sayrı üç yıldır
babam işsiz ağbeyim
gardaşlarım daha güççük
daha suçsuz ağbeyim
birileri gelse de alsa ya beni
yuğsam da arıtsam ya kirlilerini

dersim'lerden suvas'lardan oluruk
gıtlıklardan gıyımlardan gelirik
erinmezik üşenmezik ağbeyim
biz açlığı bilirik
güvenpark'ta o anıta
selam saygı ederik
azrailin regl donemi
öyle yalansız ki yüzün kızıcığım,
gülünce çocuklar kadar mutlu,
ağlayınca çocuklar kadar acıklısın.

öyle çırak ki yüreğin,
öğrenmeye çocuklar kadar aceleci,
yaşamaya çocuklar kadar erkencisin.

büyüyeceksin, büyüyeceğiz.
öğreneceksin, öğreneceğiz.

bu şiiri gönderdiğim zamanlar kendisi bir kızıcıktı. şimdi *rospu oldu afedersin.

quares
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.



Nâzım HİKMET
kozmos
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
kozmos
Sana çirkin dediler,
düşmanı oldum güzelin;
Sana kâfir dediler,
diş biledim Hakka bile.

Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,
Kahpelendin de garaz bağladım
ahlâka bile.

Sana çirkin demedim ben,
sana kâfir demedim;
Bence dînin gibi
küfrün de mukaddesti senin.
Yaşadın beş sene gönlümde,
misafir demedim;
Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin?
warmhole
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelime bir kat daha artacaksınEn azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksinEn azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernuş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.

Bedri rahmi eyüboğlu
quares
Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?
Seni, anlatabilmek seni

Ahmed ARİF
kozmos
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
'Tükürsem cinayet sayılır' diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün
quares
evlere ve şehirlere
kapısından girenlere…

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
muaviyeleşiyorsunuz
birlik
putunuz olmuş
merhametten çok cezayı konuşuyorsunuz
daha kendi fethiniz tamamlanmadan
atlara bindirilmiş gövdeleriniz
biz kendi kalbimizi etmişiz işgal
toprakla son demde haşrediliriz
insan korktuğunu sevemez zaten
sevdiğinden korkar kaybetmemeye…
ali kim deyince 'dördüncü halife'
'hazreti' dersiniz muaviyeye
ilmin kapısına savaş açmış kişiye
ashab olanı sakın benzetme efendime

muaviye hazretse oğlu imamınızdır
hüseynin kesik başı bizim imanımızdır
evlere şehirlere kapılardan gireriz
alinin yolu beyt-i resulullahımızdır!

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
emevileşiyorsunuz
elinizde olsa
herkesi cehenneme doldurursunuz
çünkü cennetiniz kalbiniz kadar küçük
aklınıza bir kalp uydurmuşsunuz
oysa vardır her kalbin içinde aklı
imanın tapusu avucunuzda
ey yolları kalplere rapteden haklı
sevaplar da güzel suçlarımız da…

dünya kendi etrafında dönen kerbeladır
yezid her “ben!” diyene hem vekil vükeladır
muaviye şamda, hasan el-valide vali
hüseynin gözleri bal, murtezanın eladır

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
zaptiyeleşiyorsunuz
allahı kaydınıza geçirmek için ne de çok uğraşıyorsunuz
peygamber
işportanız olmuş
hadisler alıp hadisler satıyorsunuz
kitap
yardakçınız olmuş
ayetleri yorumlarken yeniden yazıyorsunuz
meyhanelerin de vardır bir allahı ey
cemlerin sazı secdelerin alnıdır
ne sakinin sunduğu bade harama
ne zemzemin dolduğu bardak helale
ağzımız diyorum sayın müslüman
kalbimize açılmazsa gider hebaya

çölden sonra zahiri aldılar elimizden
hak hala bizimledir sürer garibimizden
krallar ve devletler anlamaz sözümüzden
çün zalime dönmeyiz ehl-i sünnetimizden

