Arzu Film'in filmlerinde gerçekler ve durumlar ajite edilmeden anlatılıp, aralara mizah serpiştirilirdi ve mizah aracılığıyla kurguya şekil verilirdi. Didaktik unsurundan kaçan, yönetmen-yapımcı Ertem Eğilmez aksiyondan çok teatral bir dram, melodram ve komedi arasında dolanıyordu. Karakterlere ve diyaloglara aşırı vurgu yaparken, kendi hayatından kesitler paylaşıyordu. Filmlerin seyirci üzerindeki etkisinin yanı sıra seyircinin filmler üzerindeki payı daha önemliydi. Filmlerinde hayat dersi vermeyi seven Eğilmez, aslında her zaman sıcak bir aile ortamına önem verdiği için, halka hitap edip halk ile bütünleşirdi. Büyük şehirlerde kopuk ve dejenere bir hayat sürülürken, Eğilmez'in filmlerinde etken bir güce sahip olan aile kurumu seyirciyi her daim içine alıyordu.
Aile olmak kavramına her daim önem verdim. Bu sözlüğün ailem gibi olmasını arzu ediyorum. Buna ihtiyacım var özellikle de bu aralar...
Aile olmak demek samimi olma deme benim için. Saygı, sevgi ve anlayış hep bir arada olmalı ki, işleyen demir ışıldasın.
Bugünlerde aile sıcaklığını yaşayacağımız o kadar az yer var ki, birleşip bu sıcaklığı beraber hissetmeliyiz. Birlikten kuvvet doğar ne de olsa...
Aile olmak demek samimi olma deme benim için. Saygı, sevgi ve anlayış hep bir arada olmalı ki, işleyen demir ışıldasın.
Bugünlerde aile sıcaklığını yaşayacağımız o kadar az yer var ki, birleşip bu sıcaklığı beraber hissetmeliyiz. Birlikten kuvvet doğar ne de olsa...
Her şeyi merak ediyorum, merak etmek güzel bir şey... Kategorize etmiyorum. Kim öğretirse alıyorum o bilgiyi...
En çok yazı yazarken araştırıyorum çünkü haliyle aşırı bir merak uyandırıyor bende.
Tek merak etmediğim şey, özel hayat olsa gerek...
Bana bilginin her türlüsü verilsin yeter.
En çok yazı yazarken araştırıyorum çünkü haliyle aşırı bir merak uyandırıyor bende.
Tek merak etmediğim şey, özel hayat olsa gerek...
Bana bilginin her türlüsü verilsin yeter.
Bazen hayaller kuruyorum, neden mi kuruyorum? Adaletsizlikle boğuştuğumda diyorum kendim bir şeyler yapıp kurayım ama hayat o kadar pahalı olmuş ki, bunu da yapamıyorum. Bir ara sözlük kurma hayalim vardı ama iyi bir ekip ve reklam lazım olduğundan vazgeçtim. İyi ki burayı buldum böylece o arayışım sona erdi.
Bunun dışında internet gazetesi kurmak istemiştim onun üzerine de uğraştım ancak maliyet çok yüklü çıktı.
İnternete yönelik farklı işler ve projeler düşündüm ama yalnız olduğum için maalesef bir yere varamadım.
Hakkım olanı istedim hep ama olmadı olamadı...
Yaşım oldu 36, neyi elde ettim ya da ettim mi bilmiyorum. Şu bir gerçek ki, ünvanları seviyorum ve bana haz veriyorlar, en azından bir amacım oluyor.
Hayatımda hiç bir şeyi yönetemedim bir kez olsa, bunu öğrensem, belki tecrübem iki katına çıkacak ama olduğum yerde sayıyor gibi hissediyorum kendimi.
Kimse elini uzatmadı, kimse inanmadı bana, hep kaçış hep bir ego savaşı...
2018'de keşke tüm bunlar sona erse ve hayallerim gerçek olsa...
Bunun dışında internet gazetesi kurmak istemiştim onun üzerine de uğraştım ancak maliyet çok yüklü çıktı.
İnternete yönelik farklı işler ve projeler düşündüm ama yalnız olduğum için maalesef bir yere varamadım.
Hakkım olanı istedim hep ama olmadı olamadı...
