confessions

mudaran

1. nesil Yazar - Tatlı

  1. toplam entry 99
  2. takipçi 6
  3. puan 3390

çiğ börek

mudaran
öncelikle ismi "çibörek" olup "çi" ön eki lezzetli anlamına gelmektedir. bir tatar yemeğidir. tadı, lezzeti tabiki de damak zekine göre değişir. sonuçta herkesin hayatına kimse karışamaz.

zekat

mudaran
fikrimce zekat allah'ın senin kendini idame ettirmen için verdiği rıskın fazlasını allah'a olan borcunu ödeme maksadı ile ihtiyacı olanlara verilmesidir. sadece (allah'ın verdiği - ihtiyacın olanı) şeklinde hesaplanabilir . verilmesinin tek gerekliliği ise allah'ın ihtiyaç sahibine vereceği rıskı senin elinle vermesi durumudur. bunun nedeni ise allah'ın rızığı gökten direkt indiremeyeceği gerçeğidir.

not : eğer son cümlede belirttiğim gerçekliği sorgulanması gerektiğini düşünüyorsanız ilk önce allah'ı nitelemeniz gerekmektedir

işten eve 2 bira ile dönmek

mudaran
iki biradan ziyade 35'lik rakıyı tercihimdir lakin kendine kadar yaşamak enteresan bir durum, insanın tereddütleri olmuyor. insan kendine kadar yaşamaya başlayınca yalnızlığa da alışıyor ve sıkıntı burda başlıyor. yalnızlığa alışınca tahammül azalıyor ve tahammül bitince artık geri dönülmüyor. ne kadar insan ne kadar dostum dediğin hayvan, varlık olursa olsun çevrende maalesef yalnızlığa mahkumsun

güne bir şiir bırak

mudaran
resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
resulullah yolda ebu bekir'i görse 'es selamu aleyküm ya sıddık' derdi,
ben yolda ebu bekir'i görsem tanımam.
resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.

resulullah azrail'i yolda görse tanırdı;
ben azrail'i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.
resulullah olsa ona bunları söylesem o bana
gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah'ın resulü; fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki 'kızım ha gayret! ';
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki 'anneciğim ölmesen…

'ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki 'anneciğim seni ben…';
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.

resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarınınanneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf…

resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü.

ah muhsin ünlü



not: şurdan dinlemeniz tavsiye edilir

küçük iskender

mudaran
mağdem biyografisi itina ile yazıldı bende en sevdiğim şiirini bırakayım

anneler oğullarını affetmez

annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
annemin vasiyetindeki,
'oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.

bazı eski romanlar
'yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!

firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyeek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı!

ah, nasıl unuturum,
ah ben nasıl unuturum ki
annem lohusayken karnına bir gül koymuştu!
gül bu
durur mu hiç yerinde
annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu! benim çıktığım rahim, cehennem
gülün oyduğu rahim, cennet!
bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında
babamın spermlerinin yazdığı metinler
kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri,
ölü kardeşlerim
doğmamış kardeşlerim
doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim
hepsi,
ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu!
annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
siyah çoraplar ve siyah botlar
simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme!
sana geldim yas tutar gibi
sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'beni hiç gömme, ben hep burda kalayım'
'bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında'
'bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
'affet beni anne' dedim
'affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! '

