tanımsız nasıl bir entry girebilirim bilemiyorum. başlığı açan arkadaşımız gayet güzel tanıtmış aslında. peki ben niye bu başlıktayım. ? çünkü bu kadını çok beğeniyorum.
tanım da buldum sanırım ;
oyunculuğu zaman zaman tartışılan ama güzelliği için çok sık görüş ayrılığı yaşandığına şahit olmadığımız, aktris.
avrupa'nın en büyüğüz, ötesi yok !!!
teşekkürler fenerbahçem !!!
teşekkürler fenerbahçem !!!
Hakkında şiirler yazılabilir."36-37 candır, gerisi heyecandır" şeklinde sözler söylenebilir. Numarası haricinde, bakımlı, biçimli ve düzgün sürülmüş ojeli tırnakları (oje şart evet) da, söz konusu ayağın özellikleri arasında sayarsak, saatlerce izlenebilir (dayanmak zor olsa da).
2015 yılında yarı finalde real madrid'e, üçüncülük maçında da cska'ya yenilip dördüncü olduk. 2016 yılında yani geçen sene yarı finalde laboral'i eleyip, türk basketbol tarihinde bir ilke imza atıp, final four da final maçına çıktık ama belalımız cska ya finalde kaybedip, ikincilik ile yetinmek durumunda kaldık. ve 2017 yılındayız, cuma akşamı real madrid'i baştan sona üstün oynayarak ve bileğimizin hakkıyla yenerek yine finale çıkmış olduk. geçmişte üst üste iki kez euroleauge de final four a katılan, o zaman ki adıyla efes pilsen, günümüzdeki adıyla anadolu efes takımının (ikisinde de üçüncü olmuşlardı) bu önemli başarısından sonra, çıtayı bir kez daha yükselterek, tarihte üst üste 3.kez final four da yer alan ilk türk takımı olan fenerbahçemizin, bu büyük gururu bizlere yaşatması şüphesiz ki çok ama çok anlamlıdır.
peki yeterli mi elbette hayır. bu sefer rakibimiz olympiakos. yarı finalde ,maçın büyük bölümünü geride oynamalarına karşın, direnç gösterip, oyundan hiç kopmayarak, bizim baş belamız cska'yı eleyerek, onlar da finale adlarını yazdırmaya başardılar. şimdi ev sahibi olmanın avantajıyla final four da final oynayacağız. avantaj derken hakemleri kastetmiyorum, zira onlar da, şu 3 yıldır süregelen büyük çıkışımızda, zaman zaman, en az cska kadar bela oldular başımıza. ama geçmiş geçmişte kaldı. bugüne bakıyoruz artık. avantajdan kastım, şüphesiz ki, salonu dolduracak olan o muhteşem seyircimizin desteği olacak.
bugün bir kez daha tarihi bir olaya tanıklık edeceğiz. yaşayan efsane coach umuz zeljko obradovic ve birbirinden değerli ve yürekli oyuncularımız ile, sezon başından beri hedeflemiş olduğumuz kupaya ulaşmamıza sadece bir adım kaldı. ilk paragrafta verdiğim istatistiki bilgilerden anlaşılacağı üzere, türk basketbol takımlarının (efes pilsen ve fenerbahçe) euroleague'de, dördüncü,üçüncü ve ikinci tamamladığı final four maçları oldu. eksik olan tek şey var o da şampiyonluk. işte bugün o şampiyonluğun geleceği gün olsun diyorum tüm kalbimle.
seni seviyorum fenerbahçe, bu ilki bize yaşatacağından da, şüphe duymuyorum. umarım entry sonunda paylaşacağım, final four biletini aldığımız fenerbahçe-panathinaikos, basketbol maçının içindeki ve sonundaki görüntüleri, hep birlikte,coşkuyla bir kez daha yaşarız.
sevdik seni her şeyden çok,
fenerbahçe bize bu yolda, geri dönüş yok !
dilimde şarkıların gündüz gece
deli gibi aşığız fenerbahçe
bu dünyayı yakarız senin için
şampiyonluk gelince !
