confessions

moviebird

1. nesil Yazar - Alıştı gibi sanki

  1. toplam entry 110
  2. takipçi 16
  3. puan 4822

bitmek bilmeyen 14 şubat geyiği

keskin nisanci
her sene 14 şubat'ın birkaç gün evvelinden başlayıp, birkaç gün sonrasına kadar devam eden anlamsız durum. vıcık vıcık muhabbetler, ipe sapa gelmez romantik tavırlar vs. yani sevgililer günü kapitalizmin bir oyunu filan muhabbetine hiç girmeyeceğim de bu nedir arkadaş ya, yani böyle her şeyi insanın gözüne gözüne sokmanın mantığı yok. sosyal medyadan olabildiğince uzak kalmak gerekiyor, zira attı mı mangalda kül bırakmayan aslan parçalarının 14 şubat uğruna şekilden şekile girmeleri insanın içini parçalıyor. kadınlarda durum zaten anlatılacak gibi değil. sanki şu gün bir şey yapılmazsa, ortada sevgi falan yok. garip garip işler. aşk iki kişiliktir demiş atoal behramoğlu usta ama bunlar nerdeyse dünya ahalisiyle birlikte yaşayacaklar her şeyi. görmemişin sevgili olmuş, tutmuş boynuna silgi gibi asmış.

petrocelli

kaptonur
Hayatı boyunca yaptığı avukatlık serüveninde bir kez dava kaybeden İtalyan asıllı avukat. Tabiki gerçek hayatta değil, bir dizi. İnsanların bir diziyi gerçek hayatta yaşanmış gibi anlatması ilginç. Petrocelli'nin kaybettiği tek dava ünlü bir futbolcunun eşini öldürdüğü davadır.

nagehan alçı

keskin nisanci
şu kadına yazar deyip yazılarını okuyanları anlamıyorum. şey var mesela, birçok kişinin kendine yakın bulduğu yazarlar var, benim de hem kendi dünya görüşümden hem de benimle aynı dünya görüşünü paylaşmasa da objektifliğine inandığım ve okuduğum yazarlar var. kimisi yazarların kişiliğini beğenir, kimisi kalemini beğenir, kimisi olaylara yaklaşımını beğenir vs. ama ben nagehan alçı'yı hiçbir kategoriye koyamıyorum. kocası gibi bu da hiçbir yaraya derman değil ama memleketin ekmeğini bolca yediler.

mutsuzluk

ontolojik sancilarimin merhemi
Zihinde. mutsuzun mutsuz kaldığı tek yer kendi zihnidir. zihnimiz, biz annemizden doğarken, yani o ilk kopuşta, bu kopuşun etkilerinden korunabilmek adına oluşan bir parça aslında. o varken mutsuzluğa tarafsız yaklaşmamız olanaksız. bruce lee "su gibi ol" derken biraz da bu meseleye işaret ediyordu. mutluluğun biçimi ya da şekli yokken, mutsuzluk en belirgin biçimlere sahip. mutsuzluğa tarafsız yaklaşmalıyız, acıya yaklaştığımız kayıtsızlıkla hazla..

hortlak

ontolojik sancilarimin merhemi
Japon halk inancı. Hortlaklar, no ve kabuki oyunlarının, ayrıca korku hikayelerinin ve hatta mutsuz aşk hikayelerinin ana karakterleri olarak sıklıkla japon filmlerinde karşımıza çıkar. Ruhların dünyada var olduğu ve dolaştığı yolundaki geleneksel japon inancı hem atalara karşı saygıyı, hem de geri gelebilecekleri korkusunu yaratmıştır. Düzgün gömülmeyen ya da öbür dünyaya yolculukta aksiliklerle karşılaşan ölülerin yaşayan insanlara uğursuzluk getirecek huzursuz ruhlar olarak yeryüzüne döndükleri söylenir.

hikaye yazmak

ihtiras limani
tamamen hayal ürünü veya gerçeğin henüz gerçekleşmemiş kısmını kurgulamak.

edebiyat yapmak hayatı tablolarla anlatmak gibi. olayların akışına musiki kazandırarak, kendi renginde can vererek. kafamızın içindeki hayallere kimse uymadığında bizden bile bağımsız hareket ederken bu iş, gerçek kişilere dayandığında fantezilerin edebiyat özelliği kazanması gibi bir hal alıyor. akışının sesiyle de güzel olan olaylar dizisidir bir nevi. yaşananlara güzel anlatım kazandırmak.

zengin sözlük yazarlarının tespitleri

cisi gelen sanat tarihcisi
Merhabalar. Bunun yeri burası mı, değil mi bilmiyorum ama yazacağım.

