yaşam

ontolojik sancilarimin merhemi
her yerde hazır ve nazır olan.

bazı felsefeciler ölümün bulunmadığı yaşamın gerçekten de korkunç olacağını . öyle bir yaşamın ilgiden ve anlamdan yoksun olacağını ileri sürmüşler. sonu olmayan bir yaşamın bıktırıcı, bitmek bilmez bir can sıkıntısı olmasının yanı sıra, bir yaşama sahip olmak demek de yaşamak ile aynı şey olmadığını da vurgulamışlar.

yaşamak demek; aslında ölebilir olmak demektir.

yaşam düşüncesinin kendisi, bir kendinin farkında olma, kendini kavrama ve kendini yönlendirme duygusunu da beraberinde taşır. yani insan ancak kendini dünya içerisine yerleştirerek yaşam deneyimini kazanır. dünyayı ve onun içindeki nesne ve olguları doğru bir şekilde kavrayabilmesi ancak deneyim yolu ile kendisine özgü bir kavrayışla gerçekleşir. neyin önemli olduğuna dair hiçbir duygusu yok gibi görünen ya da herhangi bir anlamlı veya düzenli yaşama şeklinden yoksun olan birine yöneltilen ''kendine ait bir yaşamın, hayatın olsun'' cümlesinde üstü kapalı bir dille yaşama ve dünyaya ilişkin bir anlayışa sahip olması gerekliliği yatar. yani kişi yaşamını ancak kendi yaşamı olarak tanıma yeteneğine sahip olarak anlamlı kılabilir.

zira insanlar yaşam içerisinde zamanla var olurlar. her gün gelişen kavrama yeteneği, yaşamının birliğine dair birleşen öğeleri, eylem ve tutumları yaşayarak, o yaşamı kendi yaşamı olarak görme duygusuna sahip olarak gerçekten var olabilirler. bir yaşama sahip olmak demek , o yaşamın sınırlarına, neyin onun bir parçası olup, nelerin o kadar olanaklı olmadığına dair anlayışa sahip olmaktır. aksi takdirde ilk başta söylediğimiz gibi; bir yaşama sahip olmak demek, yaşamak demek değildir.
john overmars
çocukken hayaller içinde gerçekleri göremezken, büyüdükçe gerçekler içinde hayalleri göremez oluruz.yaşam işte bu değişime ayak uydurabilme çabasıdır.gerçeği dönüştürmek geliştirmek sürekli mücadele.bolca yenigli acılar içersinde yine de küçük şeylerle mutlu olma olgunluğuyla bizi terbiye eder yaşam.
ihtiras limani
yara bantlarıyla doludur. Mad men'den geliyor :
-Arkadaşının neyi var ?
-Başka birinin karısıyla ilişkisi var.
-Bu yüzden mi hastanede ?
-Komplikasyon olmuş.
-Neden yapmış bunu ?
-Hep normal sebeplerden işte. Biraz rahatlamaya ihtiyacı varmış. Biraz macera istemiş. kendini yine yakışıklı hissetmek istemiş. Bir şeyler bildiğini hissetmek istemiş. Geçen yılların bir işe yaradığını, gençlerin henüz bilmediği şeyler bildiğini görmek istemiş. Birkaç içki içip kendini çok, çok iyi hissedeceğini zannetmiş herhalde. Sonra da normal hayatına dönüp “ çok iyiydi yahu” diyecekmiş.
-Ama hastalanmış öyle mi ?
-Her şey bittiğinde kalbi kırılmış. İşte o zaman, sahip olduğu şeylerin de zaten pek de iyi olmadığını anlamış. Zaten bütün bu olanların sebebi de buymuş. Hayatının ve ailesinin, derin bir yara üstündeki yara bandı gibi olduğunu anlamış.
kozmos
nedense, aklıma andy weir'in the egg adlı hikayesini getirmiş başlık, kelime...
*
''öldüğün zaman, evine dönüyordun. Sıradan bir araba kazası, çok da önemli bir şey değil. arkanda 2 çocuk ve 1 eş bıraktın. tamamen acısız bir ölümdü. ilk yardım ekibi seni hayata döndürmek için elinden geleni yaptı ama hiçbir işe yaramadı. bedenin çoktan parçalanmış ve çoktan ölmüştün... belki de bu en iyisiydi. güven bana. ve sonra benimle tanıştın.
''Ne Oldu?'' dedin
''Neredeyim?''
''öldün.'' dedim. çok da lafı uzatmanın bir anlamı yok.
arabayı sürdüğün yerde bir tır vardı ve seni ezdi, yani öldün mü, evet öldün.
''ama bunun için kötü hissetme'' dedim. herkes ölecek, herkes ölür.