peki yeterli mi elbette hayır. bu sefer rakibimiz olympiakos. yarı finalde ,maçın büyük bölümünü geride oynamalarına karşın, direnç gösterip, oyundan hiç kopmayarak, bizim baş belamız cska'yı eleyerek, onlar da finale adlarını yazdırmaya başardılar. şimdi ev sahibi olmanın avantajıyla final four da final oynayacağız. avantaj derken hakemleri kastetmiyorum, zira onlar da, şu 3 yıldır süregelen büyük çıkışımızda, zaman zaman, en az cska kadar bela oldular başımıza. ama geçmiş geçmişte kaldı. bugüne bakıyoruz artık. avantajdan kastım, şüphesiz ki, salonu dolduracak olan o muhteşem seyircimizin desteği olacak.
bugün bir kez daha tarihi bir olaya tanıklık edeceğiz. yaşayan efsane coach umuz zeljko obradovic ve birbirinden değerli ve yürekli oyuncularımız ile, sezon başından beri hedeflemiş olduğumuz kupaya ulaşmamıza sadece bir adım kaldı. ilk paragrafta verdiğim istatistiki bilgilerden anlaşılacağı üzere, türk basketbol takımlarının (efes pilsen ve fenerbahçe) euroleague'de, dördüncü,üçüncü ve ikinci tamamladığı final four maçları oldu. eksik olan tek şey var o da şampiyonluk. işte bugün o şampiyonluğun geleceği gün olsun diyorum tüm kalbimle.
seni seviyorum fenerbahçe, bu ilki bize yaşatacağından da, şüphe duymuyorum. umarım entry sonunda paylaşacağım, final four biletini aldığımız fenerbahçe-panathinaikos, basketbol maçının içindeki ve sonundaki görüntüleri, hep birlikte,coşkuyla bir kez daha yaşarız.
sevdik seni her şeyden çok,
fenerbahçe bize bu yolda, geri dönüş yok !
dilimde şarkıların gündüz gece
deli gibi aşığız fenerbahçe
bu dünyayı yakarız senin için
şampiyonluk gelince !
ülkemizde red kit ismi ile tanıdığımız hikaye serisindeki baş karakterin orijinal ismidir.
asıl adı maurice de bevere olup, morris ismiyle tanınan, belçikalı çizer tarafından yaratılmış olan bu karakterin geçmişi, çok uzun yıllar öncesine dayanır. öyle ki, morris'in bu karakteri oluşturup, ilk hikayesini yayınladığı tarih 1947 dir. kısa süre içerisinde tanınması ile birlikte, uzun yıllar süren birbirinden güzel serüvenleri, onun dünya çapında ve önemli sayıda bir hayran kitlesinin oluşmasına neden olmuştur. şüphesiz ki bu hayran kitlesi de, gerek çizgi film, gerekse sinema filmi olarak, sayısız kez televizyona ve beyazperdeye uyarlanmasına da yol açmıştır.
ülkemizde "gölgesinden hızlı silah çeken kovboy" sloganı ile de tanınan Lucky Luke karakterinin, bir çok serüveninde kendisine eşlik eden ve hikayelerindeki ana karakter olarak sayabileceğimiz 8 karakter daha vardır. Çok ilginç bir şekilde tıpkı Lucky Luke'un Red Kit olarak çevriminin yapılması gibi, bu ana karakterlerin çoğunun ismi de orijinal hallerinden oldukça farklıdır. bu karakterleri sayacak olursak ;
Jolly Jumper : Bizdeki çevrimi "düldül" olarak geçen, yalnız kovboyumuzun aslında asla yalnız olmadığını hissettiren, zeki ve esprili atının ismidir.
Rantanplan (Rin Tin Can) : Bizdeki çevrimi "rin tin tin" olan, sınır tanımaz sadakati (bazen kime sadık olacağı konusunda kafası karışsa da) ve aptallık derecesindeki saflığı ile, Jolly Jumper'ı bile çileden çıkaran hapishane köpeğidir. her ne kadar Lucky Luke' un köpeği gibi düşünülse de, aslında kendisi bir hapishane köpeğidir ama pek çok serüvenin de onunla birlikte boy gösterir.
Joe dalton : The Daltons olarak bilinen ve bizde dalton biraderler veya dalton kardeşler olarak da geçen, Lucky Luke'un ebedi ve ezeli düşmanları olan 4 kardeşten yaşça en büyüğü, en kısa boylusu ve daltonarın elebaşı diyebileceğimiz karakter. joe dalton, kendisini yakalayıp, sayısız kez hapishaneye tıkan! lucky luke dan o derece nefret eder ki, isminin bile geçmesi, onun olduğu yerde tepinmesine ve suratının sinirden kıpkırmızı kesilmesine neden olur.
