Yeni yazarı olduğum sözlük. Sözlüklere elimden geldiğince destek olmak adetimdir. Sözlüklere zaten aşinayım fazlasıyla...
Asıl işim de profesyonellik yazarlık olunca zorlanmıyorum. Tesadüfen gördüm sözlüğü ama öyküsünü biliyorum. 1.nesi yazar olmayı hep arzu etmiştim. Genelde yeni oluşumların içinde olmak gerek. Hayırlı olsun.
Sanırım en çok diskotekte dans etmeyi özledim. Nedir bu son zamanlarda elinde içki ile bir o yana, bir öbür yana sallanmak... Ne anlamı var?
İnsanlar 80'ler ve 90'larda çılgınca pistlerde dans ederlerdi, nerede o günler...
O disko toplarını hatırladıkça heyecanlanıyorum ama yok işte...
Eski günler gelmiyor geri...
Devir ve hayat değiştikçe her şey kötüye gidiyor. Dejenere oldu toplum. Yazık...
Eskiden duygular vardı, şimdi tüketim var. Kapitalist bakışlar...
İnsanlar 80'ler ve 90'larda çılgınca pistlerde dans ederlerdi, nerede o günler...
O disko toplarını hatırladıkça heyecanlanıyorum ama yok işte...
Eski günler gelmiyor geri...
Devir ve hayat değiştikçe her şey kötüye gidiyor. Dejenere oldu toplum. Yazık...
Eskiden duygular vardı, şimdi tüketim var. Kapitalist bakışlar...
Yok oluş...
Gözlerim, gözlerini arıyor nerelere kayboldun?
Kör mü oldum yoksa seni neden göremiyorum?
Gittiğini haber vermeden başka bir paralel evrene mi ışınlandın?
Bari bir ses verseydin!
Hayatta olduğunu bilseydim belki böyle sitem etmezdim.
Eminim iyi ve huzurlusundur, yokluğun her ne kadar zor olsa da yaşam akmaya devam ediyor.
Durduramıyoruz akışı!
Akışın içinde kayboluyoruz sanki kim olduğumuzu unutarak...
Sanki bir girdap geliyor, bizi uzaklara götürmeye...
Ne olur götürmesin daha yapacağımız şeyler var!
Götürme bizi, götürme bizi diye haykırıyoruz.
Duyuyor musun bizi?
Duymuyorsan da varlığımızı hisset, çünkü her daim fırtına estirmeye devam edeceğiz.
Bizi durduramazsın, sen de o güç yok, hiç olmadı ki...!
Gözlerim, gözlerini arıyor nerelere kayboldun?
Kör mü oldum yoksa seni neden göremiyorum?
Gittiğini haber vermeden başka bir paralel evrene mi ışınlandın?
Bari bir ses verseydin!
Hayatta olduğunu bilseydim belki böyle sitem etmezdim.
Eminim iyi ve huzurlusundur, yokluğun her ne kadar zor olsa da yaşam akmaya devam ediyor.
Durduramıyoruz akışı!
Akışın içinde kayboluyoruz sanki kim olduğumuzu unutarak...
Sanki bir girdap geliyor, bizi uzaklara götürmeye...
Ne olur götürmesin daha yapacağımız şeyler var!
Götürme bizi, götürme bizi diye haykırıyoruz.
Duyuyor musun bizi?
Duymuyorsan da varlığımızı hisset, çünkü her daim fırtına estirmeye devam edeceğiz.
Bizi durduramazsın, sen de o güç yok, hiç olmadı ki...!
Netflix'te yarın başlayacak olan mini dizi. Cinayet ve seri katil arasındaki ilişkiye yöneliyor ama dizinin orijinal dilinin Fransızca oluşu işi bozuyor. Fransa cinayet dizisinde ne derece başarılı olur bilinmez. Cinayet dizisini en iyi şekilde yapan bence İngilizler... Brit-crime zaten başlı başına bir tür.
hizmetkar anlamına gelen Yunanca kökenli sözcük..
adı geçen, anılan, sözü edilen...
Nostaljik esinti...
Bazen hayatı tersten yaşamak düz yaşıyor olmaktan daha kârlıdır. Çünkü benim gibiler sadece gecelerin ıssızlığında üretebilenlerdir.O kadar alışmışım ki, gürültüsüz ortamlara; tıkırtı duydum mu tüm yazının ruhu bozulabiliyor.
Geceleri yelkenlerini açıp yol alan eser sahipleri, hedefi tam onikiden vurmak için yazının tam orta noktasına doğru atış yaparlar.
Beni sormanıza zaten gerek yok.
Her gece gemim, akıntıyla beraber gideceği yöne ulaşmaya çalışıyor. Limanda demirli kalmayan gemim sürekli hareket halinde anlayacağınız…
Bir okuyucum; “-Lütfen geminizi biraz dindendirin dedi.
” Ben de; “-Hayır olmaz” diye yanıt verdim. İyi de neden?
Çünkü “son durak” henüz gelmedi ve hiç gelmeyecek…
Ben gecelere mecburum, geceler de bana!
Çareyi gecelerde aramak ne denli mantıklı bilinmez ama benim için “geceler” tutkunu olduğum içimdeki yansımanın ta kendisi…
Sabahların soğukluğundan ve kalabalıklığındansa geceler sokakların tenha olduğu, trafiğin kesildiği anlardan biridir. O an, içimdeki tüm kapılar ardına kadar aralanır ve “üretim” içeri girer hem de bir daha hiç çıkmamak üzere…
Herkes uykusuna çekilmişken, ben yazar dururum. Sabah uykusundan uyananlar yazdıklarımla nahoş hallerini üzerinden atarlar. O esnada sanırım ruhum huzur buluyor.O kadar kolay işte…
Kendimle baş başa kaldığım anlarda boşa vakit geçirmektense, yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak kodlamasını yaparım. İşe yarasa da yaramasa da yüreğimin derinliklerinde bir yerde ben varım!
