çeşitli tiyatro topluluklarının, oyunları için yaptığı müzikler ile bilinen ama Türkiye çapında tanınması, tv dizileri için yaptığı müzikler ile gerçekleşen, müzisyen ve besteci.
gerek yapım olarak gerekse müzikleri ile zamanında oldukça ses getirmiş olan "işler güçler" dizisinin de, hem jenerik müziği hem dizi içinde kullanılan orijinal müzikleri kendisine aittir.
benim de ara ara dinlemekten keyif aldığım "işler güçler" dizisi jenerik müziği ;
bu da ilgilenenler için tolga çebi'nin resmi web sayfası ;
http://tolgacebi.com/
bilmiyorum, zira hiç aranmıyorum. (duygu sömürüsüne gel)
şaka bir yana gerçekten bilmiyorum, muhtemelen telefonu aldığım zaman, standart olarak hangi melodi yüklüyse o dur. bak sessize almayı biliyorum ama ve genelde de öyle yapıyorum zaten. böylelikle bilinçli olarak cevap vermediğim biri olduğunda ve akabinde; "telefonu sessize almıştım, kusura bakma duymadım" sözünü söylediğimde, vicdanen kendimi bir tık daha rahat hissediyorum. en azından "sessize aldığım" kısmı doğru oluyor çünkü. (ne kadar da pişkin, hayata ilişkin peh peh peh)
şaka bir yana gerçekten bilmiyorum, muhtemelen telefonu aldığım zaman, standart olarak hangi melodi yüklüyse o dur. bak sessize almayı biliyorum ama ve genelde de öyle yapıyorum zaten. böylelikle bilinçli olarak cevap vermediğim biri olduğunda ve akabinde; "telefonu sessize almıştım, kusura bakma duymadım" sözünü söylediğimde, vicdanen kendimi bir tık daha rahat hissediyorum. en azından "sessize aldığım" kısmı doğru oluyor çünkü. (ne kadar da pişkin, hayata ilişkin peh peh peh)
genelde siyaset dilinde görmeye alıştığımız ; "yaptıklarım,yapacaklarımın teminatıdır" sözünün bir benzeri. ilkinde, genelde bir topluluğa sesleniş söz konusudur, çoğul bir yanı vardır. ikincisi tekildir, doğrudan bir kişinin yüzüne söylenir.
şüphesiz ki evet diye cevaplandırılması mümkün olmayan soruların başında gelir.
"hayır ama uyumak üzereyim, sayılır, birazdan uyumayı düşünüyorum, hayır ama gözlerim kapanıyor, başka zaman devam edelim mi ?," tarzı cevaplar ile karşılaşıyorsanız, çok üstelemeyin, uykusu yoksa bile sizinle konuşmak istemiyor demektir.
"uyku mu ? seninle konuşurken asla, beni düşünmen çok hoşuma gidiyor ama merak etme, uykusuzluktan öleceğimi bilsem uyumam, yarın gündüz uyurum boşver eee nerde kalmıştık konuyu bölme, devam et lütfen, bekle kendime kahve yapıp geliyorum, sen de ister misin (sonuna çeşitli emojiler eklenerek)" şeklinde cevaplar geliyor ise sabahlamak kaçınılmazdır.
not : istisnalar kaideyi bozmaz.
edit : gözlerim kapanıyor mesaj atmayın...
"hayır ama uyumak üzereyim, sayılır, birazdan uyumayı düşünüyorum, hayır ama gözlerim kapanıyor, başka zaman devam edelim mi ?," tarzı cevaplar ile karşılaşıyorsanız, çok üstelemeyin, uykusu yoksa bile sizinle konuşmak istemiyor demektir.
"uyku mu ? seninle konuşurken asla, beni düşünmen çok hoşuma gidiyor ama merak etme, uykusuzluktan öleceğimi bilsem uyumam, yarın gündüz uyurum boşver eee nerde kalmıştık konuyu bölme, devam et lütfen, bekle kendime kahve yapıp geliyorum, sen de ister misin (sonuna çeşitli emojiler eklenerek)" şeklinde cevaplar geliyor ise sabahlamak kaçınılmazdır.
not : istisnalar kaideyi bozmaz.
edit : gözlerim kapanıyor mesaj atmayın...
hangi filmde ve hangi rol de yer alırsa alsın izlerim diyebileceğim türden bir aktör. muhtemelen bir tek bana öyle gelmiyordur ama söylemeden edemeyeceğim, inanılmaz sempatik buluyorum ben morgan freeman'ı. her tür konu hakkında sohbet edebileceğiniz biri gibi, yakın ve samimi bir profili var zihnime işlenmiş olan. ciddi ciddi dostum olmasını isterdim diyebileceğim bir insan.
nottingham. birleşik krallığa duyduğum sevginin ve nottingham forest takımına duyduğum sempatinin başka bir açıklaması olamaz diye düşünüyorum.
edit : bu uğurda ne satarsam satayım, bu isteğimi elde edemeyeceğimi biliyorum, o nedenle satış matış yok bende.
edit : bu uğurda ne satarsam satayım, bu isteğimi elde edemeyeceğimi biliyorum, o nedenle satış matış yok bende.
