bu gece ahmet erhan zaten söylemenmesi gereken her şeyi söylemiş ruh halim için. ben ne konuşsam gevezelik olur;
boğulmak benim hünerimdir
yağmurlara uzak o topraklarda
de ki öldü bu adam
halk diktatörlüğünün birinci yılında
boğulmak benim hünerimdir
su geçirmez şemsiyeler gibi kollarımı açıp da
yeni geldim, kurundum, şöyle ne oldum
o mel'un yalnızlığın çorak sayfasında
kendimi koşuya saldığım bir mevsimdir
yağmur beni kovalar, ben yüzümü yıkarım
kirliyim, arınmam, üç beş kadeh atarım
üstüne de bir cigara yakardım, ben adam olsam
derin uçurumlara tutkun bir ağaç gibi
boğulmak hüner midir ah, bir elimi tutsan.
gözlerin ipekyoludur ömrümün
akasya yüklü kervanlar geçer
çan sesleri arasında bir fener
yanar söner yanar söner yanar söner
gözlerin ipekyoludur ömrümün
kentin en kalabalık yerlerinde
dört nala koşan bir at gibi
çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
hayatı teğellemek yepyeni bir güne
ve sonra sökmek uzun uzun
gözlerin ipekyoludur ömrümün
yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
düşülür her şeyin altına bir tarih
soluksuzum günlerdir geceler uzar
yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık
kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar
başıma gelecekleri bile bile yürürüm
hilton oteli'nde hu çekerim huu...
işte hırkam ben de bir dervişim
asamı vestiyerde bırakmak zorunda kalırım
nescafeyi konyakla kardığım günler gecelerdir
bakarım gözlerine eğnim silkelenir
döktüğüm acılar yıllar kederlerdir
alnıma bir avuç tuz atılır düşünemem
konuşamam ağlayamam bağıramam
neden gece her gecenin ardından gelir
gözlerin ipekyoludur ömrümün
gözlerin tarihçesi yaşayıp öldüğümün
ıhlamur ağaçları altında bir saraybosna hatırası
sen ben ve deniz bir de rüzgarın örttüğü gençliğimiz
sen ben ve deniz. sen ben ve deniz..
akasya yüklü kervanlar geçer
çan sesleri arasında bir fener
yanar söner yanar söner yanar söner
gözlerin ipekyoludur ömrümün
kentin en kalabalık yerlerinde
dört nala koşan bir at gibi
çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
hayatı teğellemek yepyeni bir güne
ve sonra sökmek uzun uzun
gözlerin ipekyoludur ömrümün
yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
düşülür her şeyin altına bir tarih
soluksuzum günlerdir geceler uzar
yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık
kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar
başıma gelecekleri bile bile yürürüm
hilton oteli'nde hu çekerim huu...
işte hırkam ben de bir dervişim
asamı vestiyerde bırakmak zorunda kalırım
nescafeyi konyakla kardığım günler gecelerdir
bakarım gözlerine eğnim silkelenir
döktüğüm acılar yıllar kederlerdir
alnıma bir avuç tuz atılır düşünemem
konuşamam ağlayamam bağıramam
neden gece her gecenin ardından gelir
gözlerin ipekyoludur ömrümün
gözlerin tarihçesi yaşayıp öldüğümün
ıhlamur ağaçları altında bir saraybosna hatırası
sen ben ve deniz bir de rüzgarın örttüğü gençliğimiz
sen ben ve deniz. sen ben ve deniz..
bundan yıllar evvel sözlüklere sırf ayrılık acılarıma karşı bir terapi niyetiyle yazmaya başlamıştım. aşk acısı var mı bilmiyorum ama ayrılık acısı denen olay kol kırığından bile somut bir acıdır.
bundan iki sene önce yaşayan altı milyar insanın yaşayababileceği acıların toplamından daha büyük bir acıyla boğuştuğumu düşünüyordum.
hz ali'ye sormuşlar ''sen bu güzel ahlakı kimden öğrendin'' diye. hz ali cevaplamış ''ahlaksızdan öğrendim. ahlaksıza baktım ne yapıyorsa tam tersini yaptım''
ben de o dönemde çevremdeki ayrılık acısını düşkünce yaşayan erkekler ne yapıyorsa tam tersini yaptım. içip içip ayrıldığım insana sarmadım. kendi içimde ne kadar zavallı hissetsem de bunu dışarıya bir an bile hissetirmedim. bir ataol behramoğlu şiiriyle 3 gün yemeden içmeden kesilip gözümü kolumda serumla açtığım doğrudur. o da geçmiş ve gelecek bütün aşklara bir saygı duruşu timsali olsun.
bütün acılarımı buraya döktüm. her anımı buraya bağırdım. lakin artık yeni şeyler söylemek lazım.
puşkin'in bir öyküsünde, aşık heykeltraşın çok sevdiği eşi ölür. acısını bronzdan bir heykel yapıp eşinin mezarına dikerek göstermek ister. bir süre sonra bu heykeltraş yeniden aşık olur. aşkının coşkusunu bir tek bronzdan heykelle anlatabileceğine inanır. fakat dünyada hiç bronz kalmamıştır. eski eşinin mezarında bulunan hüznün heykelini eritir ve bu sefer sevgi ve coşkunun heykelini yapar.
