türk sinema ve sahnelerinin ilk şantörü ,artist ,sonradan cinci hoca lakabiyla gazetelerde dini sohbetler yapan kudret şandra 10 ocak 2020 cuma günü befat etmiş, aynı gün kurtköy camiinden kaldirilmistir.
kesinlikle benim diyen dansözden daha iyi dans ediyordu. zaten ünlülerin dans hocası diye nam salmıştı.
yattığı yerde dinlensin.
Pınar'dan başka firmada görmediğim, 50 gramda 7 dilim, 60 gramda 8 dilim ve 75 gramda 10 dilim olmak üzere Hindi salam ya da Macar salam olarak iki şekilde satılan bir ürün. Bu ürünün bizdeki olayı, hiç açıp da ekmeğin arasına koyup iştahla yemeyen bizimkiler yolda kedi/köpek gördüklerinde civarda bakkal/market varsa ve bu ürün de orada varsa bundan alıp kediyi/köpeği beslemeleri.
Akşam oldu gün kavuştu sessizce
Dedi güzel ayrılık vardı bize
Uzakta bir baykuş öttü gül bahçemde diken bitti
Seher vakti bir güzele vuruldum
Dedi güzel ayrılık vardı bize
Uzakta bir baykuş öttü gül bahçemde diken bitti
Seher vakti bir güzele vuruldum
sabahattin ali'nin kaleminden.
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum
Dağları aşınca başım
Geri kaldı her yoldaşım
Gel sevgilim gel kardaşım
Ben gene sana vurgunum
Gönlüm seninkine yardı
Aynı şeyleri duyardı
Ayaklarımız uyardı
Ben gene sana vurgunum
İtilmiş tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum
şarkısı yapılmış, neler olmuş neler, çok hoş olmuş;
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum
Dağları aşınca başım
Geri kaldı her yoldaşım
Gel sevgilim gel kardaşım
Ben gene sana vurgunum
Gönlüm seninkine yardı
Aynı şeyleri duyardı
Ayaklarımız uyardı
Ben gene sana vurgunum
İtilmiş tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum
şarkısı yapılmış, neler olmuş neler, çok hoş olmuş;
ilk yayınlanma tarihi, 17 eylül 1992 olan yazar, clarissa pinkola estes tarafından kaleme alınmış öykü kitabı.
vahşi kadın arketipine dair mit ve öyküler anlatılan kitapta, erkek egemen ve kapitalist düzen içerisinde gücünü fark edemeyen kadınlara doğal ve uygulanabilir birçok yöntemden bahseden yazar, bu uğurda kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal ve yabanıl sesi keşfetmek olduğunu; bu sesin kadınlara yaratıcılık ve gücün kapılarını açacağını ileri sürüyor.
vahşi kadın arketipine dair mit ve öyküler anlatılan kitapta, erkek egemen ve kapitalist düzen içerisinde gücünü fark edemeyen kadınlara doğal ve uygulanabilir birçok yöntemden bahseden yazar, bu uğurda kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal ve yabanıl sesi keşfetmek olduğunu; bu sesin kadınlara yaratıcılık ve gücün kapılarını açacağını ileri sürüyor.
zenginsozluk.com/foto
sabah kuru bir şekilde uyandım, dedi. ama suya özlemsiz. uyanmaya ve uyumaya özlemsiz. durmanın yeri mi, evler. uyumanın yeri mi odalar diye düşünen bir kadındı. düşündüğün kadar güzel mi anneler ve masalar. bir baba durur sesinin yanında. sesini uzatsan elinin, elini uzatsan sesinin yanında. uzak dağlar kadar, uzun dağlar kadar. yollar kadar yaşayan bir kadındı, yollar kadar yazan. sabah kuruyarak uyanan bir kadındı, bin sesle çağırılan, bin sesle aranan. yokluğu varlığından büyük bir hürmetle karşılanan. yaşarken değil nefes alırken değil yaş atlarken değil koşarken ve ararken değil yokken bilinen ve aranan. geceler boyu konuşan bir kadındı, sabahları omzunda ağırlayan. yaşamı uzaklaştıran hastalığı hastadan bir parça saymayan kadındı. bir ülkenin herhangi bir şehrinde yürüyen durmadan. durmadan insana uğrayan. durmadan mezarlara, durmadan pazarlara. hiç durmadan. ve durmayan bir kadındı. gökteki ayın nehirle birlikte yere inişini kutlayan. ellerini zalim erkek ellerinden ayıran. arayan ama hiç sormayan. hiçbir yanıtın hiçbir soruya cevap veremeyeceğine inanan.
medyascope ile yaptığı iş takdir edilesi mekansız, nispeten tarafsız, mecburiyetten bağımsız gazeteci. ulusal haber kanallarında saatlerce süren oturumlarda öğrenilemeyen şeyleri kendisinin 20 dakikalık videolarından öğrenmek mümkün.
TİP Genel Başkan Yardımcısı Barış Atay Mengüllüoğlu'nun 14 Kasım 2019'da TBMM genel kurul konuşmasında kullandığı bir ifade. Konuşmanın tam hâli şu şekildedir: “Tüm emekçi halkımıza şahsım ve Türkiye İşçi Partisi adına selamlıyorum. İktidar partisi, 18 yıldır ülkeyi yönetiyor. İktidara gelmelerinin en büyük sebeplerinden biri de 2001 krizi ve o günlerde sembolleşen 'Sayın Başbakanım. Al, ben esnafım' diye yazar kasa atan esnaf. Yıllar boyunca iktidar partisinden Türkiye şöyle ilerliyor, böyle büyüyor hamasetinin altında biz bu örneği sıkça duyduk. Peki, acaba emekçiler açısından her şey AKP'nin anlattığı gibi miydi? Geldikleri günden bugüne anlattıkları bu toz pembe tablonun içinde bir nebze büyüme, refah varsa söyledikleri gibi; emekçiler için değil, milyonlarca lira vergilerini her sene bir daha bir daha sildikleri, her ihaleyi bir şekilde verdikleri, Cengiz, Limak, Kolin, Sancak, Sabancı, Koç ve birçok yandaş holding içindir. Emekçinin sırtına basarak, alın terini sömürerek, üstlerine basa basa refah içinde yaşıyorlardır. Partinin dediği doğrudur. Peki, henüz iktidarının 5'inci yılında geçinemediğini dönemin başbakanına söyleyen çiftçinin durumu nedir? 'Ananı da al, git, artistlik yapma' cevabıdır. Kanser ilacını alamadığını, bakana ulaşarak, söyleyebilen Dilek'in durumu nedir? Cebine sıkıştırılan üç kuruş paradır ve karşılığında aldığı 'Siz çaresizliği hiç tatmamışsınız' lafıdır. Peki, ya ısınabilsinler diye çocuklarına saç kurutma makinasını açıp, öbür odada intihar etmek zorunda kalan anne ya da pantolon alamadığı için canına kıymak zorunda kalan baba için durum nedir? Meclisin, belediyelerin önünde kendini ateşe verenlerin, meclis çatısına çıkıp, iş bulamadıkları için intihara yeltenenlerin durumu nedir? Şu an onlarca fabrika, atölye, belediyeler önünde eylem yapan, hakları için şehirden şehire yürüyen ve zorbalıkla karşılaşan işçiler ya da hakları gasp edilen EYT'liler için durum nedir? Bütün bunlar sizin söz ettiğiniz refahın, büyümenin neresinde duruyorlar? Bir halkın varlık sebebi nedir? Holdinglerinizi her geçen gün biraz daha zengin etmek mi? Her gün biraz daha yoksullaşan, her dediğinize 'Tamam, ağam' deyip, kendinize yeni uçaklar, araba konvoyları ya da yeni saraylar yaptırmanızı izlemek zorunda kalmak mı? Yaratılan korku devleti yüzünden bir kenarda başına gelecekleri beklemek zorunda kalmak mı? Rabia Naz'ın ölümünün aydınlatılması için babası Şaban Vatan, aylardır, yıllardır bir çaba içerisinde ve tam sesi duyuldu, komisyon kuruldu, araştırılacak derken, komisyon Giresun'dan geldikten bir hafta sonra bugün göz altına alındı. Dün, Kazım Kızıl ve Canan Coşkun arkadaşlarımızla beraber. Daha önce de akıl hastanesine kapatmaya çalışmıştınız. Kızını kaybeden bir babayı. Yoksulluktan intihar eden Fatih'teki dört kardeşe akıl hastası yaftası yapıştırmaya çalıştığınız gibi. Ne kadar maaş aldıkları tartışıldı, hatta bir tanesinin 800 lira geçim desteği aldığı tartışıldı. 800 lira arkadaşlar. 800 lira alan bir kişi, haşa nasıl intihara yeltenebilir ya? Böyle bir şey Türkiye'de mümkün mü? Cumhurbaşkanı Yardımcısı aynı gün çıkıp 'Yoksulluktan ölmediler' dedi. Bütün aileyi araştırıp bitirmişler. Aynı hafta Antalya'da bir aile, ailecek intihar etti. Boğaziçi Köprüsü'nde bir yurttaş kendini attı. Toplumun bütün psikolojisiyle oynadınız. Ülkenin sosyolojisini bozdunuz ve yine karşımızda bütün bunları defalarca duymanıza rağmen 'Ne diyor ya bu' der gibi gülümsüyorsunuz. Sizi de anlıyorum. Abdülhamit[gbkzİikinci Abdülhamit[/gbkz] döneminden bu yana, belki daha kötü bir istibdat dönemini ülkeye yaşatıyorsunuz. O zaman Abdülhamit'i anımsatıyor diye 'yıldız' demek, 'burun' demek yasaktı. Şimdi savaşa giriyorsunuz, 'savaş' demek yasak. Başkasının zoruyla ateşkes yapıyorsunuz, 'ateşkes' demek yasak. 'Kayyum atandı' demek yasak. Hatta ekonomik krize 'kriz' demek yasak. Ekonomi kötü algısı yaratmak, terör örgütlerinin yaptıklarıyla eş değermiş. Damat Bey böyle buyurmuş. Bakınız burası Çokomelli. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Ben size bir film anlatayım. Lütfi Akad'ın Gelin diye bir filmi var. Muhakkak izlemişsinizdir. Orta Anadolulu bir aile büyük şehir yerleşir, bir bakkal dükkânı açar. İşler nispeten tıkırındadır. Bakkal büyümeye başlarr ama her gün bulgur yerler. Fakat ailenin parası vardır, bir kenara para atarlar. Gelinin çocuğu ateşler için rahatsızlanır. Hastaneye gitmek için para gerekir. Ama o parayla kurban bayramında kurbanlık koyun alınır. Ve o gelin, bütün o feodal yapıya rağmen cesaret edip, o kurbanlık koyunun ipini söker. Bakın, burada birçok Meryem var. Bu ülkede birçok Meryemiz. Siz de kayınbiraderisiniz, kayınpederisiniz. O çocuğu tedavi ettirmek yerine, gidip kurbanlık koyun alansınız. Ülkeyi kurbanlık koyun yerine koyansınız ama bizim de o ipi sökeceğimizden haberiniz olsun. Siz böyle sonsuza dek süreceğini ya da gerçekten baskıyla, cezaevi tehditleriyle, polis zoruyla sonsuza dek susturabileceğinizi sanıyor musunuz? (Bir dakika daha alacağım, Sayın Başkan.) (Vereceğim zaten. Siz devam edin, Sayın Mengüllüoğlu) Hasan Hüseyin, bir şiirinde cevabınızı yıllar öncesinden vermiş. Usta 'Ekmeği bol eyledik, acıyı bal eyledik, sıratı yol eyledik, geldik bugüne. Ekilir ekin geliriz, ezilir un geliriz, bir gider bin geliriz, beni vurmak kurtuluş mu” demiş. Bizi vurmanın kurtuluş olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bakın, emekçi halkımız, yaşadığı birçok soruna rağmen çaresiz değildir. Çaresiz olmadığını her gün, her an, her saniye yanlarında olarak, sonuna kadar savunacağız ve dirayetle dile getireceğiz. Bugün Şili'de, Ekvador'da, Lübnan'da, Azerbaycan'da kesinlikle 'Sokağa çıkmaz' denilen insanların kendi iradelerini nasıl ortaya koyduğunu, nasıl karşı çıktılarını görün, bakın, hiç aklınızdan çıkmayan Gezi'yi düşünün. Bu halk, sizi iktidardan indirecek ama o gün, emin olun ki Gezi'yi mumla arayacaksınız.”