şayet bir insan öpüşme anında, öpüştüğü kişinin, gözleri açık mı yoksa kapalı mı şeklinde düşünüyorsa, o insan için tutku kelimesinden bahsetmek bence abestir. tabii tutkudan ne anladığınıza bağlı. benim tutkudan anladığım, iradenizin kontrolü dışına çıkacak ölçüde, yaptığınız şeye bağlanmaktır. öpüşmek konusuna dönersek, bir insan karşısındaki insanı öperken, öpüşmek dışındaki herhangi bir şeyle ilgileniyorsa, geçmiş olsun, ortada tutku diye bir şey yoktur zaten. ha bu iyi öpüşemeyeceği anlamına gelmez tabii, o ayrı...
dinler literatüründe çok sık geçtiği için, sadece dinsel bir terim olarak algılanır. oysa inanç salt din kavramı üzerinden açıklanabilecek bir kavram değildir. nitekim tdk'nın güncel sözlüğündeki ilk tanımlaması "bir düşünceye gönülden bağlı bulunma" şeklindedir.
bu açıklamadan yola çıkarsak; herhangi bir düşünceye gönülden bağlı olmak duygusu, insanın doğasında var mıdır sorusu ? öncelikli olarak yanıtlanması gereken sorudur. şahsım için bu sorunun cevabı evettir. ama evrim sürecini göz önüne alırsak, sadece homo sapiens sapiens (modern insan) diye adlandırdığımız tür için geçerlidir. zira çevresinde olup bitenlere, "isim verme yetisi" dahası onlara "anlam yüklemesi", zekasına bağlı olarak, sadece bu türe ait bir özelliktir. dolayısıyla inanç insana ait bir kavramdır. ve tıpkı diğer tüm kavramlar gibi insan tarafından yaratılmıştır.
bu açıklamadan yola çıkarsak; herhangi bir düşünceye gönülden bağlı olmak duygusu, insanın doğasında var mıdır sorusu ? öncelikli olarak yanıtlanması gereken sorudur. şahsım için bu sorunun cevabı evettir. ama evrim sürecini göz önüne alırsak, sadece homo sapiens sapiens (modern insan) diye adlandırdığımız tür için geçerlidir. zira çevresinde olup bitenlere, "isim verme yetisi" dahası onlara "anlam yüklemesi", zekasına bağlı olarak, sadece bu türe ait bir özelliktir. dolayısıyla inanç insana ait bir kavramdır. ve tıpkı diğer tüm kavramlar gibi insan tarafından yaratılmıştır.
günü uzun, geceyi kısa yaşamanıza neden olur. artıları ve eksikleri kişiye göre değişir. zorunluluk halleri dışında insanların kaçı erken kalkardı bunu bilmek pek mümkün değil. evrimsel açıdan en yakın olduğumuz şempanzeleri ve bonoboları (cüce şempanze) doğal ortamlarında gözlemlersek belki bir ipucu elde etmiş oluruz.
not : şempanzelerin insandan farklı olarak günde 10 saat ve biraz daha üstü bir uyku süresi olduğunu biliyorum, ancak uyku döngüleri insanlara benziyor mu? bir bilgim yok. bilgisi olan arkadaşlar paylaşırsa sevinirim.
not : şempanzelerin insandan farklı olarak günde 10 saat ve biraz daha üstü bir uyku süresi olduğunu biliyorum, ancak uyku döngüleri insanlara benziyor mu? bir bilgim yok. bilgisi olan arkadaşlar paylaşırsa sevinirim.
söz konusu güzelliğin fiziksel güzellik olduğunu söylememize gerek yok sanırım diyerek aslında söylemiş olduğum, bir tespit cümlesi.
öte yandan evet, güzellik her ne kadar göreceli olsa da katıldığım bir önerme bu. makyaj olayına girmeyeceğim, fakat çok etkili olduğu bir gerçek tabii. öte yandan, dönemsel bir değerlendirme yapmak icap edecekse, yaşça, sözlükte bu değerlendirmeyi yapmaya, en uygun kişilerden birinin ben olduğumu düşünüyorum. zira, şu an sözlükte yazar olarak bulunan genç bir kadın arkadaşımızın şu an ki yaşı ile, benim onun yaşındayken tanıdığım kadınları, benim yaşıtım olacak düşünebilirsiniz. (cümleye gel).
her neyse bunun nedeni nedir tam olarak bilmek mümkün değil. yani daha iyi beslenmek mi, yaşam koşullarının değişkenliği mi, bilemiyorum. ancak düz mantık ile bakınca güzel kadın sayısı arttıkça bir sonraki jenerasyonun güzel olma ihtimali doğal olarak artıyor. yani genetik faktörler en belirleyici etken büyük ihtimalle. tabii bu aynı zamanda, erkeklerin de yakışıklılık oranında bir artışa işaret ediyor.
daha net anlaşılması için şöyle bir örnek vereyim. lise yıllarımda güzel bir kız dediğin zaman, okul genelinde bir anket yapılsa maksimum 5 kız ismi üzerinde durulurdu. keza yakışıklı erkek kategorisinde değerlendirilebilecek ortak isim çıkarmaya kalksak da, yine bir elin parmaklarını geçmezdi. günümüzde ise bu oran muhtemelen sınıf başına 5 kız veya 5 erkek olarak çıkacak derecede yüksektir (belki daha fazla)
son olarak; bu başlık altında güzellik ne kadar önemlidir ?, sadece güzelliği kriter alarak bir ilişkiye başlamak doğru mudur ? gibi tartışma konularına girmeyi ise doğru bulmuyorum. zira en azından başlık, sadece "kadınların gittikçe güzelleşmesi" gibi basit bir saptamayı içeriyor.