zengin sözlük yazarlarının karalama defteri

mudaran
saat 6.45 lise müdürü mustafa bey okulunun önünde lakin kapı duvar . her sabah 5 dedinmi kapıları açan rıza o gün okula gelmemiş. oysa her sabah en geç 6.40 da çay demlenmiş öğretmenler odası süpürülmüş tarih öğretmeni ahmet bey için 30 dal sigara sarılmış müdüriyetin tozu alınmış müdürün afilli rugan ayakkabıları parlatımış tam 6.45 de müdürün 5 şekerli türk kahvesi -müdür için hala acıydı ve her günki gibi yine rızaya kahve acı diye fırça atacaktı sırf artistlik olsun diye-müdür masasındaki ahşap altlığın üzerinde konmuş müdür bey okula girdiğindeyse rıza gizli kaçamak tarihçi ahmet hocanın kitaplarından birini okuyor olurdu.
ah ulan rıza nereye kayboldun?
ahmet hoca rıza nın başına bir iş açtığına emindi ama saygı değer müdür mustafa bey ruganların derdine düşmüş -müdür beyin oturduğu muhit bataklığa nazır olduğundan yollar çamur deryası daha sonra öğrendim ki okula gelene kadar çizme giyer okula gelince her sabah rıza nın parlattığı ruganları geçirirmiş ayağına çizmelerden olsa gerek paçaları hep buruş buruştu- temizlikçi maho ya bağırıyordu, 5 şekerli kahveyi kimseye yaptıramamış kendi yapmak zorunda kalmıştı bir de kahveyi kaynatırken lacivert üzerine kırmızı dalbudak işlemeli en sevdiği kravatını cezvenin içine sokmuş sinirden çatlıyordu. ağzının içinden rıza ya ana avrat dümdüz küfrediyordu. bir de üstelik müdür beyin misafirleri gelecekmiş o gün . cakalanmayı sever ya ikindiden sonra viski ikramı sırası bizim müdürdeymiş. tabikide mustafa bey bizim rıza ya güvenip nasıl havalanmış bir görsen - bunu rıza olayı aydınlandıktan 3 sene sonra bölge ilkokuluna vekil öğretmenlik yaparken çalışanlardan öğrendim, o okuldaki müdür baya fırçalamış çalışanlarını- ikindiye kadar aklı çıktı müdür ineğinin. o gün imrendim rıza ya , yokluğunda adamı gündüz vakti mumla arıyolar.
tarihçi ahmet hoca kara kara düşünüyordu. sigara sararken bir laf attım. bana gayet ciddi bir şekilde ; "bu rıza varya geçenlerde das kapitali sordu bana temin etmemi istedi ben de onu biraz haşladım acaba bir kitapçıya falan sordu da gambazladılar mı ?" dedi. bir anda musalla taşı gibi buz kestim teskin etmeye çalıştım ama gereksiz bir çabaydı. "sorarım bir kaç kitapçıya " dedim . ahmet hoca elinde ki yarım yamalak sardığı sigarayı ağzına götürdü ve usulca yaktı. o sigara ile ben öyle kasvetli bir buhrana şahitlik ediyorduk ki tarif dahi edemem.
sonraki gün birkaç kitapçı ziyaret ettim. edebiyat öğretmeniyim ya hani sır tutarlar sandım -hiç öyle olmadı- soruşturdum. sorduğum herkes rıza yı tanıdı ve das kapital satmadıklarını ifade ettiler, çoğu karl marx a küfürettiğini de es geçmedi. Sadece bir tanesi bana rıza yı sordu "buldu o amına kodumun kitabını değil mi" dedi , hemen ekledi "kesin bir bok vardır bu işte . rıza yı tanırım temiz çocuktur herkesin suyuna gider anası hastalanana kadar burda çalıştı. hep okurdu, harcadılar garibanı."
rıza nın hikayesini ahmet hocadan dinledim daha sonraları. gariban kimsesizmiş, ahmet hoca aldırmış onu okuldaki işe annesi hastaymış onun için çalıştığı -hani sadece bir kitapçı onu sordu dedim ya işte o- kitapçıdan ayrılmış ,oranın sahibi muzaffer bey amca ahmet hocaya emanet etmiş . kardeşi varmış bir tane, ilkokula giderken hastalanmış babası hastane masrafı için pazarda hamallık yaparken cehennem sıcağında kalp vurmuş yığılmış dağ gibi adam. babasından sonra babasının küfesiyle o çalışmış biraz kardeşi için -bunlar olurkende rıza 15 yaşında yok ha- lakin ne hastaneye ne de ilaca para yetiştirebilmiş. yavrucak günden güne erimiş rıza nın gözünün önünde . kardeşinden sonra da muzaffer bey amcayı tanışmış onun yanında çalışmış anacağızı hastalanana kadar, tutuşmuş rıza öğrenince hemen sağdan soldan borca girip hastaneye yatırmışlar kadını, hastalıkla bayağı cebelleşmişler lakin ecel oku ayırmış rıza ile anasını. bizim rıza da o günden sonra kitaplara sarmış.

zengin itiraf

mudaran
normal değilim. neyi neden yaptığımı bilmiyorum. kafamın içinde bir solucan var da sanki onunla konuşuyorum. aşığım ama bu gerçekten aşk mı bilmiyorum. şu an yaşadığıma bin şahit gerek. galiba yaşamıyorum. sorumluluklarımı biliyorum ama yapmıyorum, daha doğrusu yapamıyorum, istemiyorum. bu giriyi yazarken bile acayip bir şekilde üşeniyorum. birazdan geçen sene veremediğim mikrobiyoloji sınavına tekrar giricem ama hiç bir bilgim yok dersle alakalı.

neden yaşadığımla alakalı en ufak bir fikrim bile yok. bu çok üzücü ama ben o üzüntüyü bile hissedemiyorum.

yalnızlık

mudaran
zannımca o kadar sığ bir durumdur ki insanları derin felsefi düşüncelere garketmektedir.
bahsi geçen sığlık şudur ;"anamın karnından doğarken yanımda biri mi vardı amk".

ezine peyniri

mudaran
bir parnak kalınlığında kesildip sonra tavada yağı çözülene kadar ısıtılıp tabağa konulduktan sonra üzerine az zeytin yağı az pul biber az kekik konularak rakının yanına eşsiz bir meze haline gelen peynir.

okumayacağını bile bile

mudaran
haykırıştır, ağlayıştır, buram buram isyandır ve aslında yalnızlıktır. onun okuması içindir ama o okumayacaktır bundan dolayı yalnızlıktır. bir tutam hüsran, birkaç damla da gözyaşıdır. aslında o okumayacak kişiye aittir o sözler ama o okumayacaktır ya bundan dolayı kimsesizdir.
2 /