Yaşım oldu 36, neyi elde ettim ya da ettim mi bilmiyorum. Şu bir gerçek ki, ünvanları seviyorum ve bana haz veriyorlar, en azından bir amacım oluyor.
Hayatımda hiç bir şeyi yönetemedim bir kez olsa, bunu öğrensem, belki tecrübem iki katına çıkacak ama olduğum yerde sayıyor gibi hissediyorum kendimi.
Kimse elini uzatmadı, kimse inanmadı bana, hep kaçış hep bir ego savaşı...
2018'de keşke tüm bunlar sona erse ve hayallerim gerçek olsa...
Eski şarkılar, eski de olsa yeni gibiler ve hiç eskimiyorlar.
Yeni yılla beraber gelmiş ve beni üzmüştür. Zaten çoğu şey ters gidiyorken grip keşke uğramasaydı diyorum.
Bugün yılbaşı ve içim bir garip. Sıradan bir gün olsaydı keşke... sanki içimdeki tüm arzular ve heyecanlar ölmüş gibi. Neden bilmiyorum. Üzerimde bir gerginlik var ve atamıyorum bunu üzerimden...
Dürüst olmak gerekirse 2017'yi sona erdirmek istemiyorum. Cidden zsman çabuk geçti.
Dürüst olmak gerekirse 2017'yi sona erdirmek istemiyorum. Cidden zsman çabuk geçti.
Bir yazı yazmıştım bununla ilgili paylaşayım buradan:
http://www.hurriyet.com.tr/yeni-yili-evde-gecirecekseniz-40692479
http://www.hurriyet.com.tr/yeni-yili-evde-gecirecekseniz-40692479
Yeni Keşfim. Değişik bir post-punk...
https://www.youtube.com/watch?v=E1JplpqHkPw&index=4&list=RDMM5HkFTKFDzfQ
https://www.youtube.com/watch?v=E1JplpqHkPw&index=4&list=RDMM5HkFTKFDzfQ
Ağlayamıyorum, duyamıyorum sesini şarkılarda ,
Göremiyorum gözlerini;
Düşünemiyorum bir ömür boyu sensizliği,
Şu hayatta.
Seviyorum seni bütün kalbimle,
Sesleniyorum ruhumun derinliğinden ;
Akıyorum su misali,
Sana doğru.
Yaşıyorum solan bir çiçek gibi,
Kırıldığında üzülen, filizlenmeyen.
Suladıkça güzelleşen
Her baharda açan leylak misali…
Neredesin be nur yüzlüm,
Terk-i diyar eyledin;
Kayboldun rüyalara,
Sevmek haram bana.
Göremiyorum gözlerini;
Düşünemiyorum bir ömür boyu sensizliği,
Şu hayatta.
Seviyorum seni bütün kalbimle,
Sesleniyorum ruhumun derinliğinden ;
Akıyorum su misali,
Sana doğru.
Yaşıyorum solan bir çiçek gibi,
Kırıldığında üzülen, filizlenmeyen.
Suladıkça güzelleşen
Her baharda açan leylak misali…
Neredesin be nur yüzlüm,
Terk-i diyar eyledin;
Kayboldun rüyalara,
Sevmek haram bana.
Dünyaya geldiğinizde hiçbir şey göremiyor olmak nedir bilir misiniz?
Gerçekten tüm güzellikleri bir an hiç göremediğinizi düşünün
Düşündünüz mü?
-Evet, düşündük
-Peki, nasıl hissettiniz?
-Kelimeler kifayetsiz kaldı çünkü göremesek bile insanların ve nesnelerin varlığını ruhumuzla hissettik. Hatta görmüş kadar olduk! Demek ki nabzımız halen atıyormuş.
Hissetmek bazen görememekten daha baskınken; göremeyenlerin his duygusu ise tıpkı kopmayan bir halat kadar sağlam…
Tabi tüm bu aktarılanlar doğuştan göremeyenlerle ilgili.
Bizim asıl sorunumuz “görüp” de göremeyen ruh hali bozuk insanlar!
Onları ne yapacağız?
Acaba “geri dönüşüm kutusuna” mı göndersek?