öte yandan evet, güzellik her ne kadar göreceli olsa da katıldığım bir önerme bu. makyaj olayına girmeyeceğim, fakat çok etkili olduğu bir gerçek tabii. öte yandan, dönemsel bir değerlendirme yapmak icap edecekse, yaşça, sözlükte bu değerlendirmeyi yapmaya, en uygun kişilerden birinin ben olduğumu düşünüyorum. zira, şu an sözlükte yazar olarak bulunan genç bir kadın arkadaşımızın şu an ki yaşı ile, benim onun yaşındayken tanıdığım kadınları, benim yaşıtım olacak düşünebilirsiniz. (cümleye gel).
her neyse bunun nedeni nedir tam olarak bilmek mümkün değil. yani daha iyi beslenmek mi, yaşam koşullarının değişkenliği mi, bilemiyorum. ancak düz mantık ile bakınca güzel kadın sayısı arttıkça bir sonraki jenerasyonun güzel olma ihtimali doğal olarak artıyor. yani genetik faktörler en belirleyici etken büyük ihtimalle. tabii bu aynı zamanda, erkeklerin de yakışıklılık oranında bir artışa işaret ediyor.
daha net anlaşılması için şöyle bir örnek vereyim. lise yıllarımda güzel bir kız dediğin zaman, okul genelinde bir anket yapılsa maksimum 5 kız ismi üzerinde durulurdu. keza yakışıklı erkek kategorisinde değerlendirilebilecek ortak isim çıkarmaya kalksak da, yine bir elin parmaklarını geçmezdi. günümüzde ise bu oran muhtemelen sınıf başına 5 kız veya 5 erkek olarak çıkacak derecede yüksektir (belki daha fazla)
son olarak; bu başlık altında güzellik ne kadar önemlidir ?, sadece güzelliği kriter alarak bir ilişkiye başlamak doğru mudur ? gibi tartışma konularına girmeyi ise doğru bulmuyorum. zira en azından başlık, sadece "kadınların gittikçe güzelleşmesi" gibi basit bir saptamayı içeriyor.
"tanrısal müdahale nedire genellikle cevap veremez" kısmı öznel bir yaklaşım olmuş bence. zira tanrı kavramı soyut bir kavramdır. keza ondan türetilmiş olan tanrısal müdahale kavramı da öyle. insanların bir yaratıcıya inanmış olmaları o yaratıcının var olduğunu ispat etmez. bireyler doğaüstü olayları (bilim insanı da olsalar), arzu ederlerse inançları doğrultusunda tanrı ile ilişkilendirebilirler ancak bu tanrısal müdahale kavramını "yasa kılmaz".sadece teoride bırakır. yani siz; "tanrısal müdahale nedire genellikle cevap veremez" gibi bir cümle kurduğunuz zaman, sanki tanrının varlığını ispat etmiş gibi konuşmuş olursunuz. oysa bu sizin tanrının varlığını ispat ettiğinizi göstermez, ona inandığınızı gösterir. bilim tanımlayamadığı şeyler üzerinde olasılık faktörüne her daim açık kapı bırakır, dinler, ise olasılık faktörünü tek bir kaynağa bağlayarak, diğer olasılıkları devre dışı bırakırlar. din-bilim çatışmasının ana nedeni de budur. ki aslında bilimin dinle çatışmak gibi bir işlevi yoktur. ama yapıları gereği dinler, bilimin getirilerini arzu ettiği sonuca bağlamak isterler.
edit : bilimsel bakış açısı ile dinsel bakış açısı arasındaki farkı belirgin hale getirebilmek için şöyle bir örnek vereyim; bilim insanları mars gezegeninde eskiden tıpkı dünyamızda olduğu gibi bol miktarda su olduğunu söylerler. gezegenin yüzey incelemesi sırasında, sel oluşumlarına dair belirtileri, atmosferindeki az miktarda su buharı bulunması vb. pek çok bilimsel bilgilere dayanarak bunu izah ederler. ancak marstaki onca suyun nasıl kaybolduğuna dair birden fazla teorileri olsa da, net bir açıklama getiremezler. sadece olasılıklar zincirindeki her bir olasılığı titizlikle incelemeye devam ederler, ta ki bulana dek, bıkmadan usanmadan bu olasılıklar üzerine çalışırlar. hatta bu süreçte yeni olasılıklar ortaya çıktığında da, bunları göz ardı etmez tam tersi yeni olasılıklara da aynı titizlikle yaklaşırlar. dini bakışta ise ne marsta önceden su bulunması ne de bulunan suyun akıbetinin ne olduğuna dair olasılıklar bir anlam ifade etmez. hatta bununla hiç ilgilenmez. ki zaten dinlerin böyle bir misyonu yoktur. neticede hangi olasılık gerçekleşmiş olursa olsun şüphesiz ki bu yaratıcının bir eseridir.