Jack Dalton : Daltonların iki numarası diyebileceğimiz karakter. Diğer kardeşi William ile birlikte aslında pek de bir numarası yoktur. O nedenle joe'nun bir uzunu dememiz yeterli bir tanıtım olur sanırım.
William Dalton : Daltonların üç numarası. Jack Dalton için söylediğimizi kopyalayıp yapıştırabiliriz. Jack'ten boyca uzundur, evet.
Averell Dalton : Bizdeki çevrimi "avarel" olarak geçen, dalton kardeşlerin boyca en uzun akılca en kısa olan karakteri. dillere destan olan aptallığı ve diğer kardeşlerinin aksine, nispeten daha yumuşak bir kalbe sahip olması dolayısıyla, okurlar tarafından en sempatik bulunan daltondur dersek yalan olmaz. zekasının çoğu zaman, rantanplan (rin tin tin) ile eşdeğer tutulması, sanırım onun nasıl biri olduğunu özetlemeye yeterli olur.
Calamity Jane : vahşi batıda geçen bu serüvenin, ana karakter olarak tanımlayabileceğimiz tek kadın karakteri. kadın deyince akıllara narin biri gelmesin lütfen, zira tütün çiğnemesi ve çiğnediği tütünü sürekli yere tükürmesi, sadece kovboy kıyafetleri içinde rahat etmesi, hızlı silah kullanması, argo ve hatta küfüre yatkın ağzıyla tam bir vahşi batı karakteridir kendisi. her ne kadar tarzı farklı olsa da, Lucky Luke ile aynı safta yer alması dolayısıyla, kendisini onun dostu olarak tanıtmak yanlış olmaz.
Billy The Kid : Ülkemizdeki çevriminde de aynı isimle geçen bu karakter, isminden de anlaşılacağı üzere aslında çocuk yaşta olan (bilmeyenler için ingilizcede kid, çocuk anlamına geliyor) ama, sabıka kaydı, yaşının fersah fersah ötesinde olan, azılı bir hayduttur. her ne kadar yaşça küçük olması, onun tanınmadığı yerlerde, yaşına göre muamele görmesine neden olsa da, acımasızlığı ve silah kullanmadaki hüneri ile, kısa zamanda, uğradığı kasabalarda kötü bir şöhret edinmesine neden olur. Billy The Kid'in, tezgahlardan elma çalmak gibi çocuksu yaramazlıklarına da, serüvenlerin de sıkça yer verilir. Lucky Luke'un Daltonlar'dan sonra en azılı düşmanıdır.
Tüm bu ana karakterlerin yanı sıra, bazı serüvenlerde karşımıza çıkan, dalton kardeşlerin annesi dalton ana, bir kaç tahtası eksik olsa da beyaz sakalıyla tonton bir dede görünümündeki yargıç roy bean, vahşi batı kasabalarını vazgeçilmezi, sevimli akbabaları yanından bir an olsun eksik olmayan cenaze levazımatçısı, gibi karakterleri ile, lucky luke, gerçekten de okuyucularını bambaşka bir atmosfer içine çekmeyi başaran, gerçek bir çizgi roman kahramandır. Seviyoruz seni Lucky Luke...
asıl adı maurice de bevere olup, morris ismiyle tanınan, belçikalı çizer tarafından yaratılmış olan bu karakterin geçmişi, çok uzun yıllar öncesine dayanır. öyle ki, morris'in bu karakteri oluşturup, ilk hikayesini yayınladığı tarih 1947 dir. kısa süre içerisinde tanınması ile birlikte, uzun yıllar süren birbirinden güzel serüvenleri, onun dünya çapında ve önemli sayıda bir hayran kitlesinin oluşmasına neden olmuştur. şüphesiz ki bu hayran kitlesi de, gerek çizgi film, gerekse sinema filmi olarak, sayısız kez televizyona ve beyazperdeye uyarlanmasına da yol açmıştır.
ülkemizde "gölgesinden hızlı silah çeken kovboy" sloganı ile de tanınan Lucky Luke karakterinin, bir çok serüveninde kendisine eşlik eden ve hikayelerindeki ana karakter olarak sayabileceğimiz 8 karakter daha vardır. Çok ilginç bir şekilde tıpkı Lucky Luke'un Red Kit olarak çevriminin yapılması gibi, bu ana karakterlerin çoğunun ismi de orijinal hallerinden oldukça farklıdır. bu karakterleri sayacak olursak ;
Jolly Jumper : Bizdeki çevrimi "düldül" olarak geçen, yalnız kovboyumuzun aslında asla yalnız olmadığını hissettiren, zeki ve esprili atının ismidir.