Amacım, hiçbir zaman, hiçbir şekilde, kimseye hakaret etmek olmadı/olamaz.
Şayet ki yazacaklarımdan bir hakaret çıkartılacak ise, bundan dolayı şimdiden özür dilerim. İnsanların canını sıkmaya haddim olduğunu hiçbir zaman düşünmüyorum.

Gelelim konuya, dün gece yarısı açılmış bir başlık ve bu başlığı açan arkadaşın, burada olmaması gerektiğine inandığım birkaç girdisine denk geldim.

Ekşi'nin, İnci Sözlük'vari trollerinden bıktıgım için oraya devam etmedim, instela'dan da bu yüzden kaçtım geldim.

Buraya bilgilenmeye ve bilgilendirmeye, çoğu zaman da bunu yaptığımız sırada gülüp eğleneceğimiz girdiler de girmeye geliyoruz.
Ama bunun bir dozu var ve bu doz, karşıdaki insana hakaret etmeye başladıktan sonra çok gereksiz bir hal alıyor.

Bunu yapan arkadaş umarım beni anlar. Bundan çok mutluluk duyacağım. Zira, burası farklı bir platform olduğunu düşündüğüm nadir yerlerden birisi, buraya gelip iyi hissediyorum. Uzun süredir tatmadığım mutluluğu tadıyorum. En yakın dostlarım da benim gibi burayı evleri benimsemiş haldeler.
Komayın bizi evimizden be...

marilyn monroe

azrailin regl donemi
1 haziran 1926 Amerika doğumlu Hollywood yıldızı. zannımca o dönemlerdeki şöhreti sebebiyle çok fazla ilgiye karşılık vermek zorunda olduğundan kamera karşısında medyaya karşı hep güler yüzlü ve mutlu görünmek zorunda olmasından dolayı iki kutuplu kişilik diye tabir edilen rahatsızlığı yaşamış olabilir. çünkü bana göre bir insan bir duyguya çok fazla yoğunlaşırsa diğer duyguları aç kalır ve zıt duygular depresif bir halde kendini gösterir. bu yüzden eminim ki o günün yoğunluğu bittiğinde gece çöktüğünde her gece ağlıyordu bu ablamız.
işte bu yüzdendir ki 5 ağustos 1962 de bir otel odasında intihar etti.
kadının üstüne çok gittiler ulan. ne bekliyorlardı ki emenike!

reconquista

khemri
Kurtuba Halifeliği'nin 1031 'de ani bir şekilde sona ermesi, İslamiyet'in İber Yarımadasındaki varlığını sonlandırmak yerine yarattığı ağır siyasal ve askeri gerilemeyle Hıristiyan hasımlarının ilerleme sürecini başlatır. Reinos de Taifa adı verilen bu yeni dönemde 250 yıldır süren Emevilerin güçlü halifeliği kırk kadar küçük krallık, emirlik ve sultanlığa bölünür.
Halifeliğin yıkıntılarından kısa sürede, Malaga'nın Hammudileri ve Granada'nın Zirileri başta olmak üzere Sakalibaların, yani Slavların veya Valencia'nın Amirileri gibi genelde Kafkas asıllı kölelerin ve Arapların Berberi Müslüman krallıkları doğar. Araplar Saragoza'da önce Yemen asıllı Tucibiler, sonra da Hudi Hanedanı altında organize olur; Toledo'da ise 1018-1081 arasında idarede olan Zunnunileri, 1022'den beri Badajoz'u yöneten Aftasidler izler. Sevilla'ya yerleşen Kadı Ebu el-Kasım muhammed med bin Abbad'ın soyundan gelen Abbadiler de 1031 - 1069 arasında Ebu Hazın Cevher bin Muhammed bin Cevher'in soyundan gelenler tarafından yönetilen Kurtuba'yı da kontrolleri altına alır. Bu topluluk bilim ve edebiyat insanlarının cömert himayesi sayesinde meşruiyet kazanmaya ve onların şöhretlerinden yararlanmaya çalışır.

