zengin sözlük yazarlarının tespitleri

neptune
vakti zamanında, tespit sözcüğünü yazarken zaman zaman zorlandığımı tespit ettim.(tespit-tesbit arasında gidip geliyordum) o nedenle saptama sözcüğünü kullanmaya başlamıştım.

bu entrymde onu aştığımı görmekten ve göstermekten dolayı mutluyum. ama saptama kelimesini kullanmanın keyfi de bir başka tabii.
pestenkerani
Toplum, kişiyi yetiştirip kendine hazırlar. Bu yetiştiricilik işi ilk önce toplumun en küçük fertleri olan aile içinde başlar. Aile, ebeveyn sizin ağzınıza bir filtre takar, büyük harflerinizi küçültüp, küçük ise büyütür. Kişi benliğini ailesinde tanımaya çalışır, kendini bu alanda belirler ya da alan bir labirente dönüşerek aileden kendini soyutlar. Somutluğun resmini alan dışında arayan benlik, toplumun iyi kötü kendisine sunduğu şeyi/şeyleri alır, yahut reddeder. Filtre bahsine dönecek olursak; filtrenin boyutu büyüdükçe boğazda düğümler oluşur, bu düğümlerden de sosyopat, psikopat bir kişilik peyda olur. İç alanda labirente maruz kalmış kişi ya da kişiler, toplumun kendilerine sunduğu somut desenlerle şekillenir. Ailenin sebep olduğu labirent kadercilik adı altında ölüme değin sürer, gider. Aslında sürmüyor, gitmiyor da. Olan şey şu; Sürüklüyor, götürüyor. Eski mazbut evler yerlerini boşlukta sallanan duvarlara bırakmıştır.
ontolojik sancilarimin merhemi
Bence filozoflar halt yemişler. tutkuları yönlendirse şahane şekilde yaşayabilir insan. bir tek sanat konusunu doğru yönlerdirme olarak görmüşler. Bilmiyorlar ki insanın sevgilisine, sevdiğine yönelen tutku onunla var olan tutku ne kadar güzeldir. bir çok tutkuyu bir anda tüketip yıkıcı tutkuların içinde buluyorlar kendilerini sonra da tutku bitti diyorlar. Ildırar'ın bir yorumu vardı Almanya'da kaldığı zamanlarda ; bunlar bir şey yer içer gibi öpüşüyorlar diye. e şimdi günümüz modern insanı her şeyi olmadık yerde hızlıca tüketiyor. sabır yok. evlilikler tabii sonra berbat. evliliğe bir şey bırakmıyorlar ki.. bir çok paylaşımı çok hızlı şekilde yaşıyorlar. günün tamamına yakını beraber geçirmek uzun bir süreçte zarar veriyor. eskiden insanların tutkuları niye daha büyüktü ? ulaşılmazlıkla süsleniyordu, her şeye bir anda ulaşan birinin ve hemen tüketen birinin boşlukta kalması cidden şaşırtmıyor. tutkuların neden kaynaklandığını ve bu tutkuları nereye nasıl bağlayabileceğini ve nasıl yaşanacağını bilmiyorlar..

Aşk bir kaçış değil. insanın insana olan Aşkı varoluş içinde bir varoluş. dünya dışına, insan insanın içinde çıkamaz. çıksa bile bir yerden sonra o çıkışın asıl kaynağını görür. dünya dışına yolculukta o yolcuğu güzel hale getiren unsur, insana olan sevda. o kadar güzel ki bilene yörüngede kalmayı daha da kolaylaştırıyor, dengeliyor. günümüz insanın çok eksiği var. modern insan müslümanları dünyadan lezzet almamakla itham eder de asıl hazzı almayı bilmeyenin sadece hazlarda bile arayışlarla ömrünü tüketenin ta kendisi olduğunu bir türlü görmez. yaşamın içinde dünyadan kaçamamış, uzak kalamamış insanın dramı.. özüne dönüşü yani yabancılaşmayı tersine çevirmeyi bilmiyor ya hedonist bir yaşam ile ölümü ve sıkıntılarını unutmak istiyor ya da tehlikeli bir romantizm içinde kayboluyor..
monster degree
- Düşüncelerle inşa edilen hayatın sağlamlığı 'büyüktür' duygularla inşa edilen hayatın sağlamlığı.

- Düşüncelerle inşa edilen hayatın verdiği zevk 'küçüktür' duygularla inşa edilen hayatın verdiği zevk.

Bu eşitsizliklerin yönleri denkleşmedikçe çenelerimiz ellerimizde uzaklara dalıp dalıp gitmelere mahkum olacağımızdan hiç şüphemiz olmasın.
ontolojik sancilarimin merhemi
çocukluğumuzdan itibaren, bağımlı konumumuzun çaresizliği içinde anne ve babamızın beklentilerine karşılık vermeye çalıştık hep. bu bizi onlara gittikçe daha da bağımlı kıldı. onlara tabi kaldık. sonrada iyiyi, kötüyü, dostu düşmanı ayırt edebilmek için dayatılan, gelenekselleştiren kurallar, talimatlar bütününe boyun eğdik. iyi de neden? neden bizim dışımızda gerçekleşen her şeyi, insanları algılayışımız, önceden programlanmış çizgi üzerinden gerçekleşiyor? bu mu açıklık? doğru olan bu mu? yaşadığımız psikolojik baskının %80'i anne/baba kaynaklı. bizden bekleneni layıkıyla yerine getirme dürtüsü.. ailenin bakış açısıyla duruma baktığımızda niyetler devreye giriyor. daha iyi hissetmek, iyi bir okul, iyi bir iş, ferah bir hayat sürmek vs.. altında daima bizim iyiliğimiz kaynaklı nedenler yatıyor.