sanırım ben de bugünlerde benzer hisler yaşıyorum.
bahsettiğim insanı ilk gördüğümde şöyle bir baktım ve anadolu'da bugüne kadar doğmuş ve yaşamış en güzel kadın olduğunu düşündüm. hititler'den bu yana anadolu'da doğmuş bütün kadınları tabii ki de görmedim. ama eric fromm'un dediği gibi sevmek bir sanatsa, aşk da neden bilim olmasın? bilimde böyle genellemelere yer vardır. yoksa da ben yasalaştırıyorum, göz benim algı benim.
aşk denen uhrevi varlık kanaatimce insanlar arasında olabildiğince somutlaştırılmalıdır. gözü asla kör olmamalıdır aşkın. hatta aşkın elleri olmalıdır. aşk dünyanın emekçi ellerine ve cesur yüreğine sahip olmalıdır. çok şükür çok şükür, bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmi çizilmelidir evren tualine.
ara sıra evde can sıkıntısından amatör olarak zaman makinası yapmayı düşünürüm. onu görene kadar bütün düşlerim hep geçmişe gitmeye yönelikti. onunla tanıştım tanışalı deli gibi geleceğe gitmek istiyorum. bu hissi herkesin en az bir defa yaşamasını dilerim.
ona buradan seslenmek istiyorum. sevginin bir hak değil ayrıcalık olduğunu bilen bir adam tarafından seviliyorsun. sen iste gökyüzünü her gün değişik güzel bir renkte boyayayım. sen iste çiçeklerihiç solmamaya ikna edeyim. sen iste bulutları örgütleyim.
bundan iki sene önce yaşayan altı milyar insanın yaşayababileceği acıların toplamından daha büyük bir acıyla boğuştuğumu düşünüyordum.
hz ali'ye sormuşlar ''sen bu güzel ahlakı kimden öğrendin'' diye. hz ali cevaplamış ''ahlaksızdan öğrendim. ahlaksıza baktım ne yapıyorsa tam tersini yaptım''
ben de o dönemde çevremdeki ayrılık acısını düşkünce yaşayan erkekler ne yapıyorsa tam tersini yaptım. içip içip ayrıldığım insana sarmadım. kendi içimde ne kadar zavallı hissetsem de bunu dışarıya bir an bile hissetirmedim. bir ataol behramoğlu şiiriyle 3 gün yemeden içmeden kesilip gözümü kolumda serumla açtığım doğrudur. o da geçmiş ve gelecek bütün aşklara bir saygı duruşu timsali olsun.
bütün acılarımı buraya döktüm. her anımı buraya bağırdım. lakin artık yeni şeyler söylemek lazım.
puşkin'in bir öyküsünde, aşık heykeltraşın çok sevdiği eşi ölür. acısını bronzdan bir heykel yapıp eşinin mezarına dikerek göstermek ister. bir süre sonra bu heykeltraş yeniden aşık olur. aşkının coşkusunu bir tek bronzdan heykelle anlatabileceğine inanır. fakat dünyada hiç bronz kalmamıştır. eski eşinin mezarında bulunan hüznün heykelini eritir ve bu sefer sevgi ve coşkunun heykelini yapar.
sanırım ben de bugünlerde benzer hisler yaşıyorum.
bahsettiğim insanı ilk gördüğümde şöyle bir baktım ve anadolu'da bugüne kadar doğmuş ve yaşamış en güzel kadın olduğunu düşündüm. hititler'den bu yana anadolu'da doğmuş bütün kadınları tabii ki de görmedim. ama eric fromm'un dediği gibi sevmek bir sanatsa, aşk da neden bilim olmasın? bilimde böyle genellemelere yer vardır. yoksa da ben yasalaştırıyorum, göz benim algı benim.
aşk denen uhrevi varlık kanaatimce insanlar arasında olabildiğince somutlaştırılmalıdır. gözü asla kör olmamalıdır aşkın. hatta aşkın elleri olmalıdır. aşk dünyanın emekçi ellerine ve cesur yüreğine sahip olmalıdır. çok şükür çok şükür, bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmi çizilmelidir evren tualine.
ara sıra evde can sıkıntısından amatör olarak zaman makinası yapmayı düşünürüm. onu görene kadar bütün düşlerim hep geçmişe gitmeye yönelikti. onunla tanıştım tanışalı deli gibi geleceğe gitmek istiyorum. bu hissi herkesin en az bir defa yaşamasını dilerim.
ona buradan seslenmek istiyorum. sevginin bir hak değil ayrıcalık olduğunu bilen bir adam tarafından seviliyorsun. sen iste gökyüzünü her gün değişik güzel bir renkte boyayayım. sen iste çiçeklerihiç solmamaya ikna edeyim. sen iste bulutları örgütleyim.
cin suresinin tefsirini bir de ihsan eli açık hocamızdan bulup dinlemenizi çok isterim. kendince tutarlı olarak çok yerinde metafizik tespitlerle anlatır.
tanım: arapçada bir çok sözcüğün etimolojisinde yer alan sözcüktür. (cinnet, cenin vb.)
tanım: arapçada bir çok sözcüğün etimolojisinde yer alan sözcüktür. (cinnet, cenin vb.)
arapçada parlak cisim anlamına gelen sözcüktür. aynı zamanda hz hatice'nin beyaz teni dolayısıyla takılmış lakabıdır. türkçede çok kullanılan bir kadın ismi olan zehra ile eş anlamlıdır.