Ancak Hıristiyan hasımları da eskiye göre çok daha etkili bir şekilde örgütlenir. Tarihi çok eskilere dayanan Asturya-Leon Krallığına, 1031 yılına kadar Leon'a bağlı olan Kastilya Krallığı, Aragon Krallığı ve Barselona Kontluğu eklenir. Bu arada önce Pamplona, sonra Navarra adını alan krallık, Pirene Dağları'nın en kuzeyinde yer alan Bask bölgelerini yönetmeye devam eder,16. yüzyıl başlarında da zoraki olarak İspanya Krallığıyla birleşir.
Abbadi yönetimindeki Sevilla, Endülüs'ün en önemli şehri haline gelip Kurtuba'yı da ele geçirirken , El Mutemid sayesinde Toledo'nun Leon ve Kastilya kralı VI. Alphonsus tarafından fethinin Hıristiyanlar üzerinde çok büyük psikolojik etkisi olacaktır, çünkü hem fethedilen ilk büyük Müslüman şehridir hem de eski Vizigot başkenti yeniden hristiyanların eline geçer, bu da zorlu, ama umut verici Reconquista'nın ilk adımıdır.

1078'de Sevilla halkı onur kıncı mudejar konumuna düşer, ama Endülüs'ün kaçınılmaz olarak tamamıyla parçalanması, bir süreliğine de olsa Sevilla, Badajoz, Kurtuba ve Granada elçilerinin müdahale etmesi için yalvardığı Berberi Murabıtların Sultanı tarafından engellenir.
Aynı yıl 23 Ekim'de Badajoz yakınlarındaki Zallaka'da Müslümanların kazandığı büyük zafer, İberya'daki İslam varlığının süresini uzatacak gibi görünse de kısa süre içinde Endülüs'teki en iyimser Müslümanlar bile Yusuf bin Taşfin'in yardım etmemesinin pek de özverili bir hareket olmadığını anlar.
Hudiler dışındaki Tavaif-ül-Mülk beyleri oldukça hızlı ve acımasız bir şekilde yerlerinden edilir. 1090'da Granada ve Sevilla, ertesi yıl da Alphonsus'la nafile ve zoraki bir ittifaka girmeyi deneyen Kurtuba geri alınır. Amirilerden geri aldığı Valencia'nın beyi olan El Cid de 1099'da Murabıtlarla savaşırken ölür.
Murabıtların tahttan inmesini sağlayanlar ''muvahhidler'' yine müslüman ve yine Berberidir ve Yusuf bin Taşfin'le Kuzey Afrika'nın aynı bölgesinden gelirler.
Heretik gözüyle baktıkları Murabıtlardan kurtulmak için 1123- 1124 arasında Kuzey Afrika'dan yola çıkan Muvahhidlerin Endülüs'e ulaşması 1145- 1146 yıllarını bulur; onları davet eden Murabıt beyi Muhammed bin Ganiye bölge halkıyla ters düşer. Ancak Muvahhidlerin murabıtlardan daha da hoşgörüsüz olduğunu sadece, acımasız bir şekilde zulüm görüp yeni beylerin yobaz gazabıyla neredeyse yok olan Kuzey afrika'da ki Yahudi ve Hıristiyan toplulukları değil, Endülüs'ün müslümanları da fark eder.
Muvahhidler 18 Temmuz 1195'te Kastilya kralı Alphonsus'a karşı bir zafer kazansa da, Müslümanların Las Navas de Tolosa'da uğradıkları ağır yenilgi İslamiyet'in İber Yarımadasındaki hakimiyetinin sonunun başlangıcına da işaret eder.