Bana soruyorlar: “Göndermek kalıcı bir çözüm mü?” Hayır değil ama gören insanlara o kadar çok ihtiyaç var ki…
“Bakar kör” olan insanlar çoğu zaman kendi gölgelerini bile göremiyorlar. Kendi gölgelerini göremezsen nasıl görsünler çevrelerini değil mi?
Çok yazık ya!
Görmek ve görüleni analiz etmek vizyon genişliğini ifade eden önemli bir kavramdır.
Bu kavramın bilinmeyen tarafı ise ruhun özgür bırakılma eylemi…
Hiçbir zaman ruhu bir hücreye hapis edemezsiniz.
Çünkü;
“Ruhunuz, içinizdeki asıl gözlerinizdir. O gözler gizli kamera gibi sizi gözetler.”
“Ruhunuz her daim huzur bulmak ister”
“Ruhunuz ayna görevi görerek o yansımanızı size gösterir”
Ruhtur bu esirlikten hiç hoşlanmaz.
Esaretten kim hoşlanır ki?
Siz zaten kendinizi çoktan esir ettiniz bile…
At gözlüklerinizi atmadıkça pembe rengini siyah görmeniz muhtemel…
Hatırlatalım siyah rengi sadece negatif enerjiyi çeker.
Ve evrene ne gönderirseniz evren onu alır.
Alışverişinizi doğru yapın ki göremedikleriniz hissettiklerinizin yerine geçmesin.
Kıymetli bir altın gibi görmüyorsanız kendinizi yolun sonuna gelmişsiniz demektir.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi gibi siz de tüm herkesin sizin ekseninizde dönmesini arzu ediyorsanız
GÖRÜN!
Gerçekten tüm güzellikleri bir an hiç göremediğinizi düşünün
Düşündünüz mü?
-Evet, düşündük
-Peki, nasıl hissettiniz?
-Kelimeler kifayetsiz kaldı çünkü göremesek bile insanların ve nesnelerin varlığını ruhumuzla hissettik. Hatta görmüş kadar olduk! Demek ki nabzımız halen atıyormuş.
Hissetmek bazen görememekten daha baskınken; göremeyenlerin his duygusu ise tıpkı kopmayan bir halat kadar sağlam…
Tabi tüm bu aktarılanlar doğuştan göremeyenlerle ilgili.
Bizim asıl sorunumuz “görüp” de göremeyen ruh hali bozuk insanlar!
Onları ne yapacağız?
Acaba “geri dönüşüm kutusuna” mı göndersek?
Bana soruyorlar: “Göndermek kalıcı bir çözüm mü?” Hayır değil ama gören insanlara o kadar çok ihtiyaç var ki…
“Bakar kör” olan insanlar çoğu zaman kendi gölgelerini bile göremiyorlar. Kendi gölgelerini göremezsen nasıl görsünler çevrelerini değil mi?
Çok yazık ya!
Görmek ve görüleni analiz etmek vizyon genişliğini ifade eden önemli bir kavramdır.
Bu kavramın bilinmeyen tarafı ise ruhun özgür bırakılma eylemi…
Hiçbir zaman ruhu bir hücreye hapis edemezsiniz.
Çünkü;
“Ruhunuz, içinizdeki asıl gözlerinizdir. O gözler gizli kamera gibi sizi gözetler.”
“Ruhunuz her daim huzur bulmak ister”
“Ruhunuz ayna görevi görerek o yansımanızı size gösterir”
Ruhtur bu esirlikten hiç hoşlanmaz.
Esaretten kim hoşlanır ki?
Siz zaten kendinizi çoktan esir ettiniz bile…
At gözlüklerinizi atmadıkça pembe rengini siyah görmeniz muhtemel…
Hatırlatalım siyah rengi sadece negatif enerjiyi çeker.
Ve evrene ne gönderirseniz evren onu alır.
Alışverişinizi doğru yapın ki göremedikleriniz hissettiklerinizin yerine geçmesin.
Kıymetli bir altın gibi görmüyorsanız kendinizi yolun sonuna gelmişsiniz demektir.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi gibi siz de tüm herkesin sizin ekseninizde dönmesini arzu ediyorsanız
GÖRÜN!
Güzel bir Lindsey Stirling şarkısı... Söz yok sadece müzik var. Yeni yıl için ideal...