3,5 liraya prestige alındığı zamandan bu zamana kadar geçen süreçte çoğu kişiye yoldaş olmuş, sürecin sonlarına doğru ise aynı 3,5 liradan 6 hatta daha fazla fiyata çıkarak bu yoldaşlıkta farklı arayışlara devlet eliyle sürükleyecek olan bir tüketim gereci.
ösym başkanı halis akgün'ün kullandığı ifade. ifadenin tam hâli şu şekildedir: “Başkanlığımızca her yıl yaklaşık 50 sınav yapılmakta ve bu sınavlarda yaklaşık 200 ayrı test uygulanmaktadır. Başkanlığımız tarafından gerçekleştirilen sınavlarda kesinlikle kâr amacı güdülmemektedir. ÖSYM sınavları maliyetine yapıyor, kâr etmiyor. Sınavların özelliğine göre de bu maliyetlerde çeşitli artışlar oluşuyor.”
sayesinde kelime hazineme kelime kattığım bir yazar. bir aralar eksilemeyi seven bir trol yazarımız vardı. o yazar yüzünden bayağı eksi yemişti. şimdi o trol nerededir bilmiyorum ama umarım bu sözlüğe uğramaz deyip diyeceğimi daha da karıştırmayayım.
safra kesesi ameliyatı gecikmişse safra çamuruna dönüşür ve gangren olur. işte ben gangrenöz koletit gibi bişeydi benim ameliyatım. yani işkenceydi, kalp ameliyatından uzun sürmüştü.
bütün hastalıklar üzerime toplanmış cehennemi bu dünyada yaşadım ahirete çekilecek günah bırakmadım.
bütün hastalıklar üzerime toplanmış cehennemi bu dünyada yaşadım ahirete çekilecek günah bırakmadım.
kuşları sevdiğim için katılmadığım bir öneri. 2 aya kadar kaldığım köyden geleli bir hafta oluyor. bizim aspiratörün borusuna konan bir güvercini görmemle onunla oynamam bir olmuştur. kuşlar candır, diğerleri halt etmiş.
seçim zamanları dahil olmak üzere şu zamanlarda gerçekleşen barış pınarı harekatı kapsamında trolden tut da provokatör tipleri ve sosyal medyada cılkını çıkartan ergenleri ve niteliksiz bilgi giren kitleleri bünyesine hit uğruna dahil edip folloşunu çıkartan bir platform. Tek hoşuma giden yanı debe olmasına rağmen önceki cümlede olan gerçekleri görünce debe yanında hiç gibi kalıyor. Mobil uygulamasında bir yılı aşkın süredir güncelleme verilmesinden bahsetmiyorum bile.
İyi geceler ey sözlük !
Konstantin, savaşa giderken rüyasında kocaman bir haç görür ve bu sözü duyar.
latince, "bu işaretle fethet" anlamına gelir. sonrasında konstantin reyizimiz ordusunu haç ile donatır ve savaşı kazanınca da hristiyan olur.
bugünün avrupasının hristiyan olma nedenlerinden birisidir.
latince, "bu işaretle fethet" anlamına gelir. sonrasında konstantin reyizimiz ordusunu haç ile donatır ve savaşı kazanınca da hristiyan olur.
bugünün avrupasının hristiyan olma nedenlerinden birisidir.
ilk performansın 1990 çıkışlı sevgiliye adlı ilk aşkın nur yengi allbümünde aşkın nur yengi ve harun kolçak tarafından yapıldığı hisli bir sezen aksu bestesi.
malum cemaatin laciverti niteliğinde cemaat.
dünya barış günü kutlu olsun.
barış sözcüğünden korsanlara da bu gün kapak olsun.
barış sözcüğünden korsanlara da bu gün kapak olsun.
Cidden artık soyutluyorum kendimi bazı şeylerden. Galiba çevremde insanların olmaması daha da güzel. Çabalıyorum, mutlu ediyorum, inanıyorum ama neden ben mutsuz oluyorum? Neden gün sonunda düşünüp kendimi bitiren taraf ben oluyorum? Daha gencim bunun beş-on sene sonrası artık olmak istediğim kişi olacağım. Küçük yerlerde küçük insan olacağım. Hayalim değil ama buna zorundayım galiba.
Arayanım çok soranım çok ama ben bunların gelip geçici olduğunun farkındayım. Biteceğinin farkındayım. O yüzden kaptırmamak istiyorum. Elbet bir zaman bitecek şeylerden mutlu olmak istemiyorum. Bu yüzdendir gitmelerim, umursamamalarım. kendimi alıştırmamak içindir.
Arayanım çok soranım çok ama ben bunların gelip geçici olduğunun farkındayım. Biteceğinin farkındayım. O yüzden kaptırmamak istiyorum. Elbet bir zaman bitecek şeylerden mutlu olmak istemiyorum. Bu yüzdendir gitmelerim, umursamamalarım. kendimi alıştırmamak içindir.
bir bok olmayacak kızdır.
evet.
eğer gerçekten değecek birini arıyorsanız kendini geliştirecek size bir şeyler katacak sizden bir şeyler kazanacak biri olsun.
o ne be öyle ben sana fazlayım sen bana fazlasın üzeriz falan. açık sözlülük bu değil.
evet.
eğer gerçekten değecek birini arıyorsanız kendini geliştirecek size bir şeyler katacak sizden bir şeyler kazanacak biri olsun.
o ne be öyle ben sana fazlayım sen bana fazlasın üzeriz falan. açık sözlülük bu değil.
Zannedersem 1959 yıllında genç oyuncularla başlamıştı . Füsun erbulak niçin geç kaldım romanında bu devrimci sanatçıları anlatır. genco erkal, nevra serezli ve bir grup genç insanın yaşadıklarını çok güzel işlemiş .
ümit ünal'ın teyzem filmindeki emekli astsubay baba ve müjde ar'ın oynadığı üftade rolü gerçekten süperdi. Filmin yapımcısı fedai öztürk'ün bursalı olması ve üftade konusuna aşina olabilir diyorum.
mehmet akan'ın üvey baba rolü çok zor olmasına rağmen üstesinden rahatlıkla gelebilmesi oyun gücünü gösteriyor.
devrimci sanatçılar bilhassa ast tiyatroya çok şey kattı.
ümit ünal'ın teyzem filmindeki emekli astsubay baba ve müjde ar'ın oynadığı üftade rolü gerçekten süperdi. Filmin yapımcısı fedai öztürk'ün bursalı olması ve üftade konusuna aşina olabilir diyorum.
mehmet akan'ın üvey baba rolü çok zor olmasına rağmen üstesinden rahatlıkla gelebilmesi oyun gücünü gösteriyor.
devrimci sanatçılar bilhassa ast tiyatroya çok şey kattı.
fatih altaylı, zülfü livaneli'ye şöyle sesleniyor : "zülfü abi o kitabı toplat"
zülfü livaneli son kitabında fatıh altaylı'nın sunduğu teke tek programına katılan celal şengör ve ilber ortaylı hocaları cahillikle suçlamış.
konu incil hangi dilde yazılmış?
teke tek programına katılan celal şengör ' yunanca' yanıtını vermiş. zülfü livaneli bu bilgiyi yanlış diye son kitabına almış. odanın dili aramca, koca profesörler bilmiyor mu?gibilerden bir şeyler sallamış.
ben zülfü livaneli kitaplarını okumam,şarkılarını da başkalarından dinlemeyi tercih ederim. Bu ülkede aydın geçinen zat tam bir fiyasko.
evet, mesih isa aramca konuşuyor artı ibranice de konuşuyor, dahası bilinmez dilleri de konuşuyor. lâkin ıncili isa mesih yazmıyor. öğrencileri veya havarileri isa'nın söylemiş olduğu sözleri yazıyor .adindan anlaşılacağı üzere petrus, pavlus, matta ve yuhanna grekçe yani yunanca yazıyor, sonra da latince yazılıyor.
ben incil ilahiyatını okuyan biri olarak bunu biliyorum. hattâ yeni iman etmiş vaftiz olmamış öğrenciler de bilir.
zülfü livaneli kitabı yazmadan celal şengör hocaya bir danışsaydı. ' hocam siz programda incilin yunanca yazıldığını söylediniz ama ben isa'nın aramice konuştuğunu biliyorum' deseydiniz ateist celal hoca size din dersi verebilirdi.onca kitap piç olmazdı.
