sigur ros konserinde ön grup olarak izlediğim günü hatırlıyorum da, bol bol bastards albümünden çalmışlardı, o sinerji, o sahne performansı...
çok güzeldi be! hele trace of waterfalls şarkısında bir anlığına gözlerim kararmış gibi oldu...
özet olarak, harika electronica yapan müzik grubu! hem de türk!
lahmacunu midenin hazmedememesi.
hiçbir zaman cami olarak ibadete açılmayacak müze. cami olarak ibadete açılırsa, oraya giden turistlerin çok büyük kısmı bunu yapmayı bırakacak ve parayla beslenen hükümetimiz de bunu bizden çok daha önce düşündüğü için böyle bir şeye kalkışmayacaktır.
bir zamanlar dünyanın en büyük ve en eski katedrali olma özelliğini taşıyan yapı kimlerin, hangi düşüncelerin eline geçmiş de acı çekiyor diye üzülüyorum hep.
Yazık, ulan ben beş para etmez battlefield 1 oyununda bile tarihi eserleri tankla vurmamak adına oyunu defalarca yeniden başlattığım halde, nasıl böyle bir saçmalığa girişiyor türk insanı anlayabilmiş değilim.. .
bir zamanlar dünyanın en büyük ve en eski katedrali olma özelliğini taşıyan yapı kimlerin, hangi düşüncelerin eline geçmiş de acı çekiyor diye üzülüyorum hep.
Yazık, ulan ben beş para etmez battlefield 1 oyununda bile tarihi eserleri tankla vurmamak adına oyunu defalarca yeniden başlattığım halde, nasıl böyle bir saçmalığa girişiyor türk insanı anlayabilmiş değilim.. .
malum ortamlardan indirip kurduğum ve oynadığım oyun.
açıkçası, birkaç şey söylemek istiyorum ben bu oyun hakkında. ilk başta, iyi ki para vererek almamışım bu oyunu diyorum ben. multiplayer seven bir insan olmadım hiçbir zaman, hikaye modu fena değil lakin neden bu kadar kısa diye ister istemez kızdım.
hikaye modunda benim sinirimi bozan kısım, medal of honor airborne'un neredeyse aynısını oynuyormuş hissiyatı vardı oyunda. oldum olası multiplayeri sevemediğim gibi battlefield serisini de *2 hariç!* sevemedim. yahu ben birini vurduğumu hissedemiyorum bu oyunda, isterse en harika grafiklere sahip olsa ne yazar? tamam, iyi zevk veriyor ama insanların bunu call of duty serisi ile kıyaslamasını anlayamıyorum.
belki de haklısınız, ben zevksiz herifin tekiyim...
oyunu indirip kurma sebeplerimden birisi kesinlikle gelibolu hikayesi olmasıydı lakin karaya çık, ingilizleri topçu ateşinden kurtar, ingilizlerin neredeyse ölüm emri verdiği anzakları kurtar ve öl!
yahu, insanların "ben bu oyunu oynamam bu yüzden" dediği sebep olan arabistanlı lawrence'li bölümler çok hoşuma gitti benim. ilk başlarda ister istemez bi içim titredi ama sonra doctor who'dan arda kalan ingiliz aksanımı edinip gelen geçen osmanlı askerini taradım. "unsere matter unsere vater" isminde bir alman, 2.dünya savaşı dizisi vardı, onu getirdi aklıma.
genelde savaş karşıtı olup öldürmemeye ant içen beyinler savaşa gidip öldürmenin tadına varınca psikopat olup çıkıyor. öldürelim asalım keselim diye gidenler de savaşa karşı oluveriyorlar, tuhaf bu insan psikolojisi.
her neyse, tanklı bölümler de çok zevkliydi aslında. ama genel olarak medal of honor'un 2007'de piyasaya sürdüğü oyunun 1.dünya savaşı modunu oynamış gibi hissettim.
iyi ki para vermemişim de indirmişim. buraya asgari ücretle geçinip "kardeşim hak yiyorsun haram bu olmaz" demeye kimse de gelmesin. filmi, dizileri internetten izleyip de oyuna para verip duyar kasmayın.