Tüm bunlar işin olumlu tarafıyken hiç olumsuz etkenler yok mu? Elbette var.
Geceler her daim karanlıktır. Bazen o karanlık sizi iyice boğar. Boğazınızda sizi boğmak isteyen bir el hisseder ve karşı koyamazsınız. Bir bakmışsınız karanlığın içinde can vermişsiniz.
Karanlık henüz bana dişlerini geçiremedi. Tabiri caizse; karanlık tıpkı bilinçaltımın ücra köşelerinde yer alan bir virüs…
Zehrini bana bulaştırmaya çalışıyor ben ise “başaramayacaksın!” deyip baskın çıkıyorum.
Şınu unutmayın ki; bir yanım karanlığa diğer yanımsa aydınlığa bakıyor. Gece ve gündüzün kombinasyonu buna iyi bir örnek aslında.
Her zaman o kombinasyonda gece olan tarafım.
Aydınlığın beni tanımlayıp tanımlamadığını soranlar olmuştu geçenlerde. Aydınlık beni tanımlıyor ancak beni en iyi tanımlayan “iç dinginlik…”
O; olmazsa olmazlarımdan biridir. Zirâ gecelerin şafağında bir yüzü aya dönük diğer yüzü ise yıldızlara dönük oturanların sayısının çok olmasına karşın ay ışığı ve yıldızların parlaklığı ile yolunu bulan da bir o kadar az…
İşte bendeniz ta karşınızda duruyorum!
Geceleri yelkenlerini açıp yol alan eser sahipleri, hedefi tam onikiden vurmak için yazının tam orta noktasına doğru atış yaparlar.
Beni sormanıza zaten gerek yok.
Her gece gemim, akıntıyla beraber gideceği yöne ulaşmaya çalışıyor. Limanda demirli kalmayan gemim sürekli hareket halinde anlayacağınız…
Bir okuyucum; “-Lütfen geminizi biraz dindendirin dedi.
” Ben de; “-Hayır olmaz” diye yanıt verdim. İyi de neden?
Çünkü “son durak” henüz gelmedi ve hiç gelmeyecek…
Ben gecelere mecburum, geceler de bana!
Çareyi gecelerde aramak ne denli mantıklı bilinmez ama benim için “geceler” tutkunu olduğum içimdeki yansımanın ta kendisi…
Sabahların soğukluğundan ve kalabalıklığındansa geceler sokakların tenha olduğu, trafiğin kesildiği anlardan biridir. O an, içimdeki tüm kapılar ardına kadar aralanır ve “üretim” içeri girer hem de bir daha hiç çıkmamak üzere…
Herkes uykusuna çekilmişken, ben yazar dururum. Sabah uykusundan uyananlar yazdıklarımla nahoş hallerini üzerinden atarlar. O esnada sanırım ruhum huzur buluyor.O kadar kolay işte…
Kendimle baş başa kaldığım anlarda boşa vakit geçirmektense, yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak kodlamasını yaparım. İşe yarasa da yaramasa da yüreğimin derinliklerinde bir yerde ben varım!
Tüm bunlar işin olumlu tarafıyken hiç olumsuz etkenler yok mu? Elbette var.
Geceler her daim karanlıktır. Bazen o karanlık sizi iyice boğar. Boğazınızda sizi boğmak isteyen bir el hisseder ve karşı koyamazsınız. Bir bakmışsınız karanlığın içinde can vermişsiniz.
Karanlık henüz bana dişlerini geçiremedi. Tabiri caizse; karanlık tıpkı bilinçaltımın ücra köşelerinde yer alan bir virüs…
Zehrini bana bulaştırmaya çalışıyor ben ise “başaramayacaksın!” deyip baskın çıkıyorum.
Şınu unutmayın ki; bir yanım karanlığa diğer yanımsa aydınlığa bakıyor. Gece ve gündüzün kombinasyonu buna iyi bir örnek aslında.
Her zaman o kombinasyonda gece olan tarafım.
Aydınlığın beni tanımlayıp tanımlamadığını soranlar olmuştu geçenlerde. Aydınlık beni tanımlıyor ancak beni en iyi tanımlayan “iç dinginlik…”
O; olmazsa olmazlarımdan biridir. Zirâ gecelerin şafağında bir yüzü aya dönük diğer yüzü ise yıldızlara dönük oturanların sayısının çok olmasına karşın ay ışığı ve yıldızların parlaklığı ile yolunu bulan da bir o kadar az…
İşte bendeniz ta karşınızda duruyorum!
Eski şarkılar, eski de olsa yeni gibiler ve hiç eskimiyorlar.
Kendisini ilk başta çıkartamamıştım ama ilginç bir şekilde yine karşılaştık. Bayağıdır birbirimizi tanıyoruz ve çok şey paylaştık. O bana kardeşlik etti ben de ona ablalık sonra üzücü bir olay gerçekleşti ve koptuk ama beni bırakmadı ve hep takip etti.
2018 ikimiz için de hayırlı olsun, eski günlerimiz gibi olsun hatta...
2018 ikimiz için de hayırlı olsun, eski günlerimiz gibi olsun hatta...
Bir çok sözlük admini ile konuşmuş ve analiz etmiş biri olarak diyorum ki bu admin adam gibi adamdır. Bizden biridir, samimidir ve haksızlıklara karşı savaşmayı kendine misyon edinmiştir. Kibar ve anlayışlı olduğu için hiç bir insanı kıracağıni düşünmüyorum. Bir gün umarım tanışma fırsatımız olur. Saygıyı iyi bilen ve sözlük için uğraşan adminimiz hep bizimle olsun ve onun frekansında olmayan insanları hiç kafasına takmasın. Biz her daim buralardayız.
