umarım halkımız bu vaka üzerinden, hiç bir küçük burjuva aydınına güvenilmeyeceğini anlamıştır. fakat tarihin başka hiç bir döneminde bizim ülkemizdeki kadar hoyratça, krala yaslanmanın bu kadar aymazlığını yaşayan bir burjuva sınıfı okuduğumu hatırlamıyorum.
şimdi ülkemizin burjuva karakteri diye söze devam etmek isterdim fakat, türkiye burjuvazisinde hiç bir karakter göremediğim için tahlil de yapamayacağım. karaktersizliğin tahlili ise gün gibi ortadadır.
porno yıldızı olan arkadaşımız, hiç bir zaman unutamayacağımız güzellikte ve performansta bir arkadaşımızdı. sivaslı sanatçımız olan zara'nın ise sevdiğim bir kaç şarkısı vardır. ikisini sevişirken izlemek için ömrümden yirmi sene, artı sol kolum, üstüne de bir miktar parayı hiç düşünmeden verirdim.
bir de mağaza hali var sanırım bunun. hiç gitmedim fakat sanırım erotik şeyler falan satıyordur.
bir de mağaza hali var sanırım bunun. hiç gitmedim fakat sanırım erotik şeyler falan satıyordur.
hayatta böyle saçma sapan, metafizik varlıklara inanırsanız, bir yerlerde bir gün gelir enişte tuncer de sizi gagalar. yapmayın etmeyin. hele ki bu yüz yılda, yaşamınızı böyle korkularla karartmayın. hatta keşke iradenizi de hiç bir zaman var olmamış mistik inanışlara teslim etmeseniz ne güzel olacak.
ilaa ilginç bir konu arıyorsanız bilimi araştırın. göreceksiniz ki bilim, hurafelerden de, milyarların meşruu saydığı fizik ötesi inançlardan da daha ilginç bir konudur.
bu tür inanışlar kalbinizi karartır. bilimse, kalbinizden yüzünüze kadar her yanınızı ışıtır ve aydınlatır. ışık varken neden karanlığı tercih edesiniz ki?
ilaa ilginç bir konu arıyorsanız bilimi araştırın. göreceksiniz ki bilim, hurafelerden de, milyarların meşruu saydığı fizik ötesi inançlardan da daha ilginç bir konudur.
bu tür inanışlar kalbinizi karartır. bilimse, kalbinizden yüzünüze kadar her yanınızı ışıtır ve aydınlatır. ışık varken neden karanlığı tercih edesiniz ki?
günümüz modern kölesi kendisi azat edilmek istemez. zira özgür olursa aç kalacağı gibi bir öğrenilmiş çaresizlik içindedir.
modern köleliliğin içinde, ücretli köle ilişkisinden daha büyük dramlar yaşanmaktadır günümüzde. bunlardan biri de, günümüz prolataryasında sınıf bilincinin hiç olmamasıdır. bu da travmatik bir şekilde bir üst sınıfa özenip, kendisine ait olmayan bir hayatı yaşamaya çalışmasıdır. 1600 tl alan işçinin, ayda beş bin tl harcayarak, borç içinde yüzmesi gibi. kapitalist modernitenin her icadına yaşamsal bir bağ hisseder. bu durum da onun en yaşamsal olgularıyla gerçekliğini kopartır. emeğe, aileye, en kötüsü de kendisine yabancılaşır.
mutluluğun en önemli tanımlarından biri, yaşam farkındalığıdır. günümüz modern kölesi kendisi dahil bir çok olguyu tanımamaktadır. kendisine sistem tarafından dayatılan algılarla mutsuz bir yaşam sürer ve ölür.
modern köleliliğin içinde, ücretli köle ilişkisinden daha büyük dramlar yaşanmaktadır günümüzde. bunlardan biri de, günümüz prolataryasında sınıf bilincinin hiç olmamasıdır. bu da travmatik bir şekilde bir üst sınıfa özenip, kendisine ait olmayan bir hayatı yaşamaya çalışmasıdır. 1600 tl alan işçinin, ayda beş bin tl harcayarak, borç içinde yüzmesi gibi. kapitalist modernitenin her icadına yaşamsal bir bağ hisseder. bu durum da onun en yaşamsal olgularıyla gerçekliğini kopartır. emeğe, aileye, en kötüsü de kendisine yabancılaşır.