11. ve 13. yüzyıllar arasında neredeyse tüm Müslüman krallıkları Kurtuba, Almeria, Badajoz, Murcia, Niebla ve Valencia çeşitli Hıristiyan devletler tarafından ele geçirilir. 1110'daki Murabıt ve 1118'deki Aragon istilasından önce, 1076'da Denia ile Balearları kontrolü altına alan Saragoza'nın emiri Mücahit el-Emiri 1015-1016 arasında Sardinya'yı fethetmeyi denemiş, ancak Pisalılarla Cenevizliler arasındaki sıradışı bir ittifak sonucu geri püskürtülmüştü.
Varlığını daha uzun sürdürmeyi başaran tek Tayfa Krallığı, Granada Sultanlığı'dır, ama bunun da nedeni, 1237- 1492 arasında Kastilya'nın vassalı olma durumuna katlanmasıdır; Granada'dan toplanan altın sikkeler Kastilya'nın İslam karşıtlığını yumuşatır, sultanlık da böylece göstermelik de olsa, siyasal varlığını sürdürmeye devam eder. Las Navas de Tolosa'daki Müslüman yenilgisiyle Ocak 1492 arasında 280 yıl var-
Müslümanların dır. Bu uzun dönem kültürel açıdan olağanüstü derecede verimli geçer; siyasal açıdan Hıristiyan krallıklarını memnun ederken Müslümanlar için büyük hayal kırıklıkları yaratır. Savaşlar ve barış antlaşmaları, ağır vergiler ve entrikalar, ittifaklar ve ihanetlerle dolu geçen neredeyse üç yüzyıllık sürede karşıt safları oluşturanlar daima Müslümanlarla Hıristiyanlar değildir. Merini beyi Ebu Yusuf Yakup Endülüs'ün son şansıdır. 1275'te Cebelitarık Boğazı'nı geçer ve Kuzey Afrika kaynaklı bu üçüncü seferin kendilerine Kastilyalılardan kurtaracağını uman Granadalılar tarafından kendisine sunulan Algesiras'a girer. Ebu Yusuf'un dört yıl sonra tam da Algesiras sularında kazandığı deniz zaferi Nasri Sultanlığı'nın kayıplarını telafi eder gibidir, ama Ebu Yusuf'un halefi Ebu Yakup aynı başarıyı sürdüremez, çünkü kendi ülkesinde de Tlemsenli Abdülvadilerin giderek artan husumetiyle karşı karşıyadır.
Merini beyi Ebu El-Hasan Ali'nin gösterdiği çabalar işe yaramaz. 30 Ekim 1340'ta Rio Salado üzerinde uğranılan ağır yenilgi Endülüs'ün hayatta kalma umutlarını tamamıyla söndürür.
Dağılmakta olan siyasal ve askeri tabloyu toparlayacak bir mucize beklentisi içindeki Nasriler Elhamra'daki muhteşem saraylarında yaşamaya devam eder; son sultan olan ve Boabdil olarak bilinen Ebu Abdullah Muhammed Katolik kralların nihai kuşatmasına ve cömert sayılabilecek şartlarına boyun eğmek zorunda kalır.
Ancak İspanya'daki İslam varlığı o yıl sona ermez. Geriye kalan ve kırsal kesimde göze batmadan tarlalarda mütevazı işlerde titiz bir şekilde çalışarak yaşamaya çalışan Müslümanlar giderek daha çok zulme ve zalim bir ayrımcılığa maruz kalır. Kardinal Ximenes de Cisneros'un uyguladığı zalim baskılar sonucunda birçoğu zorunlu olarak Hıristiyanlığı kabul eder ve onlar için moriscos terimi kullanılmaya başlanır, çünkü durumları, Hıristiyanlığı isteyerek seçen tomadizosa göre farklılık gösterir.Bir yüzyıldan uzun bir süre bu kabus gibi ortamda yaşayan Müslüman Endülüslüler yayınlanan bir emirnameyle nihai olarak ülkeden gönderilir Onların çalışkanlıklarından ve yeteneklerinden yararlananlar Kuzey Afrika ile Osmanlı İmparatorluğudur. Bu arada İspanya da ciddi boyutta bir tarım kriziyle karşı karşıya kalmaya başlasa da bu kriz, Yeni Dünya'yı talan eden Conquistadoresin geri getirdiği Amerikan altınının ardında gizlenir.