Bir yazı yazmıştım bununla ilgili paylaşayım buradan:
http://www.hurriyet.com.tr/yeni-yili-evde-gecirecekseniz-40692479
http://www.hurriyet.com.tr/yeni-yili-evde-gecirecekseniz-40692479
Osmanlıca bir kelime... Açık saçık konuşan anlamına geliyor.
Kendisi hakkımda güzel bir girdi bırakmış ve sanırım birbirimizi tanıyormuşuz ama çıkartamadım sevgili yazar arkadaşım. Yine de teşekkür ettim.
Netflix'te yeni başlayan bir İspanyol dizisi... Dizi çok süper değil ama izletiyor kendini... Biraz Leon filminin etkisinde kalmış sanki. Bildiğimiz soygun dizisi aslında ama değişik bir şekilde işlenmiş. Hikayenin içi kof değil. Müzikler çok başarılı. Yalnız o maskeleri sevmedim. Tek sevdiğim maske artı işaretli olanlardı. Nazilere göndermeler var gibi hissettim. İzledikçe karar vereceğim. Şu ana kadar 2 bölüm seyrettim.
Güzel ve anlamlı yazılar konduran bir çeşit zengin sözlük yazarı... Zevkle okuyoruz. Sözlüğü daha da zenginleştiriyor.
"Anlık yaşayabiliriz, ancak anlık düşünemeyiz."
“Aynada kendinizi göremiyorsanız, o zaman içinizdeki karanlığa teslim olmuşsunuz demektir.”
“Çelişki tıpkı bir virüs gibi yayılarak tüm insanlığa hükmeder.”
“Değeriniz anlaşıldığı zaman siz belki de bu dünyada olmayacaksınız, belki de değeriniz hiçbir zaman anlaşılmayacak, ama şunu çok iyi bilin ki yukarıda sizi izleyen bir göz var ve ondan asla kaçamazsınız. Kendini başarı ile kandıranlar aslında farkında olmadan sonlarını hazırlıyorlar. O son işte içinde bulunduğunuz andır”
Çok bilgili ve kültüre önem veren genç bir yazar... kendisini kendime yakın buldum, çünkü bana katacağı çok şey var. Tam bir ayaklı bilgi bankası... her daim okunmalı, her daim sohbet edilmeli, böyle insanlardan pek kalmadı. Işık çok uzakta değil yakında, parlıyor parıl parıl... ona erişmek üzere biliyorum, az bir yolu var.
Yeni yılla beraber gelmiş ve beni üzmüştür. Zaten çoğu şey ters gidiyorken grip keşke uğramasaydı diyorum.
İkinci nesil yazar gelmiş hoş gelmiş. Umarız buraları sever ve ailemizin bir parçası olur. Böylesine samimi bir ortamda her daim yazması dileğiyle...
Edit: davetimi kırmayıp icabet ettiği için de teşekkürler.
Edit: davetimi kırmayıp icabet ettiği için de teşekkürler.
“Gideceğiniz yönü şaşırdıysanız eğer, turistten bir farkınız kalmamış demektir.”
“Hayatta birçok şeyden korkanlar aslında en çok kendilerinden korkanlardır.”
Yıl bitmeden sözlüğün yeni yazarı oldum, sanırım bu beni çok mutlu etmiş olsa gerek ki, yıl bitmesin istiyorum. Umarım uzun yıllar sözlük var olur ve ben de burada olurum. Genelde hep yıl bitmeden üye olmuşum sözlüklere. Bu benim şansım mı kaderim mi, ben de bilemedim.
Yeni yıla giriş tantanasını pek sevmiyorum. İnsanlarda büyük bir telaş ve panik var. Yeni bir yılı kucaklamak elbette güzel ama bazen fazla büyütülüyor. Yeni yıl benim için huzur sağlık ve başarı demek. Her zaman yeni bir yıla umutla bakıyorum ve herkes adına daha iyisini istiyorum.
Yüzünün Masumiyeti Düşmüş Umut Yaprağına…
Dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi ne olacağını bilmeden gülücükler saçıyorum etrafa…
Masumiyetin krallığında daha yeni doğmuşum Naif duygular içinde çıpınan ufacık bir bebeğim…
Dünyadan habersiz bir şekilde anne şefkatiyle başbaşayım
Kimbilir belki de başım düşmüş yastığa mışıl mışıl uyuyorum
Kötülüklerden uzak bir şekilde…
Keşke hep o kadar ufak kalsam!
Başımın okşandığı o günleri o kadar çok özledim ki, anlatmak istesem kelimeler yetmez İnsanlık sevgiden o kadar yoksun ki…
Sevilmeyi özlemek, özlediğini sevmek gibisi yok
Gerçek sevgi uzaklaştıkça uzaklaştıkça uzaklaşıyor, neredeyse Ferhat misali dağları deldik
Bulabildik mi sevgiyi…?
Sanırım orası muamma…
Sevgiyi değil ama “ego”yu bulduk.
Biz de aslında sinema starları gibiyiz hergün egonun oyunları ile cebelleşip duruyoruz
Hey ego sana sesleniyorum: “Geliyorum yakında seni yenmeye ben senin en büyük düşmanınım”
Benim ufaklığıma bakmayın siz! İrade-cesaret-istek üçlüsü düşmanları yenmek için gayet yeterli
Seviyorum tüm kalbimle düşmanlarımı bile
Tüm dünyayı sevelim ve o da bizi sevsin
Arınalım egolarımızdan
Atalım maskelerimizi suya…
Zaten su onu götürecekltir ıraklara…
Kendine ait giysiyi giymeyip maske takmaya özenenler her geçen gün giderek artmakta
El ele verirsek belki yeneriz ne dersiniz…?
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyeceğimiz günler gelecek mi acaba…?
Umut yapraklarına soralım bir de;
-Umut yaprakları kurtaracakmısın bizi?