''sandım ki zühre yıldızı, şavkı beni yaktı geçti''
''sandım ki zühre yıldızı, şavkı beni yaktı geçti''
muhteşem bir metin altıok şiiridir;
işte yine kapıldım
o can sıkıntısına;
içimde bir tozlu
sarnıç boşluğu,
gitmekle kalmak
arasında karasız
yürüdüm kederle
dağlara doğru.
yüzlerce soru
vardı aklımda,
kulaklarımda
bir garip uğultu
ölümü kullanamazdım;
bir yerlerde
bilmediğim birilerine
belki ayıp olurdu.
belki de hiç
ummadığım
sevgisi tarazlı biri;
koparıp bana ilişik
umudunu
bir kitabın arasında
yamyassı
kuruturdu
bir gazetenin
ölüm ilanlarında
okuyup adımı,
öfkeye dönüştürürdü
sandık kokulu
hüznünü
ve ölümü inatla,
yok yere savunurdu.
ben bunca yıl
bunca insan tanıdım
yüreği zehir dolu;
yine de insanlardan
kesmedim umudu.
insan dedim
yekindim;
paylaştım varı yoğu.
ben neden
dudaklarının arasında
iğneler tutan
bir terzi suskunluğunu
prova ediyorum
şimdi bu yol boyu
kederle yürürken
dağlara doğru?
neden kedi seven
bir insan
olduğumu
biliyorum da
kedisiz ve sevgisiz
getiriyorum
yaşadığım günlerin
yaprak döken sonunu?
cevapsız sorunun
boynu büküktür,
hemen anlar
yetim olduğunu.
ben neden hala
duyuyorum avucumda
bir çocuk elinin
sızlayan boşluğunu?
hipodromda yatıp
kalkan bir adamın
ölü bulunduğunu
yazdı gazeteler
geçenlerde
haber olarak.
tokatlıymış
ya da çorumlu.
bıraktığı nottan
öğrenilmiş
son isteğinin
ölürse terminale
götürülmek olduğu.
hipodromda yatıp
kalkan bir adam
kimin umuru!
acılarla sorularla
tiftikledim
bunca insanın
mutsuzluğunu.
düşündüm kendi sonumu.
hayrettir;
içim içime
nasıl da sığıyordu!
oysa ben kaç yıldır
kaç acı eskittim
unuttum
kaç ölüm gördüğümü.
bir omzumun
alçaklığı ondandır;
taşıdım kaç kişinin
kanayan tabutunu.
yıllar önce
ölümü seçen sevgilim
bunca sevgisizlik içinde
iyi biliyordu
yetmeyeceğini
iki kişinin birbirine.
bu yüzden döşeğinde
ölümle buluştu.
gömdük onu geçiştirip
polis sorgusunu.
onunla birlikte
neleri gömdük;
bir akşam içkisinin
coşkusunu,
sevincimizi gömdük
kürek dolusu
yüzlerce soru
vardı aklımda,
kulaklarımda
bir garip uğultu
ölümü kullanamazdım;
biryerlerde
birilerine
mutlaka ayıp olurdu.
dostlardan uzakta
bir bozgun akşamında
gerisingeri
dönerken kasabaya;
baktım gökyüzü
birden yıldızla doldu.
akşamın serinliği
alnıma vuruyordu...
işte yine kapıldım
o can sıkıntısına;
içimde bir tozlu
sarnıç boşluğu,
gitmekle kalmak
arasında karasız
yürüdüm kederle
dağlara doğru.
yüzlerce soru
vardı aklımda,
kulaklarımda
bir garip uğultu
ölümü kullanamazdım;
bir yerlerde
bilmediğim birilerine
belki ayıp olurdu.
belki de hiç
ummadığım
sevgisi tarazlı biri;
koparıp bana ilişik
umudunu
bir kitabın arasında
yamyassı
kuruturdu
bir gazetenin
ölüm ilanlarında
okuyup adımı,
öfkeye dönüştürürdü
sandık kokulu
hüznünü
ve ölümü inatla,
yok yere savunurdu.
ben bunca yıl
bunca insan tanıdım
yüreği zehir dolu;
yine de insanlardan
kesmedim umudu.
insan dedim
yekindim;
paylaştım varı yoğu.
ben neden
dudaklarının arasında
iğneler tutan
bir terzi suskunluğunu
prova ediyorum
şimdi bu yol boyu
kederle yürürken
dağlara doğru?
neden kedi seven
bir insan
olduğumu
biliyorum da
kedisiz ve sevgisiz
getiriyorum
yaşadığım günlerin
yaprak döken sonunu?
cevapsız sorunun
boynu büküktür,
hemen anlar
yetim olduğunu.