ha unutmadan, zaten malum yerlere sürenlerin de zaten oyunların üreticileri olduğunu ve oyunların en önemli kısımlarına bir hata bırakıp, "damağın zevke erişsin istiyorsa alırsın güzelim ;)" mesajı vermek istediklerini de biliyoruz, değil mi?
edit:
allah rızası için, "kardeşim o silahları, o 1.dünya savaşının köhne tanklarını kullanmak bile güzeldi, bunları bilmedigin için sevmedin..." demek için de lütfen gelmeyin, ziraa 1.dünya savaşında kullanılan silahların ve tankların, topların ve hatta üniformaların bile her detayını ezbere biliyorum, zira çok sevdiğim beş para etmez lisemin 1.dünya savaşına ait onlarca ansiklopediyi çöpe atmasından sonra çöpün içerisine girerek ansiklopedileri almış, eve getirip ıslak mendille silmiş ve mutluluktan gözyaşı dökmüş bir insanım. bakın çok gerginim çok kızdım, bu oyun güzel değil! değil, değil!"
edit 2:
tamam itiraf edeyim pilot ağabeyimizin olduğu bölümleri oynarken çok zevk aldım. özellikle en sonunda, wilson'ın almanı döverken yanan zeplinin üzerlerine doğru gelmesi ve alman ağabeyimizle birlikte üç kişi zeplinden atlamaları kısmında oyunu durdurup annemin, pazardan 20 liraya aldığı pilot şapkamı taktım.
açıkçası, birkaç şey söylemek istiyorum ben bu oyun hakkında. ilk başta, iyi ki para vererek almamışım bu oyunu diyorum ben. multiplayer seven bir insan olmadım hiçbir zaman, hikaye modu fena değil lakin neden bu kadar kısa diye ister istemez kızdım.
hikaye modunda benim sinirimi bozan kısım, medal of honor airborne'un neredeyse aynısını oynuyormuş hissiyatı vardı oyunda. oldum olası multiplayeri sevemediğim gibi battlefield serisini de *2 hariç!* sevemedim. yahu ben birini vurduğumu hissedemiyorum bu oyunda, isterse en harika grafiklere sahip olsa ne yazar? tamam, iyi zevk veriyor ama insanların bunu call of duty serisi ile kıyaslamasını anlayamıyorum.
belki de haklısınız, ben zevksiz herifin tekiyim...
oyunu indirip kurma sebeplerimden birisi kesinlikle gelibolu hikayesi olmasıydı lakin karaya çık, ingilizleri topçu ateşinden kurtar, ingilizlerin neredeyse ölüm emri verdiği anzakları kurtar ve öl!
yahu, insanların "ben bu oyunu oynamam bu yüzden" dediği sebep olan arabistanlı lawrence'li bölümler çok hoşuma gitti benim. ilk başlarda ister istemez bi içim titredi ama sonra doctor who'dan arda kalan ingiliz aksanımı edinip gelen geçen osmanlı askerini taradım. "unsere matter unsere vater" isminde bir alman, 2.dünya savaşı dizisi vardı, onu getirdi aklıma.
genelde savaş karşıtı olup öldürmemeye ant içen beyinler savaşa gidip öldürmenin tadına varınca psikopat olup çıkıyor. öldürelim asalım keselim diye gidenler de savaşa karşı oluveriyorlar, tuhaf bu insan psikolojisi.
her neyse, tanklı bölümler de çok zevkliydi aslında. ama genel olarak medal of honor'un 2007'de piyasaya sürdüğü oyunun 1.dünya savaşı modunu oynamış gibi hissettim.
iyi ki para vermemişim de indirmişim. buraya asgari ücretle geçinip "kardeşim hak yiyorsun haram bu olmaz" demeye kimse de gelmesin. filmi, dizileri internetten izleyip de oyuna para verip duyar kasmayın.