Rantanplan (Rin Tin Can) : Bizdeki çevrimi "rin tin tin" olan, sınır tanımaz sadakati (bazen kime sadık olacağı konusunda kafası karışsa da) ve aptallık derecesindeki saflığı ile, Jolly Jumper'ı bile çileden çıkaran hapishane köpeğidir. her ne kadar Lucky Luke' un köpeği gibi düşünülse de, aslında kendisi bir hapishane köpeğidir ama pek çok serüvenin de onunla birlikte boy gösterir.
Joe dalton : The Daltons olarak bilinen ve bizde dalton biraderler veya dalton kardeşler olarak da geçen, Lucky Luke'un ebedi ve ezeli düşmanları olan 4 kardeşten yaşça en büyüğü, en kısa boylusu ve daltonarın elebaşı diyebileceğimiz karakter. joe dalton, kendisini yakalayıp, sayısız kez hapishaneye tıkan! lucky luke dan o derece nefret eder ki, isminin bile geçmesi, onun olduğu yerde tepinmesine ve suratının sinirden kıpkırmızı kesilmesine neden olur.
Jack Dalton : Daltonların iki numarası diyebileceğimiz karakter. Diğer kardeşi William ile birlikte aslında pek de bir numarası yoktur. O nedenle joe'nun bir uzunu dememiz yeterli bir tanıtım olur sanırım.
William Dalton : Daltonların üç numarası. Jack Dalton için söylediğimizi kopyalayıp yapıştırabiliriz. Jack'ten boyca uzundur, evet.
Averell Dalton : Bizdeki çevrimi "avarel" olarak geçen, dalton kardeşlerin boyca en uzun akılca en kısa olan karakteri. dillere destan olan aptallığı ve diğer kardeşlerinin aksine, nispeten daha yumuşak bir kalbe sahip olması dolayısıyla, okurlar tarafından en sempatik bulunan daltondur dersek yalan olmaz. zekasının çoğu zaman, rantanplan (rin tin tin) ile eşdeğer tutulması, sanırım onun nasıl biri olduğunu özetlemeye yeterli olur.
Calamity Jane : vahşi batıda geçen bu serüvenin, ana karakter olarak tanımlayabileceğimiz tek kadın karakteri. kadın deyince akıllara narin biri gelmesin lütfen, zira tütün çiğnemesi ve çiğnediği tütünü sürekli yere tükürmesi, sadece kovboy kıyafetleri içinde rahat etmesi, hızlı silah kullanması, argo ve hatta küfüre yatkın ağzıyla tam bir vahşi batı karakteridir kendisi. her ne kadar tarzı farklı olsa da, Lucky Luke ile aynı safta yer alması dolayısıyla, kendisini onun dostu olarak tanıtmak yanlış olmaz.
Billy The Kid : Ülkemizdeki çevriminde de aynı isimle geçen bu karakter, isminden de anlaşılacağı üzere aslında çocuk yaşta olan (bilmeyenler için ingilizcede kid, çocuk anlamına geliyor) ama, sabıka kaydı, yaşının fersah fersah ötesinde olan, azılı bir hayduttur. her ne kadar yaşça küçük olması, onun tanınmadığı yerlerde, yaşına göre muamele görmesine neden olsa da, acımasızlığı ve silah kullanmadaki hüneri ile, kısa zamanda, uğradığı kasabalarda kötü bir şöhret edinmesine neden olur. Billy The Kid'in, tezgahlardan elma çalmak gibi çocuksu yaramazlıklarına da, serüvenlerin de sıkça yer verilir. Lucky Luke'un Daltonlar'dan sonra en azılı düşmanıdır.