sfumato etkisi

battaniyetanricasi
İtalyanca bir terim olan Sfumato, “fuma” (duman) sözcüğünden türetilmiş bir kelimedir ve 15. yüzyılda yağlıboyanın keşfiyle, neredeyse algılanamayacak ton ve renk geçişlerini adlandırmak için kullanılmıştır. Tonların birbiri içinde eritilmesiyle yumuşak etki yaratmayı amaçlayan bir boyama tekniği olan Sfumato, ilk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanmış ve 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri bu sayede belli bir yumuşaklık kazanmıştır.

hayao miyazaki

battaniyetanricasi
Hayao Miyazaki, Japon manga ve anime sanatçısıdır. Elli yılı aşkın bir süredir animasyon dünyasının içindedir ve en yakın çalışma arkadaşı Isao Takahata ile birlikte Studio Ghibli adlı animasyon stüdyosunun kurucusudur.

(Bunları geçecek olursak kimilerimizin çocukluğunun veritabanını oluşturan (bkz:ben) BÜYÜK USTA.)
Soundtrack ları da ayrı ayrı duygu yüklüdür.

abdal

avni
arapça bedel "badal" sözcüğünün çoğulu. etimolojik bağlamda arapça "bdl" kökünden türeyen budala sözcüğü ile de kardeştir.
ilk kullanımına babailikte rastlanmakla birlikte horasan dolaylarından anadoluya gelen ve selçuklu ve osmanlı devletlerinin kuruluşlarında büyük katkıları olan bektaşilerle özdeşleşmiştir. geyikli baba, abdal musa, abdal kumral türkmen babalardan yahut dedelerden en bilinenleridir. osmanlı devleti güçlendikçe türkmen abdal dedelerini dışlamış hatta yavuz sultan selim döneminde safevilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle bu abdallar ve takipçileri devletten dışlanmakla kalmamış kıyıma uğramışlardır.
(bkz:horasan erleri)
(bkz:kızılbaş)

vivre sa vie

cisi gelen sanat tarihcisi


zenginsozluk.com/foto
Türkiye'de Hayatını Yaşamak adıyla yayınlanan, 62 yapım Godard filmi.

Aktris olma umuduyla eşini ve küçücük, minnacık evladını terk edip Paris'e gelen Anna Karina ablamızın can verdiği Nana karakterinin, tezgahtar olarak başladıgı ve sonrasında parasının onu tatmin etmemesi üzerine Fahişeliğe soyunduğu lakin bu işi yaparken öldürülme sürecini baştan sona anlatan film.

zenginsozluk.com/foto

bu filmi çekici yapanda Anna Karina ablamız ve bugün bile estetik algısını tavan yaptıracak fotoğrafları.


zenginsozluk.com/foto

josef stalin

minduser
gürcü diktatör ve devlet adamı. ikinci dünya savaşı'nın ilk yıllarında abd tarafından kendisine "uncle joe" (joe amca) lakabı uygun görülmüştür. tabii bu durum, stalin'in özellikle polonya'da yaptığı katliamları "bazı tatsız olaylar" olarak göstermeye yetmemiştir. zira kendisi katyn katliamı'nın baş mimarıdır.

moderatör

indim derelerine
Bir nevi bölük astsubayı.
Görevleri , ne yazılır , ne çizilir takip eder , zimmetleri takip eder , beğenmezse siler filan .
Genelde göbekli ve emekliliği gelmiş olurlar.
Bölük komutanı ( kendisi patron olur ) bile bulaşmaz bunlara.
Biz de erat durumunda olduğumuzdan çarpılmamak için götüm götüm kaçarız.

Edit : genç modlar rahatsız.