ha unutmadan, zaten malum yerlere sürenlerin de zaten oyunların üreticileri olduğunu ve oyunların en önemli kısımlarına bir hata bırakıp, "damağın zevke erişsin istiyorsa alırsın güzelim ;)" mesajı vermek istediklerini de biliyoruz, değil mi?
edit:
allah rızası için, "kardeşim o silahları, o 1.dünya savaşının köhne tanklarını kullanmak bile güzeldi, bunları bilmedigin için sevmedin..." demek için de lütfen gelmeyin, ziraa 1.dünya savaşında kullanılan silahların ve tankların, topların ve hatta üniformaların bile her detayını ezbere biliyorum, zira çok sevdiğim beş para etmez lisemin 1.dünya savaşına ait onlarca ansiklopediyi çöpe atmasından sonra çöpün içerisine girerek ansiklopedileri almış, eve getirip ıslak mendille silmiş ve mutluluktan gözyaşı dökmüş bir insanım. bakın çok gerginim çok kızdım, bu oyun güzel değil! değil, değil!"
edit 2:
tamam itiraf edeyim pilot ağabeyimizin olduğu bölümleri oynarken çok zevk aldım. özellikle en sonunda, wilson'ın almanı döverken yanan zeplinin üzerlerine doğru gelmesi ve alman ağabeyimizle birlikte üç kişi zeplinden atlamaları kısmında oyunu durdurup annemin, pazardan 20 liraya aldığı pilot şapkamı taktım.
insanı çıldırtan bir şey bu, gerçekten çıldırrtan.
bakın, son lahmacunumu yiyorum ve birkaç lahmacun daha söyleyebilecek olmak beni çıldırtıyor!
ya uçak bileti alıp bir yerlere gitmeye ne demeli? peki ya cebi yırtık pantolonum ve ucuz botlarımı giyip pazardan aldıgım yağmurluğumla en pahalı kafelerin en pahalı içeceğini içecek olmaya?
sistem... parayı bulunca sorgulamayı bıraktığımız yegane şey.
bakın, son lahmacunumu yiyorum ve birkaç lahmacun daha söyleyebilecek olmak beni çıldırtıyor!
ya uçak bileti alıp bir yerlere gitmeye ne demeli? peki ya cebi yırtık pantolonum ve ucuz botlarımı giyip pazardan aldıgım yağmurluğumla en pahalı kafelerin en pahalı içeceğini içecek olmaya?
sistem... parayı bulunca sorgulamayı bıraktığımız yegane şey.
3 lahmacun gömdükten sonra, ev arkadaşının kapıdaki silüetine bakıp "dostum, sende mikrofonlu kulaklık var mı?" diye sormamla bana kulaklıgını vermesi ve koşarak yayın yapabileceğimi söyledikten yaklaşık 25 dakika içerisinde yayına girmemle sonuçlanan faciaya tanık oldu bu radyo istasyonu.
birkaç gün sonra çok daha iyilerini yapmak için elimden geleni ardıma koymayacak olmamın garantisini veriyorum.
yanımda olan herkese çok teşekkür ediyorum. umarım lahmacunlarınız bol salatalı olur.
birkaç gün sonra çok daha iyilerini yapmak için elimden geleni ardıma koymayacak olmamın garantisini veriyorum.
yanımda olan herkese çok teşekkür ediyorum. umarım lahmacunlarınız bol salatalı olur.
insanı yerden yere vuran bir slowdive parçası; aynı zamanda beach fossils coverı.
öyle bir şarkı ki bu, insanı hiç olmayacak moda sokabilir.
şark sözleri için;
Listen close and don't be stoned
I'll be here in the morning cause I'm just floating
Your cigarette still burns
Your messed-up world will thrill me
"Alison, I'm lost
"Alison," I said, "We're sinking"
There's nothing here but that's okay
Outside your room, your sister's spinning
But she lies, tells me she's just fine
I guess she's out there somewhere
And the sailors, they strike poses
TV covered walls end so slowly
With your talking and your pills
Your messed-up life still thrills me
Alison, I'm lost
Alison, I'll drink your wine
I wear your clothes when we're both high
"Alison," I said, "We're sinking"
But she laughs and tells me it's just fine
I guess she's out there somewhere
dinledikten sonra ister istemez, kaybolduk be alison diyor insan...
zenginsozluk.com/foto
öyle bir şarkı ki bu, insanı hiç olmayacak moda sokabilir.