"Güzellikleri görmek istemeyenler, kış uykusundan uyanmakta zorlananlardır. "
"Önünüze bakın, ardınıza bakmayın, ardınızda bıraktığınız sadece sizden ufak bir parça... "
"Önünüze bakın, ardınıza bakmayın, ardınızda bıraktığınız sadece sizden ufak bir parça... "
“Ruhunun özünü anlamayan ve göremeyen kişi önünü göremeyen körden farksızdır.”
“Başarılı bir insan olabilmek kendi ile barışık olmakla doğru orantılıdır.”
Yazılarını severek takip ettiğim ve samimi bulduğum faydalı bir Pembenar yazarı...
İnsan okurken mutlu oluyor ve kendinden parçalar buluyor. Çok gerçekçi ve çok içten...
Oldukça da sade ve akıcı. Olumlu görüşlere sahip yazarın yazılarına şuradan ulaşılabilir:
http://www.milliyet.com.tr/gizem-aydogan/yasam/pembenar-yazilari/
İnsan okurken mutlu oluyor ve kendinden parçalar buluyor. Çok gerçekçi ve çok içten...
Oldukça da sade ve akıcı. Olumlu görüşlere sahip yazarın yazılarına şuradan ulaşılabilir:
http://www.milliyet.com.tr/gizem-aydogan/yasam/pembenar-yazilari/
Yüzünün Masumiyeti Düşmüş Umut Yaprağına…
Dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi ne olacağını bilmeden gülücükler saçıyorum etrafa…
Masumiyetin krallığında daha yeni doğmuşum Naif duygular içinde çıpınan ufacık bir bebeğim…
Dünyadan habersiz bir şekilde anne şefkatiyle başbaşayım
Kimbilir belki de başım düşmüş yastığa mışıl mışıl uyuyorum
Kötülüklerden uzak bir şekilde…
Keşke hep o kadar ufak kalsam!
Başımın okşandığı o günleri o kadar çok özledim ki, anlatmak istesem kelimeler yetmez İnsanlık sevgiden o kadar yoksun ki…
Sevilmeyi özlemek, özlediğini sevmek gibisi yok
Gerçek sevgi uzaklaştıkça uzaklaştıkça uzaklaşıyor, neredeyse Ferhat misali dağları deldik
Bulabildik mi sevgiyi…?
Sanırım orası muamma…
Sevgiyi değil ama “ego”yu bulduk.
Biz de aslında sinema starları gibiyiz hergün egonun oyunları ile cebelleşip duruyoruz
Hey ego sana sesleniyorum: “Geliyorum yakında seni yenmeye ben senin en büyük düşmanınım”
Benim ufaklığıma bakmayın siz! İrade-cesaret-istek üçlüsü düşmanları yenmek için gayet yeterli
Seviyorum tüm kalbimle düşmanlarımı bile
Tüm dünyayı sevelim ve o da bizi sevsin
Arınalım egolarımızdan
Atalım maskelerimizi suya…
Zaten su onu götürecekltir ıraklara…
Kendine ait giysiyi giymeyip maske takmaya özenenler her geçen gün giderek artmakta
El ele verirsek belki yeneriz ne dersiniz…?
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyeceğimiz günler gelecek mi acaba…?
Umut yapraklarına soralım bir de;
-Umut yaprakları kurtaracakmısın bizi?
-Evet, kurtaracağım
Seni dört gözle bekliyoruz.
Dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi ne olacağını bilmeden gülücükler saçıyorum etrafa…
Masumiyetin krallığında daha yeni doğmuşum Naif duygular içinde çıpınan ufacık bir bebeğim…
Dünyadan habersiz bir şekilde anne şefkatiyle başbaşayım
Kimbilir belki de başım düşmüş yastığa mışıl mışıl uyuyorum
Kötülüklerden uzak bir şekilde…
Keşke hep o kadar ufak kalsam!
Başımın okşandığı o günleri o kadar çok özledim ki, anlatmak istesem kelimeler yetmez İnsanlık sevgiden o kadar yoksun ki…
Sevilmeyi özlemek, özlediğini sevmek gibisi yok
Gerçek sevgi uzaklaştıkça uzaklaştıkça uzaklaşıyor, neredeyse Ferhat misali dağları deldik
Bulabildik mi sevgiyi…?