ben neden hala
duyuyorum avucumda
bir çocuk elinin
sızlayan boşluğunu?
hipodromda yatıp
kalkan bir adamın
ölü bulunduğunu
yazdı gazeteler
geçenlerde
haber olarak.
tokatlıymış
ya da çorumlu.
bıraktığı nottan
öğrenilmiş
son isteğinin
ölürse terminale
götürülmek olduğu.
hipodromda yatıp
kalkan bir adam
kimin umuru!
acılarla sorularla
tiftikledim
bunca insanın
mutsuzluğunu.
düşündüm kendi sonumu.
hayrettir;
içim içime
nasıl da sığıyordu!
oysa ben kaç yıldır
kaç acı eskittim
unuttum
kaç ölüm gördüğümü.
bir omzumun
alçaklığı ondandır;
taşıdım kaç kişinin
kanayan tabutunu.
yıllar önce
ölümü seçen sevgilim
bunca sevgisizlik içinde
iyi biliyordu
yetmeyeceğini
iki kişinin birbirine.
bu yüzden döşeğinde
ölümle buluştu.
gömdük onu geçiştirip
polis sorgusunu.
onunla birlikte
neleri gömdük;
bir akşam içkisinin
coşkusunu,
sevincimizi gömdük
kürek dolusu
yüzlerce soru
vardı aklımda,
kulaklarımda
bir garip uğultu
ölümü kullanamazdım;
biryerlerde
birilerine
mutlaka ayıp olurdu.
dostlardan uzakta
bir bozgun akşamında
gerisingeri
dönerken kasabaya;
baktım gökyüzü
birden yıldızla doldu.
akşamın serinliği
alnıma vuruyordu...
muhteşem bir metin altıok şiiridir;
kiminin dikenleri vardır
katlanamaz üstüne.
hep dikine durur
delmemek için gövdesini.
kiminin yoktur bir tek kemiği,
doğrulamaz ayaklarının üstünde.
ona göre varsa yoksa kendisi,
dürülüdür ütülü bir mendil gibi
ben eğilmem gündüz ama
geceleri kanatırım kendimi
ben bir söz söylediğim zaman,
kendine küçük bir pıtrak edinir.
çok sürmez anlar başına geleceği,
çarşılarda pazarlarda ondan selam kesilir.
ben birini sevdiğim zaman
göğünü durmadan genişletir.
ama herkes rahattır kozasının içinde,
o sevgi artık kimsesizdir.
ölsem ayıptır, sussam tehlikeli
çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.
kiminin dikenleri vardır
katlanamaz üstüne.
hep dikine durur
delmemek için gövdesini.
kiminin yoktur bir tek kemiği,
doğrulamaz ayaklarının üstünde.
ona göre varsa yoksa kendisi,
dürülüdür ütülü bir mendil gibi
ben eğilmem gündüz ama
geceleri kanatırım kendimi
ben bir söz söylediğim zaman,
kendine küçük bir pıtrak edinir.
çok sürmez anlar başına geleceği,
çarşılarda pazarlarda ondan selam kesilir.
ben birini sevdiğim zaman
göğünü durmadan genişletir.
ama herkes rahattır kozasının içinde,
o sevgi artık kimsesizdir.
ölsem ayıptır, sussam tehlikeli
çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.
ben şimdi biraz da
senin için görüyorum;
gökyüzünün parlak,
bakış seken mavisini.
ben şimdi biraz da
senin için duyuyorum;
gecenin o sarsak,
yokuş çıkan ezgisini.
ben şimdi kanayarak
senin için yaşıyorum;
sazan derisi gibi
günlerimi külle soyarak.
metin altıok
senin için görüyorum;
gökyüzünün parlak,
bakış seken mavisini.
ben şimdi biraz da
senin için duyuyorum;
gecenin o sarsak,
yokuş çıkan ezgisini.
ben şimdi kanayarak
senin için yaşıyorum;
sazan derisi gibi
günlerimi külle soyarak.
metin altıok
ülkemizde yaşayan kimseye zararı olmayan mazlum bir halkın hak arama eylemidir. suç istatisliklerinden de görebilirisiniz ki bizim bu insanlara karşı giriştiğimiz suç oranı, onların bize olan girişimlerinden kat be kat fazladır.
ülkemizdeki suriyeli'lerin yararlandığı hiç bir sosyal hak için bizim cebimizden de bir kuruş çıkmamaktadır. bu insanları her yerde ucuz iş gücü olarak sömürüyorsak, her yerde görmeye de alışacağız.
mitinglerine sunay akın'ın çok eski bir şiiriyle dayanışmamı sunuyorum.
Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna
ülkemizdeki suriyeli'lerin yararlandığı hiç bir sosyal hak için bizim cebimizden de bir kuruş çıkmamaktadır. bu insanları her yerde ucuz iş gücü olarak sömürüyorsak, her yerde görmeye de alışacağız.
mitinglerine sunay akın'ın çok eski bir şiiriyle dayanışmamı sunuyorum.
Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna
fizik biliminde, bizim fringe, doctor who gibi muhteşem dizilerde izlediğimiz gibi olmayan bir konudur. yanlışım varsa fizikçi dostlarımın beni uyarmasını dilerim. bilimde bir deneyin birden çok farklı sayıda sonuç verme ihtimaline paralel evrenlerdeki sonuçları diyoruz.
bu sosyal olayı günlük yaşamımıza da odaklayabiliriz. aldığımız veya almadığımız kararlarda, seçtiğimiz veya seçmediğimiz yolların sonuçları kaç paralel evren hayatımızın amına koyar diye önceden uzun uzun hesaplamalıyız.
fakat ben yine de olayın fringe veya doktor who'da ki gibi olma ihtimaline sonsuz inanıyorum. bir ara evde amatör olarak zaman makinası icat etmeye çalışıyordum. sonra düşündüm ki zaman makinasıyla paralel evren yolculuğu yapılamıyor. şimdilerde amatör olarak yapay solucan deliği yapmaya çalışıyorum evde. bana şans dileyin. ve hatta biraz da para gönderin. başka evrenlerde de olsa ödeyeceğime söz veririm. yahut artık bu amatör halimle gezegenimizi bir kara deliğe yutturursam hakkınızı helal edin.
yaaa şimdi para gönderenler olur da ben yapay solucan deliği icat edemezsem ne olacak. tarihin en bilimsel dolandırıcılığı olur. gazete manşetlerini tahmin edebilirsiniz. paralel evrenlere gidemezsem de paraguay'da top kek memetle kanka olurum. sonra gelsin kızıllar gitsin sarışınlar.
bu sosyal olayı günlük yaşamımıza da odaklayabiliriz. aldığımız veya almadığımız kararlarda, seçtiğimiz veya seçmediğimiz yolların sonuçları kaç paralel evren hayatımızın amına koyar diye önceden uzun uzun hesaplamalıyız.
fakat ben yine de olayın fringe veya doktor who'da ki gibi olma ihtimaline sonsuz inanıyorum. bir ara evde amatör olarak zaman makinası icat etmeye çalışıyordum. sonra düşündüm ki zaman makinasıyla paralel evren yolculuğu yapılamıyor. şimdilerde amatör olarak yapay solucan deliği yapmaya çalışıyorum evde. bana şans dileyin. ve hatta biraz da para gönderin. başka evrenlerde de olsa ödeyeceğime söz veririm. yahut artık bu amatör halimle gezegenimizi bir kara deliğe yutturursam hakkınızı helal edin.
yaaa şimdi para gönderenler olur da ben yapay solucan deliği icat edemezsem ne olacak. tarihin en bilimsel dolandırıcılığı olur. gazete manşetlerini tahmin edebilirsiniz. paralel evrenlere gidemezsem de paraguay'da top kek memetle kanka olurum. sonra gelsin kızıllar gitsin sarışınlar.
Pencerede saksılarım var benim de;
Kurulmuş asma bahçem göğün maviliğinde
Acep neden sade yaz günleri taşır
Bir demet çiçek gibi sevgilim.
Çiçekli bir şemsiye elinde?
Ah! Güzel şeyler düşünmeme rağmen
Muttasıl ağlamak geliyor içimden.
Oktay Rifat
Kurulmuş asma bahçem göğün maviliğinde
Acep neden sade yaz günleri taşır
Bir demet çiçek gibi sevgilim.
Çiçekli bir şemsiye elinde?
Ah! Güzel şeyler düşünmeme rağmen
Muttasıl ağlamak geliyor içimden.
Oktay Rifat
ingiliz emperyalizmi dünyada bildiğim en büyük düşmanlarımdan olsa da hayranlığımı kazanmış bir kurumdur. planları hep yüz yıllıktır ve yol yol işler genelde. tıkandığı anlarda kıvrak zekalarıyla esnerler de. rus emperyalizmi kadar katı, abd emperyalizmi gibi gevşek değillerdir.
hep de dünyanın en zeki halkının ingiliz halkı olduğunu düşünmüşümdür. dünya sanatına kattıkları, ince espiri yetenekleri ve kumaş ürünü kaliteleri bu zekaya örnek göstermeye yeter de artar bile.
malum ab'den çıkış oylamasında herkes artık britanya yarrağı yedi diye bağırırken ben temkinliydim. bu dünyanın en tehlikeli emperyalizminin halkların canına ot tıkayan yeni bir yüz yıl tasarladıkları endişesindeydim. fakat bugünkü her şeyin geri sarışından görüyorum ki çok yanılmışım. yakın zamanda bunun, trump'ın bir de bizimkinin haylı huylu testesteron gürültüsünden kurtulacak dünya.
tanım: iki koyun verip güddürmeyeceğim tipini sktiğimdir.
hep de dünyanın en zeki halkının ingiliz halkı olduğunu düşünmüşümdür. dünya sanatına kattıkları, ince espiri yetenekleri ve kumaş ürünü kaliteleri bu zekaya örnek göstermeye yeter de artar bile.
malum ab'den çıkış oylamasında herkes artık britanya yarrağı yedi diye bağırırken ben temkinliydim. bu dünyanın en tehlikeli emperyalizminin halkların canına ot tıkayan yeni bir yüz yıl tasarladıkları endişesindeydim. fakat bugünkü her şeyin geri sarışından görüyorum ki çok yanılmışım. yakın zamanda bunun, trump'ın bir de bizimkinin haylı huylu testesteron gürültüsünden kurtulacak dünya.
tanım: iki koyun verip güddürmeyeceğim tipini sktiğimdir.