şark sözleri için;
Listen close and don't be stoned
I'll be here in the morning cause I'm just floating
Your cigarette still burns
Your messed-up world will thrill me
"Alison, I'm lost
"Alison," I said, "We're sinking"
There's nothing here but that's okay
Outside your room, your sister's spinning
But she lies, tells me she's just fine
I guess she's out there somewhere
And the sailors, they strike poses
TV covered walls end so slowly
With your talking and your pills
Your messed-up life still thrills me
Alison, I'm lost
Alison, I'll drink your wine
I wear your clothes when we're both high
"Alison," I said, "We're sinking"
But she laughs and tells me it's just fine
I guess she's out there somewhere
dinledikten sonra ister istemez, kaybolduk be alison diyor insan...
zenginsozluk.com/foto
Muse'un, 29 Eylül 2003'te çıkan 3.stüdyo albümü.
zenginsozluk.com/foto
Origin of Symmetry gibi bir şaheserden sonra "Zamanımız henüz dolmadı, daha iyi işler yapacağız" dercesine çıkan bir albüm.
Amerikalılar sevemiyor böyle müziği, ağır gelir bu mangafalara dercesine, önce birleşik krallık, 6 ay kadar sonrasında ABD'de çıkmış olması da hoşuma giden detaylardan biri.
zenginsozluk.com/foto
1 Intro
2 Apocalypse Please
3 Time Is Running Out
4 Sing for Absolution
5 Stockholm Syndrome
6 Falling Away with You
7 Interlude
8 Hysteria
9 Blackout
10 Butterflies and Hurricanes
11 The Small Print
12 Fury" (Japon versiyonundaki ek şarkı)
13 Endlessly
Thoughts of a Dying Atheist
Ruled by Secrecy
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Origin of Symmetry gibi bir şaheserden sonra "Zamanımız henüz dolmadı, daha iyi işler yapacağız" dercesine çıkan bir albüm.
Amerikalılar sevemiyor böyle müziği, ağır gelir bu mangafalara dercesine, önce birleşik krallık, 6 ay kadar sonrasında ABD'de çıkmış olması da hoşuma giden detaylardan biri.
zenginsozluk.com/foto
1 Intro
2 Apocalypse Please
3 Time Is Running Out
4 Sing for Absolution
5 Stockholm Syndrome
6 Falling Away with You
7 Interlude
8 Hysteria
9 Blackout
10 Butterflies and Hurricanes
11 The Small Print
12 Fury" (Japon versiyonundaki ek şarkı)
13 Endlessly
Thoughts of a Dying Atheist
Ruled by Secrecy
zenginsozluk.com/foto
çok yakın zamanda mikrofon edinir edinmez yapmaya başlayacağım radyo programının ismi.
programın içeriğinde daha çok roswell olayından tutun, güney amerika'nın tuhaf radyo istasyonlarında yaşanan uzaylı olayları, göremediğimiz canavarlar ve bunun gibi şeyleri ele alacağım.
bunun dışında, bol bol rönesans sanatı ile ilgili bilgiler ve shoegaze - lo-fi ve dream pop icra eden müzik gruplarının şarkılarını size dinleteceğim.
arada son, son olarak biraz da bilgiden kaçan insanlardan dem vuracağım.
ucuza mikrofonlu kulaklık bulabilme ümidiyle.
bana şans dileyin!
edit: gaza geldim, 10 bölümde fransız devrimini de anlatacağım. robespierre'in askerleriyiz.
programın içeriğinde daha çok roswell olayından tutun, güney amerika'nın tuhaf radyo istasyonlarında yaşanan uzaylı olayları, göremediğimiz canavarlar ve bunun gibi şeyleri ele alacağım.