edit : bilimsel bakış açısı ile dinsel bakış açısı arasındaki farkı belirgin hale getirebilmek için şöyle bir örnek vereyim; bilim insanları mars gezegeninde eskiden tıpkı dünyamızda olduğu gibi bol miktarda su olduğunu söylerler. gezegenin yüzey incelemesi sırasında, sel oluşumlarına dair belirtileri, atmosferindeki az miktarda su buharı bulunması vb. pek çok bilimsel bilgilere dayanarak bunu izah ederler. ancak marstaki onca suyun nasıl kaybolduğuna dair birden fazla teorileri olsa da, net bir açıklama getiremezler. sadece olasılıklar zincirindeki her bir olasılığı titizlikle incelemeye devam ederler, ta ki bulana dek, bıkmadan usanmadan bu olasılıklar üzerine çalışırlar. hatta bu süreçte yeni olasılıklar ortaya çıktığında da, bunları göz ardı etmez tam tersi yeni olasılıklara da aynı titizlikle yaklaşırlar. dini bakışta ise ne marsta önceden su bulunması ne de bulunan suyun akıbetinin ne olduğuna dair olasılıklar bir anlam ifade etmez. hatta bununla hiç ilgilenmez. ki zaten dinlerin böyle bir misyonu yoktur. neticede hangi olasılık gerçekleşmiş olursa olsun şüphesiz ki bu yaratıcının bir eseridir.
Şahsım için büyük çoğunluğu evren hakkındadır diyebilirim. Yeryüzünde merak ettiğim şeylerin başında ise beyni olan diğer canlı türlerinin, düşünme şekilleri. Bir hayvanın gözünden dünya nasıl gözüküyor gerçekten merak ettiğim bir konu.Ha bir de rüya olayını merak ediyorum.Hala nasıl ve neden rüya görüyoruz, bununla ilgili net bir şey bilinmiyor.
önyargı dediğimiz olayın ne kadar boktan bir şey olduğunu gözler önüne seren muhteşem bir filmdir. film içinde gerçekleşen diyaloglar son derece sade bir dil ile anlatılmıştır. ayrıca jüri kararına dayalı adalet sisteminin, adaleti sağlamada ne derece doğru bir sistem olup olmadığı konusunda ciddi şüpheler uyandırır ki bu bahsettiğimiz abd için geçerli düşünün. ülkemizde bu sistemin uygulanabilirliği kanımca neredeyse zaten imkansızdır. son olarak bazen 1 kişinin fikrinin bile, çoğunluk karşısında ne denli etkili olabileceğini ve değişimi nasıl tetiklediğini suratınıza tokat gibi çarpar. tüm bunların yanı sıra, filmin sonunda acaba alınan karar doğru muydu diye de düşünmeden edemezsiniz, öyle de ironik bir yanı vardır :)))
not : ulan şimdi farkettim, filmi anlatsaymışım da olurmuş. her neyse, mahkeme sistemlerimiz çok farklı olsa da, başta hukukçu arkadaşlar olmak üzere, herkesin izlemesi gerektiğini söyleyebilir ve önere bilirim. sevgili davy jones'un da belirttiği üzere, filmin başlangıç ve final sahnesindeki minik bölüm hariç, tamamının ufacık bir odada geçiyor olması kesinlikle izleyeni sıkmaz. hep son olarak dedim ama gerçekten bu kez son, filmin en ilginç yanlarından biri de, filmde geçen karakterlerin yalnızca 2 sinin ismini, (o da filmin final sahesinde) yer alıyor olmasıdır. Bu da, isimlerin karakterler üzerinde çok da anlam taşımadığının en belirgin özelliğidir. feministler izlemesin film de kadın oyuncuya yer yok.
benzer güzellikteki bir film için ; "Anatomy Of A murder (Bir Cinayetin anatomisi/tahlili) isimli filmi önerebilirim. Umarım onun başlığını açmak da bana kısmet olur ama şimdi uyumalıyım,evet.
not : ulan şimdi farkettim, filmi anlatsaymışım da olurmuş. her neyse, mahkeme sistemlerimiz çok farklı olsa da, başta hukukçu arkadaşlar olmak üzere, herkesin izlemesi gerektiğini söyleyebilir ve önere bilirim. sevgili davy jones'un da belirttiği üzere, filmin başlangıç ve final sahnesindeki minik bölüm hariç, tamamının ufacık bir odada geçiyor olması kesinlikle izleyeni sıkmaz. hep son olarak dedim ama gerçekten bu kez son, filmin en ilginç yanlarından biri de, filmde geçen karakterlerin yalnızca 2 sinin ismini, (o da filmin final sahesinde) yer alıyor olmasıdır. Bu da, isimlerin karakterler üzerinde çok da anlam taşımadığının en belirgin özelliğidir. feministler izlemesin film de kadın oyuncuya yer yok.