Tüm bu ana karakterlerin yanı sıra, bazı serüvenlerde karşımıza çıkan, dalton kardeşlerin annesi dalton ana, bir kaç tahtası eksik olsa da beyaz sakalıyla tonton bir dede görünümündeki yargıç roy bean, vahşi batı kasabalarını vazgeçilmezi, sevimli akbabaları yanından bir an olsun eksik olmayan cenaze levazımatçısı, gibi karakterleri ile, lucky luke, gerçekten de okuyucularını bambaşka bir atmosfer içine çekmeyi başaran, gerçek bir çizgi roman kahramandır. Seviyoruz seni Lucky Luke...
bu sözün çıkış hikayesini, muhtemelen yukarıda yazar arkadaşımızın açıkladığı şekliyle bilmeyen çoktur. (ki ben de sayesinde öğrendim, teşekkür ediyorum kendisine). yani toplum genelinde kullanımı, başlığı açan yazar arkadaşımızın belirttiği haliyledir ve bu genelde de, anlatılan hikayelerden farklı olarak, "olumsuz" bir benzetme olarak kullanılır.
bu şartlar altında hep merak etmişimdir. bu sözü bir çorum'lunun yüzüne söylediğiniz zaman tepkisi ne olur (sözün çıkış hikayesini bilmediğini varsayarak tabii).
bu şartlar altında hep merak etmişimdir. bu sözü bir çorum'lunun yüzüne söylediğiniz zaman tepkisi ne olur (sözün çıkış hikayesini bilmediğini varsayarak tabii).
google chrome da, arama çubuğuna ismini yazdığınız zaman en üst sırada, başka bir interaktif sözlüğün içeriğinde konu olarak gözükmesi, bence bir handikaptır. buna nasıl bir çözüm getirilir bilemiyorum ama teşbihte hata olmaz bu biraz, arama motorunda "fenerbahçe yazdığınız zaman ilk olarak galatasaray kulubünün resmi internet sayfasının görüntülenmesi" kadar ters bir imaj anlamına gelir. zira zengin sözlüğe ulaşmak isteyen okurlar ya da ilk kez merak edip, sözlüğe girmek isteyenler, kuvvetle ihtimal bunu bir arama motorundan deneyeceklerdir. Bu açıdan, doğrudan linkinin verildiği sitenin adresinin en üst sırada görüntülenmesi bence elzemdir.
not : en üst sırada olmaması dışında, sözlüğün kendi linkinin 7. sırada olması ve ana sayfada ilk etapta görünmemesi konusu daha da can sıkıcı bir durum tabii.
https://www.google.com.tr/search?q=google&oq=google&aqs=chrome..69i57j0l5.1173j0j8&sourceid=chrome&ie=UTF-8#q=zengin+s%C3%B6zl%C3%BCk
not : en üst sırada olmaması dışında, sözlüğün kendi linkinin 7. sırada olması ve ana sayfada ilk etapta görünmemesi konusu daha da can sıkıcı bir durum tabii.
https://www.google.com.tr/search?q=google&oq=google&aqs=chrome..69i57j0l5.1173j0j8&sourceid=chrome&ie=UTF-8#q=zengin+s%C3%B6zl%C3%BCk
içmekten keyif aldığım yegane içki ya da yegane olmasa da bünyemi sarsmayan anlamında tek diyebilirim.
o kupa bu sene gelecek. bunu fazlasıyla hak eden bir takımız var çünkü. ne mutlu fenerbahçeliyim diyene.
her zaman her yerde en büyük fener !!!
not : heyecandan yorum yazamadığım maçtır.
not : heyecandan yorum yazamadığım maçtır.
bir nesil, ben hiç "yaşayan efsane" görmedim demeyecekse, bunu, obradovic ile aynı dönemde yaşamasına borçludur. alex'in heykeli dikiliyorsa (ki dikilmesi bence doğrudur), bu adamın, istanbul boğazındaki herhangi bir köprüye isminin verilmesi gerekir. abarttığımı düşünüyorsanız, başlıkta yazan adamın ismini, dünyanın herhangi bir ülkesinde, basketbol ile ucundan azıcık ilgilenmiş herhangi birine söyleyin, şayet önünü iliklemeden cevap verirse, ben neptune değilim.
zengin sözlükteki varlığımı, kendisinin nazik davetine borçluyum. ki bu davete icabet etmemin yegane nedeni de, kendisinde gördüğüm kalite ve güvenilirlik özellikleridir. çok az insan; "tanıştığıma memnun oldum sözünün" altını gerçekten doldurur ve bu sözün hakkını verir. zaten ondan sonra da "iyi ki varsın" sözünü söylersiniz. şahsım için jona vark, kesinlikle bu insanlardandır. iyi ki varsın Themis.