peki insan beklenti olmaksızın, kendine tabi kalarak iyi bir bölüm iyi bir iş, ferah bir hayat süremez mi? kendi doğrularını, ayırt etme mekanizmasını çocukluğundan itibaren kendine, kuramaz mı? neden hep başkalarını memnun etmeye çalışmakla geçiyor hayatımız? ne kadar mutluyuz dayatılan kuralları uyguladığımızda? varoluşumuzun temelinde yatan özgürlük dürtüsü tüm bunlar tarafından sekteye uğratılmıyor mu? özgürlük yoksunu değiliz elbette.. fakat bir zamanlar anne ve babalarımızın irade ve isteklerine uymak zorunda kaldığımız süre boyunca aslında kendi gözlerimizle görme olanağını yitirmedik mi hepimiz? bunları düşündüğümde çaresizliğimizin, boyun eğişlerimizin boyutunu görüyorum. aktarılan davranışlar ve ona tabi kalışlarımız neticesinde çoğu zaman gerçekten dostça davranan insanların kuyumuzu kazdıklarını düşünebiliyoruz. ya da tam tersi. otoriteler bize neyi yöneltiyorsa beklentilere uygun olarak filtre edip yaşayıp duruyoruz. onların algılamak istedikleri gibi algılıyoruz hayatı. yetilerimiz daha doğar doğmaz törpülenmeye başlıyor ve giderek yok oluyor.

sonra bizlerden mutlu hayatlar, umutlu bakışlar bekleniyor. iyi de nasıl olabilir ki? başkalarının yaşadığı, deneyimlediği hayatı eksiksiz bir şekilde yaşamaya devam ederek nasıl mutlu olabiliriz ki.. bence mutsuzluk genetik miras bizlere.. anne babalarımızın hayatlarını yaşadığımız kısır bir döngü burası..
denden
sanki burada kendimiz çalıp kendimiz oynuyormuşuz gibi geliyor. bi dakika, "gibi geliyor" dersem tespit yapmamış olurum. baştan başlıyorum.
zengin sözlük'te kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. fazla katılım yok. başka yerlerde bir artı dahi almayacak entryler burada favlara boğuluyor. bu da bana yazarları motive etmek için yapılıyor gibi geliyor ama bu beni açıkçası motive etmiyor. sebebini kestirdiğim için motive olamıyorum. burayı seviyorum ama bu da benim tespitim ve tespit tespittir.
overdose
kafami kaldirip baktigim da... her seyin birbirine uymayan bir butunun parcasi oldugunu görüyorum. insanlar yuźlerin de donuk bi ifadeyle
bi'seylerin peşinde... ama neyin peşinde olduklarini coktan unutmuş gibi etraflarina boş ve kazinmiş gözlerle bakarak....
bitsede gitsek dicem ama elimiz de hayatimizdan baska birsey de yok oysa...
avni
hayata, olana dair sözlük kullanıcılarının kişisel çıkarımları. haliyle nesnel olmaktan uzak öznel olmaya mahkum tespitler silsilesi. elbette bazıları tebessüm ettiriyor bazıları da hüzünlendiriyor. hasılı öyle ya da böyle nazarı dikkatleri celbediyor ki takip ediliyor ve bittabi hayata dair kişisel çıkarımlar paylaşılıyor.
ihtiras limani
aşık olma ali, hayatı bir temanın renkleri, sesleri içinde yaşamaya benziyor. aşk hayatı algılayışımıza ve yaşayışımıza yayılıyor. bir misyon edinmiş gibi, bir amacımız vrmış gibi bir hale bürünüyoruz. bunu arzuladığımız için bu olmuyor, aşk kendi kendine, yaşam tarzımıza, günü geceyi algılayışımıza sızıp yayılıyor. her şeyin rengi değişiyor. bize bu etkiyi yapabilen insanların sayısı sınırlıdır. o yüzden aşk yalnızlıktan bir süre sonra bile olsa çabuk ayrılır.
leonidass
Özellikle pes, fifa gibi futbol oyunları popülerleştiğinden beri süper lig maçlarını izleyen seyirciler aynı playstation'daki hissiyatla, oyuncuların arkalarındaki görmedikleri boş alana ezbere arapası, orta atmalarını istiyorlar.
ontolojik sancilarimin merhemi
Erkekler genellikle cinsel ilişki yaşamaz; kendi geçmişiyle mücadele eder. Eğer sıradan bir cinsel ilişkiyi gizlice izliyor olsaydık, erkeğin ne kadar umursamaz ve hayvani; kadınınsa ne kadar endişeli ve yalnızca bir açıdan değil, her açıdan tatmin edilmeyi bekleyen bir yapıda olduğunu görürdük. Şiddetli, beklenmedik hareketler hep erkekten beklenir bu toplumda. Sevişirken paşadır erkek, ne yapsa yeridir. Kendisini saf erkek olarak görür hep. Bence bütün erkekler içlerinde bir miktar kadın barındırırlar. Çoğu da ölene kadar bu içlerindeki kadını baskılar, sonunda yorgun düşüp ölürler..
0 /