-Evet, kurtaracağım
Seni dört gözle bekliyoruz.
Dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi ne olacağını bilmeden gülücükler saçıyorum etrafa…
Masumiyetin krallığında daha yeni doğmuşum Naif duygular içinde çıpınan ufacık bir bebeğim…
Dünyadan habersiz bir şekilde anne şefkatiyle başbaşayım
Kimbilir belki de başım düşmüş yastığa mışıl mışıl uyuyorum
Kötülüklerden uzak bir şekilde…
Keşke hep o kadar ufak kalsam!
Başımın okşandığı o günleri o kadar çok özledim ki, anlatmak istesem kelimeler yetmez İnsanlık sevgiden o kadar yoksun ki…
Sevilmeyi özlemek, özlediğini sevmek gibisi yok
Gerçek sevgi uzaklaştıkça uzaklaştıkça uzaklaşıyor, neredeyse Ferhat misali dağları deldik
Bulabildik mi sevgiyi…?
Sanırım orası muamma…
Sevgiyi değil ama “ego”yu bulduk.
Biz de aslında sinema starları gibiyiz hergün egonun oyunları ile cebelleşip duruyoruz
Hey ego sana sesleniyorum: “Geliyorum yakında seni yenmeye ben senin en büyük düşmanınım”
Benim ufaklığıma bakmayın siz! İrade-cesaret-istek üçlüsü düşmanları yenmek için gayet yeterli
Seviyorum tüm kalbimle düşmanlarımı bile
Tüm dünyayı sevelim ve o da bizi sevsin
Arınalım egolarımızdan
Atalım maskelerimizi suya…
Zaten su onu götürecekltir ıraklara…
Kendine ait giysiyi giymeyip maske takmaya özenenler her geçen gün giderek artmakta
El ele verirsek belki yeneriz ne dersiniz…?
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyeceğimiz günler gelecek mi acaba…?
Umut yapraklarına soralım bir de;
-Umut yaprakları kurtaracakmısın bizi?
-Evet, kurtaracağım
Seni dört gözle bekliyoruz.
Arzu Film'in filmlerinde gerçekler ve durumlar ajite edilmeden anlatılıp, aralara mizah serpiştirilirdi ve mizah aracılığıyla kurguya şekil verilirdi. Didaktik unsurundan kaçan, yönetmen-yapımcı Ertem Eğilmez aksiyondan çok teatral bir dram, melodram ve komedi arasında dolanıyordu. Karakterlere ve diyaloglara aşırı vurgu yaparken, kendi hayatından kesitler paylaşıyordu. Filmlerin seyirci üzerindeki etkisinin yanı sıra seyircinin filmler üzerindeki payı daha önemliydi. Filmlerinde hayat dersi vermeyi seven Eğilmez, aslında her zaman sıcak bir aile ortamına önem verdiği için, halka hitap edip halk ile bütünleşirdi. Büyük şehirlerde kopuk ve dejenere bir hayat sürülürken, Eğilmez'in filmlerinde etken bir güce sahip olan aile kurumu seyirciyi her daim içine alıyordu.
Güzel bir Lindsey Stirling şarkısı... Söz yok sadece müzik var. Yeni yıl için ideal...
Dünyaya geldiğinizde hiçbir şey göremiyor olmak nedir bilir misiniz?
Gerçekten tüm güzellikleri bir an hiç göremediğinizi düşünün
Düşündünüz mü?
-Evet, düşündük
-Peki, nasıl hissettiniz?
-Kelimeler kifayetsiz kaldı çünkü göremesek bile insanların ve nesnelerin varlığını ruhumuzla hissettik. Hatta görmüş kadar olduk! Demek ki nabzımız halen atıyormuş.
Hissetmek bazen görememekten daha baskınken; göremeyenlerin his duygusu ise tıpkı kopmayan bir halat kadar sağlam…
Tabi tüm bu aktarılanlar doğuştan göremeyenlerle ilgili.
Bizim asıl sorunumuz “görüp” de göremeyen ruh hali bozuk insanlar!
Onları ne yapacağız?
Acaba “geri dönüşüm kutusuna” mı göndersek?
Bana soruyorlar: “Göndermek kalıcı bir çözüm mü?” Hayır değil ama gören insanlara o kadar çok ihtiyaç var ki…
“Bakar kör” olan insanlar çoğu zaman kendi gölgelerini bile göremiyorlar. Kendi gölgelerini göremezsen nasıl görsünler çevrelerini değil mi?
Çok yazık ya!
Görmek ve görüleni analiz etmek vizyon genişliğini ifade eden önemli bir kavramdır.
Bu kavramın bilinmeyen tarafı ise ruhun özgür bırakılma eylemi…
Hiçbir zaman ruhu bir hücreye hapis edemezsiniz.
Çünkü;
“Ruhunuz, içinizdeki asıl gözlerinizdir. O gözler gizli kamera gibi sizi gözetler.”
“Ruhunuz her daim huzur bulmak ister”
“Ruhunuz ayna görevi görerek o yansımanızı size gösterir”
Ruhtur bu esirlikten hiç hoşlanmaz.
Esaretten kim hoşlanır ki?
Siz zaten kendinizi çoktan esir ettiniz bile…
At gözlüklerinizi atmadıkça pembe rengini siyah görmeniz muhtemel…
Hatırlatalım siyah rengi sadece negatif enerjiyi çeker.
Ve evrene ne gönderirseniz evren onu alır.
Alışverişinizi doğru yapın ki göremedikleriniz hissettiklerinizin yerine geçmesin.
Kıymetli bir altın gibi görmüyorsanız kendinizi yolun sonuna gelmişsiniz demektir.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi gibi siz de tüm herkesin sizin ekseninizde dönmesini arzu ediyorsanız
GÖRÜN!