Yanyana Dalgınlık - Melih Cevdet Anday
Gözlerine bakıyorum
Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
Dağınık köy evleri gibi orda burda
Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli
Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
Yarışı başlatan tabanca sesi gibi
Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
Duyuyoruz söylediklerimizi
Gözlerine bakıyorum
Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
Dağınık köy evleri gibi orda burda
Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli
Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
Yarışı başlatan tabanca sesi gibi
Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
Duyuyoruz söylediklerimizi
dünyada geçirdim çocukluğumu
insanlardan eşya yaparlar
kırmızı bir orman iki boyutlu
kendi başına yağardı kar.
gör ki, öldüğümde bilmedim,
elimde bunca sözcük kaldı,
nerde geçecek benim erginliğim
bu dünya bir daha olmalı.
bir dünya daha olmalı, burada
bir yerde, o kadar yakın ki,
seslensem duyulacak belki,
belki başladım onu yaşamaya.
muhteşem dizelerinin yazarıdır.
insanlardan eşya yaparlar
kırmızı bir orman iki boyutlu
kendi başına yağardı kar.
gör ki, öldüğümde bilmedim,
elimde bunca sözcük kaldı,
nerde geçecek benim erginliğim
bu dünya bir daha olmalı.
bir dünya daha olmalı, burada
bir yerde, o kadar yakın ki,
seslensem duyulacak belki,
belki başladım onu yaşamaya.
muhteşem dizelerinin yazarıdır.
güzel bir melih cevdet anday şiiridir;
döneceğim
ı.
dağıtır saçlarını ve yalvarıp uzaktan
mavi bir iklim gibi çağırır beni sesin,
tertemiz göklerinde dal dal erguvan açan
rüyalarıma ışık ve özlem serpmektesin.
ıı.
bir mayıs sabahını yaşayacak böcekler
çılgın karanfillerle dolacak yeşil saksın,
ve sen bir fidan gibi yeşermiş olacaksın,
serin, çakıl yollarda kuşlar birikecekler.
döneceğim
ı.
dağıtır saçlarını ve yalvarıp uzaktan
mavi bir iklim gibi çağırır beni sesin,
tertemiz göklerinde dal dal erguvan açan
rüyalarıma ışık ve özlem serpmektesin.
ıı.
bir mayıs sabahını yaşayacak böcekler
çılgın karanfillerle dolacak yeşil saksın,
ve sen bir fidan gibi yeşermiş olacaksın,
serin, çakıl yollarda kuşlar birikecekler.
güzel bir melih cevdet anday şiiridir.
balıklar için deniz lazım,
sevişmek için işsiz olmak
ve geceleri yatakta
duymamak için tabanların sızısını
zengin olmak lazım.
halbuki ıslık çalmak için
birşey lazım değil.
ahh be melih hocam. sen ıslık çalmak için bir şey çalmak lazım değil demişsin de bu zamanda mangal gibi yürek de lazım. kürtçe ıslık çaldıkları için onlarca yılla yargılanan zamanlar içindeyiz zira
balıklar için deniz lazım,
sevişmek için işsiz olmak
ve geceleri yatakta
duymamak için tabanların sızısını
zengin olmak lazım.
halbuki ıslık çalmak için
birşey lazım değil.
ahh be melih hocam. sen ıslık çalmak için bir şey çalmak lazım değil demişsin de bu zamanda mangal gibi yürek de lazım. kürtçe ıslık çaldıkları için onlarca yılla yargılanan zamanlar içindeyiz zira
dahi yazar kafka'nın en iyi yarattığı karakterlerdendir. okuyucunun samsa'nın haline üzülmesi kanaatimce yazarın hedeflediği bir durum değildir. elbette hepimiz romanı okurken yozlaşmış aileden tiksindik. fakat bence samsa'da öğrenilmiş çaresizliğinin dehşetinden tiksinilecek bir varlıktır.
bahse konu roman belki daha önce toplumcu olarak hiç değerlendirilmemiştir. lakin kanımca toplumdaki sınıf çelişkilerini gayet başarılı yansıtır. bu açıdan kafka'ya değişik bir açıdan toplumcu bir yazardır diyebiliriz.
büyük ustanın ince kalemine saygıyla.
bahse konu roman belki daha önce toplumcu olarak hiç değerlendirilmemiştir. lakin kanımca toplumdaki sınıf çelişkilerini gayet başarılı yansıtır. bu açıdan kafka'ya değişik bir açıdan toplumcu bir yazardır diyebiliriz.
büyük ustanın ince kalemine saygıyla.
muhteşem sitemkar sorularla dolu bir orhan veli şiiridir;
handan, hamamdan geçtik,
gün ışığında hissemize razıydık;
saadetinden geçtik,
ümidine razıydık;
hiçbirini bulamadık;
kendimize hüzünler icadettik,
avunamadık
yoksa biz...
bu dünyadan değil miydik?
handan, hamamdan geçtik,
gün ışığında hissemize razıydık;
saadetinden geçtik,
ümidine razıydık;
hiçbirini bulamadık;
kendimize hüzünler icadettik,
avunamadık
yoksa biz...
bu dünyadan değil miydik?
az bilinen bir orhan veli şiiridir;
ah aydınlıklardan uzaktayım
kafamda o dağılmayan sükûn.