yazık olmuş zülfü livaneli'nin penceresine.
zülfü livaneli son kitabında fatıh altaylı'nın sunduğu teke tek programına katılan celal şengör ve ilber ortaylı hocaları cahillikle suçlamış.
konu incil hangi dilde yazılmış?
teke tek programına katılan celal şengör ' yunanca' yanıtını vermiş. zülfü livaneli bu bilgiyi yanlış diye son kitabına almış. odanın dili aramca, koca profesörler bilmiyor mu?gibilerden bir şeyler sallamış.
ben zülfü livaneli kitaplarını okumam,şarkılarını da başkalarından dinlemeyi tercih ederim. Bu ülkede aydın geçinen zat tam bir fiyasko.
evet, mesih isa aramca konuşuyor artı ibranice de konuşuyor, dahası bilinmez dilleri de konuşuyor. lâkin ıncili isa mesih yazmıyor. öğrencileri veya havarileri isa'nın söylemiş olduğu sözleri yazıyor .adindan anlaşılacağı üzere petrus, pavlus, matta ve yuhanna grekçe yani yunanca yazıyor, sonra da latince yazılıyor.
ben incil ilahiyatını okuyan biri olarak bunu biliyorum. hattâ yeni iman etmiş vaftiz olmamış öğrenciler de bilir.
zülfü livaneli kitabı yazmadan celal şengör hocaya bir danışsaydı. ' hocam siz programda incilin yunanca yazıldığını söylediniz ama ben isa'nın aramice konuştuğunu biliyorum' deseydiniz ateist celal hoca size din dersi verebilirdi.onca kitap piç olmazdı.
yazık olmuş zülfü livaneli'nin penceresine.
zenginsozluk.com/foto
Düzensiz göçle mücadele etmek amacıyla İçişileri Bakanlığı tarafından İstanbul'da kaydı olmayıp diğer illerde kaydı olan Suriyelilerin 20 Ağustos 2019 tarihine kadar bu illere dönmesini, dönmemesi hâlinde gerekli müdahelelerin yapılacağı söylenmesi üzerine Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği, Mülteci Hakları Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, Hukukçular Derneği iş birliğiyle 27 Temmuz 2019 tarihinde saat 17:00'da İstanbul'un Fatih ilçesindeki Saraçhane Parkı'nda yapılacak olan mitingdir.
Uzun zamandır sadece radyosu için giriyordum fakat geçenlerde birkaç farklı arkadaşım bakmamı önerince bir girdim ki o ho ho. Yıllardır yaratmak istediğimiz ortam oluşmuş memeler götler havada uçuşuyor. Negzel.
Yazdığım dönemde savaş açtığım femenazi terör örgütü tabi ki ilgi çektiği için başka bir kadın yazara savaş açıyor. Örgüt onlar örgüt. Allah feministlerden sözlükleri ve hatta bu ülkeyi korusun.
Tabi diğer yanda bu feninistlere yaranmaya çalışan meriçler. Eminim özelden salyaları akarak çıplak şekilde görme yolu aramışlardır ahahahd amk itleri sizi.
Bir sözüm de doğru tarafta bulunmasına rağmen lafını yediğini gördüğüm adem kardeşime. Lan hani büyük meme köylülüktü, sen hep 2 liralık alıyordun. En iyisi küçük memeydi ajandjaj he girinin altında varsın. Kahrolsun Memeyi büyük veya küçük diye ayıranlar.
Şimdi gelelim zengin sözlüğün kızlarına. Sizlere bir miktar kırgınım. Bakın diğer sözlüklere nasıl hareket gelmiş. Burası? Boş. Bomboş. En kısa zamanda lö şuhanecim mesajını aldım, ölmüş sözlüklere can vermek adına ben de mememi atıyorum diyerek bir challenge işine girmeniz lazım. Böyle olmaz.
Yazdığım dönemde savaş açtığım femenazi terör örgütü tabi ki ilgi çektiği için başka bir kadın yazara savaş açıyor. Örgüt onlar örgüt. Allah feministlerden sözlükleri ve hatta bu ülkeyi korusun.
Tabi diğer yanda bu feninistlere yaranmaya çalışan meriçler. Eminim özelden salyaları akarak çıplak şekilde görme yolu aramışlardır ahahahd amk itleri sizi.
Bir sözüm de doğru tarafta bulunmasına rağmen lafını yediğini gördüğüm adem kardeşime. Lan hani büyük meme köylülüktü, sen hep 2 liralık alıyordun. En iyisi küçük memeydi ajandjaj he girinin altında varsın. Kahrolsun Memeyi büyük veya küçük diye ayıranlar.
Şimdi gelelim zengin sözlüğün kızlarına. Sizlere bir miktar kırgınım. Bakın diğer sözlüklere nasıl hareket gelmiş. Burası? Boş. Bomboş. En kısa zamanda lö şuhanecim mesajını aldım, ölmüş sözlüklere can vermek adına ben de mememi atıyorum diyerek bir challenge işine girmeniz lazım. Böyle olmaz.
18 Temmuz 2019 BideBunu İzle Ahmet Davutoğlu Canlı Yayını röportaj yapan Yavuz Oğhan, İsmail Saymaz ve Akif Beki'nin Sputnik Türkiye bünyesindeki RS FM'deki Söylemesi Bizden'deki programlarına son verilmesine ilişkin tepki göstermek amacıyla Twitter'da kullanılan etiket.
zenginsozluk.com/foto
Bahsi geçen olayın ardından Zafer Arapkirli resmi Twitter hesabı üzerinden attığı tweet'te “RS FM'le buraya kadarmış. 3 yılı aşkın bir süredir her sabah 07.00-09.00 arası sizlerle SEYR-İ SABAH eylediğimiz RS FM'le yollarımızın ayrıldığını, ben de duyurmak isterim. Özgürce, onuru ile gazetecilik-yayıncılık yapmak isteyene yer mi yok, mekân mı yok? Görüşürüz” ifadelerini kullandı.
sürekli bir şeye müjdeli bir haber geliyorsa korkmak gerek. çünkü o haber gelinen nokta yerle bir olmuştur ki sürekli yerin dibinden çıkarmak için müjdeli haber gelsin. bakın mesela milletvekillerine ve bakanlara maaş yönünden müjdeli haber geliyor mu? hayır. çünkü onlar maalesef ki müjdenin taaa kendileri. üzüyor mu? üzmüyor artık. çünkü şaşırmıyorsun. yine aynı mantık. şaşıralacak yanı kalmadığı için insan şaşırmıyor.
zenginsozluk.com/foto
Karikatürist Yiğit Özgür'ün 15 karikatürünü barındıran, göndermeleriyle bir hayli şaşırtan serinin adıdır.
zenginsozluk.com/foto
13 Mayıs 2019 tarihinde Habertürk'ten Kübra Par'a evinde verdiği söyleşide evinin dekorasyonuyla sosyal medyada dikkat çeken Ağrı Belediye Başkanı.
Ölümünün üzerinden 6 yıl geçen bazı kişi ve grupların kurban ettiği, şu anda yaşasaydı 25 yaşında olacak bir gençti.
24 yıl önce madımak'ta hasret gültekin'i öldürenler 4 yıl önce eskişehir'de ali'yi öldürdü ama unuttukları bir şey var; tarih hainleri unutur, yiğitlerdir akılda kalan!
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Önümüzde ki seçimlerde istanbul büyükşehir belediyesinin yeni başkanı olacak kişi.
İsmi Mert olan, kısa boylu ve cılız bir adam var, yaşı 24. Hayatı kitap okumak, bir şeyler izlemek ve tek başına güneşin batışını izlemek ile geçiyor. Hadımköy'de yaşıyor.
Sanat Tarihi öğrencisi olan bu arkadaşımız, bir gün bir kafeye gidiyor. Elinde uzun zamandır bitirmeye çalıştığı bir kitap var: Hannibal Doğuyor kitabın ismi.
Sayfalarını çeviriyor, her sayfasında biraz daha sıkılıyor kitaptan Mert. Derken, yan masadan 40'larının başında olan ama atletik gözüken, uzun boylu, doğal sarışın bir kadın gelip masasına oturuyor.
"Merhaba, umarım rahatsız etmiyorum..." diyor, Mert'e.
"Elbette etmiyorsunuz." diye cevap veriyor Mert, bir an önce kalkıp gitse keşke şu kadın diye düşünüyor.
"Uzun zaman önce okumuştum, çok kötü bir son ile bitiyor..." diyor sarışın kadın, Mert'e. "Dövmeleriniz, neden Artemis? Troya savaşında bizim tarafımızda olduğu için mi?" diye soruyor.
Bizim taraf. Mert, kadının Antik Yunan karşıtı olduğunu anlıyor. Doğunun tarafını seçtiğini biliyor artık.
"Evet." diye cevap veriyor kısık sesle.
Ve sonrası mı? Hararetli bir konuşma başlıyor. Korku filmleri, cinayet romanları, efsaneler.
Kadın, Mert'in yanında tam üç saattir oturuyor. Artık kalkma zamanı geldiğini anlıyorlar, kalkıyorlar.
"Hala isminizi söylemediniz..." diye sitem ediyor Mert, kadına.
"Semiha..." diyor kadın. "İsmim Semiha."
Gülümsüyor Mert. "Tekrar görüşmek ister misiz?" diye soruyor, çekinerek.
"Lütfen, çok isterim." diyor kadın. Çarşamba günü, saat 1'de, aynı Kafe'de.
Kadın uzunca bir düşünüyor, ve tekrar konuşmaya başlıyor.
"Ben, ben telefon numaramı da vermek isterdim ama telefon kullanmıyorum. Elektronik hiçbir şeyi kullanmıyorum." diyor kadın. "Saat bile." Sonra, uzatmadan "Her neyse, çarşamba görüşeceğiz nasılsa." diyor, gidiyor.
Çarşamba günü Mert saat 11 gibi uyanıyor. Gözlerini kırpıştırarak lavaboya gidiyor, yüzünü yıkıyor. Saat 1 olana kadar üzerini giyinip elinde kalan kitabını bitirip başka bir kitaba başlamak için can atıyor.
Saat 1'e on dakika varken giriyor kafeye, göz ucuyla kafedekilere bakıyor Mert.
Eveet, Semiha orada. Kırmızı çiçekleri olan beyaz bir elbise giymiş. Sarı saçlarını ensesinde toplamış. Çilleri çok belirgin halde.