Gerçekten tüm güzellikleri bir an hiç göremediğinizi düşünün
Düşündünüz mü?
-Evet, düşündük
-Peki, nasıl hissettiniz?
-Kelimeler kifayetsiz kaldı çünkü göremesek bile insanların ve nesnelerin varlığını ruhumuzla hissettik. Hatta görmüş kadar olduk! Demek ki nabzımız halen atıyormuş.
Hissetmek bazen görememekten daha baskınken; göremeyenlerin his duygusu ise tıpkı kopmayan bir halat kadar sağlam…
Tabi tüm bu aktarılanlar doğuştan göremeyenlerle ilgili.
Bizim asıl sorunumuz “görüp” de göremeyen ruh hali bozuk insanlar!
Onları ne yapacağız?
Acaba “geri dönüşüm kutusuna” mı göndersek?
Bana soruyorlar: “Göndermek kalıcı bir çözüm mü?” Hayır değil ama gören insanlara o kadar çok ihtiyaç var ki…
“Bakar kör” olan insanlar çoğu zaman kendi gölgelerini bile göremiyorlar. Kendi gölgelerini göremezsen nasıl görsünler çevrelerini değil mi?
Çok yazık ya!
Görmek ve görüleni analiz etmek vizyon genişliğini ifade eden önemli bir kavramdır.
Bu kavramın bilinmeyen tarafı ise ruhun özgür bırakılma eylemi…
Hiçbir zaman ruhu bir hücreye hapis edemezsiniz.
Çünkü;
“Ruhunuz, içinizdeki asıl gözlerinizdir. O gözler gizli kamera gibi sizi gözetler.”
“Ruhunuz her daim huzur bulmak ister”
“Ruhunuz ayna görevi görerek o yansımanızı size gösterir”
Ruhtur bu esirlikten hiç hoşlanmaz.
Esaretten kim hoşlanır ki?
Siz zaten kendinizi çoktan esir ettiniz bile…
At gözlüklerinizi atmadıkça pembe rengini siyah görmeniz muhtemel…
Hatırlatalım siyah rengi sadece negatif enerjiyi çeker.
Ve evrene ne gönderirseniz evren onu alır.
Alışverişinizi doğru yapın ki göremedikleriniz hissettiklerinizin yerine geçmesin.
Kıymetli bir altın gibi görmüyorsanız kendinizi yolun sonuna gelmişsiniz demektir.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi gibi siz de tüm herkesin sizin ekseninizde dönmesini arzu ediyorsanız
GÖRÜN!
Ölüm ve Yaşam Balansı…
Ölümün soğukluğu çok ağırdır, o ağırlığı tarif etmek zor…
Ağırlık birden üzerinize çöker bir bina misali….
Çöküşün hakimiyetinden kurtulmak sapasağlam ayakta durmak var oluşun en büyük göstergesidir.
İçi dolu bir var oluş mu, yoksa boşluktan destek olan bir canavar mı?
Bu ayrımı yapabilme için önce öze, yani ilk doğduğumuz ana dönmek gerek.
Her ne varsa, orada gömülü…
Oradan beri yaşananlar, soluk alışımızın temelini oluşturan bir hayat mekanizması sanki…
O mekanizma olumsuzluklarla daha da paslanıyor, lakin onu canlandırmak mümkün
Yağını ve suyunu koyarsak canlanır
O halde ne duruyoruz koyalım hemen!
Güç mü kaldı ki, koyalım. Çok doğru uzun süredir ruhumuzda ne var ne yoksa uzaklara gitti.
Geri getirmek lazım! Rengimiz soldu adeta…
Renksiz bir biz ve renksiz bir dünya çok tatsız, kim yemek ister ki?
Bazen tatsız bir yemek yerken, tatlı yemeğin farkına varıyoruz.
Ölüm ve yaşam arasındaki denge de böyle…
Ölüm gelene kadar yaşayacağız, ama nasıl olacak bu?
Bizi biz yapan duyguları öldürmeden!
İç ölüm bir kez gerçekleşti mi, onu durdurma için bütün çabanızı ona vermeniz gerek, o zaman ne yapıyoruz?
Yaşamın her türlüsüne “evet” diyoruz. Adı üzerinde yaşam.
Yaşam hep güllük gülistanlık olmaz, arada dalgalar da olmalı ki, güzelliklerin farkı ortaya çıksın.
Farkında mısınız, farkında olmadığınız kendinizden?
Sorunun yanıtı bilinç altınızın bir köşesinde…
Ölümün soğukluğu çok ağırdır, o ağırlığı tarif etmek zor…
Ağırlık birden üzerinize çöker bir bina misali….
Çöküşün hakimiyetinden kurtulmak sapasağlam ayakta durmak var oluşun en büyük göstergesidir.
İçi dolu bir var oluş mu, yoksa boşluktan destek olan bir canavar mı?
Bu ayrımı yapabilme için önce öze, yani ilk doğduğumuz ana dönmek gerek.
Her ne varsa, orada gömülü…
Oradan beri yaşananlar, soluk alışımızın temelini oluşturan bir hayat mekanizması sanki…
O mekanizma olumsuzluklarla daha da paslanıyor, lakin onu canlandırmak mümkün
Yağını ve suyunu koyarsak canlanır
O halde ne duruyoruz koyalım hemen!
Güç mü kaldı ki, koyalım. Çok doğru uzun süredir ruhumuzda ne var ne yoksa uzaklara gitti.
Geri getirmek lazım! Rengimiz soldu adeta…
Renksiz bir biz ve renksiz bir dünya çok tatsız, kim yemek ister ki?
Bazen tatsız bir yemek yerken, tatlı yemeğin farkına varıyoruz.
Ölüm ve yaşam arasındaki denge de böyle…
Ölüm gelene kadar yaşayacağız, ama nasıl olacak bu?
Bizi biz yapan duyguları öldürmeden!
