siyasi emelleri gerçekleştirmede her yolun mübah olduğunu belirten düşüncelerinden derlenerek ortaya çıkan bir yaklaşımdır.
bu yaklaşımın temellerini atan Niccolo Marchiavelli'ye göre insanlar mala mülke yani maddi konulara önem verirler. Devlet adamının bencil olması gerektiğini savunmaktaydı. Çıkarlarına göre siyasete yön vermeli, gerektiğinde en yakınını harcayabilmeliydi. Ona göre başarıya bu şekilde ulaşılırdı. Dürüst devlet adamları, siyasetin doğasına aykırıydı.
Hükümetin ne kadar gerekli olduğunu göstermek amacıyla halk üzerindeki baskıyı indirgeyerek, kaos ortamı oluşturup daha sonra hükümeti kurtarıcı olarak gösterme gayesi de bu yaklaşımın bir öğretisidir.
peşin not: el emeği göz nuru bir yazıdır. biraz uzun idare edin. özet geçmek gelmedi bagrimdan.
önceki 10 yıllarda çekilen filmlerin yükünü almış ve sinemaya yeni bir bakış açısı katmış olan dönemi kapsayan yıllara ait devirdir.
hem 80 darbesi sonucu oluşan politik ortam hem de gelişen teknolojiye adapte olmakla uğraşmıştır. aslında 90'lı yıllar her ne kadar türk sineması için kriz yılları gibi olsa da 2000'li yıllarda ki hızlı kalkışın temelleri aslında 90'lı yıllarda atılmaya başlamıştır.
genç yönetmenler, sinemaya değişik bir bakış açısı getirmiştir.bu dönemde sinemaya girip yeni sinema anlayışlarıyla ürünler veren yönetmenlerin başında, zeki demirkubuz, nuri bilge ceylan, serdar akar, semih kaplanoğlu,derviş zaim, ferzan özpetek ve reha erdem gelir.
filmlerde genel itibariyla göze çarpan ilk özellik düşük bütçeli, gri, kasvetli, minimalist konuların ele alınması ve bireysel sıkıntıları içermesidir. bu dönemde gösterime girme şansı olan film sayısının 150'yi geçmediği söylenmektedir.
ufak bir derleme yapmak gerekirse;
(bkz:masumiyet),
(bkz:zeki demirkubuz)
"zeki demirkubuz, ikinci filmi masumiyet ile sıradan insanlara bakışını sürdürmüştür. hapisten çıkan bir genç, kocası hapishanede olan bir fahişe ve ona aşık bir adamın yani kaybedenlerin, yönetmeninin ifadesiyle bir çıkışsızlık. bir yaşam ahlakı sahibi, duygu sahibi, kalbi olan yoksul insanlara, sorgulayan insanlara hala duygularını dinleme cesareti, onların peşinden gitme cesareti gösteren insanlara dayatılan çıkışsızlıkla ilgili ve bu insanların yani realitenin içerisinde, yani son dönemdeki türkiye fonunda konumlanışları, bunların sıkıştırılma ve yok edilmeye zorlanmasıyla ilgili bir film."
(bkz:tabutta rövaşata),
(bkz:derviş zaim)
"evsiz bir adamın öyküsünü anlatmaktadır. çok küçük bir maliyetle çevirmiştir. filmin seyirciden ilgi görmemesini yönetmeni şu faktörlere bağlamaktadır: “senaryonun manipülatif bir senaryo olmasını yani, seks, şiddet, 10 dakikada bir ritmin artması gibi özellikleri yok. çok tanınmış oyuncular yok."
(bkz:gemide)
(bkz:serdar akar)
"gemide, “bir memleket gibidir gemi” cümlesiyle açılmaktadır. gemide'nin kahramanları aslında 90'larda bir ahlak çöküntüsüne ve bunalıma kapılan insanların bir izdüşümü gibi durmaktadır. filmin bir diğer yönü de laleli'de bir azize filmi ile kimi ortak sahneleri ve oyuncuları paylaşmasıdır. filmin ilk cümlesi gibi toplumsal düzenle gemidekilerin hayatları birbirne paraleldir. “gemide'nin mekanları, gerçeklikle simgeselliği olağanüstü bağdaştıran bir özgünlüğe ulaşır. kimi zaman belgesele yakın bir üslupta, tüm gerçek fonksiyonları içinde gösterilen 'gemi', elbette memlekettir, kaba ve acımasız, gündelik ve sorunsuz, hazır ve tüketici tutumlarımızla bir cennetten bir cehenneme dönüştürdüğümüz şu kendi ülkemiz… laleli semti ise sanki yeni düzenin istanbul'unun simgeleri yolsuzluk, mafya, sömürü kadırımlara taşmıştır.
(bkz:laleli'de bir azize)
(bkz:kudret sabancı)
"ilk filmi laleli'de bir azize'de serdar akar'ın senaryosuyla ve gemide'nin paralelinde bir öyküyle yönetmenliğe başlamıştır. sattıkları erkeğe götürürlerken gemide'nin kahramanlarının kaçırdığı kızı arayan kötü kahramanların laleli'de bir azize. hızlı kurgusuyla gemide'den farklı bir tarzı olan filmin yönetmeni sabancı için “…sinema bir show…sanat değil, başka bir şey değil, ışığıyla, kurgusuyla, oyunculuğuyla…izleyenlere sinemada hoş bir tat bırakmak gerekiyor.” dur.
(bkz:mayıs sıkıntısı),
(bkz:nuri bilge ceylan)
"mayıs sıkıntısı da, ceylan'ın kendi kasabasına dönüşüdür. çehov'a adayacağını ve kendi ailesini oyuncu olarak kullanacağı bir film çevirmek için doğduğu kasabaya gelen bir yönetmeni ve kasabada yaşayan farklı insanları anlatan, gösterişten uzak, yalın, sade bir filmdir."
(bkz:aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni)
(bkz:yavuz turgul)
"60larda ve 70lerde çektiği aşk filmleriyle ünlenen ama bir dönemin kapanmasıyla birlikte çaptan düşen yönetmen haşmet asilkan'ın hikayesi. bir zamanların ünlü yönetmeni devrin değiştiğinin farkındadır ve elindeki son barutunu çekeceği bu farklı film için harcar. "
(bkz:istanbul kanatlarımın altında), (bkz:mustafa altıoklar)
"4. murat zamanında uçmayı deneyen hazerfan ahmet çelebi'nin hikayesini anlatmaktadır. filmin kendisi kadar müzikleri de ses getirmiştir."
(bkz:eşkıya),
(bkz:yavuz turgul)
"türk sinemasının bir nevi rönesansıdır."
(bkz:herşey çok güzel olacak), (bkz:ömer vargı)
"döneminin toplumsal olaylarına hiç girmeden abi kardeşin yine yeniden kaybedişlerini hiciv yoluyla anlatıldığı müthiş bir yapım"
tabi daha ağır roman,dönünce ıslık çal, hamam, piano piano bacaksız, propaganda, mum kokulu kadınlar, tatar ramazan, gece melek ve bizim çocuklar gibi çoğumuzun izlediği nice başarılı yapıtlarda bu dönemin eserleridir.
* boş bakinizlar en kısa zamanda dolacaktir.
önceki 10 yıllarda çekilen filmlerin yükünü almış ve sinemaya yeni bir bakış açısı katmış olan dönemi kapsayan yıllara ait devirdir.
hem 80 darbesi sonucu oluşan politik ortam hem de gelişen teknolojiye adapte olmakla uğraşmıştır. aslında 90'lı yıllar her ne kadar türk sineması için kriz yılları gibi olsa da 2000'li yıllarda ki hızlı kalkışın temelleri aslında 90'lı yıllarda atılmaya başlamıştır.
genç yönetmenler, sinemaya değişik bir bakış açısı getirmiştir.bu dönemde sinemaya girip yeni sinema anlayışlarıyla ürünler veren yönetmenlerin başında, zeki demirkubuz, nuri bilge ceylan, serdar akar, semih kaplanoğlu,derviş zaim, ferzan özpetek ve reha erdem gelir.
filmlerde genel itibariyla göze çarpan ilk özellik düşük bütçeli, gri, kasvetli, minimalist konuların ele alınması ve bireysel sıkıntıları içermesidir. bu dönemde gösterime girme şansı olan film sayısının 150'yi geçmediği söylenmektedir.
ufak bir derleme yapmak gerekirse;
(bkz:masumiyet),
(bkz:zeki demirkubuz)
"zeki demirkubuz, ikinci filmi masumiyet ile sıradan insanlara bakışını sürdürmüştür. hapisten çıkan bir genç, kocası hapishanede olan bir fahişe ve ona aşık bir adamın yani kaybedenlerin, yönetmeninin ifadesiyle bir çıkışsızlık. bir yaşam ahlakı sahibi, duygu sahibi, kalbi olan yoksul insanlara, sorgulayan insanlara hala duygularını dinleme cesareti, onların peşinden gitme cesareti gösteren insanlara dayatılan çıkışsızlıkla ilgili ve bu insanların yani realitenin içerisinde, yani son dönemdeki türkiye fonunda konumlanışları, bunların sıkıştırılma ve yok edilmeye zorlanmasıyla ilgili bir film."
(bkz:tabutta rövaşata),
(bkz:derviş zaim)
"evsiz bir adamın öyküsünü anlatmaktadır. çok küçük bir maliyetle çevirmiştir. filmin seyirciden ilgi görmemesini yönetmeni şu faktörlere bağlamaktadır: “senaryonun manipülatif bir senaryo olmasını yani, seks, şiddet, 10 dakikada bir ritmin artması gibi özellikleri yok. çok tanınmış oyuncular yok."
(bkz:gemide)
(bkz:serdar akar)
"gemide, “bir memleket gibidir gemi” cümlesiyle açılmaktadır. gemide'nin kahramanları aslında 90'larda bir ahlak çöküntüsüne ve bunalıma kapılan insanların bir izdüşümü gibi durmaktadır. filmin bir diğer yönü de laleli'de bir azize filmi ile kimi ortak sahneleri ve oyuncuları paylaşmasıdır. filmin ilk cümlesi gibi toplumsal düzenle gemidekilerin hayatları birbirne paraleldir. “gemide'nin mekanları, gerçeklikle simgeselliği olağanüstü bağdaştıran bir özgünlüğe ulaşır. kimi zaman belgesele yakın bir üslupta, tüm gerçek fonksiyonları içinde gösterilen 'gemi', elbette memlekettir, kaba ve acımasız, gündelik ve sorunsuz, hazır ve tüketici tutumlarımızla bir cennetten bir cehenneme dönüştürdüğümüz şu kendi ülkemiz… laleli semti ise sanki yeni düzenin istanbul'unun simgeleri yolsuzluk, mafya, sömürü kadırımlara taşmıştır.
(bkz:laleli'de bir azize)
(bkz:kudret sabancı)
"ilk filmi laleli'de bir azize'de serdar akar'ın senaryosuyla ve gemide'nin paralelinde bir öyküyle yönetmenliğe başlamıştır. sattıkları erkeğe götürürlerken gemide'nin kahramanlarının kaçırdığı kızı arayan kötü kahramanların laleli'de bir azize. hızlı kurgusuyla gemide'den farklı bir tarzı olan filmin yönetmeni sabancı için “…sinema bir show…sanat değil, başka bir şey değil, ışığıyla, kurgusuyla, oyunculuğuyla…izleyenlere sinemada hoş bir tat bırakmak gerekiyor.” dur.