Sanırım orası muamma…
Sevgiyi değil ama “ego”yu bulduk.
Biz de aslında sinema starları gibiyiz hergün egonun oyunları ile cebelleşip duruyoruz
Hey ego sana sesleniyorum: “Geliyorum yakında seni yenmeye ben senin en büyük düşmanınım”
Benim ufaklığıma bakmayın siz! İrade-cesaret-istek üçlüsü düşmanları yenmek için gayet yeterli
Seviyorum tüm kalbimle düşmanlarımı bile
Tüm dünyayı sevelim ve o da bizi sevsin
Arınalım egolarımızdan
Atalım maskelerimizi suya…
Zaten su onu götürecekltir ıraklara…
Kendine ait giysiyi giymeyip maske takmaya özenenler her geçen gün giderek artmakta
El ele verirsek belki yeneriz ne dersiniz…?
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyeceğimiz günler gelecek mi acaba…?
Umut yapraklarına soralım bir de;
-Umut yaprakları kurtaracakmısın bizi?
-Evet, kurtaracağım
Seni dört gözle bekliyoruz.
adı geçen, anılan, sözü edilen...
hizmetkar anlamına gelen Yunanca kökenli sözcük..
Osmanlıca bir kelime... Açık saçık konuşan anlamına geliyor.
Bazen hayatı tersten yaşamak düz yaşıyor olmaktan daha kârlıdır. Çünkü benim gibiler sadece gecelerin ıssızlığında üretebilenlerdir.O kadar alışmışım ki, gürültüsüz ortamlara; tıkırtı duydum mu tüm yazının ruhu bozulabiliyor.
Geceleri yelkenlerini açıp yol alan eser sahipleri, hedefi tam onikiden vurmak için yazının tam orta noktasına doğru atış yaparlar.
Beni sormanıza zaten gerek yok.
Her gece gemim, akıntıyla beraber gideceği yöne ulaşmaya çalışıyor. Limanda demirli kalmayan gemim sürekli hareket halinde anlayacağınız…
Bir okuyucum; “-Lütfen geminizi biraz dindendirin dedi.
” Ben de; “-Hayır olmaz” diye yanıt verdim. İyi de neden?
Çünkü “son durak” henüz gelmedi ve hiç gelmeyecek…
Ben gecelere mecburum, geceler de bana!
Çareyi gecelerde aramak ne denli mantıklı bilinmez ama benim için “geceler” tutkunu olduğum içimdeki yansımanın ta kendisi…
Sabahların soğukluğundan ve kalabalıklığındansa geceler sokakların tenha olduğu, trafiğin kesildiği anlardan biridir. O an, içimdeki tüm kapılar ardına kadar aralanır ve “üretim” içeri girer hem de bir daha hiç çıkmamak üzere…
Herkes uykusuna çekilmişken, ben yazar dururum. Sabah uykusundan uyananlar yazdıklarımla nahoş hallerini üzerinden atarlar. O esnada sanırım ruhum huzur buluyor.O kadar kolay işte…
Kendimle baş başa kaldığım anlarda boşa vakit geçirmektense, yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak kodlamasını yaparım. İşe yarasa da yaramasa da yüreğimin derinliklerinde bir yerde ben varım!
Tüm bunlar işin olumlu tarafıyken hiç olumsuz etkenler yok mu? Elbette var.
Geceler her daim karanlıktır. Bazen o karanlık sizi iyice boğar. Boğazınızda sizi boğmak isteyen bir el hisseder ve karşı koyamazsınız. Bir bakmışsınız karanlığın içinde can vermişsiniz.
Karanlık henüz bana dişlerini geçiremedi. Tabiri caizse; karanlık tıpkı bilinçaltımın ücra köşelerinde yer alan bir virüs…
Zehrini bana bulaştırmaya çalışıyor ben ise “başaramayacaksın!” deyip baskın çıkıyorum.
Şınu unutmayın ki; bir yanım karanlığa diğer yanımsa aydınlığa bakıyor. Gece ve gündüzün kombinasyonu buna iyi bir örnek aslında.
Her zaman o kombinasyonda gece olan tarafım.