benzer güzellikteki bir film için ; "Anatomy Of A murder (Bir Cinayetin anatomisi/tahlili) isimli filmi önerebilirim. Umarım onun başlığını açmak da bana kısmet olur ama şimdi uyumalıyım,evet.
sözlüğün ömrü veya gidişatını belirleyecek olan yazarların tercihi ve görüşlerini açıklamaları ise, ben şu ana kadar ki halinden gayet memnunum dediğim sözlük. açıkçası ben hariç, sadece bir yazar daha olsa burada yazmaya devam edebilirim hissiyatını taşıyorum şu an. ama şu an dan bahsettiğimin altını çiziyorum. o nedenle, demin dediğim gibi kendimi oldukça iyi hissettiğim bu halinin bozulmamasını arzu ediyorum. ki sanırım burada iş tamamen sözlük yönetimine bağlı. bu halinden memnun olmayıp, ayrılmak isteyenlere ise saygım sonsuz, demek ki beklentilerini karşılamamış diyebilirim sadece.
nam-ı diğer endişe. olumlu ve olumsuz anlamda bilinen 2 türü vardır. en yalın haliyle; olumlu yöndeki kaygı, başta kendimiz ve sevdiklerimizin can güvenliği olmak üzere, pek çok konuda, yaşamımız boyunca dikkatli olmamızı sağlar, bizi motive eder. ki normal kabul edilen her insanın bu tip kaygıları olması gerekir. keza eğitim ya da iş yaşamında da, içinizde başarısız olacağınıza ya da işsiz kalacağınıza dair, "belirli düzeyde" kaygı taşımanız neticesinde motivasyon sağlarsınız.
ikinci tipi yani olumsuz kaygı ise, söz konusu kaygının dozunun artması ile ortaya çıkar ve "kaygılanmaktan kaygılanmak" noktasına kadar varan bir sürece neden olabilir. anksiyete bozukluğu denilen ve müdahale edilmesi elzem olan bu kaygı "evlerden ırak olsun" dedirten türdendir. genelde çocukluk çağlarında, ebeveynlerin biri ya da ikisinin birden, aşırı derecede "korumacı" ve "kaygılı" davranışlar sergilenmesi neticesinde oluştuğu söylenir. yani "aman dikkat et çocuğum, aman onu yapma evladım, bak, şöyle yaparsan böyle olur " tarzı yaklaşımlar, çocuğun zaman içinde benzer derecede kaygılar hissetmesine yol açar.
ikinci tipi yani olumsuz kaygı ise, söz konusu kaygının dozunun artması ile ortaya çıkar ve "kaygılanmaktan kaygılanmak" noktasına kadar varan bir sürece neden olabilir. anksiyete bozukluğu denilen ve müdahale edilmesi elzem olan bu kaygı "evlerden ırak olsun" dedirten türdendir. genelde çocukluk çağlarında, ebeveynlerin biri ya da ikisinin birden, aşırı derecede "korumacı" ve "kaygılı" davranışlar sergilenmesi neticesinde oluştuğu söylenir. yani "aman dikkat et çocuğum, aman onu yapma evladım, bak, şöyle yaparsan böyle olur " tarzı yaklaşımlar, çocuğun zaman içinde benzer derecede kaygılar hissetmesine yol açar.
öldürmez ama süründürür. o derece berbattır yani. ha öldürmez dedim ama, şayet söz konusu kaygılar çok uzun sürer ise, kalpte ritim bozukluğu başta olmak üzere bazı fiziki yan etkilerinin de, ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı bilinir.
edit : şimdi aklıma geldi ; insan bir kez ölür, anksiyete bozukluğu yaşayan insan her gün ölür. öldürmez ama süründürür sözümü destekleme maksatlı paylaşayım istedim.
edit : şimdi aklıma geldi ; insan bir kez ölür, anksiyete bozukluğu yaşayan insan her gün ölür. öldürmez ama süründürür sözümü destekleme maksatlı paylaşayım istedim.
duygusal boyutu ile bakılınca, gönül rahatlığıyla ben de olmayan duygudur diyebilirim. çünkü "hayatta kimse vazgeçilmez değildir" düşüncesi, zihnimin bir yerine, mıhla çakılmış gibi yer edinmiş durumda ve bu "kimse" sözcüğüne kendimi de dahil ediyorum pek tabii ki. ayrıca terk edilenin bilmesi gereken öncelikli şey, artık tercih nedeni olmaktan çıkıldığı gerçeğidir. bu gerçek ile yüzleşmekten kaçınmak ise özgüven eksikliğinin en belirgin özelliğidir. özgüven eksikliği yaşıyorsa bir insan, önce kendi içindeki bu soruna odaklanmalı, başkalarının tercihlerine değil.
öte yandan, terk edilme olayına materyalist açıdan yaklaşılıyor ise bence çok daha anlamlı duruyor. nitekim maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, insanın fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları önceliklidir.