iyilik, kötülük kavramlarını bir tarafa bırakıp, bu söz öbeğindeki "kapılmış olması" ifadesine dikkat çekmek isterim. geçenlerde "erkeği metalaştırmak" başlığında yazdığım gibi, kapitalist sistem yapısı gereği, her şeyi metalaştırabilir ve erkekler de buna dahildir. sanıldığı üzere sadece kadınlar metalaştırılmaz. işte "kapmak" fiilinin kullanımının altında yatan şey de, tam olarak budur. o nedenle ;
(bkz:erkeği metalaştırmak)
(bkz:erkeği metalaştırmak)
vatikan'ın popülerliğine popülerlik katan hede. yani katolikler için pek bir anlamlıdır ve "istemem yan cebime koy" anlayışının net bir yansımasını bu olayda görmek mümkündür. pek çok holywood filminde de görüleceği üzere, bu iş için vatikan'dan özel izinler alınır, hatta bu iş için sözde kılı kırk yararlar vs. hatta yeri gelir biz yetki vermedik, papalık bu işlemi onaylamamıştır filan derler. burada amaç olaya çok ciddi yaklaşıldığını göstermek, şarlatanlığa müsaade etmiyoruz imajı çizmektir. oysa olayın kendisi komple şarlatanlıklar içerir. akıl sağlığını kaybetmiş pek çok kişiye, içine şeytan girmiş demenin başka izahı olamaz.
Bununla ilgili bir söz duymuştum, "bira vücutta kiracıdır" gibi bir şeydi sanırım.
Muhteviyatı gereği, böbreklerden çabuk süzülmesinin bir neticesidir.
Muhteviyatı gereği, böbreklerden çabuk süzülmesinin bir neticesidir.
marka verip rencide etmek istemiyorum ancak sevgili klm' nin belirttiği gibi sporcu içecekleri ile kesinlikle karıştırılmamalıdır. olaya sağlık açısından bakacak olursak sporcu içeceklerinin çok daha sağlıklı ya da ters biçimde ifade edersek daha az zararlı olduğunu söylemek mümkündür. bu nedenle daimi olarak; enerji içecekleri out, sporcu içecekleri in derim.
çoğu olaya bakış açımızın farklı olduğunun bilincindeyim, entrylerini okuduğumda bu sonuca ulaşıyorum. öte yandan oldukça ağır bir dil olan felsefe diline hakim ve bilgili bir yazar olduğu konusunda şüphem yok. bence sözlüğün formatına bire bir uyan yazarlardan biri kendisi. yazılarının daim olmasını diliyorum.
bilinçli olarak varlığımızı sürdürmemizi sağlayan tapılası bir organdır. aslında insan beyni otonom sinir sistemi yoluyla, kalp atışı, soluk alma ve sindirim gibi istemsiz eylemleri de yönetir. yani hayatta kalmamızı sağlayan bu işlevler de beynimiz tarafından yürütülür. yani başta kurduğum cümleyi, sadece varlığımızı sürdürmemizi sağlayan organ şeklinde de söylemek mümkündür. ancak halk dilinde "bitkisel hayat" olarak bilinen ve söz konusu istemsiz eylemleri yönetme yetisini büyük ölçüde kaybeden insanların bir makineye bağlı olarak "hayatta kaldıkları" düşünülürse, varlığımızı sürdürmemizi sağlayan organdır demek tam doğru bir ifade olmayacağı için bu tanımı yapmaktan kaçındım. tabii, makineye bağlı olarak ve hiç bir işlevimizi yerine getirmeden hayatta kalmayı, ne kadar "yaşamak" olarak değerlendirebiliriz orası ciddi tartışma konusudur. zaten bu duruma bitkisel hayat denilmesinin nedeni de budur. öte yandan kesin olan bir şey var ki, bir insanın "beyin ölümü" gerçekleştiği takdirde, tıbben o insan ölü kabul edilir. zira beyin ölümü kavramı, tüm beyin fonksiyonlarının geri dönüşsüz kaybını ifade eder.