Yanına yaklaşıyor Mert onun. "Lütfen, terasta oturalım, sigara içeceğim." diyor Semiha, o oturmadan.
Terasa çıkıyorlar, esen rüzgar Semiha'nın alnına değen toplanmamış birkaç saçı bir o yana bir bu yana sallıyor. "Uzun süredir bu kadar tuhaf hissetmemiştim." diyor Semiha. "Cinayetler, gizemler." diye ekliyor.
Mert, olayı merak ediyor.
"Yeşilbayır'ı biliyor musun?" diye soruyor Mert'e, kadın. "Evet..." diye cevap veriyor Mert.
"Buraya çok yakın." diyor, "Oradan gelen, ben okula giderken sınıfımda okuyan arkadaşlarım vardı."
Kadın bir iç çekip anlatmaya başlıyor. Orada, bir kilise varmış zamanında. Bu kilise yıkılmış zamanla, Semiha 7-8 yaşlarındayken orada bir ceset bulunmuş.
Yıkılan sütunlardan arda kalan kısımda başsız bir kadın cesedi varmış. Kadının kim olduğu bulunamamış.
Sonrasında, olayla ilgilenen polislerin hepsi tuhaf biçimde ölmüş.
Evet, tuhaf, kimisini elektrip çarpmış, kimisi balkondan düşmüş, kimisi arkadaşının silahının ateş alması neticesinde ölmüş.
Ama Yeşilbayır küçük yer, o yerin adı lanetliye çıkmış.
Mert, bu yeri çok merak ediyor. "Bu yer, bu yer nerede?" diye soruyor.
"Yeşilbayır merkezinin üst kısmında, Ermeni mezarlığının arkasında." diyor ona Semiha ve göz kırpıyor.
"Gitmek istersen, götürebilirim." diyor.
"Çok isterim!" diyor Mert, ama bunu söylerken bile anında pişman oluyor. Tanımadıgı bir kadın, cinayet işlendiği söylenen bir yer, dahası da saçma sapan bir yere gidecek olması.
"Tamam, 6 gibi burada ol, seni almaya geleceğim, şimdi kalkmam gerek." diyor Semiha ve Mert'e hiçbir şey söyleme imkanı vermeden kafeden ayrılıyor.
Mert eve gidiyor. Düşünceli şekilde gözlerini kapatıyor. Bu kadın da kim, neyin nesi, neden karşısına çıktı ki?
Mert gözlerini açtığında saat 6'yı 20 geçiyor. Mert evden hızla çıkıyor ve koşarak kafeye varıyor. Kafenin içerisine bile bakmadan Semiha'nın orada olduğunu anlıyor. Semiha, kafenin ön tarafındaki otoparkta, arabasının bagajının üzerine oturmuş sigara tutturarak Mert'e gülümsüyor.
Bir Peogeog 206.
"Geç kalacağını biliyordum." diyor, "Sana 1 saat ek süre tanımıştım ama erken geldin." diyor.
"Üzügünüm." diyor Mert, kararan havaya bakıyor. "Yarın gündüz vakti gitmiş olsak daha iyi olmaz mı?" diye soruyor.
"Hayır, tam vakti. Hadi, zaman kaybetmeyelim diyor." Semiha.
Mert, kararan havaya ve batmaya çabalayan güneşe bakıyor. İçi kararıyor, korkuyor. Kafasında senaryolar kuruyor.
Kadın ona orada saldırıp onu öldürmek isterse, kadının kafede sipariş ettiği yemeği yemesini aklına getiriyor. Kadın solak ve onun sol elini kırarsa onu savunmasız bırakabilir.
Kadın, Yeşilbayır'a gayet sakin ve temkinli kullanırken, "Lütfen torpidoyu açar mısın, bize bir sürprizim var." diyor.
Mert, torpidoyu açıyor, en üstte iki yaka kartı var. Üzerlerinde "Dedektif Semiha." ve "Dedektif Mert" yazılı.
Koskoca bir kahkaha patlatan Mert, bunları yaparken çok uğraşıp uğraşmadıgını soruyor.
Semiha da gülümsüyor. "Çok eğlenceliydi!" diyor.
Yaka kartını boynuna geçiriyor ikisi de, ve mezarlığı geçer geçmez, yıkık dökük bir harabe ile karşılaşıyorlar.
Arabadan iniyorlar, yıkılmış sütunlar var, ama bir üstun diğerlerinden daha uzakta duruyor. O daha sağlam ve üzerinde 3 tane kırmızı x çizilmiş. Üçü de silinmek üzere.
"Korinth!" diye haykırıyor, Mert.
"Değil." diyor, Semiha. "Kiliselerdeki süslemelerin isimleri antik yunan terminolojisinden farklıdır." diyor.
İlerliyorlar. "Burada mı başsız kadın ölü bulundu?" diye soruyor, kadına. "Evet." diyor Semiha.
"Görmek ister misin?" diye soruyor, Mert'e. Tam bu sırada bir karga, arkalarından havaya kalkıyor, uçmaya başlıyor.
"Nasıl yani?" diye soruyor Mert. Semiha gülümsüyor. "Bekle." diyor.
Semiha, arabadan geri dönerken elinde el fenerleri ve bir adet uv ışını getiriyor.
UV ışınını sütunun üstüne doğru tutuyor. Işık tutulan yerin altında kırmızı tuhaf bir leke beliriyor.
Lekeler...
"Kan." diyor, Mert.
"Öyleydi..." diye ekliyor Semiha.
Ama o anda bir şey oluyor. Onların bulundukları yere bir ışık vuruyor. Tam karşılarında, biraz uzaklarında kalan yokuştan bir araba onlara doğru geliyor.
"Mert!" diye bağırıyor kadın. "Arabaya bak! Araba siyah mı!"
Mert, "Evet." diyor. Semiha, "HEMEN ARABAYA ATLA!" diye bağırıyor.
Mert'in huysuzluğu üzerinde. "Lütfen emrivaki olmas..." ın demek üzereyken. Semihanın atla diye bağırışına şahit oluyor.
Öyle bir bağırıyor ki, Mert hemen arabaya binmezse onu geride bırakacağını biliyor.
"Bizi görmediler, bizi görmemiş olsunlar." diyor, Semiha arabayı hızla köyün içerisine sürerken.
"Bizi görmemiş olmaları çok zor, ışık ikimizi de aydınlattı." diyor.
"HAYIR! GÖRMEDİLER!" deyip ağlamaya başlıyor, Semiha.
Artık Hadımköy'e varmak üzereler. Ama o da ne, yan yoldan siyah bir araç onlara doğru geliyor, onlar gibi hızını arttırıyor, onlara çok yaklaşıyor.
Mert'in ödü kopmaya başlıyor. Semiha hızı arttırıyor, ama siyah araç daha da arttırıyor.
Ama o sırada bir şey oluyor.. Siyah araba birden duruyor. Hızla gerilerinde kalıyor.
Hadımköye vardıklarında ikisi de kan ter içinde iniyorlar kafenin önünde arabadan.
"Bana neler olduğunu anlatacaksın." diyor, Mert. "Lütfen. Oturalım, ve bir sigara yakmama izin ver." diyor kadın.
Oturuyorlar, sigara yakıyor ikisi de.
"Şimdi, bana soru sorma. Sadece dinle. Bitirdiğimde soru sorarsın." diyor.
Başlıyor anlatmaya.
Çok çok çok önceleri, cinayet olayları sonrası, Semiha 10 yaşındayken, arkadaşları Melike ve Siren ile o kilisenin olduğu yerde ailelerinden gizlice saklambaç oynamaya giderlermiş.
Bir gün, yine aynısını yapmışlar. Ama, Semiha'nın tuvaleti geldiği için koşa koşa eve dönmesi gerekmiş. Geriye döndüğünde ise, arkadaşlarından hiçbir iz yokmuş. Sadece, sütunun birinde 2 tane x işareti varmış.
1 Yıl içerisinde Semiha tam 6 kez çocuk polis tarafından soruglanmış ama arkadaşları bulunamamış.
Yıllar geçmiş, Semiha tam 30 yaşlarına varmışken tekrar kaybolma olayı olmuş. Hem de tam arkadaşlarının kayboldugu yerde. 2 çocuk kaybolmuş.
Bunları anlatırken, bir anda Mert olaya atlıyor. "O hikayeyi biliyorum. Kaybolan çocuklardan birisi, ilkokulda karşı sınıfımdaydı." diyor. "Tanrım, anlattıkların gerçek." diye ekliyor.
"Lütfen sözümü kesme." diyor, ona kadın. Devam ediyor.
Oraya gidiyor tekrar Semiha ve o sütunun orada, 4 x olduğunu görüyor. Bir gün, UV ışını ile geri geliyor ve sütundaki kanı fark ediyor.
Ara sıra oraya tekrar gidiyor, ama tam olarak tuhaf şeyler 3 yıl önce başlıyor. Bir gün oraya gittiğinde, 3 tane uzun boylu siyah giysili insanın saatlerce orada beklediğini görüyor. Bir araba gelip onları alıyor. Sonra fark ediyor ki Semiha, birileri onu izlemeye başlıyor. O da tüm elektronik aygıtlarından kurtuluyor.
3 kez daha denk geliyor bu olaya, her seferinde onları uzaktan izliyor.
"Peki ya buna beni neden bulaştırdın?" diye soruyor ona, Mert.
"Mert..." diyor, Semiha.
"Burada seni kimse sevmiyordu. Herkes tuhaf ve istemeyerek bakıyor. Kimsenin sevmediği insana güvenebilieceğimi fark ettim. Ve okuduğun polisiyeler çok kaliteliydi." diyor, Semiha, gülümsetmeye çalışıyor onu.
"Korkuyorum." diyor, Mert.
"Korkma. Yarın burada, akşam 5 gibi buluşalım, lütfen." diyor.
Mert ona veda ederken dikkatli olmasını söylüyor. Eve giderken bile izleniyor olma hissi aklındanı çıkmıyor.
Gece yarısı Mert, bir ses kaydetmek istiyor bilgisayarında, ama tuhaf bir şey oluyor. Bilgisayar, mirkofonun o anda başka bir programda aktif oldugunu bildiriyor.
Mert şaşırıyor, önemsemiyor.
Mert, kitap okurken bir şey fark ediyor. Bilgisayarının kamerasının aktif olduğu ışık yaınp sönüyor.