(bkz:mayıs sıkıntısı),
(bkz:nuri bilge ceylan)
"mayıs sıkıntısı da, ceylan'ın kendi kasabasına dönüşüdür. çehov'a adayacağını ve kendi ailesini oyuncu olarak kullanacağı bir film çevirmek için doğduğu kasabaya gelen bir yönetmeni ve kasabada yaşayan farklı insanları anlatan, gösterişten uzak, yalın, sade bir filmdir."
(bkz:aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni)
(bkz:yavuz turgul)
"60larda ve 70lerde çektiği aşk filmleriyle ünlenen ama bir dönemin kapanmasıyla birlikte çaptan düşen yönetmen haşmet asilkan'ın hikayesi. bir zamanların ünlü yönetmeni devrin değiştiğinin farkındadır ve elindeki son barutunu çekeceği bu farklı film için harcar. "
(bkz:istanbul kanatlarımın altında), (bkz:mustafa altıoklar)
"4. murat zamanında uçmayı deneyen hazerfan ahmet çelebi'nin hikayesini anlatmaktadır. filmin kendisi kadar müzikleri de ses getirmiştir."
(bkz:eşkıya),
(bkz:yavuz turgul)
"türk sinemasının bir nevi rönesansıdır."
(bkz:herşey çok güzel olacak), (bkz:ömer vargı)
"döneminin toplumsal olaylarına hiç girmeden abi kardeşin yine yeniden kaybedişlerini hiciv yoluyla anlatıldığı müthiş bir yapım"
tabi daha ağır roman,dönünce ıslık çal, hamam, piano piano bacaksız, propaganda, mum kokulu kadınlar, tatar ramazan, gece melek ve bizim çocuklar gibi çoğumuzun izlediği nice başarılı yapıtlarda bu dönemin eserleridir.
* boş bakinizlar en kısa zamanda dolacaktir.
artık iyice bana uzay yolculuklarını animsatmaya başlayan yer değişimi.
yalan yok hayatımda hiç uzay yolculuğu yapmadım lakin eğer yapmış olsaydım bunu tamamen otobüs yolculuğuna benzetirdim. tek koltuk otobüs yolculuklarında, cam kenarından hep o bizlerden fersah fersah uzaklardaki 8-10 derma çatma evdeki insanlar ne yapar ne eder nasıl yaşarlar? hep bir merak içerisindeyim. koca koca binaların içinde değil 24 saatin, 40 saatin bile yetmediği bir gün de bu çok uzak yerlerdeki insanlarin, naif olduğunu düşündüğüm hayatları çok garip geliyor. hani uzay yolculuğunda da mekigin içinde bir cam olsa ve dışarı izlesem, aynı soruyu koca galaksinin en kuytu köşesindeki yalnız yıldızlar içinde söyleyip, onlara el sallamak en büyük ideallerimden biri olabilirmiş aslinda.
rahmetli tayfun talipoğlu ve usta nuri bilge ceylan'a da selam olsun bu arada.
yalan yok hayatımda hiç uzay yolculuğu yapmadım lakin eğer yapmış olsaydım bunu tamamen otobüs yolculuğuna benzetirdim. tek koltuk otobüs yolculuklarında, cam kenarından hep o bizlerden fersah fersah uzaklardaki 8-10 derma çatma evdeki insanlar ne yapar ne eder nasıl yaşarlar? hep bir merak içerisindeyim. koca koca binaların içinde değil 24 saatin, 40 saatin bile yetmediği bir gün de bu çok uzak yerlerdeki insanlarin, naif olduğunu düşündüğüm hayatları çok garip geliyor. hani uzay yolculuğunda da mekigin içinde bir cam olsa ve dışarı izlesem, aynı soruyu koca galaksinin en kuytu köşesindeki yalnız yıldızlar içinde söyleyip, onlara el sallamak en büyük ideallerimden biri olabilirmiş aslinda.
rahmetli tayfun talipoğlu ve usta nuri bilge ceylan'a da selam olsun bu arada.
tanım yapamayacağım çünkü haberin tamamı bir tanımı bir zihniyeti tanımlıyor.
"A Haber'in Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından PKK'ye yapılan operasyon diye yayınladığı görüntülerin Arma adlı oyuna ait olduğu anlaşıldı. Oyundaki bir çatışma görüntüsünü operasyona aitmiş gibi yayınlayan A Haber görüntülerin Atak Helikopteri'nin operasyonu sırasında çekilmiş gibi yayınladı. Görüntülere montajla telsiz konuşmalarının da eklendiği anlaşıldı."
https://www.google.com.tr/amp/www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/turkiye/751922/A_Haber_in__TSK_haberi__oyun_cikti.html
siz nasıl habercisiniz? diye soracağım abes olacak daha doğrusu siz ne tür bir mahlukatsiniz? bu kadar mı salak yerine konulur bir memleket?
"A Haber'in Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından PKK'ye yapılan operasyon diye yayınladığı görüntülerin Arma adlı oyuna ait olduğu anlaşıldı. Oyundaki bir çatışma görüntüsünü operasyona aitmiş gibi yayınlayan A Haber görüntülerin Atak Helikopteri'nin operasyonu sırasında çekilmiş gibi yayınladı. Görüntülere montajla telsiz konuşmalarının da eklendiği anlaşıldı."
https://www.google.com.tr/amp/www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/turkiye/751922/A_Haber_in__TSK_haberi__oyun_cikti.html
siz nasıl habercisiniz? diye soracağım abes olacak daha doğrusu siz ne tür bir mahlukatsiniz? bu kadar mı salak yerine konulur bir memleket?
yaparken özellikle görsel yükleme esnasında sıkıntı çektiğim durum.
çok yeni bir platform olduğu için kurallar çerçevesinde yapılması elzem olan. sağlam bir veri tabanı ve aranan bilgilere ulaşılabilmesi için faydalıdır. bilgi ulasilabilirligi konusunda normal olarak çok eksik var. en basitinden, bülent ecevit diye aratildiginda boş bir sayfa ile karşılaşıyoruz. ilk etapta, örneğin birkaç ay kadar çok çok farklı yelpazelerden bilgi girilmesi ve farklı platformlarda girilerin bolca taşınması durumunda hem mevcut yazarlar hem de yeni gelecek yazarlar daha iştahlı olacaktır. tabi 3 dakika içerisinde 8654 giri, ortamı biraz sarsabilir lakin farklı konularda olunursa bence hiçbir beis yok.
çok yeni bir platform olduğu için kurallar çerçevesinde yapılması elzem olan. sağlam bir veri tabanı ve aranan bilgilere ulaşılabilmesi için faydalıdır. bilgi ulasilabilirligi konusunda normal olarak çok eksik var. en basitinden, bülent ecevit diye aratildiginda boş bir sayfa ile karşılaşıyoruz. ilk etapta, örneğin birkaç ay kadar çok çok farklı yelpazelerden bilgi girilmesi ve farklı platformlarda girilerin bolca taşınması durumunda hem mevcut yazarlar hem de yeni gelecek yazarlar daha iştahlı olacaktır. tabi 3 dakika içerisinde 8654 giri, ortamı biraz sarsabilir lakin farklı konularda olunursa bence hiçbir beis yok.
1989 doğumlu türk tenisçi.
güncel wta sıralamasında 155.sırada yer alıyor. Grand Slam oynayan ve Dünya sıralamasında 108. sıraya kadar yükselen ilk ve tek Türk kadın tenisçi olması ile hakkında en başarılı türk kadın tenisçi dememiz çok abes kaçmaz.
Türkiye tenis tarihindeki ilk WTA tekler finalini oynayan ve kupayı kazanması en büyük başarısı olarak görülmektedir. kupayı istanbul'da kaldırması ayrı bir güzellik olmuştur.
halen devam eden ve toprak kortta dünyanın en önemli organizasyonu olan roland gaross'ta Hırvat Mirjana Lucic-Baroni'yi 2-0 yenerek ikinci turda çıktı.
güncel wta sıralamasında 155.sırada yer alıyor. Grand Slam oynayan ve Dünya sıralamasında 108. sıraya kadar yükselen ilk ve tek Türk kadın tenisçi olması ile hakkında en başarılı türk kadın tenisçi dememiz çok abes kaçmaz.
Türkiye tenis tarihindeki ilk WTA tekler finalini oynayan ve kupayı kazanması en büyük başarısı olarak görülmektedir. kupayı istanbul'da kaldırması ayrı bir güzellik olmuştur.
halen devam eden ve toprak kortta dünyanın en önemli organizasyonu olan roland gaross'ta Hırvat Mirjana Lucic-Baroni'yi 2-0 yenerek ikinci turda çıktı.
"çocuklar, savaştan zevk almaya bakın, çünkü barış korkunç olacak!”
genelde “kara tarikat” olarak adlandırılırlar,genel görüş waffen ss birlikleriyle aynı olmadığı. basit bir polis veya muhafız birliği değildi. bu örgüt hiyerarşik tertiplenmeye dayalı, dinsel bir tarikat niteliğindeydi. ss'ler “cizvit” tarikatını model almışlardı. bu sebepten “kara tarikat” mensupları cizvit rahipleri gibi siyah renkli üniformalar taşıyorlar ve yine onlar gibi, üstlerine “kadavergehorsam” yani, ceset gibi mutlak itaat ediyorlardı. ss'ler thule'nin ezoterik ve okült inançlarını pratik olarak gerçekleştiren bir örgüttü. ss'lerin içinde daha da gizli bir örgüt vardı. bunlar, ss'lerin seçkin çekirdek kadrosunu oluşturuyordu. işte bu “kara güneş”ti. ss harflerinin gerçek ezoterik anlamı “schwarze sonne” (kara güneşti).
thule, “kara güneş”le eşanlama geliyordu. swastika (gamalı haç) bu eski kavramın bir parçasıydı. bütün diğer tanımlamaların yanında swastika, ilk sebep veya yaratılış kaynağı anlamı da geliyordu. thule tarikatı da swastikayı bu düşünceyi temsil ettiği için örgütün logosu olarak seçmişti. kara güneş, thule'den daha ezoterik bir kavramı kapsıyordu. yaratılış boşluğunu temsil ettiği için bu kavram, thule örgütü elitleri için kutsal kabul ediliyordu.
bu tabii ss üniforması giyen her askerin “kara güneş” örgütü üyesi olduğu anlamına gelmiyordu. naziler ss “run”ları (2 adet “sig” run'undan müteşekkildir) ile kara güneşin gizli gücünü büyüsel bir şekilde çağırmaya uğraşmışlardı.eski tibette bulunan şensi piramitlerin (şimdi orta asya'da) koruyucusu olan türk moğol hakanı cengiz han en küçük oğluna “tula” adını vermişti ki, bu bize thule ismini çağrıştırmaktadır. “kara güneş”in sembolü kollu bir haçtı ve iii. reich'ın uçaklarının ve panzerlerinin üstünde bu işaret vardı. tapınakçılar, gül-haçlılar ve diğer eski localar bir sembolü aynı anlamda (kara güneş) kullanmışlardı. himmler'in wewelsburg'daki şatosunda ss genel kurmayının toplantıları genellikle yoga ve bönpas “ssshin” ile başlardı. ss'lerin iç dairesi “kara tarikat”ın ve “ahnenerbe” (ataların mirası) derneği tibetli bönpa lamaları ile devamlı irtibat halindeydi. “ahnenerbe” genel müdürü ss albay wolfram sievers, nürnberg uluslar arası mahkemesi tarafından yargılanarak idama mahkum edilmiştir.