mutluluğun en önemli tanımlarından biri, yaşam farkındalığıdır. günümüz modern kölesi kendisi dahil bir çok olguyu tanımamaktadır. kendisine sistem tarafından dayatılan algılarla mutsuz bir yaşam sürer ve ölür.
insanoğlunu, bir hayvandan ayıran tek özelliği, ahlak ve ahlaksızlık arasındaki seçimleridir. mümkün mertebe her olay karşısında ahlaklı bir tavır alması gereken insanın, güç karşısında gösterdiği duruş, genelde mide bulandıracak ölçülerdedir. zavallıklar içerir. ve hatta bu durum oldukça travmatiktir de.
gerçek anlamda feminizm, kadın erkek eşitliğine değil, pozitif ayrımcılığa dayanır. insanın en büyük ahlaki sınanışı olan, haksız güç karşısında takındığı tavrın sağlaması en iyi bu minvalde yapılabilir. yüz yıllarca sofrada öküzümüzden sonra gelen kadının kurtuluşu ve yaşamda var olması için eşitlik algısı gerici ve yetersiz kalır.
lütfen sadece dayatılan algılarla değil, biraz da vicdani olgularla düşünmeye çalışalım ki, maruldan bir farkımız olsun.
gerçek anlamda feminizm, kadın erkek eşitliğine değil, pozitif ayrımcılığa dayanır. insanın en büyük ahlaki sınanışı olan, haksız güç karşısında takındığı tavrın sağlaması en iyi bu minvalde yapılabilir. yüz yıllarca sofrada öküzümüzden sonra gelen kadının kurtuluşu ve yaşamda var olması için eşitlik algısı gerici ve yetersiz kalır.
lütfen sadece dayatılan algılarla değil, biraz da vicdani olgularla düşünmeye çalışalım ki, maruldan bir farkımız olsun.
önce sevdiğin ve aşık olduğun insan için emek vermek ne demek konusu üzerinde uzun uzun düşünmek gerekir. sonrasında aşk ve sevgi kurumsallığına yapılabilecek en önemli hizmet olan kişinin kendisini ve aşık olup sevdiği insanı müthiş tanımaya çalışması evresi gelmelidir.
daha sonra bu kavramlar arasında fark var mı, yok mu üzerine düşünülmeye sıra gelir.
daha sonra bu kavramlar arasında fark var mı, yok mu üzerine düşünülmeye sıra gelir.
bildiğini dayatmak değil, soru sormak anlayışı üzerinden yükselen, yaşamın her zaman tam içinde olan bilimdir.
95 yılında bir gece uykusuzluğumda kanal 7 televiyonunda izledim ilk defa kendisini. henüz 12 yaşında bir çocuktum. tv'de ki bu komikler yapan sempatik abiyi izlemek iyi gelmişti bana. komiklik yaptıktan sonra, on iki yaşımdan beri hiç unutmadığım ve bu yaşıma kadar hayatımın her alanında yaşam felsefesi yaptığım bir menkıbe anlattı.
ibrahim peyhamberin etrafı odunlarla çevrilip yakılma işlemlemlerine geçilecekken, gökyüzünden bir serçe ağzında bir kıymık parçası atar. ibrahim der ki ''o attığın kıymık ne fayda sağlayacak bu ateşe?''
serçe de ''olsun ibrahim, maksad düşmanlığımız duyulsun'' diye cevaplar.
daha sonra başka bir serçe ağzında bir damla suyla gelir ve bunu ateşe atar. ibrahim ona teşekkür eder ama bu bir damla suyun ateşe ne faydası olacağını ona da sorar.
serçe de; ''olsun ibrahim, maksat dostluğumuz duyulsun'' der.
o gün bugün ben de zalime mümkün mertebe dilimi tükürmekten çekinmedim. ne pahasına olursa olsun iyi insanların yanında durmaya çalıştım. ibrahim sadri o gün, o programda necip fazıl'ın ''kaldırımlar'' şiirini de okumuştu. şiirden hiç bir şey anlamamıştım fakat hayatımda bu kadar güzel bir şekilde hüzünle arındığım çok az olmuştur.