İç ölüm bir kez gerçekleşti mi, onu durdurma için bütün çabanızı ona vermeniz gerek, o zaman ne yapıyoruz?
Yaşamın her türlüsüne “evet” diyoruz. Adı üzerinde yaşam.
Yaşam hep güllük gülistanlık olmaz, arada dalgalar da olmalı ki, güzelliklerin farkı ortaya çıksın.
Farkında mısınız, farkında olmadığınız kendinizden?
Sorunun yanıtı bilinç altınızın bir köşesinde…
Ağlayamıyorum, duyamıyorum sesini şarkılarda ,
Göremiyorum gözlerini;
Düşünemiyorum bir ömür boyu sensizliği,
Şu hayatta.
Seviyorum seni bütün kalbimle,
Sesleniyorum ruhumun derinliğinden ;
Akıyorum su misali,
Sana doğru.
Yaşıyorum solan bir çiçek gibi,
Kırıldığında üzülen, filizlenmeyen.
Suladıkça güzelleşen
Her baharda açan leylak misali…
Neredesin be nur yüzlüm,
Terk-i diyar eyledin;
Kayboldun rüyalara,
Sevmek haram bana.
Göremiyorum gözlerini;
Düşünemiyorum bir ömür boyu sensizliği,
Şu hayatta.
Seviyorum seni bütün kalbimle,
Sesleniyorum ruhumun derinliğinden ;
Akıyorum su misali,
Sana doğru.
Yaşıyorum solan bir çiçek gibi,
Kırıldığında üzülen, filizlenmeyen.
Suladıkça güzelleşen
Her baharda açan leylak misali…
Neredesin be nur yüzlüm,
Terk-i diyar eyledin;
Kayboldun rüyalara,
Sevmek haram bana.
Bazen hayaller kuruyorum, neden mi kuruyorum? Adaletsizlikle boğuştuğumda diyorum kendim bir şeyler yapıp kurayım ama hayat o kadar pahalı olmuş ki, bunu da yapamıyorum. Bir ara sözlük kurma hayalim vardı ama iyi bir ekip ve reklam lazım olduğundan vazgeçtim. İyi ki burayı buldum böylece o arayışım sona erdi.
Bunun dışında internet gazetesi kurmak istemiştim onun üzerine de uğraştım ancak maliyet çok yüklü çıktı.
İnternete yönelik farklı işler ve projeler düşündüm ama yalnız olduğum için maalesef bir yere varamadım.
Hakkım olanı istedim hep ama olmadı olamadı...
Yaşım oldu 36, neyi elde ettim ya da ettim mi bilmiyorum. Şu bir gerçek ki, ünvanları seviyorum ve bana haz veriyorlar, en azından bir amacım oluyor.
Hayatımda hiç bir şeyi yönetemedim bir kez olsa, bunu öğrensem, belki tecrübem iki katına çıkacak ama olduğum yerde sayıyor gibi hissediyorum kendimi.
Kimse elini uzatmadı, kimse inanmadı bana, hep kaçış hep bir ego savaşı...
2018'de keşke tüm bunlar sona erse ve hayallerim gerçek olsa...
Bunun dışında internet gazetesi kurmak istemiştim onun üzerine de uğraştım ancak maliyet çok yüklü çıktı.
İnternete yönelik farklı işler ve projeler düşündüm ama yalnız olduğum için maalesef bir yere varamadım.
Hakkım olanı istedim hep ama olmadı olamadı...
Yaşım oldu 36, neyi elde ettim ya da ettim mi bilmiyorum. Şu bir gerçek ki, ünvanları seviyorum ve bana haz veriyorlar, en azından bir amacım oluyor.
Hayatımda hiç bir şeyi yönetemedim bir kez olsa, bunu öğrensem, belki tecrübem iki katına çıkacak ama olduğum yerde sayıyor gibi hissediyorum kendimi.
Kimse elini uzatmadı, kimse inanmadı bana, hep kaçış hep bir ego savaşı...
2018'de keşke tüm bunlar sona erse ve hayallerim gerçek olsa...
Her şeyi merak ediyorum, merak etmek güzel bir şey... Kategorize etmiyorum. Kim öğretirse alıyorum o bilgiyi...
En çok yazı yazarken araştırıyorum çünkü haliyle aşırı bir merak uyandırıyor bende.
Tek merak etmediğim şey, özel hayat olsa gerek...
Bana bilginin her türlüsü verilsin yeter.
En çok yazı yazarken araştırıyorum çünkü haliyle aşırı bir merak uyandırıyor bende.
Tek merak etmediğim şey, özel hayat olsa gerek...
Bana bilginin her türlüsü verilsin yeter.
Aile olmak kavramına her daim önem verdim. Bu sözlüğün ailem gibi olmasını arzu ediyorum. Buna ihtiyacım var özellikle de bu aralar...
Aile olmak demek samimi olma deme benim için. Saygı, sevgi ve anlayış hep bir arada olmalı ki, işleyen demir ışıldasın.
Bugünlerde aile sıcaklığını yaşayacağımız o kadar az yer var ki, birleşip bu sıcaklığı beraber hissetmeliyiz. Birlikten kuvvet doğar ne de olsa...
Aile olmak demek samimi olma deme benim için. Saygı, sevgi ve anlayış hep bir arada olmalı ki, işleyen demir ışıldasın.
Bugünlerde aile sıcaklığını yaşayacağımız o kadar az yer var ki, birleşip bu sıcaklığı beraber hissetmeliyiz. Birlikten kuvvet doğar ne de olsa...
Yazılarını severek takip ettiğim ve samimi bulduğum faydalı bir Pembenar yazarı...
İnsan okurken mutlu oluyor ve kendinden parçalar buluyor. Çok gerçekçi ve çok içten...