hitler de agarthi (ariana) nin girişi yerini bilen yeşil eldivenli bir rahiple devamlı temas halindeydi. 25 nisan 1945'de ruslar berlin'e girdikleri zaman, bir mahzende halka şeklinde dizilmiş 6 tibetlinin cesedine rastladılar. bu halkanın ortasında yeşil eldivenli tibetli bir rahip cesedi bulunuyordu. görünüşe bakılırsa rahipler topluca intihar etmişlerdi. 2 mayıs 1945'de ruslar berlin'i tamamen işgal ettikleri zaman, alman üniforması taşıyan 1000'den fazla tibetli'nin cesedini buldular. iii. reich sırasında sayısız alman genci “kara güneş” örgütü tarafından eğitilip, himmler'in wewelsburg'daki şatosunda insiye edilip tibet'e gönderiliyorlardı.
bu gençlerin oraya gönderilme amacı orada hayatta kalmaları ve 21. yüzyılda vukû bulacak büyük “son savaş”a hazır olmaları idi.
kaynak:prof. dr. hans aiberg “arz'dan arş'a miraç” adlı kitabı
genelde “kara tarikat” olarak adlandırılırlar,genel görüş waffen ss birlikleriyle aynı olmadığı. basit bir polis veya muhafız birliği değildi. bu örgüt hiyerarşik tertiplenmeye dayalı, dinsel bir tarikat niteliğindeydi. ss'ler “cizvit” tarikatını model almışlardı. bu sebepten “kara tarikat” mensupları cizvit rahipleri gibi siyah renkli üniformalar taşıyorlar ve yine onlar gibi, üstlerine “kadavergehorsam” yani, ceset gibi mutlak itaat ediyorlardı. ss'ler thule'nin ezoterik ve okült inançlarını pratik olarak gerçekleştiren bir örgüttü. ss'lerin içinde daha da gizli bir örgüt vardı. bunlar, ss'lerin seçkin çekirdek kadrosunu oluşturuyordu. işte bu “kara güneş”ti. ss harflerinin gerçek ezoterik anlamı “schwarze sonne” (kara güneşti).
thule, “kara güneş”le eşanlama geliyordu. swastika (gamalı haç) bu eski kavramın bir parçasıydı. bütün diğer tanımlamaların yanında swastika, ilk sebep veya yaratılış kaynağı anlamı da geliyordu. thule tarikatı da swastikayı bu düşünceyi temsil ettiği için örgütün logosu olarak seçmişti. kara güneş, thule'den daha ezoterik bir kavramı kapsıyordu. yaratılış boşluğunu temsil ettiği için bu kavram, thule örgütü elitleri için kutsal kabul ediliyordu.
bu tabii ss üniforması giyen her askerin “kara güneş” örgütü üyesi olduğu anlamına gelmiyordu. naziler ss “run”ları (2 adet “sig” run'undan müteşekkildir) ile kara güneşin gizli gücünü büyüsel bir şekilde çağırmaya uğraşmışlardı.eski tibette bulunan şensi piramitlerin (şimdi orta asya'da) koruyucusu olan türk moğol hakanı cengiz han en küçük oğluna “tula” adını vermişti ki, bu bize thule ismini çağrıştırmaktadır. “kara güneş”in sembolü kollu bir haçtı ve iii. reich'ın uçaklarının ve panzerlerinin üstünde bu işaret vardı. tapınakçılar, gül-haçlılar ve diğer eski localar bir sembolü aynı anlamda (kara güneş) kullanmışlardı. himmler'in wewelsburg'daki şatosunda ss genel kurmayının toplantıları genellikle yoga ve bönpas “ssshin” ile başlardı. ss'lerin iç dairesi “kara tarikat”ın ve “ahnenerbe” (ataların mirası) derneği tibetli bönpa lamaları ile devamlı irtibat halindeydi. “ahnenerbe” genel müdürü ss albay wolfram sievers, nürnberg uluslar arası mahkemesi tarafından yargılanarak idama mahkum edilmiştir.
hitler de agarthi (ariana) nin girişi yerini bilen yeşil eldivenli bir rahiple devamlı temas halindeydi. 25 nisan 1945'de ruslar berlin'e girdikleri zaman, bir mahzende halka şeklinde dizilmiş 6 tibetlinin cesedine rastladılar. bu halkanın ortasında yeşil eldivenli tibetli bir rahip cesedi bulunuyordu. görünüşe bakılırsa rahipler topluca intihar etmişlerdi. 2 mayıs 1945'de ruslar berlin'i tamamen işgal ettikleri zaman, alman üniforması taşıyan 1000'den fazla tibetli'nin cesedini buldular. iii. reich sırasında sayısız alman genci “kara güneş” örgütü tarafından eğitilip, himmler'in wewelsburg'daki şatosunda insiye edilip tibet'e gönderiliyorlardı.
bu gençlerin oraya gönderilme amacı orada hayatta kalmaları ve 21. yüzyılda vukû bulacak büyük “son savaş”a hazır olmaları idi.
kaynak:prof. dr. hans aiberg “arz'dan arş'a miraç” adlı kitabı
kentsel bozukluğu önlemek, anti sosyal davranışlar ve diğer suçlardaki vandalizmi önlemek amacıyla çıkan teorinin amacı, suçtan önce gelen düzensizlikle mücadele ederek suçu önlemektir. 1969 yılında psikolog philip george zimbardo'nun deneyiyle ortaya atılmıştır.
kırık camlar teorisi adına ilk hipotezi 1982 yılında james quinn wilsonve george l. kelling makale şeklinde sunmuştur. makale sosyal bir araştırmaya dayanırken, okuyuculardan camlarının birkaçının kırık olduğu bir bina düşünülmesi istenmiştir. eğer pencereler ilk kırıldığında tamir edilmezse vandallar diğer pencereleri de kırmaya meyilli olacaktır. hatta bina boşsa işgal edilecek belki yangın dahi çıkarılacaktır.
bir diğer örneği ise; kaldırım kenarına bırakılan bir poşet çöpün alınmayınca, günler sonra birikmesi ve çöpler yığınını oluşturmasıdır. en sonunda ise restoranlar bile arabayla getirdikleri çöplerini bu yığınların üzerine atarken önemli ayrıntı (suçu önleyen) ilk çöpün kaldırması gerektiğidir (yani hiç konulmaması gerektiği). böylece suç oluşmayacağı ortaya çıkarken bu durum kırık camlar teorisi ile açıklanmaktadır.
new york'un bronx ilçesindeki yüksek suç oranından dolayı 1969 yılında ortaya atılan teorinin çıkışı ise zimbardo'nun otomobil deneyine dayanmaktadır. plakasız bir otomobil ilçeye bırakıldıktan sonraki 24 saat içinde kullanılamaz hale getirilmiş ve bir hurdaya dönüşmüştür. aynı gün kaliforniya'nın kentlerinden olan palo alto'ya da bir otomobil bırakılmış ve hiç kimse tarafından zarara uğratılmamıştır. bunun üzerine zimbardo eline bir balyoz alıp arabayı parçalamaya başlayınca birkaç dakika içinde barbarlar, arabayı işgal edip hurdaya çevirmiştir. bunun üzerine kırık camlar teorisi çıkarken ilginç olan bir diğer şey ise; kaliforniya'da arabayı parçalayan kişilerin iyi durumlu beyazlardan oluştuğu kaydedilmiştir. sonuç olarak bronx zaten yüksek suç oranıyla bilinirken bu durum normal karşılanmıştır. palo alto'da ise uygar kimselerin kırık pencereler teorisi'ne göre hareket etmesi teoriyi desteklemiştir. zimbardo'ya göre ilk camın kırılmasına ya da ilk çöpün bırakılmasına izin vermemek gerekirken, bundan sonra new york polisleri de sıfır tolerans kapsamında küçük suçların peşine düşmüştür. metroya bilet almadan kaçak binmek, duvarlara yazı yazmak, kamuya ait alanlarda tuvalet yapmak ve içki içmek en sık işlenen suçlar arasında yer almıştır.
kırık camlar teorisi adına ilk hipotezi 1982 yılında james quinn wilsonve george l. kelling makale şeklinde sunmuştur. makale sosyal bir araştırmaya dayanırken, okuyuculardan camlarının birkaçının kırık olduğu bir bina düşünülmesi istenmiştir. eğer pencereler ilk kırıldığında tamir edilmezse vandallar diğer pencereleri de kırmaya meyilli olacaktır. hatta bina boşsa işgal edilecek belki yangın dahi çıkarılacaktır.
bir diğer örneği ise; kaldırım kenarına bırakılan bir poşet çöpün alınmayınca, günler sonra birikmesi ve çöpler yığınını oluşturmasıdır. en sonunda ise restoranlar bile arabayla getirdikleri çöplerini bu yığınların üzerine atarken önemli ayrıntı (suçu önleyen) ilk çöpün kaldırması gerektiğidir (yani hiç konulmaması gerektiği). böylece suç oluşmayacağı ortaya çıkarken bu durum kırık camlar teorisi ile açıklanmaktadır.
new york'un bronx ilçesindeki yüksek suç oranından dolayı 1969 yılında ortaya atılan teorinin çıkışı ise zimbardo'nun otomobil deneyine dayanmaktadır. plakasız bir otomobil ilçeye bırakıldıktan sonraki 24 saat içinde kullanılamaz hale getirilmiş ve bir hurdaya dönüşmüştür. aynı gün kaliforniya'nın kentlerinden olan palo alto'ya da bir otomobil bırakılmış ve hiç kimse tarafından zarara uğratılmamıştır. bunun üzerine zimbardo eline bir balyoz alıp arabayı parçalamaya başlayınca birkaç dakika içinde barbarlar, arabayı işgal edip hurdaya çevirmiştir. bunun üzerine kırık camlar teorisi çıkarken ilginç olan bir diğer şey ise; kaliforniya'da arabayı parçalayan kişilerin iyi durumlu beyazlardan oluştuğu kaydedilmiştir. sonuç olarak bronx zaten yüksek suç oranıyla bilinirken bu durum normal karşılanmıştır. palo alto'da ise uygar kimselerin kırık pencereler teorisi'ne göre hareket etmesi teoriyi desteklemiştir. zimbardo'ya göre ilk camın kırılmasına ya da ilk çöpün bırakılmasına izin vermemek gerekirken, bundan sonra new york polisleri de sıfır tolerans kapsamında küçük suçların peşine düşmüştür. metroya bilet almadan kaçak binmek, duvarlara yazı yazmak, kamuya ait alanlarda tuvalet yapmak ve içki içmek en sık işlenen suçlar arasında yer almıştır.
insani ve ahlaki kuralları bildiği sürece çok bir sakınca görmediğim sevgili türüdür.
sevgilisine resmi bir mail atmıyor whatsup denen mecradan konuşma ağzı ile yaziyordur.
- de, -da yerine isterse do, re, mi, fa yazsın. eğer illa bi'şeyler zaruri olacak ise sevgili sözcüğünün hakkını verebilmesidir. gerisi teferruattir.
best regards,
o.o.k.
sevgilisine resmi bir mail atmıyor whatsup denen mecradan konuşma ağzı ile yaziyordur.
