confessions

kozmos

1. nesil Yazar - Pazar mahmuru

  1. toplam entry 3201
  2. takipçi 53
  3. puan 44827

arife

kozmos
yıllar evvel herkes gibi, bir aileye, hayata sahipken dört gözle beklerdim bu günü. garip bir heyecan, çocuksu bir mutluluk vardı hep. salaklıktan hallice bir masumiyet, ağzına kadar samimiyet ve iyilikle dolu saatlerdi bu kelime esasen.

şimdi sadece kağıt üstünde bir yazı, sol framede bir başlık.

sırt çantası

kozmos
içinde çeşitli ihtiyaçları barındıran, barındırması istenen esasen ''okul çantası'' şeklinde kalıplaşmış çanta. cüzdan, telefon, şarj aleti, kulaklık, kitap içinde dursun diye taşıyorum ben de. ayrıca;
çantamda ne var;

5 kg işlenmemiş saf kokain.
sahte pasaport.
bir miktar amerikan doları.
eski bir ikinci cep telefonu.
bir iki kağıt parçası ve yazılmış numaralar.

pulp fiction

kozmos
üst not: bu girdi yüksek miktarda spoiler içerir.

1994 yapımı quentin tarantino imzası taşıyan kült film. geçen yıllardan birinde izledim fakat tam olarak hatırlamıyorum. neyse geçelim filme...

bilmem kaçıncı kere izlediğim film kendi seyrinde çok güzel bir şekilde aktı gitti diyebilirim. 1994' de cannes film festivali' nde de en iyi film ödülü olan altın palmiye ödülü' nü de kapan pulp fiction' ın senaryosu da quentin tarantino ile birlikte roger avary' e ait.

pulp fiction, başlarda birbirinden bağımsız gibi görünen ama birbiriyle ''sıçmak'' temelinde kesişen kesitlerden oluşan bir film.

birbirlerine aşık olan iki soyguncu pumpkin ve yolanda bu sefer farklı bir yeri, bir kafeyi soymak isterler. film böyle başlar ve sonrasında, marsellus wallace'u (patronları) dolandırmaya çalışan bir genç grubundan intikam almak için görünen jules ve vincentçıkar ortaya. bu arada jules ve vincent birer gangster ve profesyonel katildir. bu kesitten sonra, butch çıkar sahneye, marsellus wallace (patron) ile bir şike anlaşması yapar. maçta yenilmesi için para alır. marsellus wallace' dan. fakat butch bunu kendine yediremez ve maçı alır. kaçar. sonra mia çıkar ortaya. patron marsellus wallace' un şuh bakışlı karısıdır mia. kışkırtıcı, karmakarışık ve güzel bir kadındır. mia, marsellus wallace' un isteği üzerine vincent ile bir akşam dışarı çıkar. mia'yı gezdirmesini ister vincent' tan.

filme dair, vincent*'ın eroin kullandığı sahne ve marvin'i suratından vurma sahnesini hiç unutamam. tabii jules'un ezekiel 25 17'yi okuduğu ilk sahne de unutamayacağım bir sahneydi.

(bkz:vincent we happy)
(bkz:i shot marvin the face)
(bkz:i am pretty fucking far from okay)


ilk kez uçağa bineceklere tavsiyeler

kozmos
hayatında ilk kez uçağa binecek olan kişilerin duyması gereken önerilerdir.

cam kenarında oturmak istediğinizi biliyorum. ama cam kenarı aldığınız biletin kanat arkası çıkması gibi de bir durum var. aşağı bakayım, şehri süzeyim vs derken açılıp kapanan flapları izlemek durumunda kalırsınız.

mümkünse kanat önü-cam kenarı alın yani.

paylaşmak

kozmos
belirli bir dönemden sonra pek de kolay olmadığını söyleyebilirim çünkü bunu birinci elden tecrübe etmiş biriyim.
sevilen bir şarkıyı, filmi, kitabı, bir mekanı, insan benimsiyor ister istemez. kıyamet gibi insan kaynarken dünya, kendine ait olsun istiyor bir şarkı da, ya da bir film, bir ses.
bu yüzden zor oluyor bir zaman, paylaşmak. paylaşılan kişinin paylaştığınız şeyi hak edip hak etmeyeceğini düşünüyorsunuz ister istemez, sizin baktığınız gibi değerle bakar mı o şeye, diye düşünüyorsunuz.