Mert korkmaya başlayıp bir bant yapıştırıyor.
Paranoyak olmaya başlayan Mert, ertesi günü iple çekiyor.
Mert, ertesi gün buluşma saatinde Kafeye gidiyor, beklemeye başlıyor.
Saatler geçiyor ama Semiha'dan haber yok.
Mert, bir çılgınlık yapıyor ve amcasının arabasını ödünç alıp Yeşilbayırdeki o yere gidiyor.
Gündüz vakti, hala güneş ışıkları etrafa yayılıyor.
Bir şey Mert'in çok dikkatini çekiyor. Sütunun orada artık 5 x var. Semiha'dan haber yok...
Mert korkuyor, arabaya binip hızla eve geliyor. Polise bunu anlatmaya korkuyor, daha soyadını bile bilmedigi bir kadınla bunları konuştuğunu söylemek istemiyor.
Ve yapması gereken en doğal şeyi yapıyor.
Bir Psikiyatristten randevu alıyor.
Ertesi sabah Mert, psikiyartiste paranoyak davrandığından bahsediyor. Psikiyatrist ise klasik diğerleri gibi.
Ona ilaçlar yazıp kafasından defetme peşinde.
Mert, hastaneden çıkar çıkmaz Kadıköy'ün yolunu tutuyor. Biraz gezmek istiyor. Tuhaf bir sergiye denk geliyor.
"Akıl Hastalarının Tiyatro Fotoğrafları." yazıyor, serginin ismi.
Marat'ın ölümünü konu edinen bir tiyatroyu, ilk olarak Fransızlar 1960'larda oynamışlardı, Türkler ise biraz rötarlı olarak 90'larda oynamış olsa gerek diyor.
Sergiyi gezmeye başlıyor. Ama daha ilk fotoğrafta, dizleri titriyor. Fotoğrafta, karşısında bir kadın, elinde kocaman bir bıçağı tutmuş, Marat olduğunu düşündüğü bir adama doğrultuyor.
Bunu yapan kadını Mert çok iyi tanıyor. Yüzündeki çilleri, çenesinin altındaki bene kadar.
Semiha, Charlotte rolünü üstlenmiş...
Koşarak görevliye o kadının kim olduğunu soruyor bizim Mert. Görevli ise, ilerideki bölmedeki defterde hepsinin hayat hikayesi yazdığını söylüyor.
Mert koşarak defteri açıyor, şansına ki yine ilk sayfada, karşısında kocaman Semiha'nın bir fotoğrafı duruyor.
Mert daha çok şoka uğruyor, korkuyor, ensesi karıncalaşıyor.
Semiha yazması gereken yerde, tuhaf bir isim yazıyor.
Melike Çam yazıyor.
Kadının, o zamanlar 23 yaşında olduğu yazıyor. Ve yazılar gittikçe korkunçlaşıyor. Kadının, o tiyatrodan 3 yıl sonra hücresinde intihar ettiği yazılı.
Mert, korkarak sergiden uzaklaşıyor. Tek yapmak istediği eve gitmek. Güvende hissettiği tek yere geri dönmek.
VE KİMSEYE İNANMAMAK!
Mert, Hadımköy'e tam 3 saat sonra varıyor. Evine girmek üzereyken, kapsının girişine tutturulmuş bir zarf görüyor.
Zarfın içi boş, zarfın üstünde ise "YARIN 4, AYNI KAFE, SEMİHA" yazıyor.
Gerisini henüz getiremedim düşünüyorum
Sanat Tarihi öğrencisi olan bu arkadaşımız, bir gün bir kafeye gidiyor. Elinde uzun zamandır bitirmeye çalıştığı bir kitap var: Hannibal Doğuyor kitabın ismi.
Sayfalarını çeviriyor, her sayfasında biraz daha sıkılıyor kitaptan Mert. Derken, yan masadan 40'larının başında olan ama atletik gözüken, uzun boylu, doğal sarışın bir kadın gelip masasına oturuyor.
"Merhaba, umarım rahatsız etmiyorum..." diyor, Mert'e.
"Elbette etmiyorsunuz." diye cevap veriyor Mert, bir an önce kalkıp gitse keşke şu kadın diye düşünüyor.
"Uzun zaman önce okumuştum, çok kötü bir son ile bitiyor..." diyor sarışın kadın, Mert'e. "Dövmeleriniz, neden Artemis? Troya savaşında bizim tarafımızda olduğu için mi?" diye soruyor.
Bizim taraf. Mert, kadının Antik Yunan karşıtı olduğunu anlıyor. Doğunun tarafını seçtiğini biliyor artık.
"Evet." diye cevap veriyor kısık sesle.
Ve sonrası mı? Hararetli bir konuşma başlıyor. Korku filmleri, cinayet romanları, efsaneler.
Kadın, Mert'in yanında tam üç saattir oturuyor. Artık kalkma zamanı geldiğini anlıyorlar, kalkıyorlar.
"Hala isminizi söylemediniz..." diye sitem ediyor Mert, kadına.
"Semiha..." diyor kadın. "İsmim Semiha."
Gülümsüyor Mert. "Tekrar görüşmek ister misiz?" diye soruyor, çekinerek.
"Lütfen, çok isterim." diyor kadın. Çarşamba günü, saat 1'de, aynı Kafe'de.
Kadın uzunca bir düşünüyor, ve tekrar konuşmaya başlıyor.
"Ben, ben telefon numaramı da vermek isterdim ama telefon kullanmıyorum. Elektronik hiçbir şeyi kullanmıyorum." diyor kadın. "Saat bile." Sonra, uzatmadan "Her neyse, çarşamba görüşeceğiz nasılsa." diyor, gidiyor.
Çarşamba günü Mert saat 11 gibi uyanıyor. Gözlerini kırpıştırarak lavaboya gidiyor, yüzünü yıkıyor. Saat 1 olana kadar üzerini giyinip elinde kalan kitabını bitirip başka bir kitaba başlamak için can atıyor.
Saat 1'e on dakika varken giriyor kafeye, göz ucuyla kafedekilere bakıyor Mert.
Eveet, Semiha orada. Kırmızı çiçekleri olan beyaz bir elbise giymiş. Sarı saçlarını ensesinde toplamış. Çilleri çok belirgin halde.
Yanına yaklaşıyor Mert onun. "Lütfen, terasta oturalım, sigara içeceğim." diyor Semiha, o oturmadan.
Terasa çıkıyorlar, esen rüzgar Semiha'nın alnına değen toplanmamış birkaç saçı bir o yana bir bu yana sallıyor. "Uzun süredir bu kadar tuhaf hissetmemiştim." diyor Semiha. "Cinayetler, gizemler." diye ekliyor.
Mert, olayı merak ediyor.
"Yeşilbayır'ı biliyor musun?" diye soruyor Mert'e, kadın. "Evet..." diye cevap veriyor Mert.
"Buraya çok yakın." diyor, "Oradan gelen, ben okula giderken sınıfımda okuyan arkadaşlarım vardı."
Kadın bir iç çekip anlatmaya başlıyor. Orada, bir kilise varmış zamanında. Bu kilise yıkılmış zamanla, Semiha 7-8 yaşlarındayken orada bir ceset bulunmuş.
Yıkılan sütunlardan arda kalan kısımda başsız bir kadın cesedi varmış. Kadının kim olduğu bulunamamış.
Sonrasında, olayla ilgilenen polislerin hepsi tuhaf biçimde ölmüş.
Evet, tuhaf, kimisini elektrip çarpmış, kimisi balkondan düşmüş, kimisi arkadaşının silahının ateş alması neticesinde ölmüş.
Ama Yeşilbayır küçük yer, o yerin adı lanetliye çıkmış.
Mert, bu yeri çok merak ediyor. "Bu yer, bu yer nerede?" diye soruyor.
"Yeşilbayır merkezinin üst kısmında, Ermeni mezarlığının arkasında." diyor ona Semiha ve göz kırpıyor.
"Gitmek istersen, götürebilirim." diyor.
"Çok isterim!" diyor Mert, ama bunu söylerken bile anında pişman oluyor. Tanımadıgı bir kadın, cinayet işlendiği söylenen bir yer, dahası da saçma sapan bir yere gidecek olması.
"Tamam, 6 gibi burada ol, seni almaya geleceğim, şimdi kalkmam gerek." diyor Semiha ve Mert'e hiçbir şey söyleme imkanı vermeden kafeden ayrılıyor.
Mert eve gidiyor. Düşünceli şekilde gözlerini kapatıyor. Bu kadın da kim, neyin nesi, neden karşısına çıktı ki?
Mert gözlerini açtığında saat 6'yı 20 geçiyor. Mert evden hızla çıkıyor ve koşarak kafeye varıyor. Kafenin içerisine bile bakmadan Semiha'nın orada olduğunu anlıyor. Semiha, kafenin ön tarafındaki otoparkta, arabasının bagajının üzerine oturmuş sigara tutturarak Mert'e gülümsüyor.
Bir Peogeog 206.
"Geç kalacağını biliyordum." diyor, "Sana 1 saat ek süre tanımıştım ama erken geldin." diyor.
"Üzügünüm." diyor Mert, kararan havaya bakıyor. "Yarın gündüz vakti gitmiş olsak daha iyi olmaz mı?" diye soruyor.
"Hayır, tam vakti. Hadi, zaman kaybetmeyelim diyor." Semiha.
Mert, kararan havaya ve batmaya çabalayan güneşe bakıyor. İçi kararıyor, korkuyor. Kafasında senaryolar kuruyor.
Kadın ona orada saldırıp onu öldürmek isterse, kadının kafede sipariş ettiği yemeği yemesini aklına getiriyor. Kadın solak ve onun sol elini kırarsa onu savunmasız bırakabilir.
Kadın, Yeşilbayır'a gayet sakin ve temkinli kullanırken, "Lütfen torpidoyu açar mısın, bize bir sürprizim var." diyor.
Mert, torpidoyu açıyor, en üstte iki yaka kartı var. Üzerlerinde "Dedektif Semiha." ve "Dedektif Mert" yazılı.
Koskoca bir kahkaha patlatan Mert, bunları yaparken çok uğraşıp uğraşmadıgını soruyor.
Semiha da gülümsüyor. "Çok eğlenceliydi!" diyor.
Yaka kartını boynuna geçiriyor ikisi de, ve mezarlığı geçer geçmez, yıkık dökük bir harabe ile karşılaşıyorlar.