- de, -da yerine isterse do, re, mi, fa yazsın. eğer illa bi'şeyler zaruri olacak ise sevgili sözcüğünün hakkını verebilmesidir. gerisi teferruattir.
best regards,
o.o.k.
ikinci kez izleme fırsatı bulduğum, her ne kadar bilim-kurgu kategorisi olarak geçse de her bir karesiyle farklı farklı ve ince ince mesajlar verdiğini düşündüğüm, christopher nolan filmi.
bir replik ki hafizama bir hayli güzel kazinmistir. neresinden bakarsan hayat akıyor;
"eskiden gökyüzüne bakar, yıldızlar arasındaki yerimizi merak ederdik. şimdi yere bakıp topraktaki yerimiz için endişeleniyoruz."
bir replik ki hafizama bir hayli güzel kazinmistir. neresinden bakarsan hayat akıyor;
"eskiden gökyüzüne bakar, yıldızlar arasındaki yerimizi merak ederdik. şimdi yere bakıp topraktaki yerimiz için endişeleniyoruz."
öncelikle bir ahlak ve az gelişmişlik göstergesidir.
sözde modernleşme gayesinde dünya da en çok görülen ve en başarılı yöntemlerinden biri olan bu yöntem aslında halkların en büyük baş belasıdır.
farkında olmadan yönetenlerin safına geçersin(ki burda inatla vizyonsuzluk yapan yöneticiler söz konusu) ve onların diktaları doğrultusunda nefes alıp vermeye başlarsın.
günlük hayatta bile o kadar iliklerimize kadar ulaşmış ki bunu kendimize söyleyemeden asi adam rolüne bürünmekte beis görmeyiz.burada havucun yanına insan egosu ve bilimsel cahillik de devreye girmiş olur.
tahmin edebileceğiniz üzere havucun boyutları kapasite ve varoluş amaçlarınıza göre değişkenlik gösterebilir. kimisi için havuç 3kg kömür iken, kiminiz için 10 milyon dolarlık bir ihale olabilir.
havucun peşinden koşmak yerine başka bir fikir sahibi olursanız demokrasi denen kılıcı boynunuzda hissedebilirsiniz. aman dikkat!
söz:''kendi kendimize egemen olmayı öğreten yönetim,en iyi yönetimdir.''
johann g.
sözde modernleşme gayesinde dünya da en çok görülen ve en başarılı yöntemlerinden biri olan bu yöntem aslında halkların en büyük baş belasıdır.
farkında olmadan yönetenlerin safına geçersin(ki burda inatla vizyonsuzluk yapan yöneticiler söz konusu) ve onların diktaları doğrultusunda nefes alıp vermeye başlarsın.
günlük hayatta bile o kadar iliklerimize kadar ulaşmış ki bunu kendimize söyleyemeden asi adam rolüne bürünmekte beis görmeyiz.burada havucun yanına insan egosu ve bilimsel cahillik de devreye girmiş olur.
tahmin edebileceğiniz üzere havucun boyutları kapasite ve varoluş amaçlarınıza göre değişkenlik gösterebilir. kimisi için havuç 3kg kömür iken, kiminiz için 10 milyon dolarlık bir ihale olabilir.
havucun peşinden koşmak yerine başka bir fikir sahibi olursanız demokrasi denen kılıcı boynunuzda hissedebilirsiniz. aman dikkat!
söz:''kendi kendimize egemen olmayı öğreten yönetim,en iyi yönetimdir.''
johann g.
13 yaşında olan bu amerikalı arkadaşımıza, 8 yaşından beri yaşadığı her olayı hatırlamasına sebep olan bir hastalık teşhisi konulmuş.
beyinde biriktirilen bütün hafızayı düzene sokabilecek bir sistem bulunmuyor. bu yüzden de jake geçmişte başından geçen olaylarının hangisinin önemli hangisinin önemsiz olduğunu ayırt edemiyor. bu nedenle jake hatırlamak istediği bilgiye çok geç ulaşmasına sebep oluyor.
jake'in bu sorununa bir çözüm getirmek için bilim adamaları onun hafızasının bir bölümünü yapılan çalışmalar dahilinde temizlemeyi başarmışlar. böylece jake'in hatırladığı şeyler en aza indiği için hafızasındaki bilgiye ulaşma hızı da artmış.
(özellikle 2.dakikadan itibaren çok etkileyici)
not:bence burda irdelenmesi gereken hafıza silme işleminin nasıl gerçekleştiği? sanırım bu da ayrı bir konu.
neyse darısı milletimizin başına ne diyelim.
beyinde biriktirilen bütün hafızayı düzene sokabilecek bir sistem bulunmuyor. bu yüzden de jake geçmişte başından geçen olaylarının hangisinin önemli hangisinin önemsiz olduğunu ayırt edemiyor. bu nedenle jake hatırlamak istediği bilgiye çok geç ulaşmasına sebep oluyor.
jake'in bu sorununa bir çözüm getirmek için bilim adamaları onun hafızasının bir bölümünü yapılan çalışmalar dahilinde temizlemeyi başarmışlar. böylece jake'in hatırladığı şeyler en aza indiği için hafızasındaki bilgiye ulaşma hızı da artmış.
(özellikle 2.dakikadan itibaren çok etkileyici)
not:bence burda irdelenmesi gereken hafıza silme işleminin nasıl gerçekleştiği? sanırım bu da ayrı bir konu.
neyse darısı milletimizin başına ne diyelim.
sovyet gizli servisi kgb için çalışan ünlü ingiliz casus. namıdiğer ''yüzü olmayan adam.''
1947-48 yıllarında istanbul'da da ruslar adına casusluk yapan philby, 1981'de çekilen videoda doğu alman istihbarat servisi üyelerine berlin'de gizli bir konferans veriyor ve ingiliz dış istihbarat servisi mi6'e girişinden sovyetler birliği'ne kaçışına kadar tüm kariyerini anlatıyor.
yıllarca batılı istihbarat servislerinden kaçmayı başaran ve bu yüzden "yüzü olmayan adam" olarak anılan ünlü casus markus wolf tarafından kürsüye davet edilen philby, konuşmasına "sizi uyarıyorum. ben kalabalık önünde pek konuşamam. yıllarca geride kalmaya çalıştım" diye başlıyor.
"düşman kampında 30 yıl geçirdiğini" söyleyen philby ingiliz imparatorluğu'nda üst sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini, cambridge'te komünizme ilgi duymaya başladığını, aktivistlerle çalıştığı avusturya'dan döndükten sonra sovyet istihbarat servisine yazıldığını belirtiyor.
"işin en ilginç yanı her şey bir anda oldu. o zaman bir işim ve çalışmayı planladığım bir işim yoktu" diyen philby, bir sovyet casusunun kendisini örgüte almak istediğini söylediğini anlatıyor ve "bana açıkça, moskova'daki merkezin gözünde en iyi hedefin ingiliz istihbarat servisi olacağı söylendi" ifadelerini kullanıyor.
mi6'e girebilmek için gazeteciliğe başladığını, times gazetesine girdiğini, ispanyol iç savaşını takip ettiğini, bürokratlarla tanıştığını ve istihbarat servisinde çalışmak istediğini belli etmeye başladığını söyleyen philby sonunda işe girmeyi başardığını ve ingiliz istihbarat servisinin sırlarına çok kolay erişildiğini söylüyor.
philby bunun için arşiv görevlileriyle dostluk kurduğunu, haftada iki-üç kez bu kişilerle yemeğe çıktığını bu sayede, işiyle ilgisi olmayan dosyalara ulaştığını belirtiyor:
"her gün ofisten koca bir çantayla çıkıyordum. çantada kendi yazdığım raporlar, dosyalar ve arşivden aldığım belgeler oluyordu. akşam bunları irtibat kurduğum sovyet ajana teslim ediyordum. sabah, tek tek fotoğrafı çekilen belgeleri geri alıyordum. erkenden de arşive geri koyuyordum. bunu yıllarca yaptım."
kim philby daha sonra mi6'in sovyetler birliği için kurduğu birime ikinci adam olarak atandı.
daha sonra kgb'deki amirinin, müdürü felix cowgill'den "kurtularak" birimin başına geçmesini istediğini belirten philby, "ona, 'yani onu öldüreyim mi, ne yapayım?' diye sorduğunu", karşılığında bürokratik entrikalara başvurmasının tavsiye edildiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:
"müdürümden kurtulmak için çalışmaya başladım. nasıl yaptığımı dinlemek istemezsiniz. çok pis bir hikâye. ama işimiz bazen pis işlere bulaşmayı da gerektiriyor. ama sonunda pis olmayan bir dava için çalışıyorsunuz. açık söylüyorum, oldukça sevdiğim bir adama karşı arsız bir entrika çevirdim."
philby, fbi ve cia'yle koordinasyon için washington'a gönderilmişti. binlerce arnavut'un komünist rejimi devirmek için gizlice ülkelerine gönderilmesini içeren operasyonu ifşa etti. birçok kişi öldürüldü.
konferansta bu olaydan bahsederken 3'ncü dünya savaşı'nı önlemeye yardımcı olduğunu söyleyen philby, "bu operasyonu bozmasaydım ve başarılı olsaydı, cia ve mi6 bunu bulgaristan gibi başka ülkelerde de deneyebilirdi. o zaman sovyetler birliği devreye girer, topyekûn bir savaş çıkabilirdi" diye konuşuyor.
1963'te, sovyetler için çalıştığından kuşkulanan mi6'teki meslektaşlarını atlatarak beyrut'tan kaçan philby'ye daha sonra sovyet vatandaşlığı verildi.
philby, 1988'de moskova'da öldü.
1947-48 yıllarında istanbul'da da ruslar adına casusluk yapan philby, 1981'de çekilen videoda doğu alman istihbarat servisi üyelerine berlin'de gizli bir konferans veriyor ve ingiliz dış istihbarat servisi mi6'e girişinden sovyetler birliği'ne kaçışına kadar tüm kariyerini anlatıyor.
yıllarca batılı istihbarat servislerinden kaçmayı başaran ve bu yüzden "yüzü olmayan adam" olarak anılan ünlü casus markus wolf tarafından kürsüye davet edilen philby, konuşmasına "sizi uyarıyorum. ben kalabalık önünde pek konuşamam. yıllarca geride kalmaya çalıştım" diye başlıyor.
"düşman kampında 30 yıl geçirdiğini" söyleyen philby ingiliz imparatorluğu'nda üst sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini, cambridge'te komünizme ilgi duymaya başladığını, aktivistlerle çalıştığı avusturya'dan döndükten sonra sovyet istihbarat servisine yazıldığını belirtiyor.