etrafına baktın, tamamen hiçbir şeyin içindeydin. sadece sen ve ben.

''burası da neresi? '' dedin.
''burası, hayattan sonraki yer mi?'' dedin.
''yani işte öyle böyle dedim''
''sen tanrı mısın?'' dedin.
''evet'' dedim, ''ben tanrıyım.''
''çocuklarım, eşim'' dedin.
''onlara ne olmuş?''
''onlar iyi olacak mı?''
''işte bu, görmeyi sevdiğim bir manzara'' dedim.

daha yeni öldün ve ilk düşündüğün şey senin ailen, işte bu senin iyi bir insan olduğunu gösterir. bana baktın sana göre ben bir tanrı gibi değildim, sadece normal bir adam gibiydim. belki de bir kadın. anlayamıyordun. bir figürdüm senin için. daha çok, okuldaki bir öğretmen gibiydim. belki de bir müdür yardımcısı.
''şüpheye düşme'' dedim. ''her şey güzel olacak.''
çocukların seni, gayet iyi hatırlayacak. sensiz büyümeyecekler ve eşin biraz ağlasa da, aslında biraz rahatladı, çünkü, dürüst olmak gerekirse evliliğiniz zaten yavaş yavaş bitiyordu. eğer, seni rahatlatacaksa şunu söylemeliyim ki, öldüğün için suçlu hissediyor.

''oo..'' dedin ''peki şimdi ne olacak? cennete mi cehenneme mi gideceğim?''
''hiçbiri'' dedim. ''reenkarne olacaksın.''
'' ooo dedin, yani hindular doğruyu söylüyordu, haklıydı.''
''aslında bütün dinler haklıydı'' dedim sana, 'gel biraz yürüyelim'
boşluğa doğru beni takip ettin.
''nereye gidiyoruz?'' dedin.
''önemli bir yere değil'' dedim, sadece beraber yürümek hoş oluyor.

''peki neden öldüm, yani bu hayatın anlamı ne? tekrardan geri dönmek, sadece boşluktan, yani bir bebek, hiçbir şey yok mu?... hayat, bir anlam ifade etmiyor mu?''
''hiçte değil'' dedim. şu anda sende bütün bilgiler var ve bütün tecrübelerin var ve bu geçmişteki bütün hayatlarından birikmiş tecrübeler. sadece bunları hatırlamıyorsun.

yürümeyi durdurdum, sana döndüm, elimi omzuna koydun;

''ruhun daha önemli, güzel ve koskocaman bir varlık ve bunu sen asla hayal bile edemezsin.'' insan aklı, sadece ufak bilgileri, ufak tecrübeleri aklında tutabilir. aynen parmağını bir bardak suya sokmak gibi, suyun tamamının sıcak ya da soğuk olduğunu sadece bununla anlamak gibi. aslında senin vücudun bir araç ve ruhun geri döndüğün zaman, bu araçla beraber bir çok tecrübe kazanmış oluyorsun. son 28 yıldır, insansın ve aklına gelecek şeylerden çok daha fazla şeyler yaşamış olmana rağmen, çok daha uzun süre yaşamış olmana rağmen, hiçbir şey hatırlamıyorsun. aslında burada biraz daha kalsak her şeyi hatırlamaya başlarsın. önceki hayatlarından da. ama şu anda bunu yapmanın hiçbir önemi yok. her iki hayat arasındaki geçişte tekrar tekrar her şeyi hatırlamanın hiçbir önemi yok.

''peki kaç kere reenkarne oldum?'' dedin.

''çook çok fazla, çook fazla farklı hayat'' dedim. bu seferde, seni çin'de bir fakir kız yapacağım milattan önce 1940.