kozmos

icgqhs
Neredeyse her akşam rehin aldığım pek samimi, sıcakkanlı yazarımız.
Kendisi ile garip bir şekilde karşılaştık. (nesi garip?)
Elaziğ ilinde ikamet edeceği kimin aklına gelir ki? Gelmedi benim de.
Neyse sohbetler sonrası elazığ dediğinde çok şaşırmıştım. (niye şaşırıyorum ki?) Bilemedim ama çok fazla sözlük yazarı barındırmıyor bu şehir. Ayrıca böyle iyi ve donanımlı olması zor.
Neyse, bu arkadaşı geceleri rehin aldığım süre zarfında hep sözlük için neler yapabiliriz diye konuşuyoruz. (Tabii lan çalışıyoruz geceleri.)
Ayrıca sen beni geceleri uyuyor mu sanıyorsun memati?
Yine böyle bir akşam, reklam filmi projesi çıktı, iyi ama bize jön lazımdı. Hemen arayışa koyulduk.
Aramadığımız reklam ajansı kalmadı neredeyse. bize bir bayan bir erkek oyuncu lazımdı ama jön önemliydi bizim için.
Tekliflerimizi verdik ajanslara ama bize uygun bulamıyorduk hiç.
Kenan imirzalıoğlu üzerinde bayağı durduk ama gençlere hitap etmeliydi, olmadı.
Kıvanç tatlıtuğ, baktık yok bihter ziyagil'den sonra içimize sinmedi.
Sonra geçtik yeni jönlere.
Aras bulut iynemli çok heveslendi oynarım ben dedi, sözlük nedir dedik, Nereden bileyim dedi bize. o ara kozmos sinirlendi ve telefonu aras'ın yüzüne kapattı.
Sonra düşündük sözlüğü bilen, kültürümüze yakın biri olması lazım kanısına vardık.
Sözlüklerden anlayan insanlarla odaklandık, sonra ben kozmos'a baktım, boy, kilo, şekil, saç şekli, göz rengi, ten rengi, ayakkabı numarası (ki bu önemliydi bayağı) neyse hepsi uygun işte. Ve sonra döndüm dedim ki, neden sen oynamıyorsun? Ohoooo diye tepki verdi.
Ne diyorsun anlamıyorum dedim.
Olmaz ya dedi, set falan yoğun benim dedi.
Ben başladım ısrar etmeye, insanlık için dedim, gelecek sözlük yazarları için dedim.
Yok fayda etmedi.
En son, alacağın onca iyi artı oylarını düşün dedim. "Ovvv yes!" diye bir ses çıktı bundan.
Tercüme istedim hemen menajerinden, "bu madde onu çok etkiledi, kesin kabul edecek." dedi.
Tamam dedim, atsın imzayı bitsin bu iş.
Neyse ayrıca özel isteklerim falan var dedi (uçak, konaklama, helikopter pisti, ıslak hamburger, ıslak mendil) tamam tamam (okan bayülgen tarzı ile) dedim.
Sonra anlaştık işte.
Reklam yüzümüz oldu.
O değil de dostum, tanıdığım iyi oldu be seni!
Yalnız tek ricam barbara palvin hakkında bir daha kırıcı yorum yapma üzülüyorum ben çok!

geceye bir şiir bırak

cisi gelen sanat tarihcisi
Yapmazsın artık,
Yapmazsın. Bir hapşırık
Ya da soluk alış benim için cesaret işi.
Ey yoksul ve beyaz, bir ayak gibi
İçinde otuz yıl yaşadığım siyah papuç.

Babişko, seni öldürmek zorundaydım.
Sen kendin öldün, ben zaman bulamadım -
Mermer misali ağır, bir çanta dolusu Tanrı,
Tiksinç anıt, tek bir boz tırnaklı,
Bir Frisco foku kadar endamlı.

Ve hilkat garibesi Atlas'ta bir kafa
Akıtır yeşil fasulyeleri maviliklere,
Güzelim Nauset açıklarındaki sulara.
Dua ederdim kendine gelesin diye.
Ach, du.

Alman dilinde, o Lehistan şehrini
Ezerek yamyassı etti
Savaşlar, savaşlar, savaşların merdanesi.
Fakat o şehrin adı sıradandır.
Leh dostum diyor ki

Bir ya da iki düzine vardır.
Yani asla söyleyemem nereye
Koyduğunu papucunu, tohumunu,
Seninle hiç konuşamadım.
Çeneme saplandı dilim.

Dikenli tellerin tuzağına saplandı.
Ich, ich, ich, ich,
Handiyse konuşamıyordum.
Her Alman'ı sen sanıyordum.
Ve o tiksindirici lisan

Bir lokomotif misali, bir lokomotif gibi
Çufçuflayarak Dachau'ya, Auschwitz'e,
Götürüyordu beni Belsen'e, bir Yahudi misali.
Konuşmaya başladım bir Yahudi gibi.
Sanırım pekala olabilirim bir Yahudi.