"işin en ilginç yanı her şey bir anda oldu. o zaman bir işim ve çalışmayı planladığım bir işim yoktu" diyen philby, bir sovyet casusunun kendisini örgüte almak istediğini söylediğini anlatıyor ve "bana açıkça, moskova'daki merkezin gözünde en iyi hedefin ingiliz istihbarat servisi olacağı söylendi" ifadelerini kullanıyor.
mi6'e girebilmek için gazeteciliğe başladığını, times gazetesine girdiğini, ispanyol iç savaşını takip ettiğini, bürokratlarla tanıştığını ve istihbarat servisinde çalışmak istediğini belli etmeye başladığını söyleyen philby sonunda işe girmeyi başardığını ve ingiliz istihbarat servisinin sırlarına çok kolay erişildiğini söylüyor.
philby bunun için arşiv görevlileriyle dostluk kurduğunu, haftada iki-üç kez bu kişilerle yemeğe çıktığını bu sayede, işiyle ilgisi olmayan dosyalara ulaştığını belirtiyor:
"her gün ofisten koca bir çantayla çıkıyordum. çantada kendi yazdığım raporlar, dosyalar ve arşivden aldığım belgeler oluyordu. akşam bunları irtibat kurduğum sovyet ajana teslim ediyordum. sabah, tek tek fotoğrafı çekilen belgeleri geri alıyordum. erkenden de arşive geri koyuyordum. bunu yıllarca yaptım."
kim philby daha sonra mi6'in sovyetler birliği için kurduğu birime ikinci adam olarak atandı.
daha sonra kgb'deki amirinin, müdürü felix cowgill'den "kurtularak" birimin başına geçmesini istediğini belirten philby, "ona, 'yani onu öldüreyim mi, ne yapayım?' diye sorduğunu", karşılığında bürokratik entrikalara başvurmasının tavsiye edildiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:
"müdürümden kurtulmak için çalışmaya başladım. nasıl yaptığımı dinlemek istemezsiniz. çok pis bir hikâye. ama işimiz bazen pis işlere bulaşmayı da gerektiriyor. ama sonunda pis olmayan bir dava için çalışıyorsunuz. açık söylüyorum, oldukça sevdiğim bir adama karşı arsız bir entrika çevirdim."
philby, fbi ve cia'yle koordinasyon için washington'a gönderilmişti. binlerce arnavut'un komünist rejimi devirmek için gizlice ülkelerine gönderilmesini içeren operasyonu ifşa etti. birçok kişi öldürüldü.
konferansta bu olaydan bahsederken 3'ncü dünya savaşı'nı önlemeye yardımcı olduğunu söyleyen philby, "bu operasyonu bozmasaydım ve başarılı olsaydı, cia ve mi6 bunu bulgaristan gibi başka ülkelerde de deneyebilirdi. o zaman sovyetler birliği devreye girer, topyekûn bir savaş çıkabilirdi" diye konuşuyor.
1963'te, sovyetler için çalıştığından kuşkulanan mi6'teki meslektaşlarını atlatarak beyrut'tan kaçan philby'ye daha sonra sovyet vatandaşlığı verildi.
philby, 1988'de moskova'da öldü.
tarihte ve günümüzde devlet adamlarının birbirlerine tehditkar yahut övgü dolu mektuplar gönderdiği, diplomaside çok sık rastlanan ve doğal karşılanan bir olaydır fakat bu mektubu ilginç kılan 30 nisan 1945 senesinde öldüğü bilinen adolf hitler'in bu mektubu abd başkanına 1947 nisan ayında göndermiş olması durumudur.
kulağa şehir efsanesi yahut bir dezenformasyon olarak gelsede abd, rus ve alman kaynakları bu mektubu hiçbir zaman inkar edememişlerdir.
werner eckers adlı eski bir ss subayı tarafından berlin abd bölgesi askeri valisi olan general clay´a hitaben yazılmıştı; hitler´in sığınaktan kaçarken yaralandığı doğruydu ama ölmemişti, sadece bir kolunu yitirerek almanya´dan çıkmayı başarmış ve sonra yine geri dönerek saklanmış ve sessiz kalmayı tercih etmişti. eckers, ayrıca kendisinin hitler´in yanında bulunduğunu ve 17 sayfalık bir deklarasyonu dikte ettirdiğini yazıyordu. deklarasyon başkan truman´a yazılmıştı ve 12 madde içeriyordu. hitler, ss birliklerinin hala varolduğunu ve bir yeraltı terör örgütü olarak tehdit edici olabileceğini ve tekliflerinin kabul edilmesini istiyordu. 12 madde şöyleydi;
1. bütün nazi liderlerinin yargılanması hemen durdurulmalı.
2. 1 nisan 1933´den beri üye olan nazi partisi, sa, ss ve gestapo mensupları hemen affedilmeli.
3. aynı af, ordu, polis ve güvenlik güçlerini de kapsamalı.
4. oder-niesse hattı, sınır olmayacak ve toprak talepleri reddedilecektir.
5. alman halkının ihtiyacı olan yiyecekler ve diğer malzeme hemen sağlanmalı ve de almanlar bolşevikler´e teslim olmaya zorlanmamalılar.
6. eski sa ve ss mensupları, bolşevikler´e karşı bir güç oluşturmak için toplanmalıdır.
7. esir kamplarında toplanan siyasi nazi görevlileri hemen serbest bırakılmalıdır.
8. nazi konsantrasyon kampları nedeniyle suçlanan görevliler müttefikler tarafından mahkeme edilmemeli, sivil mahkemelere devredilmelidir.
9. bu özel mahkemelerde, ancak almanya´ya ihanet eden von papen, schacht ve von seydlitz gibiler yargılanmalıdır.
10. tüm yabancılar ve yahudiler hemen almanya´yı terk etmelidir.
11. başka ülkelerde esir bulunan tüm alman askerleri hemen serbest kalmalıdır.
12. eski alman kolonileri geri verilmeli, buralara alman göçmenler yollanmalı ve alman halkının almanya dışına göçü hemen kısıtlanmalıdır.
hepsi bu mu? denesi geliyor. führer çok ciddi görünüyor, eğer mektup ve hitler´in yaşadığı iddiası gerçekse, tehdit geçerli olabilir. beyaz saray, bu deklarasyonu gerçekten aldı ama hiç tepki vermedi. ama bir görüşe göre, bazı çok önemli ss liderleri serbest bırakılmış veya aranmalarından vazgeçilmişti, hatta nazi suçlularını arayan yahudi örgütlerine verilen destek kısıtlanmıştı. yine bu görüşe göre, günümüzün felaketi olan terörün ardında hitler´in çok gizli ss örgütü ve finansı bulunmaktadır, abd yapabileceğini yapmış ve avrupa ile daha çok ilgilenmek istememiştir. roosevelt´in aksine daha içe dönük olan başkan truman, amerika´nın daha çok zarar görmesine karşıdır.
kulağa şehir efsanesi yahut bir dezenformasyon olarak gelsede abd, rus ve alman kaynakları bu mektubu hiçbir zaman inkar edememişlerdir.
werner eckers adlı eski bir ss subayı tarafından berlin abd bölgesi askeri valisi olan general clay´a hitaben yazılmıştı; hitler´in sığınaktan kaçarken yaralandığı doğruydu ama ölmemişti, sadece bir kolunu yitirerek almanya´dan çıkmayı başarmış ve sonra yine geri dönerek saklanmış ve sessiz kalmayı tercih etmişti. eckers, ayrıca kendisinin hitler´in yanında bulunduğunu ve 17 sayfalık bir deklarasyonu dikte ettirdiğini yazıyordu. deklarasyon başkan truman´a yazılmıştı ve 12 madde içeriyordu. hitler, ss birliklerinin hala varolduğunu ve bir yeraltı terör örgütü olarak tehdit edici olabileceğini ve tekliflerinin kabul edilmesini istiyordu. 12 madde şöyleydi;
1. bütün nazi liderlerinin yargılanması hemen durdurulmalı.
2. 1 nisan 1933´den beri üye olan nazi partisi, sa, ss ve gestapo mensupları hemen affedilmeli.
3. aynı af, ordu, polis ve güvenlik güçlerini de kapsamalı.
4. oder-niesse hattı, sınır olmayacak ve toprak talepleri reddedilecektir.
5. alman halkının ihtiyacı olan yiyecekler ve diğer malzeme hemen sağlanmalı ve de almanlar bolşevikler´e teslim olmaya zorlanmamalılar.
6. eski sa ve ss mensupları, bolşevikler´e karşı bir güç oluşturmak için toplanmalıdır.
7. esir kamplarında toplanan siyasi nazi görevlileri hemen serbest bırakılmalıdır.
8. nazi konsantrasyon kampları nedeniyle suçlanan görevliler müttefikler tarafından mahkeme edilmemeli, sivil mahkemelere devredilmelidir.
9. bu özel mahkemelerde, ancak almanya´ya ihanet eden von papen, schacht ve von seydlitz gibiler yargılanmalıdır.
10. tüm yabancılar ve yahudiler hemen almanya´yı terk etmelidir.
11. başka ülkelerde esir bulunan tüm alman askerleri hemen serbest kalmalıdır.
12. eski alman kolonileri geri verilmeli, buralara alman göçmenler yollanmalı ve alman halkının almanya dışına göçü hemen kısıtlanmalıdır.
hepsi bu mu? denesi geliyor. führer çok ciddi görünüyor, eğer mektup ve hitler´in yaşadığı iddiası gerçekse, tehdit geçerli olabilir. beyaz saray, bu deklarasyonu gerçekten aldı ama hiç tepki vermedi. ama bir görüşe göre, bazı çok önemli ss liderleri serbest bırakılmış veya aranmalarından vazgeçilmişti, hatta nazi suçlularını arayan yahudi örgütlerine verilen destek kısıtlanmıştı. yine bu görüşe göre, günümüzün felaketi olan terörün ardında hitler´in çok gizli ss örgütü ve finansı bulunmaktadır, abd yapabileceğini yapmış ve avrupa ile daha çok ilgilenmek istememiştir. roosevelt´in aksine daha içe dönük olan başkan truman, amerika´nın daha çok zarar görmesine karşıdır.
ilk gerçek amerikan yazarı olarak kabul edilen yazar.
bir yazar için belki de iyi diyebileceğimiz bir hastalığı vardı; insomnia, yani uykusuzluk. twain geceleri bir türlü uyuyamıyor, mecburen çalışıyor; sonra hiç beklenmedik zamanlarda, kâh bir parkta kâh banyoda uyuyakalıyordu. ünlü yazar, yatağında şöyle kesintisiz, mışıl mışıl bir uykuya öyle hasretti ki bir keresinde yakınlarına, “bana güzel bir yatak verin, size ölümsüz başyapıtlar vereyim.” demişti. bu hastalığını bir türlü yenemedi. ancak doğru düzgün uyumadan da ölümsüz başyapıtlar vermeyi başardı.
bir yazar için belki de iyi diyebileceğimiz bir hastalığı vardı; insomnia, yani uykusuzluk. twain geceleri bir türlü uyuyamıyor, mecburen çalışıyor; sonra hiç beklenmedik zamanlarda, kâh bir parkta kâh banyoda uyuyakalıyordu. ünlü yazar, yatağında şöyle kesintisiz, mışıl mışıl bir uykuya öyle hasretti ki bir keresinde yakınlarına, “bana güzel bir yatak verin, size ölümsüz başyapıtlar vereyim.” demişti. bu hastalığını bir türlü yenemedi. ancak doğru düzgün uyumadan da ölümsüz başyapıtlar vermeyi başardı.
sevgilisi ilary blasi ile düğününe dadısını, ilk öğretmenini, ilk teknik direktörünü, mahallesindeki bakkalı ve 12 bin romalı taraftarı davet etmis ve hepsine tek tek davetiye yollamış. düğün yayın haklarının tamamını ise roma omurilik felçlileri dernegine bağışlamış uber şahsiyet.
