iz bırakan kitap cümleleri

ontolojik sancilarimin merhemi
''.. şimdi, uzak kalmış bir hayalin yankısıdır, yansısıdır, yanılmasıdır diye, aldatıcı saydığın mutluluk da bambaşka bir anlam kazanacak. kendi kendine uyumlu olma olanağı saymıştın onu. olmayınca da, olsa olsa, dinelme, dinleme, dinginlik...

şimdiyse, etkinlik isteyecek senden. yapman gereken bir şey artık amacını ve çabanı isteyen...

eylem olacak artık mutluluk senin için.
yabancı kalmıştın eyleme, yıllar yılı sürüklenmeyi yeğlemiştin. alışmıştın da buna. içinde sakladığın, sakındığın, sakladığın yumuşak içeriği koruyarak, sert, katı, dikenli yanını, dış kabuğunu koymuştun ortaya hep. ne fark ederdi ki, diye. her şey boş olanaksız zaten...

boşa çıkacaktı her şey. boşunaydı her şey, zaten, hiçliğe akarak. o, yok,hiç....

o,var şimdi işte
eylem de ne?
yola çıkıp zamanında bir yerde olmak
orada olmak, o da orada olacak diye
oradasın işte
o da, burada, buranda...''
freud da sollardi
"parasızlığa alışıktım ve işsizliğin ne demek olduğunu çok iyi biliyordum.sevdiğim kadınlar tarafından terk edilmişliğim vardı, zamanında çok şiddetli diş ağrıları da çektim.ama nasıl oluyorsa bunların hiçbiri bütün dünyanın sana karşı olduğu duygusuyla yarışamıyor."

hugh laurie - the gun seller
valsarith
...hiçbir şey (artık) gizli saklı kalmayacak. işte bu zamanda siz, dışta olan her ne ise onun içinizde olanın bir yansıması olduğunu bilebilmek için, kendi dışınızda gözlemleyeceğiniz şeyler meydana getireceksiniz. sizin dışınızda hiçbir şey yoktur, hiç kimse size bir şey yapmadı. sizler kurban değilsiniz, sizler egemen varlıklarsınız. bunu ne kadar vurgulasak az gelir. gün be gün yarattığınız her şey için "sorumluluk" aldığınızda, ne denli dehşet verici görünürse görünsünler, onların yalnızca birer öykü olduğunu ve "kim" olduğunuzu bilebilesiniz, gerçek kimliğinizi kucaklayabilesiniz, tanrı/tanrıça olduğunuzu, gerçekten egemen varlıklar olduğunuzu bilesiniz diye onları bizzat (kendinizin) yarattığınızı bilin.

eğer her bir durumu sorumlulukla karşılamazsanız, o kendini size tekrar tekrar sunacaktır, ta ki siz bir kaçışın olmadığını anlayıncaya kadar. bileceksiniz ki saklanmak mümkün değildir. vakit bu vakittir. siz harika bir zaman içine adım atıyorsunuz. onu durdurmak için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur ve onu hızlandırmak için de yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. o aslında sapsadedir. biliyoruz ki zihniniz onu karmaşık bir hale getirmeyi sever. bu karmaşıklığın bir kısmı da saklanmaktır. ve siz onu yapacaksınız. sizin güvenip dayanabileceğiniz (destek alabileceğiniz) bir başka şey yok, aziz dostlar. onu "idrak" edinceye kadar yaratmaya devam edeceksiniz. öyleyse onu elde edememe, sınavdan geçemeyen tek kişi olma korkusunu da terk edebilirsiniz...

p'taah pleiades - jani king
putintin
"daha çok anlat” dedim.
“hoşuna gidiyor mu?”
“çok. elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
“bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
“gider gibi yaparız."

(bkz:şeker portakalı)
ontolojik sancilarimin merhemi
''... sevmesini bunlar biliyor. susarak sevmesini. erkek susar, kadın da. "beni seviyor musun?"lar yok. "daha mı az, daha mı çok?"lar yok. maziden ve istikbalden şüpheler yok. emniyet yüzde yüz. fedakârlık bitirmiş. "ben seninim, sen de benim." o kadar. "sözlüyüm" diyorlar. bitti. iki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. sessiz. aşk mektupları, sitemler, tehditler yok. mutfakta bir tıkırtı iclal, mustafa'nın çorbasını pişiriyor. hep onu düşünüyor. yirmi sene, elli senen hep onu düşünecek. mustafa eşikte görünüyor. sessiz. dil dökmüyor. dil olmayan yerde yalan olur mu? onun bir iclali var. dünya o. mağrur, susuyor. vazife saati. iclal daha çorbayı pişiriyor. ne ciddiyet!
sevmesini bunlar biliyor. bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur...


bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, manilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız, küçük görüşlerimiz, kendimize güvenmeyişlerimiz, iç çekişlerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi, aşkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınkisi aşk hastalığı değil, aşk....''
putintin
"apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın bülent?"
"hangisini?"
"otomatik yanan, sensörlü lamba."
"hayır."
"komşu görmüş, yalan söyleme. süpürge sapıyla kırmışsın dün gece."
önüme baktım.
"neden kırdın?"
cevap yok.
"hasta mısın evladım? söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…"
"kırdımsa kırdım, ne olacak! çok mu değerliymiş?"
"lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? yöneticiye de dedim. lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. sen değerlisin benim için."
"beni görünce yanmıyordu baba."
"nasıl ya?"
"görmezden geliyordu, yanmıyordu. kaç sefer yok saydı beni."
"e beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor."
"hadi ya! sahiden mi?"
"evet. ucuzundan takmışlar. bizimle bir alakası yok."

babama sarıldım, yıllar sonra.

emrah serbes - erken kaybedenler
putintin
"yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."

(bkz:tutunamayanlar)
nalbantyani bezirgan
"Gönlümün size verdiği payeyi anlatmak için saatlerce elkap aradım, fakat teessüf ederim, bir kelime, bir tabir bulamadım. Kalbimin şiddetine, duyduklarımın samimiliğine tercüman olan bir dil bilseydim sizde bu acımasız sertlik kalır mıydı? Kalbiniz taştan bile olaydı gene aşkınızın bu mahkumunu bir küçük iltifatınızla sevindirecek kadar olsun bir yumuşaklık gösterirdi."
Gürpınar, Hüseyin Rahmi, Metres.
pass
"istanbul'u yeniden inşa et deseler bana sevgili adına,

üsküdar'ın derim, adı heyecan olsun.

istiklal caddesi'nin, vuslat...
neler gizlidir mayın tarlası taşlarında.

galata, gerçekleşti bir hayal.

avcılar...
en çok ayrılık ismi yakışır oraya.
kalkıyor acılar-kadıköy metrobüsü. kalmasın kimse açıkta.
kar yağıyor kar!

ama yollar derim; gözyaşı tarlası. hani gülerek yürüdüklerim var ya, yürürken hüzünlerim olan.

~

beş duyuyu tarif ettirseler sevgilinin adına;

sesi derim, kanım olsun. ne kadar zamandır susmuşsa, onca zaman kanadığımı bilsinler diye.

suretin bir avuç şarkıda saklı senin, hâlâ duymaya dayanamadığım.

kokunun rengine kahpe derim. kahperengi... uyanıkken rüya görmekmiş onun kokusu. kahpeliği koku yapar bana.

nail olmanın adı rüya, rüyanın adı esrar olsun. uyanması acı, içmesi güzel.

dokunmak sana, imkansız.

gözyaşı derim. özlem...

özlem; hasret.

hasret; sen,

senden başkası; yetinmek."
pass
"senden ayrı kalmak, istanbul'dan uzak kalmak gibi.
her şeyini özlüyor insan.

'sen' çünkü...

sen, istanbul gibisin her haliyle sevilen.

istanbul'u trafiğiyle; seni bütün beklemelerimle, hasretle, sabırla.
istanbul'u yağmuruyla; seni bende bıraktığın gözyaşıyla, acıyla.
istanbul'u kırk yılda bir çıkan gökkuşağıyla; seni o gökkuşağının renkleri kadar.

nasıl istanbul'u binlerce yıl önce sevmeye başladıysa insanlar, sanki ben de seni o tarihten beri.
ve nasıl istanbul'u hâlâ seviyorsa insanlar, ben de benden gittiğin, cismimin alaşağı olduğu günden bu saniyeye kadar.

sorarsan 'sen de mi hâlâ' diye; ben de hâlâ."

pass
"hiç kimseye prensesim diyemedim şimdiye kadar. kimin için heveslensem başıma yıktılar ülkemi.

aşkım da diyemedim ağız tadıyla hiç kimseye, 1 tek sefer dışında. o, tam gidiyordu o sıra.

'gitme' dedim yalvararak.

'gitme aşkım'

gitti."
putintin
"bu dünyada aramakla bulunamayacak birini arıyorsun! ama onu tanıdım, her halimi ona sergileyebildiğim için karşısında kendimi olduğumdan daha önemli hissettiğim o büyük insanı, o yüreği hissettim. onu asla unutmayacağım, ne onun sarsılmaz aklını, ne de sabrını unutacağım."

(bkz:genç werther'in acıları)
tanri
hayata yönelen aşırı sevgiden,
ümit ve korkudan kurtulan bizler,
kısa teşekkürlerle şükranlarimızı sunarız
tanrı diye ne varsa,
ki, hiçbir hayat ebediyyen yaşamaz,
ki, ölüler dirilemez;
ki, en yorgun nehirler bile
bir yerde denizle birlesirler.

(bkz:Martin eden)
2 /