Arabadan iniyorlar, yıkılmış sütunlar var, ama bir üstun diğerlerinden daha uzakta duruyor. O daha sağlam ve üzerinde 3 tane kırmızı x çizilmiş. Üçü de silinmek üzere.
"Korinth!" diye haykırıyor, Mert.
"Değil." diyor, Semiha. "Kiliselerdeki süslemelerin isimleri antik yunan terminolojisinden farklıdır." diyor.
İlerliyorlar. "Burada mı başsız kadın ölü bulundu?" diye soruyor, kadına. "Evet." diyor Semiha.
"Görmek ister misin?" diye soruyor, Mert'e. Tam bu sırada bir karga, arkalarından havaya kalkıyor, uçmaya başlıyor.
"Nasıl yani?" diye soruyor Mert. Semiha gülümsüyor. "Bekle." diyor.
Semiha, arabadan geri dönerken elinde el fenerleri ve bir adet uv ışını getiriyor.
UV ışınını sütunun üstüne doğru tutuyor. Işık tutulan yerin altında kırmızı tuhaf bir leke beliriyor.
Lekeler...
"Kan." diyor, Mert.
"Öyleydi..." diye ekliyor Semiha.
Ama o anda bir şey oluyor. Onların bulundukları yere bir ışık vuruyor. Tam karşılarında, biraz uzaklarında kalan yokuştan bir araba onlara doğru geliyor.
"Mert!" diye bağırıyor kadın. "Arabaya bak! Araba siyah mı!"
Mert, "Evet." diyor. Semiha, "HEMEN ARABAYA ATLA!" diye bağırıyor.
Mert'in huysuzluğu üzerinde. "Lütfen emrivaki olmas..." ın demek üzereyken. Semihanın atla diye bağırışına şahit oluyor.
Öyle bir bağırıyor ki, Mert hemen arabaya binmezse onu geride bırakacağını biliyor.
"Bizi görmediler, bizi görmemiş olsunlar." diyor, Semiha arabayı hızla köyün içerisine sürerken.
"Bizi görmemiş olmaları çok zor, ışık ikimizi de aydınlattı." diyor.
"HAYIR! GÖRMEDİLER!" deyip ağlamaya başlıyor, Semiha.
Artık Hadımköy'e varmak üzereler. Ama o da ne, yan yoldan siyah bir araç onlara doğru geliyor, onlar gibi hızını arttırıyor, onlara çok yaklaşıyor.
Mert'in ödü kopmaya başlıyor. Semiha hızı arttırıyor, ama siyah araç daha da arttırıyor.
Ama o sırada bir şey oluyor.. Siyah araba birden duruyor. Hızla gerilerinde kalıyor.
Hadımköye vardıklarında ikisi de kan ter içinde iniyorlar kafenin önünde arabadan.
"Bana neler olduğunu anlatacaksın." diyor, Mert. "Lütfen. Oturalım, ve bir sigara yakmama izin ver." diyor kadın.
Oturuyorlar, sigara yakıyor ikisi de.
"Şimdi, bana soru sorma. Sadece dinle. Bitirdiğimde soru sorarsın." diyor.
Başlıyor anlatmaya.
Çok çok çok önceleri, cinayet olayları sonrası, Semiha 10 yaşındayken, arkadaşları Melike ve Siren ile o kilisenin olduğu yerde ailelerinden gizlice saklambaç oynamaya giderlermiş.
Bir gün, yine aynısını yapmışlar. Ama, Semiha'nın tuvaleti geldiği için koşa koşa eve dönmesi gerekmiş. Geriye döndüğünde ise, arkadaşlarından hiçbir iz yokmuş. Sadece, sütunun birinde 2 tane x işareti varmış.
1 Yıl içerisinde Semiha tam 6 kez çocuk polis tarafından soruglanmış ama arkadaşları bulunamamış.
Yıllar geçmiş, Semiha tam 30 yaşlarına varmışken tekrar kaybolma olayı olmuş. Hem de tam arkadaşlarının kayboldugu yerde. 2 çocuk kaybolmuş.
Bunları anlatırken, bir anda Mert olaya atlıyor. "O hikayeyi biliyorum. Kaybolan çocuklardan birisi, ilkokulda karşı sınıfımdaydı." diyor. "Tanrım, anlattıkların gerçek." diye ekliyor.
"Lütfen sözümü kesme." diyor, ona kadın. Devam ediyor.
Oraya gidiyor tekrar Semiha ve o sütunun orada, 4 x olduğunu görüyor. Bir gün, UV ışını ile geri geliyor ve sütundaki kanı fark ediyor.
Ara sıra oraya tekrar gidiyor, ama tam olarak tuhaf şeyler 3 yıl önce başlıyor. Bir gün oraya gittiğinde, 3 tane uzun boylu siyah giysili insanın saatlerce orada beklediğini görüyor. Bir araba gelip onları alıyor. Sonra fark ediyor ki Semiha, birileri onu izlemeye başlıyor. O da tüm elektronik aygıtlarından kurtuluyor.
3 kez daha denk geliyor bu olaya, her seferinde onları uzaktan izliyor.
"Peki ya buna beni neden bulaştırdın?" diye soruyor ona, Mert.
"Mert..." diyor, Semiha.
"Burada seni kimse sevmiyordu. Herkes tuhaf ve istemeyerek bakıyor. Kimsenin sevmediği insana güvenebilieceğimi fark ettim. Ve okuduğun polisiyeler çok kaliteliydi." diyor, Semiha, gülümsetmeye çalışıyor onu.
"Korkuyorum." diyor, Mert.
"Korkma. Yarın burada, akşam 5 gibi buluşalım, lütfen." diyor.
Mert ona veda ederken dikkatli olmasını söylüyor. Eve giderken bile izleniyor olma hissi aklındanı çıkmıyor.
Gece yarısı Mert, bir ses kaydetmek istiyor bilgisayarında, ama tuhaf bir şey oluyor. Bilgisayar, mirkofonun o anda başka bir programda aktif oldugunu bildiriyor.
Mert şaşırıyor, önemsemiyor.
Mert, kitap okurken bir şey fark ediyor. Bilgisayarının kamerasının aktif olduğu ışık yaınp sönüyor.
Mert korkmaya başlayıp bir bant yapıştırıyor.
Paranoyak olmaya başlayan Mert, ertesi günü iple çekiyor.
Mert, ertesi gün buluşma saatinde Kafeye gidiyor, beklemeye başlıyor.
Saatler geçiyor ama Semiha'dan haber yok.
Mert, bir çılgınlık yapıyor ve amcasının arabasını ödünç alıp Yeşilbayırdeki o yere gidiyor.
Gündüz vakti, hala güneş ışıkları etrafa yayılıyor.
Bir şey Mert'in çok dikkatini çekiyor. Sütunun orada artık 5 x var. Semiha'dan haber yok...
Mert korkuyor, arabaya binip hızla eve geliyor. Polise bunu anlatmaya korkuyor, daha soyadını bile bilmedigi bir kadınla bunları konuştuğunu söylemek istemiyor.
Ve yapması gereken en doğal şeyi yapıyor.
Bir Psikiyatristten randevu alıyor.
Ertesi sabah Mert, psikiyartiste paranoyak davrandığından bahsediyor. Psikiyatrist ise klasik diğerleri gibi.
Ona ilaçlar yazıp kafasından defetme peşinde.
Mert, hastaneden çıkar çıkmaz Kadıköy'ün yolunu tutuyor. Biraz gezmek istiyor. Tuhaf bir sergiye denk geliyor.
"Akıl Hastalarının Tiyatro Fotoğrafları." yazıyor, serginin ismi.
Marat'ın ölümünü konu edinen bir tiyatroyu, ilk olarak Fransızlar 1960'larda oynamışlardı, Türkler ise biraz rötarlı olarak 90'larda oynamış olsa gerek diyor.
Sergiyi gezmeye başlıyor. Ama daha ilk fotoğrafta, dizleri titriyor. Fotoğrafta, karşısında bir kadın, elinde kocaman bir bıçağı tutmuş, Marat olduğunu düşündüğü bir adama doğrultuyor.
Bunu yapan kadını Mert çok iyi tanıyor. Yüzündeki çilleri, çenesinin altındaki bene kadar.
Semiha, Charlotte rolünü üstlenmiş...
Koşarak görevliye o kadının kim olduğunu soruyor bizim Mert. Görevli ise, ilerideki bölmedeki defterde hepsinin hayat hikayesi yazdığını söylüyor.
Mert koşarak defteri açıyor, şansına ki yine ilk sayfada, karşısında kocaman Semiha'nın bir fotoğrafı duruyor.
Mert daha çok şoka uğruyor, korkuyor, ensesi karıncalaşıyor.
Semiha yazması gereken yerde, tuhaf bir isim yazıyor.
Melike Çam yazıyor.
Kadının, o zamanlar 23 yaşında olduğu yazıyor. Ve yazılar gittikçe korkunçlaşıyor. Kadının, o tiyatrodan 3 yıl sonra hücresinde intihar ettiği yazılı.
Mert, korkarak sergiden uzaklaşıyor. Tek yapmak istediği eve gitmek. Güvende hissettiği tek yere geri dönmek.
VE KİMSEYE İNANMAMAK!
Mert, Hadımköy'e tam 3 saat sonra varıyor. Evine girmek üzereyken, kapsının girişine tutturulmuş bir zarf görüyor.
Zarfın içi boş, zarfın üstünde ise "YARIN 4, AYNI KAFE, SEMİHA" yazıyor.
Gerisini henüz getiremedim düşünüyorum
zenginsozluk.com/foto
Akbaba Dergisi tarafından 1965 yılında piyasaya sürülen 38'inci sayı kapağında görülen olaydır. Kapakta 1965 Türkiye Genel Seçimlerine adaylığını koyan Cumhuriyet Halk Partisi'nden İsmet İnönü, Adalet Partisi'nden Süleyman Demirel, Millet Partisi'nden Osman Bölükbaşı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nden Alparslan Türkeş, Türkiye İşçi Partisi'nden Mehmet Ali Baydar, Yeni Türkiye Partisi'nden Ekrem Alican görülmektedir.
boş bir zamanımda deneyimlemek için bir hesap açmıştım.
sabah "tüm entrylerimi silmek istiyorum nasıl yapabilirim" gibisinden bir entry girdim duyurular kısmı olmadığı için.
az önce hesaba giriş yaparken ''yönetim tarafından hesabınız kapatılmıştır'' diye bir bildirim aldım ve sadece güldüm skdasdk.
kardeşim uyarsana hasta mısın? hayır meraklısı da değilim beyaz tv-yeni akit çakması sözlükte yazar olmaya.
he bunlar hep "tuborg filtresiz" başlığına entry girdiğim için oldu biliyorum ama pişman değilim :):):)))
he sakın biz herkesi kucaklıyoruz gibisinden şeylerine kanmayın.