yıllarca izlemeye devam ettim ibrahim sadri'yi. gecenin bir yarısı tv'de çıkan bu adamı bilen çok az insandık. 99 yılında çıkarttığı şiir kasediyle ulusal anlamda tarkan kadar meşhur oldu. bu gün o şiirleri dinleyince ne kadar kötü olduğunu anlayabiliyorum fakat yine de kendisine beni şiire bu kadar güzel bağladığı için teşekkürü borç bilirim.
son yıllarda bir kaç kez çalıştığım yerin kafetaryasındaki tv'de a haberde sunuculuk yaparken gördüm kendisini. görmezden geldim. ve büyük acılarla görmezden gelmeye çalışıyorum.
ibrahim peyhamberin etrafı odunlarla çevrilip yakılma işlemlemlerine geçilecekken, gökyüzünden bir serçe ağzında bir kıymık parçası atar. ibrahim der ki ''o attığın kıymık ne fayda sağlayacak bu ateşe?''
serçe de ''olsun ibrahim, maksad düşmanlığımız duyulsun'' diye cevaplar.
daha sonra başka bir serçe ağzında bir damla suyla gelir ve bunu ateşe atar. ibrahim ona teşekkür eder ama bu bir damla suyun ateşe ne faydası olacağını ona da sorar.
serçe de; ''olsun ibrahim, maksat dostluğumuz duyulsun'' der.
o gün bugün ben de zalime mümkün mertebe dilimi tükürmekten çekinmedim. ne pahasına olursa olsun iyi insanların yanında durmaya çalıştım. ibrahim sadri o gün, o programda necip fazıl'ın ''kaldırımlar'' şiirini de okumuştu. şiirden hiç bir şey anlamamıştım fakat hayatımda bu kadar güzel bir şekilde hüzünle arındığım çok az olmuştur.
yıllarca izlemeye devam ettim ibrahim sadri'yi. gecenin bir yarısı tv'de çıkan bu adamı bilen çok az insandık. 99 yılında çıkarttığı şiir kasediyle ulusal anlamda tarkan kadar meşhur oldu. bu gün o şiirleri dinleyince ne kadar kötü olduğunu anlayabiliyorum fakat yine de kendisine beni şiire bu kadar güzel bağladığı için teşekkürü borç bilirim.
son yıllarda bir kaç kez çalıştığım yerin kafetaryasındaki tv'de a haberde sunuculuk yaparken gördüm kendisini. görmezden geldim. ve büyük acılarla görmezden gelmeye çalışıyorum.
insanın sade yaratıcılığıyla bile tanrıları sollayabileceğinin en güzel örneklerindendir. bak daha jartiyeri, naylon çorabı, tangayı falan söylemedim bile.
bu giriden çıkartcağınız ders kendinize güvenin. hiç bir konuda tanrıya bile muhtaç değilsiniz. insan olarak her zaman daha iyisini yapabilecek güçte ve yaratıcılıktasınız.
başlığı alıp nasıl, nereden, ne şekilde bağladığıma ben de çok şaşırdım. böyle başlıklar görünce oluyor bana böyle şeyler. sanırım uzun süredir böyle şeylerin sadece başlığını görebilmekten düştüğüm bir durum bu.
neyse, bari size söylediğimin tersini yapayım gidip biraz dua edeyim. umarım işim o kadar da allaha kalmamıştır.
bu giriden çıkartcağınız ders kendinize güvenin. hiç bir konuda tanrıya bile muhtaç değilsiniz. insan olarak her zaman daha iyisini yapabilecek güçte ve yaratıcılıktasınız.
başlığı alıp nasıl, nereden, ne şekilde bağladığıma ben de çok şaşırdım. böyle başlıklar görünce oluyor bana böyle şeyler. sanırım uzun süredir böyle şeylerin sadece başlığını görebilmekten düştüğüm bir durum bu.
neyse, bari size söylediğimin tersini yapayım gidip biraz dua edeyim. umarım işim o kadar da allaha kalmamıştır.
tam 14 senedir izlediğim yapımdır. dile kolay 14 yıl. o zamanlar aklı beş karış havada, gelecekte her şeyin çok iyi olacağını sanan bir eblehkken, bugün aklı iki karşı havada ve bir gün her şeyin iyi olacağına inanan bir eblehim.