bunun dışında, bol bol rönesans sanatı ile ilgili bilgiler ve shoegaze - lo-fi ve dream pop icra eden müzik gruplarının şarkılarını size dinleteceğim.
arada son, son olarak biraz da bilgiden kaçan insanlardan dem vuracağım.
ucuza mikrofonlu kulaklık bulabilme ümidiyle.
bana şans dileyin!
edit: gaza geldim, 10 bölümde fransız devrimini de anlatacağım. robespierre'in askerleriyiz.
atatürk'ün sevdiği şarkılar diye bir liste yapılmıştı, en başta cliffs of gallipoli vardı, uzun süre güldüm, hala gülüyorum.
avustralya ve yeni zelandalı insanların, çanakkale cephesinde savaşmış atalarını anmak için, her ayın 25'inde çanakkale'de toplanıp düzenledikleri anma törenine verilen isim.
aynı zamanda 2.dünya savaşında alman afrika kolordusu komutanlığını üstlenmiş erwin rommel.
kendisini tanıyoruz, önce anna ablam hakkında bilgi vermeden önce onun o ünlü fotoğrafını şuraya bırakıyorum.
zenginsozluk.com/foto
anna lee fisher ablamız, 1949 doğumlu, uluslararası uzay istasyonu ve orion projesinin fikir annelerinden bir tanesi.
kendisi bir kimyager, doktor ve eski nasa astronotu.
Uzay'da 192 saat kalan bu ablamız, uzaya çıkan ilk anne ünvanını halen elinde bulunduruyor.
umarım ileride minnak bir kızım olur da bir şekilde ben göremeyecek olsam bile, anna ablamın bu ünvanını egale eder.
hehe.
zenginsozluk.com/foto
anna lee fisher ablamız, 1949 doğumlu, uluslararası uzay istasyonu ve orion projesinin fikir annelerinden bir tanesi.
kendisi bir kimyager, doktor ve eski nasa astronotu.
Uzay'da 192 saat kalan bu ablamız, uzaya çıkan ilk anne ünvanını halen elinde bulunduruyor.
umarım ileride minnak bir kızım olur da bir şekilde ben göremeyecek olsam bile, anna ablamın bu ünvanını egale eder.
hehe.
zenginsozluk.com/foto
jean seberg'in oyunculuğuna hayran hayran bakmamı sağlamış, 2 saati geçik süresi boyunca yerimden bir damla kıpırdamadan izletmeyi başarmış bir film bu.
konusunu kısaca özet geçecek olursak, on yedi yaşında bir ablamız, babası ve babasının sevgilisiyle birlikte tatil yapmak için fransa'nın güneyine doğru iner.
lakin o sırada, yıllar önce ölmüş olan annesinin bir dostu babasına mektup yazıp yanlarına geleceğini söyler.
babasının sevgilisi olan ablamız, bu misafir ablamızı kıskanmaya başlar ve bu kıskançlıklarının haklı oldugunu da görür. bu eski dost, yeni misafirimizin, babasının aklını çelip olayların çok farklı yöne gitmesini sağlar.
bunlar olurken, on yedi yaşında bir kadın rolünü üstlenen jean ablamız hiç uslu durmaz.
olaylar gelişir
Merhabalar. Bunun yeri burası mı, değil mi bilmiyorum ama yazacağım.
Amacım, hiçbir zaman, hiçbir şekilde, kimseye hakaret etmek olmadı/olamaz.
Şayet ki yazacaklarımdan bir hakaret çıkartılacak ise, bundan dolayı şimdiden özür dilerim. İnsanların canını sıkmaya haddim olduğunu hiçbir zaman düşünmüyorum.
Gelelim konuya, dün gece yarısı açılmış bir başlık ve bu başlığı açan arkadaşın, burada olmaması gerektiğine inandığım birkaç girdisine denk geldim.
Ekşi'nin, İnci Sözlük'vari trollerinden bıktıgım için oraya devam etmedim, instela'dan da bu yüzden kaçtım geldim.