"her futbolcunun içinde bir dahi vardır, ama sadece bir van gogh var ve sadece bir totti var.”
giovanni trapattoni
"her futbolcunun içinde bir dahi vardır, ama sadece bir van gogh var ve sadece bir totti var.”
giovanni trapattoni
içeriği oldukça hayret verici ve içeriğindeki öngörüler maalesef günümüze kadar gerçekleşmiş yahut gerçekleşme dahilindedir.
albert pike 29 aralık 1809 boston doğumlu şair, general ve 33. derece büyük mason üstadı.
bu adamı önemli kılan asıl şey ise yeni dünya düzeni'nin yaratici fikir babasi olmasıdır.özellikle öngörü ve organizasyon yeteneği bakımından dünya tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı isimlerinin başında gelir.
yaklaşık 150 sene önce yazılmış ve hala abd tarafından saklandığı bilinen bu mektup son iki yüzyılda dünya düzeninin fikir babasının ne kadar da ince ve muntazam bir plan kurduğunu gösteriyor.
albert pike'ın giuseppe mazzini'ye(dönemin mason locası başkanı) yazdığı 15 ağustos 1871 tarihli mektup;
15 ağustos 1871, washington dc
illuminati'nin amacına ulaşması için öncelikle bir dünya savaşı çıkarmalıyız.
bu sebeple rusya'da çar'ı(çarlığı) zayıflatıp, ateizmi ve komünizmi hakim kılmalıyız.
ajanlarımız vasıtasıyla britanya imparatorluğu ve alman imparatorluğu arasında gerginliği körükleyerek savaşa zemin hazırlamalıyız.
ve i. dünya savaşı sonrası, komünist düzeni iyice inşa etmeliyiz ki, tüm hükûmetleri yıkabilelim ve tüm dini düzenleri zayıflatabilelim.
ardından ii. dünya savaşı'nı çıkarmalıyız ve bunu gerçekleştirmemiz için; faşistler ve siyonistler arasında savaşla sonuçlanacak bir gerginlik oluşturmalıyız.
isimleri nazi olacak olan faşistleri, savaş sonunda yok etmeli ve savaş sonrası filistin'de israil devletini kurmalıyız.
ikinci dünya savaşı sürecinde uluslararası komünizm mutlaka hristiyanlığı dengeleyecek bir güce ulaştırılmalı.
toplumlara ölçülü bir şekilde son çöküşü yaşatacağımız zamana kadar bu denge bizim için gereklidir.
üçüncü dünya savaşı'nı çıkarmamız için; islam aleminin liderleri ve siyonistler arasında ajanlarımız vasıtasıyla, ayrı düştükleri konular üzerinden gerginlik çıkarmalıyız.
ve bu savaş, müslüman arap dünyası ve israil devleti'nin birbirlerini yok edecekleri şekilde dizayn edilmeli.
ve bu hengame içinde diğer milletleri bu konuda, fiziksel, ahlaki, ruhsal ve ekonomik olarak çökmeleri için mücadeleye zorlamalıyız.
nihilistlerin ve ateistlerin önlerini açmalıyız ve müthiş bir sosyal çöküş provoke etmeliyiz ki böylece bu kanlı kargaşa ve vahşetin doğurduğu korku içinde mutlak ateizm etkisi ortaya çıksın.
ve insanlar her yerde vahşi devrimci azınlığa karşı kendilerini savunmak zorunda kalacak.
daha sonra insanlık medeniyeti, bu vahşi yok edicileri imha edecek.
ve birçok kişi hristiyanlık'ta hayal kırıklığı yaşayacak.
ve kimileri hayatta herhangi bir pusulası veya istikameti olmaksızın deizm'i seçecek.
ama bir düşünceden ötürü endişe duyacaklar.
bu endişelerinin sebebi; nereye itaat edecekleri, neye yönelecekleri konusu.
ve sonunda evrensel bildiriler, evrensel kurallar, mesajlar yoluyla lucifer'ın saf doktrininin ışığını almaya başlayacaklar.
ve bu doktrin, sonunda tüm insanlık içinde genel dünya görüşü haline gelecek ve ona teslimiyet içinde olacaklar.
hristiyanlık ve ateizmin fethedilmesi ve aynı zamanda yok edilmesinden sonra ortaya çıkacak olan bu genel dünya görüşü, dünya genelinde muhafazakar hareketlere de sebep olacaktır.
albert pike
albert pike 29 aralık 1809 boston doğumlu şair, general ve 33. derece büyük mason üstadı.
bu adamı önemli kılan asıl şey ise yeni dünya düzeni'nin yaratici fikir babasi olmasıdır.özellikle öngörü ve organizasyon yeteneği bakımından dünya tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı isimlerinin başında gelir.
yaklaşık 150 sene önce yazılmış ve hala abd tarafından saklandığı bilinen bu mektup son iki yüzyılda dünya düzeninin fikir babasının ne kadar da ince ve muntazam bir plan kurduğunu gösteriyor.
albert pike'ın giuseppe mazzini'ye(dönemin mason locası başkanı) yazdığı 15 ağustos 1871 tarihli mektup;
15 ağustos 1871, washington dc
illuminati'nin amacına ulaşması için öncelikle bir dünya savaşı çıkarmalıyız.
bu sebeple rusya'da çar'ı(çarlığı) zayıflatıp, ateizmi ve komünizmi hakim kılmalıyız.
ajanlarımız vasıtasıyla britanya imparatorluğu ve alman imparatorluğu arasında gerginliği körükleyerek savaşa zemin hazırlamalıyız.
ve i. dünya savaşı sonrası, komünist düzeni iyice inşa etmeliyiz ki, tüm hükûmetleri yıkabilelim ve tüm dini düzenleri zayıflatabilelim.
ardından ii. dünya savaşı'nı çıkarmalıyız ve bunu gerçekleştirmemiz için; faşistler ve siyonistler arasında savaşla sonuçlanacak bir gerginlik oluşturmalıyız.
isimleri nazi olacak olan faşistleri, savaş sonunda yok etmeli ve savaş sonrası filistin'de israil devletini kurmalıyız.
ikinci dünya savaşı sürecinde uluslararası komünizm mutlaka hristiyanlığı dengeleyecek bir güce ulaştırılmalı.
toplumlara ölçülü bir şekilde son çöküşü yaşatacağımız zamana kadar bu denge bizim için gereklidir.
üçüncü dünya savaşı'nı çıkarmamız için; islam aleminin liderleri ve siyonistler arasında ajanlarımız vasıtasıyla, ayrı düştükleri konular üzerinden gerginlik çıkarmalıyız.
ve bu savaş, müslüman arap dünyası ve israil devleti'nin birbirlerini yok edecekleri şekilde dizayn edilmeli.
ve bu hengame içinde diğer milletleri bu konuda, fiziksel, ahlaki, ruhsal ve ekonomik olarak çökmeleri için mücadeleye zorlamalıyız.
nihilistlerin ve ateistlerin önlerini açmalıyız ve müthiş bir sosyal çöküş provoke etmeliyiz ki böylece bu kanlı kargaşa ve vahşetin doğurduğu korku içinde mutlak ateizm etkisi ortaya çıksın.
ve insanlar her yerde vahşi devrimci azınlığa karşı kendilerini savunmak zorunda kalacak.
daha sonra insanlık medeniyeti, bu vahşi yok edicileri imha edecek.
ve birçok kişi hristiyanlık'ta hayal kırıklığı yaşayacak.
ve kimileri hayatta herhangi bir pusulası veya istikameti olmaksızın deizm'i seçecek.
ama bir düşünceden ötürü endişe duyacaklar.
bu endişelerinin sebebi; nereye itaat edecekleri, neye yönelecekleri konusu.
ve sonunda evrensel bildiriler, evrensel kurallar, mesajlar yoluyla lucifer'ın saf doktrininin ışığını almaya başlayacaklar.
ve bu doktrin, sonunda tüm insanlık içinde genel dünya görüşü haline gelecek ve ona teslimiyet içinde olacaklar.
hristiyanlık ve ateizmin fethedilmesi ve aynı zamanda yok edilmesinden sonra ortaya çıkacak olan bu genel dünya görüşü, dünya genelinde muhafazakar hareketlere de sebep olacaktır.
albert pike
tarihin ilk asılarak idam edilen filinin idamıdır.
1916'da amerika birleşik devletleri'nin tennessee eyaletinde, bir sirkte gösteri yapan fil mary, bakıcısının kendisini kızdırması sonucunda bakıcısına saldırmış ve bakıcısını öldürmüştür.
charlie sparks'ın seyahat eden bir sirki vardı ve bu mary de bu sirkin baş oyuncusuydu. 1916 yılının soğuk bir şubat ayında, mary'nin her zamanki bakıcısı yoktu ve kendisine deneyimsiz bir bakıcı atanmak durumunda kalındı. çünkü 5 tonluk bir asya fili olan mary gösterinin en baş oyuncularından birisiydi. deneyimsiz bakıcı mary'i teşvik etmek isterken onu bilinçsizce yaraladı. acılar içerisindeki fil sinirlerek bakıcısını ezince olanlar oldu. erwin kasabası yolları inşa edilen, gelişen bir kasabaydı. bir de mahkemesi vardı. cinayet suçundan yargılanan fil mary suçlu bulundu ve idamına karar verildi. fil mary, erwin kasabasından 40 km uzaklıktaki kingsport kasabasının meydanında asıldı.
zenginsozluk.com/foto
tabi ki 5 tonluk bir fil olan mary'i sehpa ve ve halatla asamazlardı. bu nedenle bir tren yolu vinci kullanılmaya karar verildi. ilk denemede beş tonluk fili taşıyamayan vincin zinciri koptu, yere düşen mary'nin kalçası ve bacakları kırıldı. ikinci seferinde ise daha da güçlendirilmiş bir zincir bulundu ve idam tekrardan gerçekleştirildi. bu sefer başarılı olmuştu ve fil mary cinayet suçundan dolayı idam edilmişti.
1916'da amerika birleşik devletleri'nin tennessee eyaletinde, bir sirkte gösteri yapan fil mary, bakıcısının kendisini kızdırması sonucunda bakıcısına saldırmış ve bakıcısını öldürmüştür.
charlie sparks'ın seyahat eden bir sirki vardı ve bu mary de bu sirkin baş oyuncusuydu. 1916 yılının soğuk bir şubat ayında, mary'nin her zamanki bakıcısı yoktu ve kendisine deneyimsiz bir bakıcı atanmak durumunda kalındı. çünkü 5 tonluk bir asya fili olan mary gösterinin en baş oyuncularından birisiydi. deneyimsiz bakıcı mary'i teşvik etmek isterken onu bilinçsizce yaraladı. acılar içerisindeki fil sinirlerek bakıcısını ezince olanlar oldu. erwin kasabası yolları inşa edilen, gelişen bir kasabaydı. bir de mahkemesi vardı. cinayet suçundan yargılanan fil mary suçlu bulundu ve idamına karar verildi. fil mary, erwin kasabasından 40 km uzaklıktaki kingsport kasabasının meydanında asıldı.
zenginsozluk.com/foto
tabi ki 5 tonluk bir fil olan mary'i sehpa ve ve halatla asamazlardı. bu nedenle bir tren yolu vinci kullanılmaya karar verildi. ilk denemede beş tonluk fili taşıyamayan vincin zinciri koptu, yere düşen mary'nin kalçası ve bacakları kırıldı. ikinci seferinde ise daha da güçlendirilmiş bir zincir bulundu ve idam tekrardan gerçekleştirildi. bu sefer başarılı olmuştu ve fil mary cinayet suçundan dolayı idam edilmişti.
muhalefet yok ve başkanlık babadan oğula geçiyor. devlet başkanı ayrıca ilahi kudret olarak adlandırılıyor. halkın boy ortalaması 1.50-1.55 civarı, sadece buğday yemekten gelişimlerini tamamlayamiyor ve yazık ki 45-50 sene civarı anca yasayabiliyorlar. özel mülkiyet edinme sadece yüksek bürokrat ve apoletli askerlerin hakkı.
k.kore guzellemesi yapan kitleler sadece sloganlarla ve ezber şiirlerle hayatının idame ettirenlerdir. yahut hayatlarında ya açlık görmemişler ya da dayak yememisler.
daha da komiği, burada tek adama hayır diye kicini yirtanlar orada "kim" guzellemesi yapmakta beis görmezler. inanin ki güzel ülkemde anlamakta zorlandığım garip bir kitle var. psikolojisini ve dünya görüşünü anlayabilmek için bu başlığa göz atmanız yeterli.