ölmedim lâkin, yaşamaktayım
dinle bak: vurmada nabzı ruhun.
yarasalar duyurmada bana
kanatlarının ihtizazını.
şimdi hep korkular benden yana
bekliyor sular, açmış ağzını.
ah aydınlıklardan uzaktayım
kafamda dağılmayan sükûn.
ölmedim lâkin, yaşamaktayım
dinle bak vurmada nabzı ruhun.
siyah ufuklarin arkasında
seslerle çiçeklenmede bahar
ve muhayyilemin havasında
en güzel zamanın renkleri var.
ölmedim hâlâ.. yaşamaktayım.
dinle bak: vurmada nabzı ruhun!
ah aydınlıklardan uzaktayım
kafamda o dağılmayan sükûn.
ruhum ölüm rüzgarlarına eş,
ışık yok gecemde, gündüzümde.
gözlerim görmüyor... lâkin güneş
o her zaman, her zaman yüzümde.
ah aydınlıklardan uzaktayım
kafamda o dağılmayan sükûn.
ölmedim lâkin, yaşamaktayım
dinle bak: vurmada nabzı ruhun.
yarasalar duyurmada bana
kanatlarının ihtizazını.
şimdi hep korkular benden yana
bekliyor sular, açmış ağzını.
ah aydınlıklardan uzaktayım
kafamda dağılmayan sükûn.
ölmedim lâkin, yaşamaktayım
dinle bak vurmada nabzı ruhun.
siyah ufuklarin arkasında
seslerle çiçeklenmede bahar
ve muhayyilemin havasında
en güzel zamanın renkleri var.
ölmedim hâlâ.. yaşamaktayım.
dinle bak: vurmada nabzı ruhun!
ah aydınlıklardan uzaktayım
kafamda o dağılmayan sükûn.
ruhum ölüm rüzgarlarına eş,
ışık yok gecemde, gündüzümde.
gözlerim görmüyor... lâkin güneş
o her zaman, her zaman yüzümde.
aynı zamanda dahi bestecimiz zülfü livaneli tarafından da müziğe uyarlanmış güzel bir orhan veli şiiridir;
gün olur, alır başımı giderim,
denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
şu ada senin, bu ada benim,
yelkovan kuşlarının peşi sıra.
dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
çiçekler gürültüyle açar;
gürültüyle çıkar duman topraktan.
hele martılar, hele martılar,
her bir tüyünde ayrı bir telaş!
gün olur, başıma kadar mavi;
gün olur, başıma kadar güneş;
gün olur, deli gibi...
gün olur, alır başımı giderim,
denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
şu ada senin, bu ada benim,
yelkovan kuşlarının peşi sıra.
dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
çiçekler gürültüyle açar;
gürültüyle çıkar duman topraktan.
hele martılar, hele martılar,
her bir tüyünde ayrı bir telaş!
gün olur, başıma kadar mavi;
gün olur, başıma kadar güneş;
gün olur, deli gibi...
çok haklı tespitleri olan bir orhan veli şiiridir;
şu şairler sevgililerden beter;
nedir bu adamlardan çektiğim?
olur mu böyle, bütün bir geceyi
bir mısranın mahremiyetinde geçirmek?
dinle bakalım, işitebilir misin
türküsünü damların, bacaların
yahut da karıncaların buğday taşıdıklarını
yuvalarına?
beklemesem olmaz mı güneşin doğmasını
kullanılmış kafiyeleri yollamak için,
kapıma gelecek çöpçülerle,
deniz kenarına?
şeytan diyor ki: "aç pencereyi;
bağır, bağır, bağır; sabaha kadar."
şu şairler sevgililerden beter;
nedir bu adamlardan çektiğim?
olur mu böyle, bütün bir geceyi
bir mısranın mahremiyetinde geçirmek?
dinle bakalım, işitebilir misin
türküsünü damların, bacaların
yahut da karıncaların buğday taşıdıklarını
yuvalarına?
beklemesem olmaz mı güneşin doğmasını
kullanılmış kafiyeleri yollamak için,
kapıma gelecek çöpçülerle,
deniz kenarına?