öte yandan, terk edilme olayına materyalist açıdan yaklaşılıyor ise bence çok daha anlamlı duruyor. nitekim maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, insanın fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları önceliklidir.
bakın şimdi söyleyeceğim espri filan değil, dolayısıyla sen espri yapma neptune filan demeyin. zirve sözcüğü kafamda otomatik olarak böyle karlarla kaplı bir dağın zirvesini çağrıştırıyor. yani çok rica ediyorum sözlük yazarları buluşuyor deyin, sözlük yazarları ile buluşma deyin yani ne derseniz deyin, ama rica ediyorum şu zirve sözcüğünü kullanmayın yahu.
not : sözlükte şu ana kadar girdiğim en kötü entry olarak bunu seçiyorum, eksi verenin şimdiden canı sağolsun, imkan olsa ben bile eksi veririm inanın :(
not : sözlükte şu ana kadar girdiğim en kötü entry olarak bunu seçiyorum, eksi verenin şimdiden canı sağolsun, imkan olsa ben bile eksi veririm inanın :(
insanlığın gelişiminde çok büyük katkıları olan, çok değerli bir bilim insanı olduğu gerçeğini değiştirmeyecek olsa da, albert einstein'ın varlığı ve onun çekim yasası ve uzay hakkındaki teorileri ile bazı düşünceleri tartışılır hale gelmiştir. açıkcası; "aynı yüzyılda yaşayıp, birlikte çalışmaları, insanlık için kim bilir ne kadar yararlı olurdu" diye, düşünemeden edemiyor insan.
konuyla ilginenler için ;
konuyla ilginenler için ;
meta iktisadi bir terimdir. karl marx'a göre kapitalizm başlı başına bir meta üretimi sistemidir. yani aslında, günümüz toplumların çoğunda, erkekler de metalaştırılmaktadır. (biscolata reklamı, bazı jean reklamları, sigara reklamları vs.) ancak söz konusu metalaştırılmaya erkeklerin verdiği tepki veya kadınlara oranlara daha az metalaştırılması dolayısıyla, sanki erkekler hiç metalaştırılmıyormuş gibi algılanır.
şayet bir itiraz noktası aranıyorsa, cinsiyetçi yaklaşımlardan ziyade, insanların metalaştırılması konusunda gerekli ortamı hazırlayan "kapitalist sistem" üzerine vurgu yapmak daha yerinde olur.
yalnız her konuda olduğu gibi madalyonun bir de öteki tarafı var tabii. türkçede çok bilinen bir söz vardır; "alan razı, veren razı". kapitalist sistemin eğitim sürecindeki başarısı yadsınamaz (tabii kendi açısından). yani kapitalist sistem içinde yetişen bireylerin çoğu, farkında olmadan veya bilinçli olarak metalaştırılma konusunda zaten heveslidir. bu da metalaştırılma sürecinin ve dolayısıyla kapitalist sistemlerin devamlılığını sağlar.
Özetle sistemsel bir değişiklik yaşanmadığı sürece, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin metalaştırılma sürecinin önüne geçmek neredeyse imkansızdır. ha bir de şunu herkesin kendisine sormasında ve dürüstçe cevap vermesinde fayda var tabii "paranın satın alamayacağı şeyler gerçekten var mıdır ? varsa da öznel olarak ne kadarını kendimizde taşıdığımıza inanıyoruz" ???
şayet bir itiraz noktası aranıyorsa, cinsiyetçi yaklaşımlardan ziyade, insanların metalaştırılması konusunda gerekli ortamı hazırlayan "kapitalist sistem" üzerine vurgu yapmak daha yerinde olur.
yalnız her konuda olduğu gibi madalyonun bir de öteki tarafı var tabii. türkçede çok bilinen bir söz vardır; "alan razı, veren razı". kapitalist sistemin eğitim sürecindeki başarısı yadsınamaz (tabii kendi açısından). yani kapitalist sistem içinde yetişen bireylerin çoğu, farkında olmadan veya bilinçli olarak metalaştırılma konusunda zaten heveslidir. bu da metalaştırılma sürecinin ve dolayısıyla kapitalist sistemlerin devamlılığını sağlar.
Özetle sistemsel bir değişiklik yaşanmadığı sürece, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin metalaştırılma sürecinin önüne geçmek neredeyse imkansızdır. ha bir de şunu herkesin kendisine sormasında ve dürüstçe cevap vermesinde fayda var tabii "paranın satın alamayacağı şeyler gerçekten var mıdır ? varsa da öznel olarak ne kadarını kendimizde taşıdığımıza inanıyoruz" ???
tam olarak idrak edemediğim bir düşünce tarzı. muhtemelen deistler, benim dün "şans" başlığı altında bahsettiğim, ihtimaller silsilesi altında gördüğüm yaşamı, yaratan ve/veya kontrol eden bir güce inanıyorlar. bu açıdan "tanımsal" farklılıkları ne kadar fazla olursa olsun, yaratıcı bir varlığa veya varlıklara inanmaları dolayısıyla, dindar bir insan ile benzer bir çıkış noktasında kesiştiklerini düşünüyorum. bana göre belirgin ayrım, sadece biçimsel düzeyde.