k.kore guzellemesi yapan kitleler sadece sloganlarla ve ezber şiirlerle hayatının idame ettirenlerdir. yahut hayatlarında ya açlık görmemişler ya da dayak yememisler.
daha da komiği, burada tek adama hayır diye kicini yirtanlar orada "kim" guzellemesi yapmakta beis görmezler. inanin ki güzel ülkemde anlamakta zorlandığım garip bir kitle var. psikolojisini ve dünya görüşünü anlayabilmek için bu başlığa göz atmanız yeterli.
iyi bir oyuncu olması kadar bu adamınki gibi böyle ahenkli şekil alan saç görmedim. mahalle aralarında sac-sakal 8 tl olan berbere gitse bile asaletiyle çıkar.
sin city ve usual suspect filmlerindeki performansı ile nirvana yapmıştır.
sin city ve usual suspect filmlerindeki performansı ile nirvana yapmıştır.
tarihin en akıl almaz sinir ve psikoloji vakasını geçiren kişidir.
demiryolu inşası sürecinde bir kayanın patlatılması gerekiyordu ve patlatılacak olan kayanın üzerine bir delik açıldı. 110 cm uzunluğunda bir demir kullanılarak deliğe barut, fitil ve kum dolduruldu. deliğe doldurulan kum az gelince fitil birden alevlendi ve barut patladı. patlayan barut 6 kg ağırlığındaki ve 110 cm uzunluğundaki demiri adete fırlattı. demir müthiş bir hızla gage'in sol gözünün altından girdi ve kafatasından çıkarak 25 m uzaklıkta bir yere düştü. işte bu ağır kazadan sonra yaşananlar ise sinir ve psikoloji biliminin en çok tartışılan vakasını oluşturacaktı.
gage'in beyninin sol ön lobu tamamen yok olmuştu. fakat gage sakince ayağa kalktı ve bir iki dakika sonra konuşmaya başladı. bilinci gayet yerindeydi. kimsenin yardımı olmadan bir at arabasına binip 1.2 km uzaklıktaki doktora gitti hem de at arabasında dik oturur vaziyette. gage kasabaya ulaştığında dr. edward williams'ı buldu. dr. williams haliyle onun öldüğünü zannetti fakat nabzı 60'ı gösteriyordu. yani hayattaydı. doktorlar hemen gage'i kontorlleri altına aldılar. 1 ay boyunca çabalayarak kendisini toparlamasını sağladılar.
fakat birşeyler ters gidiyordu. şimdiki gage ile 1 ay önceki gage'in alakası yoktu. karakter olarak bambaşka bir adam olmuştu. çalışmasına çalışıyordu, eskisi kadar çalışkandı da. fakat davranışları ve karakteri tamamen değişmişti. algısal problemler de yaşıyordu. kendisine yardım etmek isteyenleri bile tersliyordu. sabırsız bir hal almıştı, kimseye tahammül edemiyordu. kibar, saygılı bir adam olan gage şimdi ise küfürbaz ve tahammülsüz bir adam olmuştu.başka bir adam olan gage 12 yıl bu şekilde hayatını sürdürdü. 12 yıl sonra ise yaralarının sebep olduğu sağlık problemleri nedeniyle yaşamını yitirdi.
sonrasında yapılan araştırmlara göre demir sanıldığı gibi gage'in beynini yarmamıştı. beynin ortası etkilenmemişti. asıl olan beynin sol kısmındaki beyaz dokudan fazlasıyla kayıp yaşanmasıydı. beyaz doku kaybedilince bu beynin sağ tarafında bağlantılı olan yerleri de etkiledi ve buralar hiç bir zaman düzelmedi. işte davranış bozukluğu da tam burada oluşuyordu. beyaz doku kaybının ve gage'in sanal beyninde çıkarılan sinir haritasındaki tahribatların davranışları nasıl etkilediği keşfedilmiş oldu.
bu araştırma beynin hangi bölgesindeki hasarın davranışı nasıl etkilediği konusunu çözen tarihi bir araştırma oldu ve bir buçuk asırlık tartışmaları en sonunda neticelendirdi.
demiryolu inşası sürecinde bir kayanın patlatılması gerekiyordu ve patlatılacak olan kayanın üzerine bir delik açıldı. 110 cm uzunluğunda bir demir kullanılarak deliğe barut, fitil ve kum dolduruldu. deliğe doldurulan kum az gelince fitil birden alevlendi ve barut patladı. patlayan barut 6 kg ağırlığındaki ve 110 cm uzunluğundaki demiri adete fırlattı. demir müthiş bir hızla gage'in sol gözünün altından girdi ve kafatasından çıkarak 25 m uzaklıkta bir yere düştü. işte bu ağır kazadan sonra yaşananlar ise sinir ve psikoloji biliminin en çok tartışılan vakasını oluşturacaktı.
gage'in beyninin sol ön lobu tamamen yok olmuştu. fakat gage sakince ayağa kalktı ve bir iki dakika sonra konuşmaya başladı. bilinci gayet yerindeydi. kimsenin yardımı olmadan bir at arabasına binip 1.2 km uzaklıktaki doktora gitti hem de at arabasında dik oturur vaziyette. gage kasabaya ulaştığında dr. edward williams'ı buldu. dr. williams haliyle onun öldüğünü zannetti fakat nabzı 60'ı gösteriyordu. yani hayattaydı. doktorlar hemen gage'i kontorlleri altına aldılar. 1 ay boyunca çabalayarak kendisini toparlamasını sağladılar.
fakat birşeyler ters gidiyordu. şimdiki gage ile 1 ay önceki gage'in alakası yoktu. karakter olarak bambaşka bir adam olmuştu. çalışmasına çalışıyordu, eskisi kadar çalışkandı da. fakat davranışları ve karakteri tamamen değişmişti. algısal problemler de yaşıyordu. kendisine yardım etmek isteyenleri bile tersliyordu. sabırsız bir hal almıştı, kimseye tahammül edemiyordu. kibar, saygılı bir adam olan gage şimdi ise küfürbaz ve tahammülsüz bir adam olmuştu.başka bir adam olan gage 12 yıl bu şekilde hayatını sürdürdü. 12 yıl sonra ise yaralarının sebep olduğu sağlık problemleri nedeniyle yaşamını yitirdi.
sonrasında yapılan araştırmlara göre demir sanıldığı gibi gage'in beynini yarmamıştı. beynin ortası etkilenmemişti. asıl olan beynin sol kısmındaki beyaz dokudan fazlasıyla kayıp yaşanmasıydı. beyaz doku kaybedilince bu beynin sağ tarafında bağlantılı olan yerleri de etkiledi ve buralar hiç bir zaman düzelmedi. işte davranış bozukluğu da tam burada oluşuyordu. beyaz doku kaybının ve gage'in sanal beyninde çıkarılan sinir haritasındaki tahribatların davranışları nasıl etkilediği keşfedilmiş oldu.
bu araştırma beynin hangi bölgesindeki hasarın davranışı nasıl etkilediği konusunu çözen tarihi bir araştırma oldu ve bir buçuk asırlık tartışmaları en sonunda neticelendirdi.
türkçe'de binbir surat sendromu olarak bilinen nörolojik bir rahatsızlıktır.
dünyada nadiren görülen fregoli sanrısı bir kişinin yüzünü dışardaki herkesin yüzünde görmek, hatta herkesin birbirinin kopyası olduğunu sanmaktır. mesela fregoli sanrısına tutulmuş bir kişi kendisi hariç herkesin aynı kişi olduğunu sanarken, herkesin kötü kişilerce ele geçirildiğini düşünmektedir. kısaca bu rahatszlığa sahip kimseler, çevresinde kılık değiştirmiş kişilerce taciz edildiğini paranoya haline getirmiştir. bazen kapıdaki komşu, bazen televizyondaki spiker, bazen de en yakın arkadaş kişiye zarar verecek düşman ya da çok sevdiği annesi olabilmektedir.
fregoli sanrısı ilk kez 1927 yılında, 27 yaşındaki genç bir kadının tiyatroda izlediği aktörün kendisini takip ettiği şikayetiyle ortaya çıkmıştır. araştırmalar sonucu tıp tarihine yeni bir hastalık eklenirken, bu hastalığa adını veren ise italyan sahne yıldızı leopoldo fregoli olmuştur. sahnede sürekli kılık değiştirip onlarca yüze bürünen leopoldo fregoli, guinness rekorlar kitabı'nda en hızlı ve en yaratıcı sanatçı olurken oyunlarını da genelde tek başına oynamaktadır. bahsi geçen 27 yaşındaki kadın ise, leopoldo fregoli'yi izledikten sonra her yerde onu gördüğünü ve kendisini takip ettiğini hekimlere danışmış ve fregoli tanısı ilk kez 1927 yılında, bu kadına konmuştur. hastalığın sebebine gelince normalde tanıştığımız ya da gördüğümüz herkesle ilgili kafamızda bir görüntü, yargı, ipucu oluşur. fregoli sanrısı yaşayanlar ise bunları hatırlarken beyindeki limbik sistem olarak bilinen duyguları/ içgüdüleri kontrol eden bölgeyle kuvvetli bir bağ kurmaktadır. bir tanıdıklık ya da yakınlık duyduğumuz kişilerle -arkadaş, anne, baba- avuç içimiz ısınırken, fregoli hastaları için bu avuç içi ısınması herkese karşı olmaktadır. fregoli sanrısı yaşayanların beynindeki insan yüzlerini hatırlatan bölgelerin limbik sistemle aşırı derece bağı olması, avuç içi ısısının gördüğü herkese karşı yükselmesine neden olmaktadır. bu sebeple bir yanılsamaya neden olan beyin herkesi aynı kişi sanmakta ve "böyle hissediyorsam, bu o" algısına yol açmakta ve sanrı ortaya çıkmaktadır.
dünyada nadiren görülen fregoli sanrısı bir kişinin yüzünü dışardaki herkesin yüzünde görmek, hatta herkesin birbirinin kopyası olduğunu sanmaktır. mesela fregoli sanrısına tutulmuş bir kişi kendisi hariç herkesin aynı kişi olduğunu sanarken, herkesin kötü kişilerce ele geçirildiğini düşünmektedir. kısaca bu rahatszlığa sahip kimseler, çevresinde kılık değiştirmiş kişilerce taciz edildiğini paranoya haline getirmiştir. bazen kapıdaki komşu, bazen televizyondaki spiker, bazen de en yakın arkadaş kişiye zarar verecek düşman ya da çok sevdiği annesi olabilmektedir.
fregoli sanrısı ilk kez 1927 yılında, 27 yaşındaki genç bir kadının tiyatroda izlediği aktörün kendisini takip ettiği şikayetiyle ortaya çıkmıştır. araştırmalar sonucu tıp tarihine yeni bir hastalık eklenirken, bu hastalığa adını veren ise italyan sahne yıldızı leopoldo fregoli olmuştur. sahnede sürekli kılık değiştirip onlarca yüze bürünen leopoldo fregoli, guinness rekorlar kitabı'nda en hızlı ve en yaratıcı sanatçı olurken oyunlarını da genelde tek başına oynamaktadır. bahsi geçen 27 yaşındaki kadın ise, leopoldo fregoli'yi izledikten sonra her yerde onu gördüğünü ve kendisini takip ettiğini hekimlere danışmış ve fregoli tanısı ilk kez 1927 yılında, bu kadına konmuştur. hastalığın sebebine gelince normalde tanıştığımız ya da gördüğümüz herkesle ilgili kafamızda bir görüntü, yargı, ipucu oluşur. fregoli sanrısı yaşayanlar ise bunları hatırlarken beyindeki limbik sistem olarak bilinen duyguları/ içgüdüleri kontrol eden bölgeyle kuvvetli bir bağ kurmaktadır. bir tanıdıklık ya da yakınlık duyduğumuz kişilerle -arkadaş, anne, baba- avuç içimiz ısınırken, fregoli hastaları için bu avuç içi ısınması herkese karşı olmaktadır. fregoli sanrısı yaşayanların beynindeki insan yüzlerini hatırlatan bölgelerin limbik sistemle aşırı derece bağı olması, avuç içi ısısının gördüğü herkese karşı yükselmesine neden olmaktadır. bu sebeple bir yanılsamaya neden olan beyin herkesi aynı kişi sanmakta ve "böyle hissediyorsam, bu o" algısına yol açmakta ve sanrı ortaya çıkmaktadır.
betsy davis, california'da yaşayan bir sanatçı. 2013 yılında kendisine als teşhisi konuyor, als beyin ve omurilik sinir hücrelerini etkileyen ve tedavisi olmayan bir hastalık. betsy günden güne vücudundaki tüm kasların kontrolünü kaybetmeye başlıyor ve tabiri caizse vücudu kendini kapatıyor.
hastalığa yakalanmasının 3. yılında betsy zor bir karar veriyor ve california eyaletinde yasallaşan iğne ile ötenazinin ilk kullanıcılarından biri oluyor. ancak bundan önce yapması gereken bir şey var, arkadaşlarına veda etmek.