yaşlanıyorsunuz işte, hoş geldiniz.

yaşam

kozmos
nedense, aklıma andy weir'in the egg adlı hikayesini getirmiş başlık, kelime...
*
''öldüğün zaman, evine dönüyordun. Sıradan bir araba kazası, çok da önemli bir şey değil. arkanda 2 çocuk ve 1 eş bıraktın. tamamen acısız bir ölümdü. ilk yardım ekibi seni hayata döndürmek için elinden geleni yaptı ama hiçbir işe yaramadı. bedenin çoktan parçalanmış ve çoktan ölmüştün... belki de bu en iyisiydi. güven bana. ve sonra benimle tanıştın.
''Ne Oldu?'' dedin
''Neredeyim?''
''öldün.'' dedim. çok da lafı uzatmanın bir anlamı yok.
arabayı sürdüğün yerde bir tır vardı ve seni ezdi, yani öldün mü, evet öldün.
''ama bunun için kötü hissetme'' dedim. herkes ölecek, herkes ölür.

etrafına baktın, tamamen hiçbir şeyin içindeydin. sadece sen ve ben.

''burası da neresi? '' dedin.
''burası, hayattan sonraki yer mi?'' dedin.
''yani işte öyle böyle dedim''
''sen tanrı mısın?'' dedin.
''evet'' dedim, ''ben tanrıyım.''
''çocuklarım, eşim'' dedin.
''onlara ne olmuş?''
''onlar iyi olacak mı?''
''işte bu, görmeyi sevdiğim bir manzara'' dedim.

daha yeni öldün ve ilk düşündüğün şey senin ailen, işte bu senin iyi bir insan olduğunu gösterir. bana baktın sana göre ben bir tanrı gibi değildim, sadece normal bir adam gibiydim. belki de bir kadın. anlayamıyordun. bir figürdüm senin için. daha çok, okuldaki bir öğretmen gibiydim. belki de bir müdür yardımcısı.
''şüpheye düşme'' dedim. ''her şey güzel olacak.''
çocukların seni, gayet iyi hatırlayacak. sensiz büyümeyecekler ve eşin biraz ağlasa da, aslında biraz rahatladı, çünkü, dürüst olmak gerekirse evliliğiniz zaten yavaş yavaş bitiyordu. eğer, seni rahatlatacaksa şunu söylemeliyim ki, öldüğün için suçlu hissediyor.

''oo..'' dedin ''peki şimdi ne olacak? cennete mi cehenneme mi gideceğim?''
''hiçbiri'' dedim. ''reenkarne olacaksın.''
'' ooo dedin, yani hindular doğruyu söylüyordu, haklıydı.''
''aslında bütün dinler haklıydı'' dedim sana, 'gel biraz yürüyelim'
boşluğa doğru beni takip ettin.
''nereye gidiyoruz?'' dedin.
''önemli bir yere değil'' dedim, sadece beraber yürümek hoş oluyor.

''peki neden öldüm, yani bu hayatın anlamı ne? tekrardan geri dönmek, sadece boşluktan, yani bir bebek, hiçbir şey yok mu?... hayat, bir anlam ifade etmiyor mu?''
''hiçte değil'' dedim. şu anda sende bütün bilgiler var ve bütün tecrübelerin var ve bu geçmişteki bütün hayatlarından birikmiş tecrübeler. sadece bunları hatırlamıyorsun.

yürümeyi durdurdum, sana döndüm, elimi omzuna koydun;

''ruhun daha önemli, güzel ve koskocaman bir varlık ve bunu sen asla hayal bile edemezsin.'' insan aklı, sadece ufak bilgileri, ufak tecrübeleri aklında tutabilir. aynen parmağını bir bardak suya sokmak gibi, suyun tamamının sıcak ya da soğuk olduğunu sadece bununla anlamak gibi. aslında senin vücudun bir araç ve ruhun geri döndüğün zaman, bu araçla beraber bir çok tecrübe kazanmış oluyorsun. son 28 yıldır, insansın ve aklına gelecek şeylerden çok daha fazla şeyler yaşamış olmana rağmen, çok daha uzun süre yaşamış olmana rağmen, hiçbir şey hatırlamıyorsun. aslında burada biraz daha kalsak her şeyi hatırlamaya başlarsın. önceki hayatlarından da. ama şu anda bunu yapmanın hiçbir önemi yok. her iki hayat arasındaki geçişte tekrar tekrar her şeyi hatırlamanın hiçbir önemi yok.