14 yıldır çok severek ve heycanla izlediğim bu diziyi tanımlamak için ''acayibimsi'' den başka bir sözcük gelmiyor aklıma. zaten benim yaptığım olay da çok akıllı işi değil ya. fakat geçmişte başımdan geçen olayları hatırlarken ''lan bu olayı yaşarken supernatural'in kaçıncı sezonunu izliyordum acaba'' diye düşünmekten kendimi alı koyamam.
yıllardır bu platformlarda yazmama rağmen dizi hakkında çok laf etmemişimdir. çünkü ne söylesem hep bir şeyleri eksik bırakmaktan korkuyorum. fakat dizi aynı zamanda çok ince bir sistem eleştirisidir. ironiler cuk oturur.
günümüz türkiyesin'de dindar dostlarımız tarafından, biz seküler insanlara inanılmaz bir baskı var. hani ülkemizin yüzde doksan dokuzu müslümanmış ya. baskı bu yalanla başlıyor işte. yahut muhteşem hoşgörüyle de başlıyor diyebiliriz.
size bu dizideki allahtan bahsetmek isterim. bu allah binlerce yıl önce cenetten kaçmış. şeytanlarla meleklere ''yiyin ulan birbirinizi dürzüler, tohumunuza kaç para saydım ki?'' demiş gitmiş. dizideki melekler şeytanlardan beter şeytan rıdvanlar. şeytanın bir yerine parmak atacak cinsten derler ya, öyleler işte.
dizideki tanrı kendisine tek kişilik bir retro bar kurmuş türkü söylüyor. tamam tanrı tabii ki türkü korusun, ama türkü de söylese keşke. insanların kaşarlı dürümü yaratarak kendisini geçtiğini söylüyor. binlerce yılda erkeklerle de cinsel ilişkiye girdiğini anlatıyor. bir dizi karakterinin porno arşivini övüp, kendisinin bile bu kadar çok pornoyu bir arada görmediğini söylüyor.
peki neden hristiyanlar hop oturup hop kalkmıyor? neden bu dizinin senaristleri ve oyuncuları hala sokakta rahat dolaşabiliyorlar? çünkü hristiyanlar dinine ve kendilerine güveniyorlar. islam dini daha sağlam bir dindir hristiyanlıktan fakat müslüman arkadaşlarımız kendi bilgisizliklerine güvenemedikleri için bu kadar hassas ve agresifler sanırım.
dizinin ana karakterlerinden birini yıllardır bir türk canlandırmakta. melek castiel rolünde izzet yıldızhan'ı izleyebilirsiniz. gerçi son sezonda iyice ışıklı ayakabı oldu o da. üzülüyorum.
14 yıldır çok severek ve heycanla izlediğim bu diziyi tanımlamak için ''acayibimsi'' den başka bir sözcük gelmiyor aklıma. zaten benim yaptığım olay da çok akıllı işi değil ya. fakat geçmişte başımdan geçen olayları hatırlarken ''lan bu olayı yaşarken supernatural'in kaçıncı sezonunu izliyordum acaba'' diye düşünmekten kendimi alı koyamam.
yıllardır bu platformlarda yazmama rağmen dizi hakkında çok laf etmemişimdir. çünkü ne söylesem hep bir şeyleri eksik bırakmaktan korkuyorum. fakat dizi aynı zamanda çok ince bir sistem eleştirisidir. ironiler cuk oturur.
günümüz türkiyesin'de dindar dostlarımız tarafından, biz seküler insanlara inanılmaz bir baskı var. hani ülkemizin yüzde doksan dokuzu müslümanmış ya. baskı bu yalanla başlıyor işte. yahut muhteşem hoşgörüyle de başlıyor diyebiliriz.
size bu dizideki allahtan bahsetmek isterim. bu allah binlerce yıl önce cenetten kaçmış. şeytanlarla meleklere ''yiyin ulan birbirinizi dürzüler, tohumunuza kaç para saydım ki?'' demiş gitmiş. dizideki melekler şeytanlardan beter şeytan rıdvanlar. şeytanın bir yerine parmak atacak cinsten derler ya, öyleler işte.
dizideki tanrı kendisine tek kişilik bir retro bar kurmuş türkü söylüyor. tamam tanrı tabii ki türkü korusun, ama türkü de söylese keşke. insanların kaşarlı dürümü yaratarak kendisini geçtiğini söylüyor. binlerce yılda erkeklerle de cinsel ilişkiye girdiğini anlatıyor. bir dizi karakterinin porno arşivini övüp, kendisinin bile bu kadar çok pornoyu bir arada görmediğini söylüyor.