Tirol'un karları, Viyana'nın berrak birası
Ne o denli saftır ne de gerçeğin aslı.
Çingene atalarımla ve tuhaf talihimle
Ve Taroc iskambil destemle ve Taroc destemle
Biraz Yahudi olabilirim.

Hep korktum senden,
Luftwaffe oluşundan, karmaşık belâgatından.
Ve o düzgün bıyığından
Ve o parlak mavi Aryan gözlerinden.
Panzer-adam, panzer-adam, Hey Sen –

Tanrı değilsin fakat bir gamalı haçsın
Öyle karasın ki bütün gökleri boğarsın.
Bir Faşist'e tapar her kadın,
İner yüze çizmesi o hayvanın,
Senin gibi hayvandır yüreği o hayvanın.

Babişko, durursun karatahtanın önünde,
Bende bulunan o resminde,
Ayağın yerine, çenen ikiye ayrıktır
Ne ki daha az şeytan sayılmazsın, hayır
Benim kıpkırmızı yüreğimi ısırıp ikiye bölen

O karanlık adamsın tastamam.
Seni gömdüklerinde on yaşındaydım.
Yirmisindeyken ölmeye çalıştım
Ve geri dönmeye, geriye, sana dönmeye.
Yapabilir diye düşündüm kemikler bile.

Ama çıkardılar beni çuvaldan,
Ve zamkladılar parçalarımı tekrardan.
Ve anladım ne yapılması gerektiğini.
Yaptım senin bir modelini.
Ve raflarla vidalara duyduğu sevgisini

Kara giysilerde taşıyan Meinkampf bakışlı bir adam.
Ve dedim ki, yapabilirim, evet.
Yani babişko, nihayete erdim nihayet.
Kara telefon kesildi kökünden.
Kıvrıla kıvrıla geçemez artık sesler.

Birini öldürmüş olsaydım, öldürürdüm iki kişi–
Ve bir zaman boyunca kanımı içti,
Öldürürdüm sen olduğunu söyleyen vampiri.
Yedi yıl boyunca, eğer bilmek istersen.
Babişko, artık sırt üstü uzanabilirsin.

Bir kazık o şişko kara kalbine,
Ve köylüler hiç sevmedi seni.
Dans edip tepiniyorlar üzerinde.
Hep biliyorlardı sen olduğunu.
Babişko, babişko, bok herif, işim bitti seninle.

asgari ücret

nalbantyani bezirgan
Bir öğrenci olarak nerdeyse bu sene açıklanan miktarı ile geçindiğim ücret.
Ben tek başıma adamım. Ne çocuğumun okul masrafı var, ne bir aile kadar gıda masrafım var. Fakat yine de bazı zamanlar ayın sonu gelmiyor. İnanın uçuk harcamalar yapıp lüks de yaşamıyorum. Peki hal böyleyken bu paralarla bir aile nasıl geçindirebilir insanlar? Aklım cidden almıyor. İnsaf. Üstelik günde o kadar saat ne koşullarda çalışıyorlar..

ekşi sözlük

sipraleks
sözlüklerin atası olan ama artık doğanın kanunu gereği çöplüğe dönen yerdir. arkadaşım birinci nesil yazardı, birçok konuya ilk entryleri girmişti. adamlar bildiğin sakallı kant okuyan belgesel izleyen ekipti. şu an ise site maddi kaygılarla çöplüğe dönmüş durumda. son not, arkadaşım bir gece operasyonu ile uçurulmuştu. umarım zengin sözlük bizi de işi bitince çöpe atmaz.

non ti muovere

nalbantyani bezirgan
2004 yapımı bir Sergio castellitto filmi.
italyan oyuncu ve yönetmen Sergio castellitto'nun Penelope cruz ile başrollerini paylaştığı film, kızı bir kaza sonucu çalıştığı hastaneye getirilen bir doktorun kızı hayat mücadelesi verirken geçmişiyle yaptığı iç muhasebeyi anlatır.
kesinlikle izlenilmesi gereken bir film. 116 dakika.