gelelim insan beynini tapılası bir organ olarak görme nedenime. ilk tanımda da belirttiğim üzere fiziki fonksiyonlarının yanı sıra, her türlü soyut kavramın üretim merkezi de beyin dediğimiz bu muhteşem organımız sayesinde gerçekleştirilmektedir. yani beyin, sadece 5 duyu organı aracılığıyla hissettiklerimize anlam katmakla kalmaz, gözle göremediğimiz fakat tanımla ve anlamlandırma ihtiyacı hissettiğimiz her türlü duygunun da hem varlık nedeni hem de bu hislerin yöneticisi konumundadır. her ne kadar edebi, felsefi ve hatta dini literatürde, özellikle kalp dediğimiz organa bu yönde atıflarda bulunulsa da, bunun gerçekle bağdaşan hiç bir yönü bulunmamaktadır. yani bir insana iyi kalpli demek, kalp gözü ile görmek gibi tanımlarda bulunmak tamamen benzetme amaçlı kullanılabilecek tanımlardır ve ötesinde bir anlam ifade etmez. zira kalp, her ne kadar hayati organlarımızdan biri olsa da, vücuttaki ana ve hatta yegane işlevi, vücudun ihtiyacı olan oksijeni, tüm sisteme yayan kanımızı, pompalamaktır. keza vicdan, merhamet, zalimlik, iyilik, kötülük vb. tüm soyut kavramların hem ortaya çıkış yeri hem de bu şekilde tanımlanan, duyguları yöneten hormonları salgılama emrini veren organ da beyindir. bir insanın beyni olmadan bu duyguları hissetmesi mümkün değildir. yani herhangi bir yaratıcıya inanıyorsanız da biliniz ki bunu beyninize borçlusunuz.
insan beynini muhteşem kılan bir diğer hususta, onun aynı zamanda oldukça karışık ve bir çok gizemi de içinde barındıran yapısıdır. Aslında bu karışık yapısı ve hala çözülemeyen sırları olduğunu idrak etmemiz de beynimizin karışık yapısının bir sonucudur. Yani bizler, felsefi ve mantıksal düşünme yeteneğimiz sayesinde, yaşamı sorguluyabiliyorsak, bunu beynimizin bu karışık ve anlaşılmaz yönü sayesinde gerçekleştiriyoruz. Norveç'li yazar Jostein Gaarder' in çok güzel ifade ettiği gibi "beynimiz onu anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, bizler yine onu anlamayacak kadar basit olacaktık".
son olarak unutmayalım ki beynimizin gelişimi, çalışması ile doğru orantılı olarak hareket eder. beyni çalıştırmanın yegane yolu ise, sürekli olarak sorgulamaktan geçer. sorgulamayan beyinlerin çok olduğu toplumlar, gelişim gösteremezler ve sorgulayan beyinlerin çok olduğu toplumların ürettiklerine muhtaç halde yaşarlar ve hatta onlar tarafından idare edilmeye mahkumdurlar.
gelelim insan beynini tapılası bir organ olarak görme nedenime. ilk tanımda da belirttiğim üzere fiziki fonksiyonlarının yanı sıra, her türlü soyut kavramın üretim merkezi de beyin dediğimiz bu muhteşem organımız sayesinde gerçekleştirilmektedir. yani beyin, sadece 5 duyu organı aracılığıyla hissettiklerimize anlam katmakla kalmaz, gözle göremediğimiz fakat tanımla ve anlamlandırma ihtiyacı hissettiğimiz her türlü duygunun da hem varlık nedeni hem de bu hislerin yöneticisi konumundadır. her ne kadar edebi, felsefi ve hatta dini literatürde, özellikle kalp dediğimiz organa bu yönde atıflarda bulunulsa da, bunun gerçekle bağdaşan hiç bir yönü bulunmamaktadır. yani bir insana iyi kalpli demek, kalp gözü ile görmek gibi tanımlarda bulunmak tamamen benzetme amaçlı kullanılabilecek tanımlardır ve ötesinde bir anlam ifade etmez. zira kalp, her ne kadar hayati organlarımızdan biri olsa da, vücuttaki ana ve hatta yegane işlevi, vücudun ihtiyacı olan oksijeni, tüm sisteme yayan kanımızı, pompalamaktır. keza vicdan, merhamet, zalimlik, iyilik, kötülük vb. tüm soyut kavramların hem ortaya çıkış yeri hem de bu şekilde tanımlanan, duyguları yöneten hormonları salgılama emrini veren organ da beyindir. bir insanın beyni olmadan bu duyguları hissetmesi mümkün değildir. yani herhangi bir yaratıcıya inanıyorsanız da biliniz ki bunu beyninize borçlusunuz.