''ne, ne?'' ''beni zamanda geri mi gönderiyorsun.'' dedin.

ee, teknik olarak evet. ama zaman senin bildiğn gibi değil, yani buralarda işler biraz farklı işliyor.

''sen nereden geliyorsun'' dedin.

oh, ben başka bir yerden geliyorum, benim gibi başkaları da var ama bunları sana aslında defalarca anlattım ve şu an en ayrıntısına kadar anlatsam bile anlamazdın.

''peki'' dedin, biraz üzülmüştün.

''peki, zamanda başka bir yerde reenkarne oluyorsam, kendimle karşılaşma ihtimalim var mı?''

tabii ki de, bu her zaman olur 2 hayatında da sadece kendinden bihabersin. sadece kendini biliyorsun. etrafında nolduğunu bilmiyorsun. yani karşındaki konuştuğun kişinin de etrafındaki kişilerin de sen olduğunu bilmiyorsun.

''peki, tüm bunlardaki amaç nedir?'' dedin.

gerçekten mi? bana gerçekten anlamını mı soruyorsun? biraz, biraz basit bir soru değil mi?

''yani bayağı anlamlı bir soru.'' dedin.

gözlerinin içine baktım, ''hayatın anlamı, bu tüm evreni yaratmak ve başına gelen her şey tamamen senin için, senin olgunlaşman için''

''nasıl yani insanlık neslinin olgunlaşması için mi.'' dedin.

hayır, bütün evreni sadece senin için yarattım ve her bir hayatla daha olgun daha büyümüş bir insan oluyorsun ve entelektüel seviye olarak daha iyi bir yere geliyorsun.

''sadece ben mı peki, diğer herkes... onlara nolacak'' dedin.
''başka kimse yok'' dedim.
bu evrende sadece sen ve en varız.
boş boş bakın bana.
''peki dünyadaki bütün insanlar?''
hepsi sensin. senin farklı reenkarne olmuş hallerin.
''nasıl yani'' dedin, ''herkes ben miyim''?
şimdi biraz anlamaya başladın dedim.
''yani yaşamış ve ölmüş bütün insanlar ben miyim.?''
''...ve yaşayacak olan bütün insanlar sensin, evet''
''yanı abraham lincoln ben miyim?''
evet.
hitler?
evet.
ve onun öldürdüğü milyonlar da sensin.
''peki peygamberler?''
evet, ve onları takip eden herkes.

biraz sessizliğin ardından;
her zaman birilerini küçük gördün bazı hayatlarına birilerine rastgele iyilikler yaptın birilerini görmezden geldin ve aslında her zaman sen kendine yapıyordun bunları, kendini görmezden geliyordun kendini küçümsüyordun, kendini üzüyordun.
her insanın yasadığı üzücü anlar, her tecrübe ve basına gelen her şey aslında senin başına geldi uzun bir süre düşündün

''neden?'' dedin,
''neden bütün bunları yapıyorsun?''

çünkü bir gün sen de benim gibi olacaksın. çünkü bir gün, sen de tanrı olacaksın.
''Türünün tek örneğisin. sen, benim çocuğumsun.''
şaşırdın, ''Yani, ben de bir tanrı mıyım?'' dedin.

hayır, hayır değil, şu anda sadece bir fetüssün. hala uyuyorsun. bütün insanların hayatını yaşadığın boyunca, bütün tecrübeleri edindikten sonra işte o zaman doğmak için yeterince tecrübeye sahip olacaksın.

''yani bütün evren'', diye sordun ''sadece benim içim mi?''

evet, bütün evren, bir yumurta ve senin şimdi bu yumurtanın içinde sıradaki hayatına dönme vaktin geldi.
ihtiras limani
eğer en büyük pencereden ve en küçük en mütevazı pencereden bakarsanız yaşam güzeldir. ama kendi ölçeğinize yakın her bakış yaşamı çekilmez hale getirir. o yüzden ya en dıştan bakmalı yaşama, çok çok ağır akan bir okyanusa olduğun bilmek gibi ya da küçücük, tek göz odadan ibaretmiş gibi bakmak gerek. gerisi genelde angaryadır.