Oldukça da sade ve akıcı. Olumlu görüşlere sahip yazarın yazılarına şuradan ulaşılabilir:
http://www.milliyet.com.tr/gizem-aydogan/yasam/pembenar-yazilari/
İnsan okurken mutlu oluyor ve kendinden parçalar buluyor. Çok gerçekçi ve çok içten...
Oldukça da sade ve akıcı. Olumlu görüşlere sahip yazarın yazılarına şuradan ulaşılabilir:
http://www.milliyet.com.tr/gizem-aydogan/yasam/pembenar-yazilari/
Bazen sıkılınca bu şarkıyı açarım.
Bundan daha güzel bir kelime yok. Birlik ve beraberlikten kuvvet doğar. Artık olumlu kelimelerle hayatımızı donatmalıyız, 2018'de en çok buna ihtiyacımız var.
Siyahtan beyaza, beyazdan siyaha…
Siyahlarla doldurduk hayatı, beyazları göremez olduk.
Nerede bu beyazlar, nereye kanatlandılar?
Yoksa beyazlara filtre mi uygulandı?
İçimiz o kadar karardı ki, ışığa doğru erişemiyoruz.
Uzaktan bize göz kırpan ışık bile yok!
Karanlığın içinde çırpınıp duruyoruz, sanki oradan yalnız başımıza çıkabilecekmişiz gibi…
Belki de çıkarız, kim bilir…
Üzerimizi negatif çarşaflarla örtmezsek, pozitif çarşafları huzurla karşılayabiliriz.
Peki, içinde huzur geçen kelime ile nasıl özdeşleşeceğiz?
Kavgaları, şiddeti ve öfkeyi uzaklaştırarak…
“Barış” ile birlik olup ona sonuna kadar inanırsak bütün niyetlerimiz gerçekleşir.
Artık yer değiştirme zamanımız geldi, “ters kelimeler” bizi terk edip, “yapıcı” kelimeler gelmeli!
Çıkarsızca pirüpak duygularla sevginin evine sığınmalıyız.
O ev bizi bekliyor, zira hiçbir zaman bizi dışlamaz, yeter ki biz onu dışlamayalım.
“İnanç” içimizdeki bize hizmet eden bir hizmetkardır.
İnanmayı bırakmadığımız zaman, er ya da geç bazı şeyler mümkün olur hayatımızda…
“Olmuyor ama olmuyor bir türlü” cümlesini zikrettiğinizi duyar gibi olsam da, zamanı geldiğinde taşlar yerine oturacak, isteseniz de durduramazsınız!
Tercihiniz ya “evet” ya da “hayır” olur.
O mutlaka size uğrar ama eğer onu sürekli kovmazsanız.
Şans verin, şans verin ki şansınız artsın.
Bazen akışın tersine gitmek hayatınızdaki diğer akışın bozulmasına sebebiyet verebilir.
Ne tarz güzelliklerin bize geleceğini hiçbir zaman bilemeyiz, o nedenle kabule geçmek önemli…
Gün doğmadan başka şeyler doğabilir, “doğsun” deyin ve bekleyin.
Siyahlarla doldurduk hayatı, beyazları göremez olduk.
Nerede bu beyazlar, nereye kanatlandılar?
Yoksa beyazlara filtre mi uygulandı?
İçimiz o kadar karardı ki, ışığa doğru erişemiyoruz.
Uzaktan bize göz kırpan ışık bile yok!
Karanlığın içinde çırpınıp duruyoruz, sanki oradan yalnız başımıza çıkabilecekmişiz gibi…
Belki de çıkarız, kim bilir…
Üzerimizi negatif çarşaflarla örtmezsek, pozitif çarşafları huzurla karşılayabiliriz.
Peki, içinde huzur geçen kelime ile nasıl özdeşleşeceğiz?
Kavgaları, şiddeti ve öfkeyi uzaklaştırarak…
“Barış” ile birlik olup ona sonuna kadar inanırsak bütün niyetlerimiz gerçekleşir.
Artık yer değiştirme zamanımız geldi, “ters kelimeler” bizi terk edip, “yapıcı” kelimeler gelmeli!
Çıkarsızca pirüpak duygularla sevginin evine sığınmalıyız.
O ev bizi bekliyor, zira hiçbir zaman bizi dışlamaz, yeter ki biz onu dışlamayalım.
“İnanç” içimizdeki bize hizmet eden bir hizmetkardır.
İnanmayı bırakmadığımız zaman, er ya da geç bazı şeyler mümkün olur hayatımızda…
“Olmuyor ama olmuyor bir türlü” cümlesini zikrettiğinizi duyar gibi olsam da, zamanı geldiğinde taşlar yerine oturacak, isteseniz de durduramazsınız!
Tercihiniz ya “evet” ya da “hayır” olur.
O mutlaka size uğrar ama eğer onu sürekli kovmazsanız.
Şans verin, şans verin ki şansınız artsın.
Bazen akışın tersine gitmek hayatınızdaki diğer akışın bozulmasına sebebiyet verebilir.
Ne tarz güzelliklerin bize geleceğini hiçbir zaman bilemeyiz, o nedenle kabule geçmek önemli…
Gün doğmadan başka şeyler doğabilir, “doğsun” deyin ve bekleyin.
Bugün başıma gelen eylemlerden biri... yollar o kadar bozuk ki, mayın tarlası gibi...
Hükümet parayı cebe atacağına yolları düzeltmeli... işin en kötü tarafı kaldıran olmadı, görüp geçiyorlar aynıları kendilerinin başına gelse kimbilir bir ton laf ederler.
İnsanlık cidden ölmüş. Harika bir yeni yıl oldu. Grip, düşmek, en sevdiğim kazağın yırtılması daha gırla...
Dizimin ağrısı da o kadar kötü ki bu gece nasıl geçer bilmiyorum. Ben diyorum ki üzerimde nazar var. Kedi sevdim belki almıştır negatif enerjiyi... bilemiyorum.