insan beynini muhteşem kılan bir diğer hususta, onun aynı zamanda oldukça karışık ve bir çok gizemi de içinde barındıran yapısıdır. Aslında bu karışık yapısı ve hala çözülemeyen sırları olduğunu idrak etmemiz de beynimizin karışık yapısının bir sonucudur. Yani bizler, felsefi ve mantıksal düşünme yeteneğimiz sayesinde, yaşamı sorguluyabiliyorsak, bunu beynimizin bu karışık ve anlaşılmaz yönü sayesinde gerçekleştiriyoruz. Norveç'li yazar Jostein Gaarder' in çok güzel ifade ettiği gibi "beynimiz onu anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, bizler yine onu anlamayacak kadar basit olacaktık".
son olarak unutmayalım ki beynimizin gelişimi, çalışması ile doğru orantılı olarak hareket eder. beyni çalıştırmanın yegane yolu ise, sürekli olarak sorgulamaktan geçer. sorgulamayan beyinlerin çok olduğu toplumlar, gelişim gösteremezler ve sorgulayan beyinlerin çok olduğu toplumların ürettiklerine muhtaç halde yaşarlar ve hatta onlar tarafından idare edilmeye mahkumdurlar.
insanın da dahil olduğu tüm omurgalı hayvanlar ve çoğu omurgasız hayvan da bulunan, sinir sisteminin merkezi olan, muhteşem organ.
yeryüzündeki en muhteşem örneği hakkında fikir sahibi olabilmek için ;
(bkz:insan beyni)
yeryüzündeki en muhteşem örneği hakkında fikir sahibi olabilmek için ;
(bkz:insan beyni)
gözlemlerime göre bizim toplumumuzda çok benimsenmeyen kısa özür ifadesi. "özür dilerim" demek daha mı samimi geliyor, ya da pardon kelimesini, kendi kültür yapısına uygun mu görmüyorlar bilemiyorum, ancak, söz konusu bu olumsuz tavrın, kültür ve eğitim seviyesinin düşük olduğu yerlerde, daha fazla olduğunu da eklemeliyim.
türkçede "herkes", "yanlış" ve "yalnız" sözcüklerinden sonra, hatalı yazılımına en fazla rastlanan sözcüklerin başında gelir.
telaffuz edilişi açısından ilk sırada olma ihtimali ise çok yüksektir. hadi toplu bir itirafta bulunalım, çoğumuz bu kelimeyi "dinazor" şeklinde söyleriz.
telaffuz edilişi açısından ilk sırada olma ihtimali ise çok yüksektir. hadi toplu bir itirafta bulunalım, çoğumuz bu kelimeyi "dinazor" şeklinde söyleriz.
aynı varsayıma göre, ay'ın oluşumu da bu çarpışmaya bağlanır. çarpışmanın etkisi ile theia parçalanmış, parçalarının bir kısmı dünya üzerine düşmüş, boşluğa dağılan parçaları ise ay'ı oluşturmuştur.
şimdi bir şeyi fark ettim, aslında "kesin konuşmamalıyız" dediğimizde de kesin konuşmuş oluyoruz. hele ki başına bir de "asla" sözcüğü getirdin mi, al sana kesin konuşmanın tarifi. Cümle içinde kullanalım, konu daha iyi anlaşılsın;
- asla kesin konuşmamalıyız
- e konuştun işte (gülücük filan)
- asla kesin konuşmamalıyız
- e konuştun işte (gülücük filan)
13
şaka yapmıyorum ciddiyim yani uğurlu rakam demek çok doğru olmayabilir gerçi ama 13 rakamı gözümü dünyaya açtığımdan beri bir şekilde hayatıma dahil oluyor. şanslı olmadığını söyleyen biri için şaşırtıcı olmayan bir rakam değil mi :/
şaka yapmıyorum ciddiyim yani uğurlu rakam demek çok doğru olmayabilir gerçi ama 13 rakamı gözümü dünyaya açtığımdan beri bir şekilde hayatıma dahil oluyor. şanslı olmadığını söyleyen biri için şaşırtıcı olmayan bir rakam değil mi :/
İğrenç bir sôzdür evet. Daha iğrenci bu adamın kafasındakine benzer bir şablon ile oluşturulan 1982 anayasasının yüzde 92-93 bandında evet oyu ile kabul edilmesidir. Kimse de çıkıp, o günün şartlarında değerlendirmek lazım bik bik bik demesin. Anne ve babamın o yüzde dilimi içerisinde olmaması, benim için bir şeref madalyası değerindedir.