çünkü "kucaklamak" kelimesini bile yanlış anlayabilirler.
sabah "tüm entrylerimi silmek istiyorum nasıl yapabilirim" gibisinden bir entry girdim duyurular kısmı olmadığı için.
az önce hesaba giriş yaparken ''yönetim tarafından hesabınız kapatılmıştır'' diye bir bildirim aldım ve sadece güldüm skdasdk.
kardeşim uyarsana hasta mısın? hayır meraklısı da değilim beyaz tv-yeni akit çakması sözlükte yazar olmaya.
he bunlar hep "tuborg filtresiz" başlığına entry girdiğim için oldu biliyorum ama pişman değilim :):):)))
he sakın biz herkesi kucaklıyoruz gibisinden şeylerine kanmayın.
çünkü "kucaklamak" kelimesini bile yanlış anlayabilirler.
zenginsozluk.com/foto
Sözcü Gazetesi yazarı Deniz Zeyrek'in 7 Temmuz 2019 tarihli “51 Günlük Kayyum Bilançosu: 3 Milyar 300 Milyon Yeni Borç, 1 Milyar 700 Milyon Harcama ve 2 Bin 500 Yeni İstihdam” başlıklı yazısıdır. Yazının tam hâli şu şekildedir: “31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra, mazbatanın seçilmiş İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na verilmesini tam 17 gün beklemiştik. Ekrem İmamoğlu, göreve gelir gelmez, 1 Ocak 2019 gününden itibaren yapılan işlemleri tespit etmek için belediye verilerini yedekleme talimatı vermişti. Kıyameti kopardılar. Sanki MİT'in verilerini kopyalıyormuş gibi hava yarattılar ve meseleyi bir ulusal güvenlik meselesine dönüştürdüler. Nihayetinde YSK son derece hukuksuz bir kararla mazbatayı iptal edip seçimlerin yenilenmesine karar verdi. O gün tarih 6 Mayıs 2019'u gösteriyordu. Ekrem İmamoğlu'nun görevdeki 18'inci günüydü. Ekrem İmamoğlu mazbatayı iade etti. Ankara'dan İstanbul Valisi Ali Yerlikaya kayyum olarak İBB Başkanlığı'nı da yürütmekle görevlendirildi. 23 Haziran 2019 günü yapılan İstanbul seçiminde belediye geri alınacakmış gibi hareket etmeye başladılar. Genel Sekreter Hayri Baraçlı o öz güvenle Ekrem İmamoğlu'nun katıldığı canlı yayına mesajlar gönderip açıktan kafa tuttu. İBB çalışanları itfaiyeci, imam, İŞPARK görevlisi kıyafetleriyle, parti militanı gibi belediyenin önünde Ekrem İmamoğlu aleyhine gösteri yaptılar. 23 Haziran 2019'da ne olduğunu yazmama gerek yok. 14 binden az olan fark 806 binin üzerine çıktı. İstanbul halkı bu karşılıksız öz güvene dersini verdi. Ekrem İmamoğlu, 6 Mayıs 2019 ile 23 Haziran 2019 arasında belediyedeki israfa dikkat çekip, makam aracı saltanatını anlatmıştı. Doğrusu Ekrem İmamoğlu'nun sözünü tutup o araçları Yenikapı Miting Alanı'nda sergilemesini bütün İstanbullular bekliyor. Peki, aradan geçen 51 günlük kayyum döneminde neler oldu? Halkın iradesi ile seçilmiş belediye başkanını beklemek yerine neler yaptılar? Biraz araştırınca gördüm ki boş durmamışlar. Örneğin 31 Mart 2019'da 82 bin olan İBB personel sayısı 23 Haziran 2019'dan önce 84 bin 500'e çıkmış. Yani apar topar 2 bin 500 kişi istihdam edilmiş. Belediyenin borçları toplamı 31 Mart 2019'da 26,7 milyar TL idi. 23 Haziran 2019 itibarıyla bu miktar 30 milyar TL'ye çıkmış. Yani arada 3 milyar 300 milyon lira daha borçlanılmış. Belediyenin gelir gider tablosuna bakıldığında anlaşılıyor ki, harcamalarda da frene basılmamış. 16 Haziran 2019'da belediye kasasından 1 kalemde 1,7 milyar TL çıkmış. Sadece yeni istihdam, borçlanma ve harcama miktarları bile İBB'nin kaynaklarından son ana dek yararlanıldığını gösteriyor. İnşallah, o paralar yandaşların çıkarı için değil, İstanbul halkına hizmet için harcanmıştır. Bu arada Ekrem İmamoğlu iyi ki o verileri yedeklemiş. Yoksa bu değişimleri bu kadar kısa sürede anlamak imkansız olurdu. Hükûmete yakın medyada, muhalefet partilerinden belediye başkanlarının göreve gelir gelmez yaptığı işten çıkarmalar ön plana çıkarılıyor. İlgili haberleri okuyunca, izleyince insan o başkanları ister istemez işçi düşmanı gibi görüyor. Ancak, yapılan işten çıkarılanların ortak özelliğine bakınca, çoğunun seçimlerin hemen öncesinde oy devşirme amaçlı, partizanca yapılmış işe alımlar olduğunu görüyorsunuz. Şahsen hiçbir işten çıkarmayı tasvip etmiyorum. Eğer mümkünse, oy devşirmek için, hatta partizanca yapılmış olsa dahi, alınanlar bankamatik çalışan değilse, ihtiyaç varsa, işe uygunlarsa o elemanları tutmaya çalışmaları son derece insani olur. İşsizliğin pençesinde hayata tutunmaya çalışan insanların oyunun rengine bakılmamalı.”
Ülkede onca sıkıntı varken tarafsız haber yapmaktan bihaber Sabah Gazetesi'nin yayınladığı haberin konusu. Videoyu barındıran tweet altına yapılan yanıtlar da birebir.
ODTÜ'nün 30 Haziran 2019 tarihinde üniversite içinde yer alan Devrim Stadyumu'nda düzenlenen mezuniyet töreninde mezun olan öğrenciler tarafından gösterilen pankartlardır.
Pankartların içerikleri şu şekildedir:
- Oraya 806 Bin 429 Oy Daha Yazmanızı Rica Edeceğim,
- Geç Oldu Güç Oldu, Bir Çift Mavi Gözün Işığında Her Şey Çok Güzel Oldu,
- Hiçbir Şey Olmasa Bile Kesinlikle Bir Şey Oldu,
- Geçen Sene 13 Bin Farkla Mezun Etmediniz, Bu Sene 813 Bin Farkla Diplomayı Almaya Geldik,
- Mezun Oluyor Musunuz? Ben Ne Bileyim Kardeşim,
- Hoçça Ğalın Ğidiyos Biz,
- Bu Pankartın Dörtte Biri Sahte,
- 13 Saattir AA'dan Diploma Bekliyoruz,
- Hep Denedim Hep Yenildim, Olsun Ğine Dener Ğine Yenilir Daha İyi Yenilirim,
- 10 GB İnternetle Vikipedi'ye Girebiliyor Muyduk?
- Hayaller Altın Sarısı, Hayatlar Kömür Karası
- Kanıksamayacağız (#tavizvarsesçıkar, #çocuksusarsensusma, #hayvanaşiddetsuçtur #transcinayetleripoli, #rabianazaneoldu, #şuleçetiçinadalet, #özgecanaslan #neviniçinadalet, #iyikivarsıneren, #homofobiöldü, #şiddetehayır, #10EkimAnKARA, #Adaletİstiyoruz, #SansürsüzTürkiye, #Gezi6Yaşında, #AklımızKalbimizSomada, #KYKBorçlarıSilinsin, #İşKazasıDeğilCinayet, #KavaklıkDireniyor, #CinsiyetçiliğeIrkçılığaHayır, #İşYokKekVar
- En Güzel Birinci Sınıftı, Ne Biz Hocaları Anlıyorduk Ne De Hocalar Bizi Anlıyorduk,
- O Eski Halinden Eser Yok Şimdi (#PVC, #Mermer, #Beton, #SüngerBob),
- Liberte, Egalite, Fraternite (Eşitlik Özgürlük Kardeşlik),
- Bu Diploma Adama, Kişiye, Kişilere, Gruplara, Cemaatlere, Vakıflara, Derneklere Hizmet İçin Kullanılmayacaktır.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Pankartların içerikleri şu şekildedir:
- Oraya 806 Bin 429 Oy Daha Yazmanızı Rica Edeceğim,
- Geç Oldu Güç Oldu, Bir Çift Mavi Gözün Işığında Her Şey Çok Güzel Oldu,
- Hiçbir Şey Olmasa Bile Kesinlikle Bir Şey Oldu,
- Geçen Sene 13 Bin Farkla Mezun Etmediniz, Bu Sene 813 Bin Farkla Diplomayı Almaya Geldik,
- Mezun Oluyor Musunuz? Ben Ne Bileyim Kardeşim,
- Hoçça Ğalın Ğidiyos Biz,
- Bu Pankartın Dörtte Biri Sahte,
- 13 Saattir AA'dan Diploma Bekliyoruz,
- Hep Denedim Hep Yenildim, Olsun Ğine Dener Ğine Yenilir Daha İyi Yenilirim,
- 10 GB İnternetle Vikipedi'ye Girebiliyor Muyduk?