Aydınlığın beni tanımlayıp tanımlamadığını soranlar olmuştu geçenlerde. Aydınlık beni tanımlıyor ancak beni en iyi tanımlayan “iç dinginlik…”
O; olmazsa olmazlarımdan biridir. Zirâ gecelerin şafağında bir yüzü aya dönük diğer yüzü ise yıldızlara dönük oturanların sayısının çok olmasına karşın ay ışığı ve yıldızların parlaklığı ile yolunu bulan da bir o kadar az…
İşte bendeniz ta karşınızda duruyorum!
Geceleri yelkenlerini açıp yol alan eser sahipleri, hedefi tam onikiden vurmak için yazının tam orta noktasına doğru atış yaparlar.
Beni sormanıza zaten gerek yok.
Her gece gemim, akıntıyla beraber gideceği yöne ulaşmaya çalışıyor. Limanda demirli kalmayan gemim sürekli hareket halinde anlayacağınız…
Bir okuyucum; “-Lütfen geminizi biraz dindendirin dedi.
” Ben de; “-Hayır olmaz” diye yanıt verdim. İyi de neden?
Çünkü “son durak” henüz gelmedi ve hiç gelmeyecek…
Ben gecelere mecburum, geceler de bana!
Çareyi gecelerde aramak ne denli mantıklı bilinmez ama benim için “geceler” tutkunu olduğum içimdeki yansımanın ta kendisi…
Sabahların soğukluğundan ve kalabalıklığındansa geceler sokakların tenha olduğu, trafiğin kesildiği anlardan biridir. O an, içimdeki tüm kapılar ardına kadar aralanır ve “üretim” içeri girer hem de bir daha hiç çıkmamak üzere…
Herkes uykusuna çekilmişken, ben yazar dururum. Sabah uykusundan uyananlar yazdıklarımla nahoş hallerini üzerinden atarlar. O esnada sanırım ruhum huzur buluyor.O kadar kolay işte…
Kendimle baş başa kaldığım anlarda boşa vakit geçirmektense, yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak kodlamasını yaparım. İşe yarasa da yaramasa da yüreğimin derinliklerinde bir yerde ben varım!
Tüm bunlar işin olumlu tarafıyken hiç olumsuz etkenler yok mu? Elbette var.
Geceler her daim karanlıktır. Bazen o karanlık sizi iyice boğar. Boğazınızda sizi boğmak isteyen bir el hisseder ve karşı koyamazsınız. Bir bakmışsınız karanlığın içinde can vermişsiniz.
Karanlık henüz bana dişlerini geçiremedi. Tabiri caizse; karanlık tıpkı bilinçaltımın ücra köşelerinde yer alan bir virüs…
Zehrini bana bulaştırmaya çalışıyor ben ise “başaramayacaksın!” deyip baskın çıkıyorum.
Şınu unutmayın ki; bir yanım karanlığa diğer yanımsa aydınlığa bakıyor. Gece ve gündüzün kombinasyonu buna iyi bir örnek aslında.
Her zaman o kombinasyonda gece olan tarafım.
Aydınlığın beni tanımlayıp tanımlamadığını soranlar olmuştu geçenlerde. Aydınlık beni tanımlıyor ancak beni en iyi tanımlayan “iç dinginlik…”
O; olmazsa olmazlarımdan biridir. Zirâ gecelerin şafağında bir yüzü aya dönük diğer yüzü ise yıldızlara dönük oturanların sayısının çok olmasına karşın ay ışığı ve yıldızların parlaklığı ile yolunu bulan da bir o kadar az…
İşte bendeniz ta karşınızda duruyorum!
Nostaljik esinti...
“Hayatta birçok şeyden korkanlar aslında en çok kendilerinden korkanlardır.”
“Gideceğiniz yönü şaşırdıysanız eğer, turistten bir farkınız kalmamış demektir.”
“Değeriniz anlaşıldığı zaman siz belki de bu dünyada olmayacaksınız, belki de değeriniz hiçbir zaman anlaşılmayacak, ama şunu çok iyi bilin ki yukarıda sizi izleyen bir göz var ve ondan asla kaçamazsınız. Kendini başarı ile kandıranlar aslında farkında olmadan sonlarını hazırlıyorlar. O son işte içinde bulunduğunuz andır”