Hükümet parayı cebe atacağına yolları düzeltmeli... işin en kötü tarafı kaldıran olmadı, görüp geçiyorlar aynıları kendilerinin başına gelse kimbilir bir ton laf ederler.
İnsanlık cidden ölmüş. Harika bir yeni yıl oldu. Grip, düşmek, en sevdiğim kazağın yırtılması daha gırla...
Dizimin ağrısı da o kadar kötü ki bu gece nasıl geçer bilmiyorum. Ben diyorum ki üzerimde nazar var. Kedi sevdim belki almıştır negatif enerjiyi... bilemiyorum.
Sağlıklı çaylar üreten bir İtalyan markası... Poşet olanları da var, toz olanları da... İçildiğinde ağızda değişik tatlar bırakıyor. Bana hediye olarak gelen bu çay markasını araştırdım ve köklü olduğunu öğrendim. Ambalajı ve çay poşeti de oldukça kaliteli. Malzeme masrafından kaçınılmamış. tabi çay hediye olduğu için fiyatını bilmiyorum.
La casa de papel dizisinin müziğini yapan bayan müzisyen
Hakkında hiç bir bilgiye erişememek kötü biraz... Ama şu kesin ki, kısa zamanda yükselişe geçecek, çünkü müziği çok güzel...
Hakkında hiç bir bilgiye erişememek kötü biraz... Ama şu kesin ki, kısa zamanda yükselişe geçecek, çünkü müziği çok güzel...
Bu girdiyi eğer bir sözlüğe giriyorsam bilin ki artık sabır damarı çatlamıştır. Hak etmeyen insanlar, hak eden insanların yerlerine konmuş durumdalar. Ben bunu hazmedemiyorum. Bir kez bile olsun hak ettiğim yerde olmadım. Bazen diyorlar ki çok sessiz ve sabırlısın, senin yerinde olsak neler yapardık. Yapsanız da boşuna...
Evet, bugün büyük bir haksızlığa şahit oldum. Ben yıllardır gece gündüz demeden emek veriyorum ve uğraşıyorum ama gerçekten de karşılığı yok. Gerçek insanlık eskilerde kaldı, o yüzden bunu bilenler hep Yeşilçam filmleri yapıyorlar. Hep geriye dönüş var ama adam olmak yok. Bilmiyorum ne olacak bu halimiz.
Evet, bugün büyük bir haksızlığa şahit oldum. Ben yıllardır gece gündüz demeden emek veriyorum ve uğraşıyorum ama gerçekten de karşılığı yok. Gerçek insanlık eskilerde kaldı, o yüzden bunu bilenler hep Yeşilçam filmleri yapıyorlar. Hep geriye dönüş var ama adam olmak yok. Bilmiyorum ne olacak bu halimiz.
İtiraf ediyorum artık bir kardeşim var ve yalnız değilim. Yıllar sonra arayışım sona erdi umarım hep sürer bu kardeşlik. Tek çocuk olmanın acısı öyle ağırdı ki, yaşamayan bilmez. Çoğu zaman sorunlarınızı kendiniz çözmek zorunda kalırsınız ve dertleşecek bir kardeşiniz yoktur siz de sözlüğe girer benim yaptığım gibi yazarsınız vakit geçirirsiniz. İçinizi dökersiniz. İçimi dökecek çok şey var ve bir kaç gündür çok kötüyüm.
Konuşmak ve yazışmak insana çok iyi geliyor. İnsanın az da olsa kafası dağılıyor.
Konuşmak ve yazışmak insana çok iyi geliyor. İnsanın az da olsa kafası dağılıyor.
Şu yazıyı yazarak saldırı ilan etmiş zavallı bir yazar. Öfke kusarak ve ortalığı bulandırarak gündem yapmaya çalışıyor. Çok üzücü. İnsan vaktini neden böyle şeylere harcar ki?
http://www.haberturk.com/yazarlar/nagehan-alci/1786935-munir-ozkul-filmleri-nostaljisi-ve-dilek-yardim
http://www.haberturk.com/yazarlar/nagehan-alci/1786935-munir-ozkul-filmleri-nostaljisi-ve-dilek-yardim
Yalan haberlerden sonra Münir Özkul'un ölüm haberi gerçekmiş, gerçek olmayıp yine yalan olsa daha iyi olurdu, ama ölüm hayatın bir parçasıdır. Dedem (Ertem Eğilmez) öldüğü gün, ona benim dedem sizsiniz demiştim. Şimdi ikinci dede de uçtu gitti. Hayat bu, acısıyla tatlısıyla onu yaşıyoruz, bize düşen hep pozitif olmak ve sevginin yüceliğini tatmaktır. Onun bize verdiği dersler hep aklımızın bir yerinde olacak. Güle güle Yaşar Usta ve Mahmut Hoca... Güle güle dede...
Günümüzün hastalığı... İnsanı elden ayaktan düşürür. Stres ve üzüntü ile beslenir. Psikoloji çöktü mü, gelir çöreklenir hayatınıza... Davetsiz misafirdir, kolayca da terk etmez ringi...
Döndükçe döner dünyanız ve durduramazsınız.
Döndükçe döner dünyanız ve durduramazsınız.
İnsanlar yalnız oldukları zaman arayış içindedirler ve birini buldukları zaman karşısındakini unuturlar. Bu bir çok kere başıma gelmiştir. Sonra ayrıldıkları zaman yine geri dönerler. Garip bir döngüdür.
Unutulmak gerçekten insanı mutsuz eder ve anlarız ki insanlar sadece birbirlerine ihtiyacı olduğunda hatırlanırlar.
Unutulmak gerçekten insanı mutsuz eder ve anlarız ki insanlar sadece birbirlerine ihtiyacı olduğunda hatırlanırlar.