Buraya bilgilenmeye ve bilgilendirmeye, çoğu zaman da bunu yaptığımız sırada gülüp eğleneceğimiz girdiler de girmeye geliyoruz.
Ama bunun bir dozu var ve bu doz, karşıdaki insana hakaret etmeye başladıktan sonra çok gereksiz bir hal alıyor.
Bunu yapan arkadaş umarım beni anlar. Bundan çok mutluluk duyacağım. Zira, burası farklı bir platform olduğunu düşündüğüm nadir yerlerden birisi, buraya gelip iyi hissediyorum. Uzun süredir tatmadığım mutluluğu tadıyorum. En yakın dostlarım da benim gibi burayı evleri benimsemiş haldeler.
Komayın bizi evimizden be...
Amacım, hiçbir zaman, hiçbir şekilde, kimseye hakaret etmek olmadı/olamaz.
Şayet ki yazacaklarımdan bir hakaret çıkartılacak ise, bundan dolayı şimdiden özür dilerim. İnsanların canını sıkmaya haddim olduğunu hiçbir zaman düşünmüyorum.
Gelelim konuya, dün gece yarısı açılmış bir başlık ve bu başlığı açan arkadaşın, burada olmaması gerektiğine inandığım birkaç girdisine denk geldim.
Ekşi'nin, İnci Sözlük'vari trollerinden bıktıgım için oraya devam etmedim, instela'dan da bu yüzden kaçtım geldim.
Buraya bilgilenmeye ve bilgilendirmeye, çoğu zaman da bunu yaptığımız sırada gülüp eğleneceğimiz girdiler de girmeye geliyoruz.
Ama bunun bir dozu var ve bu doz, karşıdaki insana hakaret etmeye başladıktan sonra çok gereksiz bir hal alıyor.
Bunu yapan arkadaş umarım beni anlar. Bundan çok mutluluk duyacağım. Zira, burası farklı bir platform olduğunu düşündüğüm nadir yerlerden birisi, buraya gelip iyi hissediyorum. Uzun süredir tatmadığım mutluluğu tadıyorum. En yakın dostlarım da benim gibi burayı evleri benimsemiş haldeler.
Komayın bizi evimizden be...
per aspera ad astra'ya nazaran, dante'vari bir şekilde zorluklar çekerek cehenneme ulaşmak manasında olduğunu düşündüğüm ghost şarkısı.
marat/sade, 1967 tarihli, yönetmenliğini Peter Brook ağabeyimizin çektiği, Jean Paul Marat'ın öldürülmesini akıl hastanesinde hastaların canlandırmasını konu edinmiş bir filmdir.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
harika bir ingmar bergman filmi! aslında her şey sadece 2 kız kardeşten ibaret filmde, küçük olan, oğluyla birlikte dilini bilmedikleri bir ülkede konaklarken, büyük olan hastalık çekip ölümün eşiğindedir.
filmde öyle tüyleri diken diken bir sessizlik var ki, ismini de buradan alıyor.
bonus:
zenginsozluk.com/foto
Türkiye'de Hayatını Yaşamak adıyla yayınlanan, 62 yapım Godard filmi.
Aktris olma umuduyla eşini ve küçücük, minnacık evladını terk edip Paris'e gelen Anna Karina ablamızın can verdiği Nana karakterinin, tezgahtar olarak başladıgı ve sonrasında parasının onu tatmin etmemesi üzerine Fahişeliğe soyunduğu lakin bu işi yaparken öldürülme sürecini baştan sona anlatan film.
zenginsozluk.com/foto
bu filmi çekici yapanda Anna Karina ablamız ve bugün bile estetik algısını tavan yaptıracak fotoğrafları.
zenginsozluk.com/foto
bir ara bir kafede bir şarkıya denk gelmiştim, yanılmıyorsam ağustos'tu. yoo, hayır temmuz. aman her neyse işte.