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
mülklüleşiyorşunuz!
şol dünya suları bütün tahtınız olsun
sularınız çekilir akıttığınız kandan
allah korusun bir yıkılırsa kabeniz
merak ediyorum hangi tarafa döneceksiniz
kabesi kalp olmayan her daim secdesizdir
kalbe duran secdesiz varır durur allaha
siz insanı atlayıp ona islam dediniz
bizim islam kalbimiz secde durur insana

sıddık üryan kalmıştı oysa bütün allaha
ali yoksul gelmişti yoksul gitti ervaha
resul mülksüz kavuştu tek varlığı mevlaya
kenz ahrete doğrudur infak sonlu dünyaya

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
gurbetsizleşiyorsunuz
daha bin yıl burada kalacak gibi yiyorsunuz
garip olun garip kalın garip ölün garip
garip geldi bu ve de gidecek hep garip
o ispata yeltenen muhafız kimliğiniz
görmediği allaha nasıl eder biadı
siz allahın ismiyle kuranı çiğnediniz
yıldızlara ulaştı fatma anne feryadı

alper şiir söyledi, ezelin yaşıyladır
acısı resulüne atılan taşıyladır
alisinin sırtında hançerin başıyladır
hasanına sunulan ağulu aşıyladır
gözleri hüseynine bitmeyen yaşıyladır
evlad-ı kerbelayız biz susmayız zalime
başımız feda olsun alemlerin rabbine

Alper Gencer
quares
Uyuyamamak nedir?
Bir başkasının solunda sabahlamak mı?
Yoksa geceye şahit olmak mı?
Önce martıların sesine,
Deniz'in dinginliğine,o mübarek sese
Ya da gecenin sabaha ermesine mi?
Uyuyamamak nedir,sol boşluğum..
Bir kerecik sarılsam,öpsem nefesinden diye iç geçirme vakitleri midir yoksa?
Ya da bir sevdaya ayrı düşmüş olmanın hezimeti mi? Evet,adı günaydın.
Yine şükürlerle uyandım hayatta oluşuna.
Karşımızdaki kahvehane açıldı,yollar temizlendi,
Martılar sabahı buyur etti güne.
Komşu balkonlar yıkandı,
Deniz en güzel mavisini giyindi,
Kuşlar yeni günü anlatıyor
Simitçiler de meydanlarda
Zifiri karanlık yok,gözler birbirini görebiliyor.
Uyumaya çalıştım,uyurum sandım,
Zifiri karanlık yok,gözlerim de açık,
Hala göremiyorum seni..
Uyuyamamak nedir,sol boşluğum..
Arayıp soramamak nedir?
Lügatta adı çaresizlik midir?
Ya da Yaradan'dan bilip baş üstünde gezdirmek mi? Şimdi gün ortası..
İşçiler paydos etti,fabrikalar dinlenmeye çekildi,
Ezan da okunur birazdan..
Bizim burası bildiğin gibi.
Güneş tam tepede,kızgın bir hayli.
Esnaflar kapı önünde,gün öğlene erdi.
Vakit geçirmeye çalıştım,vakitle geçer sandım.
Yalan dolan yok,kalbim görebiliyor gözlerim göremiyor seni..
Sesine muhtaçlık nedir,sol boşluğum?
Kalpte daim olmak nedir?
Dillerde adı perişanlık mıdır?
Ya da bir aşkın gücünü içinde barındımak mı? Şimdi akşam.
Güneş mahcup artık gülüşünün yanında..
Babalar evine dönüyor,yemekler ocaklarda
Ortalık bir bir sezsizleşiyor
Kapı kolları sıcacık.
Ben bildiğin gibi kimsesiz..
Adı 'sensizlik' buralarda.
Şimdi kalp sensiz yine sensiz..
Zifiri karanlık geliyor,gözler birbirini görmüyor.
Uyumaya çalıştım,artık uyurum sandım..
Yapamadım.
Uyuyamamak nedir,sol boşluğum?
Seni solumda uyutuyor olmak mı?

gülay çelik
4 /