2016 yılının temmuz ayında, 41 yaşındayken betsy 30 yakın arkadaşına bir e-posta gönderip onları bir partiye davet ediyor.
bu parti daha önce katıldığınız hiçbir partiye benzemeyecek diye yazıyor betsy ve tek bir kural koyuyor: benim karşımda ağlamak yok!
betsy'nin hafta sonu için planladığı bu parti aslında ölümcül dozda ilaç alıp ötenazi uygulanmadan önce arkadaşlarına bir vedası.
ölüm uykusuna dalmadan önce arkadaşlarıyla birlikte çok iyi planlanmış, eğlenceli ve keyifli iki gün geçirmek istiyor.
arkadaşları içinse bu partiye katılmak çok ama çok zor, iki gün sonra aralarından ayrılacak arkadaşlarının karşısında hiç ağlamamak ve eğlenmeye çalışmak.
betsy'nin davet ettiği bütün arkadaşları partiye geliyor ve son derece keyifli ve dolu dolu iki gün geçiriliyor.
küçük konserler veriliyor, betsy'nin en sevdiği pizzacıdan pizzalar yeniyor ve onun en sevdiği filmler seyrediliyor.
partide, betsy'nin söylemek istediklerini bakıcıları arkadaşlarına tercüme ediyor ve betsy arkadaşlarının partiden memnun kalması için herkesle tek tek ilgileniyor.
davet edilen arkadaşlarına evden betsy'yi hatırlatacak hatıralar alabilecekleri söyleniyor, betsy'nin eserleri, takıları, kıyafetleri, vs. aklınıza ne gelirse.
hafta sonunun bitmesiyle birlikte grup halinde fotoğraf çektiriliyor ve arkadaşları betsy'ye veda ediyor… ardından betsy arabasına binerek kliniğin yolunu tutuyor.
sabah saat 6.45'te, son kez gün doğumunu izlemesinin ardından betsy doktorunun yazdığı ilaçları alıyor ve dört saat içinde gözlerini hayata yumuyor.
ardından betsy'nin son anlarına şahit olan bir arkadaşı: “betsy bir insanın isteyebileceği en güzel ölümü yaşadı” sözlerini sarf ediyor.
hastalığa yakalanmasının 3. yılında betsy zor bir karar veriyor ve california eyaletinde yasallaşan iğne ile ötenazinin ilk kullanıcılarından biri oluyor. ancak bundan önce yapması gereken bir şey var, arkadaşlarına veda etmek.
2016 yılının temmuz ayında, 41 yaşındayken betsy 30 yakın arkadaşına bir e-posta gönderip onları bir partiye davet ediyor.
bu parti daha önce katıldığınız hiçbir partiye benzemeyecek diye yazıyor betsy ve tek bir kural koyuyor: benim karşımda ağlamak yok!
betsy'nin hafta sonu için planladığı bu parti aslında ölümcül dozda ilaç alıp ötenazi uygulanmadan önce arkadaşlarına bir vedası.
ölüm uykusuna dalmadan önce arkadaşlarıyla birlikte çok iyi planlanmış, eğlenceli ve keyifli iki gün geçirmek istiyor.
arkadaşları içinse bu partiye katılmak çok ama çok zor, iki gün sonra aralarından ayrılacak arkadaşlarının karşısında hiç ağlamamak ve eğlenmeye çalışmak.
betsy'nin davet ettiği bütün arkadaşları partiye geliyor ve son derece keyifli ve dolu dolu iki gün geçiriliyor.
küçük konserler veriliyor, betsy'nin en sevdiği pizzacıdan pizzalar yeniyor ve onun en sevdiği filmler seyrediliyor.
partide, betsy'nin söylemek istediklerini bakıcıları arkadaşlarına tercüme ediyor ve betsy arkadaşlarının partiden memnun kalması için herkesle tek tek ilgileniyor.
davet edilen arkadaşlarına evden betsy'yi hatırlatacak hatıralar alabilecekleri söyleniyor, betsy'nin eserleri, takıları, kıyafetleri, vs. aklınıza ne gelirse.
hafta sonunun bitmesiyle birlikte grup halinde fotoğraf çektiriliyor ve arkadaşları betsy'ye veda ediyor… ardından betsy arabasına binerek kliniğin yolunu tutuyor.
sabah saat 6.45'te, son kez gün doğumunu izlemesinin ardından betsy doktorunun yazdığı ilaçları alıyor ve dört saat içinde gözlerini hayata yumuyor.
ardından betsy'nin son anlarına şahit olan bir arkadaşı: “betsy bir insanın isteyebileceği en güzel ölümü yaşadı” sözlerini sarf ediyor.
19'uncu yüzyılda yaşayan, var olmayan toprakları satarak dünyanın sayılı dolandırıcıları arasına giren 1786 doğumlu iskoç.
macgregor 1820 yılında londra'ya, ispanyol-amerikalı bir kadınla evli ve honduras'ta bağımsız bir toprak olan poyais'in prensi olarak geri döndü. daha doğrusu, çevresindekilere anlattığı buydu. honduras'taki yerli bir kabilenin şefi 32 bin 374 kilometrekare büyüklüğündeki toprakları ona vermişti. o da bu bakir topraklara altyapı götürmüştü. ancak şimdi bu keşfedilmemiş toprakların yeni yerleşimcilere ve yatırıma ihtiyacı vardı. "prens macgregor" ilk fırsatı londra, glasgow ve edinburg'a verdiğini söyleyerek, hakimiyet kurduğu toprakları satmaya başladı. ekim 1822'de bu sözde toprakları satarak 200 bin sterlin topladı.ingilizleri poyais isimli bir koloni olduğuna inandırmak için her yolu deneyen gregor macgregor, üzerinde kendi kaşe ve imzasının bulunduğu "poyais doları"nı bastı. aynı yıl poyais ile ilgili 350 sayfalık bir rehber kitap hazırlayan macgregor, honduras körfezi'ndeki bu toprakların yerleşmek için ideal bir coğrafya ve iklime sahip olduğunu, -şaşırtıcı bir şekilde- tropik hastalıkların bulunmadığını, üstelik çok "ingilizsever" olduklarını yazdı. ve fakat "hikayenin yalan olduğunun ortaya çıkması" geç olmadı…
birkaç gün içinde gazeteler var olmayan poyais haberleriyle doluydu. ve macgregor ortadan kaybolmuştu.
macgregor bir yıl sonra bu kez fransa'da poyais kolonisini tanıtmak üzere ortaya çıktı. ağustos 1825'te fransızlardan 300 bin sterlin toplayan "poyais prensi", bazı fransız yatırımcılara bu topraklardan hisse vereceğini söyleyerek kandırdı, ancak bu kez senaryosunu sonlandıramadı. bir grup insanın adını hiç duymadıkları bir ülkeye gitmek için pasaport aldığını fark eden fransız yetkililer, insanla dolu la nouvelle noustrie isimli gemiye le havre kentinden açılmadan el koyarak, macgregor'un hilesini bastırdı. fransa'daki dolandırıcılık çetesi tutuklandı ama macgregor kaçmayı başardı.
sözde prens, 1826'da londra'ya dönerek poyais'in hayali topraklarını, bu kez yeni kurbanlarına satmayı başardı. 1837'ye kadar poyais'i satan macgregor 1839'da özgürlüğü için savaştığı ve general unvanı aldığı venezüella'ya döndü. macgregor, 1845'te 58 yaşında burada yaşama veda etti.
macgregor 1820 yılında londra'ya, ispanyol-amerikalı bir kadınla evli ve honduras'ta bağımsız bir toprak olan poyais'in prensi olarak geri döndü. daha doğrusu, çevresindekilere anlattığı buydu. honduras'taki yerli bir kabilenin şefi 32 bin 374 kilometrekare büyüklüğündeki toprakları ona vermişti. o da bu bakir topraklara altyapı götürmüştü. ancak şimdi bu keşfedilmemiş toprakların yeni yerleşimcilere ve yatırıma ihtiyacı vardı. "prens macgregor" ilk fırsatı londra, glasgow ve edinburg'a verdiğini söyleyerek, hakimiyet kurduğu toprakları satmaya başladı. ekim 1822'de bu sözde toprakları satarak 200 bin sterlin topladı.ingilizleri poyais isimli bir koloni olduğuna inandırmak için her yolu deneyen gregor macgregor, üzerinde kendi kaşe ve imzasının bulunduğu "poyais doları"nı bastı. aynı yıl poyais ile ilgili 350 sayfalık bir rehber kitap hazırlayan macgregor, honduras körfezi'ndeki bu toprakların yerleşmek için ideal bir coğrafya ve iklime sahip olduğunu, -şaşırtıcı bir şekilde- tropik hastalıkların bulunmadığını, üstelik çok "ingilizsever" olduklarını yazdı. ve fakat "hikayenin yalan olduğunun ortaya çıkması" geç olmadı…
birkaç gün içinde gazeteler var olmayan poyais haberleriyle doluydu. ve macgregor ortadan kaybolmuştu.
macgregor bir yıl sonra bu kez fransa'da poyais kolonisini tanıtmak üzere ortaya çıktı. ağustos 1825'te fransızlardan 300 bin sterlin toplayan "poyais prensi", bazı fransız yatırımcılara bu topraklardan hisse vereceğini söyleyerek kandırdı, ancak bu kez senaryosunu sonlandıramadı. bir grup insanın adını hiç duymadıkları bir ülkeye gitmek için pasaport aldığını fark eden fransız yetkililer, insanla dolu la nouvelle noustrie isimli gemiye le havre kentinden açılmadan el koyarak, macgregor'un hilesini bastırdı. fransa'daki dolandırıcılık çetesi tutuklandı ama macgregor kaçmayı başardı.
sözde prens, 1826'da londra'ya dönerek poyais'in hayali topraklarını, bu kez yeni kurbanlarına satmayı başardı. 1837'ye kadar poyais'i satan macgregor 1839'da özgürlüğü için savaştığı ve general unvanı aldığı venezüella'ya döndü. macgregor, 1845'te 58 yaşında burada yaşama veda etti.