şarkı hoşuma gitmişti baya, shazam yoktu, neyse dedim kendi kendime, sözleri gugıllarsam mutlaka karşıma doğru sonuç çıkar demiştim.
sözleri yazdım, arattım ve işte o an bütün dünya üzerime yıkılmış gibi hissettim.
karşıma çıkan şarkı, o grup...
sanki o an patlayan challanger kadrosunda ben de vardım, işe bakın ki şarkının klibinde de astronot oluyorlardı falan. güzel klipti lan hakkını yemeyin asdfghjk
en azından bok gibi şarkılar yapan, kadınları seks objesi olarak göstermek dışında bir boka yaramayan altın dişli zencilerin seks temalı kliplerinden *evet çok ırkçı oldu bu ama neyse* çok daha güzel klipti, kızdırmayın beni
sonrasında birkaç arkadaşıma dinletmiştim. hatta ses atmıştım arkadaşlarıma, şimdi onları ifşa etmeyeceğim korkmasınlar ama bunu okurken mutlaka güleceklerdir.
"kardeşim nasıl şarkı? baya hoşuma gitti, güzel müzik yapıyorlar çok insan bilmez bu şarkıyı. bu arada grubun ismi *burayı her seferinde farklı sallarım* bilmem ne demiştim."
kime dinlettiysem "kardeşim çok hoş şarkı ya.." falan demişlerdi.
dinlettiğim şarkı one direction - drag me down'dı, neymiş ön yargı hoş bir şey değilmiş asdfghjkl
şarkı hoşuma gitmişti baya, shazam yoktu, neyse dedim kendi kendime, sözleri gugıllarsam mutlaka karşıma doğru sonuç çıkar demiştim.
sözleri yazdım, arattım ve işte o an bütün dünya üzerime yıkılmış gibi hissettim.
karşıma çıkan şarkı, o grup...
sanki o an patlayan challanger kadrosunda ben de vardım, işe bakın ki şarkının klibinde de astronot oluyorlardı falan. güzel klipti lan hakkını yemeyin asdfghjk
en azından bok gibi şarkılar yapan, kadınları seks objesi olarak göstermek dışında bir boka yaramayan altın dişli zencilerin seks temalı kliplerinden *evet çok ırkçı oldu bu ama neyse* çok daha güzel klipti, kızdırmayın beni
sonrasında birkaç arkadaşıma dinletmiştim. hatta ses atmıştım arkadaşlarıma, şimdi onları ifşa etmeyeceğim korkmasınlar ama bunu okurken mutlaka güleceklerdir.
"kardeşim nasıl şarkı? baya hoşuma gitti, güzel müzik yapıyorlar çok insan bilmez bu şarkıyı. bu arada grubun ismi *burayı her seferinde farklı sallarım* bilmem ne demiştim."
kime dinlettiysem "kardeşim çok hoş şarkı ya.." falan demişlerdi.
dinlettiğim şarkı one direction - drag me down'dı, neymiş ön yargı hoş bir şey değilmiş asdfghjkl
beğenmedim pek, yarısında da çıkmak gibi bir şey yaptım. godard'vari hızlı ilerleyen bir senaryo bekledim ama o kadar yavaş ilerliyordu ki sıkıntıdan 3 kez 500'e kadar saydım.
ve evet, karakterler yavaş ilerleyen senaryoya göre fazla, çok fazla gevezeydi.
ve evet, karakterler yavaş ilerleyen senaryoya göre fazla, çok fazla gevezeydi.
quo vadis'te, neronun aklına da roma'yı yakma fikrini koyan bu arkadaştır.
petroniusu o kadar kıskanır ki, hristiyanların roma'yı yaktıkları gibi bir iftirayı da nero'nun zihnine sokan yine bu zattır.
petroniusu o kadar kıskanır ki, hristiyanların roma'yı yaktıkları gibi bir iftirayı da nero'nun zihnine sokan yine bu zattır.
kötü bir gece, üzgün bir gece, ısıtıcının aydınlattığı bu gece için dinleyeceğim tek şey...
baya üzgün bir gece be
baya üzgün bir gece be