- Hayaller Altın Sarısı, Hayatlar Kömür Karası
- Kanıksamayacağız (#tavizvarsesçıkar, #çocuksusarsensusma, #hayvanaşiddetsuçtur #transcinayetleripoli, #rabianazaneoldu, #şuleçetiçinadalet, #özgecanaslan #neviniçinadalet, #iyikivarsıneren, #homofobiöldü, #şiddetehayır, #10EkimAnKARA, #Adaletİstiyoruz, #SansürsüzTürkiye, #Gezi6Yaşında, #AklımızKalbimizSomada, #KYKBorçlarıSilinsin, #İşKazasıDeğilCinayet, #KavaklıkDireniyor, #CinsiyetçiliğeIrkçılığaHayır, #İşYokKekVar
- En Güzel Birinci Sınıftı, Ne Biz Hocaları Anlıyorduk Ne De Hocalar Bizi Anlıyorduk,
- O Eski Halinden Eser Yok Şimdi (#PVC, #Mermer, #Beton, #SüngerBob),
- Liberte, Egalite, Fraternite (Eşitlik Özgürlük Kardeşlik),
- Bu Diploma Adama, Kişiye, Kişilere, Gruplara, Cemaatlere, Vakıflara, Derneklere Hizmet İçin Kullanılmayacaktır.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
İstanbul Maslak'taki bir özel üniversitenin mezuniyet törenine katılan Ekrem İmamoğlu'nun kullandığı ifade. İfadenin tam hâli şu şekildedir: “Hem Harem'i hem de Esenler'i şehir dışına taşıyacağımız için hızlıca Esenler Otogarı'nı, şehrin kalbinde, metro ulaşımı olan aynı zamanda İstanbul'un en yeşil vadilerinden biri olan alanın hızlıca taşınma ve dönüşmesini yapıp, yüksek teknoloji merkezine dönüştüreceğiz. Bazıların belki işine gelmemiş olabilir. 'Birilerine peşkeş mi çekiyor' diyebilirler. Evet, ben bu alanı ve o alanları, akla ve bilime peşkeş çekiyorum.”
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Eski HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in kızı Ceren Önder'in Twitter hesabı üzerinden 24 Haziran 2019 tarihinde attığı tweet ekindeki açıklama içerir ekran alıntısında geçen ifadedir. İfadenin tam hâli şu şekildedir: “Yarın Salı, kapalı görüş Salısı. Ben babama yazlık gömlek, ince çorap götüreceğim. Kara kış günü girdiği Kandıra'da yazı karşılayan, dün yaşadığımız hisseleri daha önce yaşayalım diye denemediği çözüm, gitmediği yol, çalmadığı kapı, duymadığı küfür, almadığı tehdit kalmayan, haftada bir saatten fazla göremediğim, kendimi bildim bileli bir tatile çıkmamış, bir mülk almamış, kendinden başka her yere koşan, 7 aydır Kandıra'da tek başına hapis yatan babama. Neden orada biliyorsunuz. 12 Eylül'de tüm gençliğini neden yıllarca hapiste tükettiyse ondan. Kendi deyimiyle o tozların getirdiği çamurdan. Bir de mutsuzluğa karşı hissettiği borcundan. Niyetim keyif kaçırmak değil. Hepimiz umutla doluyuz ne güzel. Gülistanı kabristana çeviren, okunan mektupları istediği zaman suç, istediği zaman oy unsuru yapan ve hepimizin çok alıştığı o zifiri karanlıkla savaşını da aynı umutla verdi babam. Ömrü yettikçe de verecektir, gururluyuz. Dediğim gibi bizim hep borcumuz var. Çünkü babamdan en çok duyduğum cümle, Mutlunun mutsuza borcu var oldu hayatım boyunca. Biz yüzyıllardır bu mutsuz, sevmek nedir, hiç tanımadığı birinin hakkı için mücadele etmek nedir bilmeyen, hiç çıkar yokken verilen emeği anlamayan zalim, sağır, kör karanlığa umudumuzla, mutluluğumuzla, beraberliğimizle borcumuzu ödüyoruz.”
Kadın derin ; adam yüzme bilmiyor.
zenginsozluk.com/foto
23 Haziran 2019 İstanbul Yerel Seçimi için Konda'nın 19 Haziran 2019 tarihinde web sitesi ve sosyal medya hesapları üzerinden yayınladığı seçim anketi sonuçlarıdır. Yazıya göre araştırma 15-16 Haziran 2019 tarihlerinde İstanbul sınırları içinde 157 mahallede, 3 bin 498 kişiyle yüz yüze görüşülerek gerçekleşmiş, yüzde 9,4 kararsız veya oy kullanmayacak seçmen orantılı bir şekilde dağıtıldığında CHP İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu yüzde 54, AKP İstanbul adayı Binali Yıldırım yüzde 45 oya ulaşacağı öngörülmüş.
yaşımın ne önemi var?
akp'nin başkanı yine diliyle çevreyi kirletiyor, insanın ruh sağlığını bozuyor.
toplu açılış töreninde imamoğlu'nu sisi'ye, binali'yi mursiye benzetmiş akp'li cumhurbaşkanı.
adam kuduz gibi saldırıyor.
pazar günü sisi'ye mi vereceksiniz, binali'ye mi?
mursi kim yahu katil müslüman kardeşler örgütü üyesi. mahkemeye dahi çıkarmayıp korkudan ölen kişi.
ulan bu ülkede ne gençler asıldı hatta 17 yaşında çocuklar, hiç biri korkudan ölmedi. korkudan ölen mursi'yi kahraman yapıyor. 81 ilde cuma hutbesi okutuyor.
bana be ulan mursi'den.
toplu açılış töreninde imamoğlu'nu sisi'ye, binali'yi mursiye benzetmiş akp'li cumhurbaşkanı.
adam kuduz gibi saldırıyor.
pazar günü sisi'ye mi vereceksiniz, binali'ye mi?
mursi kim yahu katil müslüman kardeşler örgütü üyesi. mahkemeye dahi çıkarmayıp korkudan ölen kişi.
ulan bu ülkede ne gençler asıldı hatta 17 yaşında çocuklar, hiç biri korkudan ölmedi. korkudan ölen mursi'yi kahraman yapıyor. 81 ilde cuma hutbesi okutuyor.
bana be ulan mursi'den.
Yerli televizyon kanalı Hilal TV'de Ramazan Koyuncu'nun sunuculuğunu üstlendiği Kur'an'la Yüzleşme programının 16 Nisan 2016 tarihinde “Tasavvuf ve Tarikatlerdeki Şirk Batağı” konulu yayınlanan bölümünde konuk olan Ali Akın'ın kullandığı ifade. İfadenin tam hâli şu şekildedir: “Bir gün Abdulkadir Geylani'nin hizmetçisi varmış. Eve geldiğinde hizmetçisi ölmüş. Bu çok zoruna gitmiş. (Abdulkadir) 'Bu Azrail bana haber etmeden gelip de nasıl bizim hizmetçinin canını alıyor?' Hemen Azrail'in peşine düşüyor. Azrail de o günkü mesaisini tamamlamış, aldığı canları koluna taktığı sepete koymuş, teslim etmek için yukarıya götürüyormuş. Abdulkadir'in bir lakabı da bazdır, yani şahindir. Hiç önünden bir şey kaçmaz. Şahin yolda hemen yakalıyor. Yakaladığı Azrail'e diyor ki 'Bizim hizmetçinin canını benden habersiz almışsın.'(Azrail) 'Allah emir verdi, ben de aldım.' (Abdulkadir) 'Onun canını geri ver.' (Azrail) 'Vermem.' Verirsin, vermem derken (Abdulkadir) 'Ben sana gösteririm.' Azrail'i öyle bir pataklıyor ki kolundaki sepeti alıyor ve sepeti sallıyor. Sepeti sallayınca o gün ölmüş olanların tüm ruhları uçuyor. Herkes gidip sahibini buluyor. O gün ölenlerin hepsi diriliyor. Azrail de ağlayarak Cenab-ı Allah'ın yanına gidiyor. (Azrail) 'Abdulkadir'in bana yaptığına bak.' (Cenab-ı Allah) 'Onun hatırı çok büyüktür. Ben ona bir şey demeyeyim.'”
Video klibinin teliften dolayı silinmesine karşı: Alternatif 1 (Streamable)
zenginsozluk.com/foto
İstanbul Havalimanı'nda yüklenici firma İGA'da güvenlik görevlisi olarak çalışan İbrahim Layık adlı kişinin 17 Haziran 2019 tarihinde akşam saatlerinde terminal içerisinde yüksekten atlayarak intihar etmeden önce Instagram hesabı üzerinden attığı ancak kaldırılan bir gönderide kullandığı ifade. İfadenin tam hâli şu şekildedir: “Kürt olduğumuzdan dolayı hep dışlandık. Belki bu yaptığım şeyle (bir şeyler) değişir. Ne mutlu Kürt ve Türk'üm diyebilene. Hakkınızı helal edin.”
Askerden yeni gelmişim, ailem beni amcamın ogluyla evlendirmek istiyor. Şaka lan şaka. Askerden yeni gelmişim, işsizim. Amcam kizkalesi'nde bi bar açmış. Gel yeğenim yanimda çalış dedi. Olur amca dedim, hem calisir para kazanirim hem de askerden yeni geldim bütün stresimi atarim hesabi bastım gittim. Almanlarin uğrak yeriymis. Almanin biri geldi. Patronu sordu. Amcamı cagirdim. 10 dakika ayaküstü konuştular. Adam çıktı gitti. Amcama sordum ne diyor dedim. 1 ayligina tatile gelmiş her gün burada bira içecekmis bana bira kaça olur diye soruyor. Bu adama x milyon liradan vereceksin tamam mi birayi. Rakami hatirlamiyorum. Yarı fiyatına oldugunu hatırlıyorum ama. Ve o alman 1 ay boyunca geldi icti birasini. Adamlardaki kafaya bakar mısın. Aynı gün adanali bi adam geldi. Bir bira bu kadar olur mu yahu demeden 6-7 bira icti parasını verdi gitti. 1 ay boyunca adanaliya da almana da bira verdik. Adanali aynı alman gibi pazarlık yapmış olsaydi inanin amcam ona da ayni tarifeyi uygulardi. Diyeceğim o ki; o almana noldu be. Yok yok diyeceğim o ki; zihniyet değişmeli.
Ankara'nın Büyükşehir Belediye Meclisi'nde düzenlenen ve Twitter hesabı üzerinden yayınlanan 2019 Haziran ayı 3'üncü gün toplantısında AKP-MHP kanadının Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın “Öğrenci evlerindeki su tarifelerini yüzde 50 indirim uygulanması” seçim vaadine karşı çıkmak için başvurdukları bir eylem. Herhâlde AKP (ve dolaylı olarak MHP) hâlen doğdukları dönemde toplumun ihtiyaçlarına göre yanıt veren bir “ampul” rolü üstlendiğini sanıyor. Mansur Yavaş da “Doğalgaz bağlatılan evlerde 100 bin ton kömürü kime vereceksiniz?” şeklinde cevabını vermiş.