''peki kaç kere reenkarne oldum?'' dedin.

''çook çok fazla, çook fazla farklı hayat'' dedim. bu seferde, seni çin'de bir fakir kız yapacağım milattan önce 1940.

''ne, ne?'' ''beni zamanda geri mi gönderiyorsun.'' dedin.

ee, teknik olarak evet. ama zaman senin bildiğn gibi değil, yani buralarda işler biraz farklı işliyor.

''sen nereden geliyorsun'' dedin.

oh, ben başka bir yerden geliyorum, benim gibi başkaları da var ama bunları sana aslında defalarca anlattım ve şu an en ayrıntısına kadar anlatsam bile anlamazdın.

''peki'' dedin, biraz üzülmüştün.

''peki, zamanda başka bir yerde reenkarne oluyorsam, kendimle karşılaşma ihtimalim var mı?''

tabii ki de, bu her zaman olur 2 hayatında da sadece kendinden bihabersin. sadece kendini biliyorsun. etrafında nolduğunu bilmiyorsun. yani karşındaki konuştuğun kişinin de etrafındaki kişilerin de sen olduğunu bilmiyorsun.

''peki, tüm bunlardaki amaç nedir?'' dedin.

gerçekten mi? bana gerçekten anlamını mı soruyorsun? biraz, biraz basit bir soru değil mi?

''yani bayağı anlamlı bir soru.'' dedin.

gözlerinin içine baktım, ''hayatın anlamı, bu tüm evreni yaratmak ve başına gelen her şey tamamen senin için, senin olgunlaşman için''

''nasıl yani insanlık neslinin olgunlaşması için mi.'' dedin.

hayır, bütün evreni sadece senin için yarattım ve her bir hayatla daha olgun daha büyümüş bir insan oluyorsun ve entelektüel seviye olarak daha iyi bir yere geliyorsun.

''sadece ben mı peki, diğer herkes... onlara nolacak'' dedin.
''başka kimse yok'' dedim.
bu evrende sadece sen ve en varız.
boş boş bakın bana.
''peki dünyadaki bütün insanlar?''
hepsi sensin. senin farklı reenkarne olmuş hallerin.
''nasıl yani'' dedin, ''herkes ben miyim''?
şimdi biraz anlamaya başladın dedim.
''yani yaşamış ve ölmüş bütün insanlar ben miyim.?''
''...ve yaşayacak olan bütün insanlar sensin, evet''
''yanı abraham lincoln ben miyim?''
evet.
hitler?
evet.
ve onun öldürdüğü milyonlar da sensin.
''peki peygamberler?''
evet, ve onları takip eden herkes.

biraz sessizliğin ardından;
her zaman birilerini küçük gördün bazı hayatlarına birilerine rastgele iyilikler yaptın birilerini görmezden geldin ve aslında her zaman sen kendine yapıyordun bunları, kendini görmezden geliyordun kendini küçümsüyordun, kendini üzüyordun.
her insanın yasadığı üzücü anlar, her tecrübe ve basına gelen her şey aslında senin başına geldi uzun bir süre düşündün

''neden?'' dedin,
''neden bütün bunları yapıyorsun?''

çünkü bir gün sen de benim gibi olacaksın. çünkü bir gün, sen de tanrı olacaksın.
''Türünün tek örneğisin. sen, benim çocuğumsun.''
şaşırdın, ''Yani, ben de bir tanrı mıyım?'' dedin.

hayır, hayır değil, şu anda sadece bir fetüssün. hala uyuyorsun. bütün insanların hayatını yaşadığın boyunca, bütün tecrübeleri edindikten sonra işte o zaman doğmak için yeterince tecrübeye sahip olacaksın.

''yani bütün evren'', diye sordun ''sadece benim içim mi?''

evet, bütün evren, bir yumurta ve senin şimdi bu yumurtanın içinde sıradaki hayatına dönme vaktin geldi.
117 /