not : ateistim. tüm inançlara eşit mesafeden baktığımı düşünüyorum.
not : ateistim. tüm inançlara eşit mesafeden baktığımı düşünüyorum.
ingilizcede, özellikle doğal afet, kaza vb. şeyler sonrası, sağ kalmayı, hayatta kalmayı başaran kişiler için kullanılan bir sıfat.
bu tanımlama dahilinde, hayatta herkes potansiyel bir survivor adayıdır aslında. yine de ben, kimsenin bu sıfat ile anılmasını gerektirecek olaylar ile karşılaşmamasını diliyorum tabii.
bu tanımlama dahilinde, hayatta herkes potansiyel bir survivor adayıdır aslında. yine de ben, kimsenin bu sıfat ile anılmasını gerektirecek olaylar ile karşılaşmamasını diliyorum tabii.
görünen o ki, zengin sözlük, servetine servet katmaya devam ediyor ve edecek. zira kaliteli yazarları bir bir bünyesinde topluyor.
hoş geldin sevgili bartvader. ortam ve formatlar farklı olsa da, ama aleni ama gizli, ittifak halimiz her daim mevcudiyetini koruyacaktır. çünkü "güneş büyük britanya toprakları üzerinde asla batmaz."
tanım : yakın zamanda kendisini tanıtacak olan yazardır.
hoş geldin sevgili bartvader. ortam ve formatlar farklı olsa da, ama aleni ama gizli, ittifak halimiz her daim mevcudiyetini koruyacaktır. çünkü "güneş büyük britanya toprakları üzerinde asla batmaz."
tanım : yakın zamanda kendisini tanıtacak olan yazardır.
olasılıklar üzerinden açıklandığında mantığa fazlasıyla uyan kavram. şans kavramını kabul etmeyen insanların, yerine başka kavramlar koyduğunu biliyorum. ancak ben doğrudan şans kavramına inanırım ve şansın bilimsel açıklamasının da mümkün olduğunu düşünüyorum. şansın ne demek olduğunu idrak edebilmemiz için, yapmamız gereken tek şey olasılık ve ihtimal hesapları üzerinde kafa yormaktır.
yaşamın kendisini ihtimaller üzerinden kurulmuş bir sisteme benzetebileceğimizi düşünüyorum. ki günümüz bilim insanlarınca evrenin oluşumu da bu sürece dahil edilir. peki şans nedir ? şans bir şeyin olma veya olmama ihtimalinin oransal olarak "uç" düzey kabul edilebileceğimiz noktasına verdiğimiz isimdir. söz konusu uç düzeyin, bireyler üzerindeki değerlendirmesi, şüphesiz ki özneldir. bu nedenle kendimizi şanslı veya şanssız olarak değerlendirdiğimiz durumların, bir başkası için bir anlam ifade etmemesi olağandır.
ihtimalleri hesaplamak bazı olaylar için çok zor bazı olaylar için ise imkansızdır. insanların kontrol edebildikleri veya müdahale edebildikleri ihtimaller olduğu gibi, kontrolü mümkün olmayan ihtimaller silsilesi ile karşı karşıya oldukları ise başka bir gerçektir. işte şans faktörü dediğimiz şey de, özellikle kontrolü çok zor ya da hiç mümkün olmayan ihtimallerde daha çok karşımıza çıkar. bu ayrım bir hayli önemli, zira ihtimallerin kontrolünü bütünüyle sağladığınızı düşündüğünüz bir noktada, bir ihtimali atladıysanız şayet, "ben şanssızım demeniz "gerçekten bir anlam ifade etmeyecektir" çok çok basit bir örnek ile açıklarsak ; şayet normal şartlar altında bir meyveyi soymaya çalışırken elinizi keserseniz, bunu şanssızlık olarak nitelendiremezsiniz, bu olsa olsa dikkatsizlik olur. zira meyve soymak işlemi kontrolünüz dahilinde gerçekleşen bir olaydır. ancak siz meyveyi soyarken, sizin kontrolünüz dışında, ortam şartlarını bütünüyle değiştiren bir olay meydana gelir ve sizin meyveyi kesmek için kullandığınız alet aynı şekilde elinizi kesmenize neden olursa, burada kullanacağımız kelime "şanssızlık" olabilir. zira bu durumda, kontrolün artık siz de olmadığı bir ihtimalle karşılaşmışsınız demektir.
çoğumuz, korkunç derecede büyük kazalarda, burnu bile kanamadan kurtulan insanların hikayelerini duymuş, izlemiş hatta bizzat şahit olmuş veya yaşamışızdır. keza tam tersi olarak, gerçekleşmesi neredeyse mümkün değilmiş gibi gözüken olaylar neticesi ile hayatını kaybeden insanları da bilirsiniz. işte şans faktörünün devreye girdiği anlar tam da bu anlardır. dindar insanların bunu kader veya kısmet olarak değerlendirdiklerini biliyorum. aslında aynı kapıya çıkıyormuş gibi gözükse de, arada şöyle bir fark var. birinde ihtimaller silsilesinin kontrolünü elinde tutan bir varlığa inanılırken, diğerin de kontrol edemediğimiz ihtimallerin varlığının kendi kendine devreye girdiğini düşenen bir kesim var. ki o kesime ben de dahilim. kaza örneğine dönecek olursak ; bana göre, aslında kurtulma ihtimali hiç yok diye düşündüğümüz şeyin gerçekleşmesi, bizim hem kontrol edemediğimiz hem de hesaplayamadığımız bir ihtimal olduğu gerçeğinin bir sonucudur. ki bu en başta belirttiğim ihtimaller silsilesi ile örtülü bir yaşamın içinde olduğumuz tanımlaması ile bire bir örtüşür.