şeytan diyor ki: "aç pencereyi;
bağır, bağır, bağır; sabaha kadar."
az bilinen bir orhan veli şiiridir;
gerin, bedenim, gerin;
doğan güneşe karşı.
duyur duyurabilirsen,
elinin kolunun gücünü,
elle güne karşı.
bak! dünya renkler içinde!
bu güzel dünya içinde
sevin sevinebilirsen,
insanlığın haline karşı.
durmadan işleyen saatlerde
dişli dişliye karşı;
dişlilerin arasında,
güçsüz güçlüye karşı.
herkes bir şeye karşı.
küçük hanım, yatağında, uykuda,
rüyalarına karşı.
gerin bedenim, gerin,
doğan güne karşı.
gerin, bedenim, gerin;
doğan güneşe karşı.
duyur duyurabilirsen,
elinin kolunun gücünü,
elle güne karşı.
bak! dünya renkler içinde!
bu güzel dünya içinde
sevin sevinebilirsen,
insanlığın haline karşı.
durmadan işleyen saatlerde
dişli dişliye karşı;
dişlilerin arasında,
güçsüz güçlüye karşı.
herkes bir şeye karşı.
küçük hanım, yatağında, uykuda,
rüyalarına karşı.
gerin bedenim, gerin,
doğan güne karşı.
muhteşem bir orhan veli şiiridir;
mesut sanmak için kendimi
ne kâğıt isterim, ne kalem;
parmaklarımda cıgaram,
dalar giderim mavisinden içeri
karşımda duran resmin
giderim, deniz çeker;
deniz çeker, dünya tutar.
içkiye benzer bir şey mi var,
bir şey mi var ki havada
deli eder insanı, sarhoş eder?
bilirim, yalan, hepsi yalan;
taka olduğum, tekne olduğum yalan;
suların kaburgalarımdaki serinliği,
iskotada uğuldayan rüzgâr,
haftalarca dinmeyen motor sesi,
yalan.
ama gene de,
gene de güzel günler geçirebilirim;
geçirebilirim bu mavilikte,
suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
her sabah erikleri saran buğudan,
buğudan, sisten, aşktan, kokudan...
ne kâğıt yeter ne kalem,
mesut sanmam için kendimi.
bunların hepsi...hepsi fasafiso.
ne takayım, ne tekneyim.
öyle bir yerde olmalıyım,
öyle bir yerde olmalıyım ki,
ne karpuz kabuğu gibi,
ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
insan gibi.
mesut sanmak için kendimi
ne kâğıt isterim, ne kalem;
parmaklarımda cıgaram,
dalar giderim mavisinden içeri
karşımda duran resmin
giderim, deniz çeker;
deniz çeker, dünya tutar.
içkiye benzer bir şey mi var,
bir şey mi var ki havada
deli eder insanı, sarhoş eder?
bilirim, yalan, hepsi yalan;
taka olduğum, tekne olduğum yalan;
suların kaburgalarımdaki serinliği,
iskotada uğuldayan rüzgâr,
haftalarca dinmeyen motor sesi,
yalan.
ama gene de,
gene de güzel günler geçirebilirim;
geçirebilirim bu mavilikte,
suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
her sabah erikleri saran buğudan,
buğudan, sisten, aşktan, kokudan...
ne kâğıt yeter ne kalem,
mesut sanmam için kendimi.
bunların hepsi...hepsi fasafiso.
ne takayım, ne tekneyim.
öyle bir yerde olmalıyım,
öyle bir yerde olmalıyım ki,
ne karpuz kabuğu gibi,
ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
insan gibi.
benim en sevdiğim orhan veli kanık şiiridir;
akşamüstüne doğru, kış vakti;
bir hasta odasının penceresinde;
yalnız bende değil yalnızlık hali;
deniz de karanlık, gökyüzü de;
bir acaip, kuşların hali.
bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-akşamüstüne doğru, kış vakti-
benim de sevdalar geçti başımdan.
söhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
zamanla anlıyor insan dünyayı.
ölürüz diye mi üzülüyoruz?
ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
kötülükten gayrı?
ölünce kirlerimizden temizlenir,
ölünce biz de iyi adam oluruz;
şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
hepsini unuturuz.
akşamüstüne doğru, kış vakti;
bir hasta odasının penceresinde;
yalnız bende değil yalnızlık hali;
deniz de karanlık, gökyüzü de;
bir acaip, kuşların hali.
bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-akşamüstüne doğru, kış vakti-
benim de sevdalar geçti başımdan.
söhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
zamanla anlıyor insan dünyayı.
ölürüz diye mi üzülüyoruz?
ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
kötülükten gayrı?
ölünce kirlerimizden temizlenir,
ölünce biz de iyi adam oluruz;
şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
hepsini unuturuz.
muhteşem bir orhan veli şiiridir;
denizden yeni mi çıkmıştı, neydi;
saçları, dudakları
deniz koktu sabaha kadar;
yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.
yoksuldu, biliyorum
-ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
aşk türküleri söyledi.
neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir.
denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek...
dikenli balıkları hatırlatmak için
elleri ellerime değdi.
o gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
onun saçları öğretti bana dalgayı;
çalkalandım durdum rüyalar içinde.
denizden yeni mi çıkmıştı, neydi;
saçları, dudakları
deniz koktu sabaha kadar;
yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.
yoksuldu, biliyorum
-ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
aşk türküleri söyledi.
neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir.
denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek...
dikenli balıkları hatırlatmak için
elleri ellerime değdi.
o gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
onun saçları öğretti bana dalgayı;
çalkalandım durdum rüyalar içinde.