son olarak şans ve tesadüf kelimeleri birbirleri ile yakın akraba olan kelimelerdir. zira tesadüf dediğimiz olaylar da olasılıklar üzerinden açıklanan bir kavramdır.
yaşamın kendisini ihtimaller üzerinden kurulmuş bir sisteme benzetebileceğimizi düşünüyorum. ki günümüz bilim insanlarınca evrenin oluşumu da bu sürece dahil edilir. peki şans nedir ? şans bir şeyin olma veya olmama ihtimalinin oransal olarak "uç" düzey kabul edilebileceğimiz noktasına verdiğimiz isimdir. söz konusu uç düzeyin, bireyler üzerindeki değerlendirmesi, şüphesiz ki özneldir. bu nedenle kendimizi şanslı veya şanssız olarak değerlendirdiğimiz durumların, bir başkası için bir anlam ifade etmemesi olağandır.
ihtimalleri hesaplamak bazı olaylar için çok zor bazı olaylar için ise imkansızdır. insanların kontrol edebildikleri veya müdahale edebildikleri ihtimaller olduğu gibi, kontrolü mümkün olmayan ihtimaller silsilesi ile karşı karşıya oldukları ise başka bir gerçektir. işte şans faktörü dediğimiz şey de, özellikle kontrolü çok zor ya da hiç mümkün olmayan ihtimallerde daha çok karşımıza çıkar. bu ayrım bir hayli önemli, zira ihtimallerin kontrolünü bütünüyle sağladığınızı düşündüğünüz bir noktada, bir ihtimali atladıysanız şayet, "ben şanssızım demeniz "gerçekten bir anlam ifade etmeyecektir" çok çok basit bir örnek ile açıklarsak ; şayet normal şartlar altında bir meyveyi soymaya çalışırken elinizi keserseniz, bunu şanssızlık olarak nitelendiremezsiniz, bu olsa olsa dikkatsizlik olur. zira meyve soymak işlemi kontrolünüz dahilinde gerçekleşen bir olaydır. ancak siz meyveyi soyarken, sizin kontrolünüz dışında, ortam şartlarını bütünüyle değiştiren bir olay meydana gelir ve sizin meyveyi kesmek için kullandığınız alet aynı şekilde elinizi kesmenize neden olursa, burada kullanacağımız kelime "şanssızlık" olabilir. zira bu durumda, kontrolün artık siz de olmadığı bir ihtimalle karşılaşmışsınız demektir.
çoğumuz, korkunç derecede büyük kazalarda, burnu bile kanamadan kurtulan insanların hikayelerini duymuş, izlemiş hatta bizzat şahit olmuş veya yaşamışızdır. keza tam tersi olarak, gerçekleşmesi neredeyse mümkün değilmiş gibi gözüken olaylar neticesi ile hayatını kaybeden insanları da bilirsiniz. işte şans faktörünün devreye girdiği anlar tam da bu anlardır. dindar insanların bunu kader veya kısmet olarak değerlendirdiklerini biliyorum. aslında aynı kapıya çıkıyormuş gibi gözükse de, arada şöyle bir fark var. birinde ihtimaller silsilesinin kontrolünü elinde tutan bir varlığa inanılırken, diğerin de kontrol edemediğimiz ihtimallerin varlığının kendi kendine devreye girdiğini düşenen bir kesim var. ki o kesime ben de dahilim. kaza örneğine dönecek olursak ; bana göre, aslında kurtulma ihtimali hiç yok diye düşündüğümüz şeyin gerçekleşmesi, bizim hem kontrol edemediğimiz hem de hesaplayamadığımız bir ihtimal olduğu gerçeğinin bir sonucudur. ki bu en başta belirttiğim ihtimaller silsilesi ile örtülü bir yaşamın içinde olduğumuz tanımlaması ile bire bir örtüşür.
son olarak şans ve tesadüf kelimeleri birbirleri ile yakın akraba olan kelimelerdir. zira tesadüf dediğimiz olaylar da olasılıklar üzerinden açıklanan bir kavramdır.
Filmlerde gösterilen haliyle romantik bir eylem. Gerçek hayatta ise, sevgilinin horlama,ağzı açık uyuma veya uyurken sayıklaması gibi özellikleri varsa tadından yenmez. Gün içinde, doğal halini göremediğiminizi düşündüğünüz bir sevgiliniz varsa şayet,onu uyurken izlemenizi tavsiye ederim. Sadece sevgili de değil, bir insanı en doğal haliyle izleyebileceğiniz yegane zaman dilimi, onun uyku halidir.