peki neden hristiyanlar hop oturup hop kalkmıyor? neden bu dizinin senaristleri ve oyuncuları hala sokakta rahat dolaşabiliyorlar? çünkü hristiyanlar dinine ve kendilerine güveniyorlar. islam dini daha sağlam bir dindir hristiyanlıktan fakat müslüman arkadaşlarımız kendi bilgisizliklerine güvenemedikleri için bu kadar hassas ve agresifler sanırım.
dizinin ana karakterlerinden birini yıllardır bir türk canlandırmakta. melek castiel rolünde izzet yıldızhan'ı izleyebilirsiniz. gerçi son sezonda iyice ışıklı ayakabı oldu o da. üzülüyorum.
muhteşem bir melih elhan şiiridir;
eylül
yabani kekikle ovuyorlar günü
tuzun ve kumun çağındayız
bozkırda bir fener
denizini arıyor
göz kırparak
eylül
bir görünüyor
kapıdan sonra
kaybolup gidiyor
incir ağacının
altında büyüyor gün
düşen ilk yaprak
ilk masalı çağrıştırıyor
çocuk belleğimde kalan
güneş bencilleşiyor
saklıyor kendini
dört kardeşten
yalnızca birinin
girerken koynuna
şarkılarını rüzgarın
yazdığı av başlıyor
melih elhan
eylül
yabani kekikle ovuyorlar günü
tuzun ve kumun çağındayız
bozkırda bir fener
denizini arıyor
göz kırparak
eylül
bir görünüyor
kapıdan sonra
kaybolup gidiyor
incir ağacının
altında büyüyor gün
düşen ilk yaprak
ilk masalı çağrıştırıyor
çocuk belleğimde kalan
güneş bencilleşiyor
saklıyor kendini
dört kardeşten
yalnızca birinin
girerken koynuna
şarkılarını rüzgarın
yazdığı av başlıyor
melih elhan
bugüne kadar tarih anlayışı olarak insanların beş bin yıl önce tarımı bulduğu ve sonrasında dinlerin ortaya çıktığı üzerineydi. bu da antik mısır uygarlığının ortaya çıktığı yıllardır.
göbeklitepe'nin bundan on iki bin yıl önce yapılmış olması bilinen bütün tarih anlayışını yıkmıştır. salt mısır piramitlerinden değil, ingiltere'de ki stonehenge kalıntılarından bile daha büyük önem taşımaktadır. araştırmalar derinleştikçe bölgenin önemi daha da artacaktır.
fakat çalışmaların bu söylediklerimin ciddiyetinde yapılmadığını, çok alaturka yöntemlerle gittiği hususunu da üzülerek eklemek zorundayım.
göbeklitepe'nin bundan on iki bin yıl önce yapılmış olması bilinen bütün tarih anlayışını yıkmıştır. salt mısır piramitlerinden değil, ingiltere'de ki stonehenge kalıntılarından bile daha büyük önem taşımaktadır. araştırmalar derinleştikçe bölgenin önemi daha da artacaktır.
fakat çalışmaların bu söylediklerimin ciddiyetinde yapılmadığını, çok alaturka yöntemlerle gittiği hususunu da üzülerek eklemek zorundayım.
kaç senesiydi tam hatırlamıyorum. fetö medyası o zamanlar bülent arınç'a suikast aspara-gazlarını hem tv'lerinde, hem de gazetelerinde boy boy manşet yapıyordu. aranızdan çok kimse hatırlamaz fakat tsk'nın en mahrem yeri olan kozmik odaya bu gazla girilmişti. en son da bu şahsın damadı fetö'den bir girip bir çıkıyordu, son durum nedir bilmiyorum. fakat oğlu akp milletvekilidir.
aynı zamanda hükümet sözcüsüyken, melih gökçek'in ankara'yı nasıl parsel parsel fetö'ye sattığını açıklayacaktı, açıklamadı. bir tane savcımız da bunu ihbar kabul edip harekete geçmedi.
türkiye'de yaşayan en zeki insanlardandır. yıllar boyunca erbakan'ın beyin takımının beyniydi. daha sonrasında tayyip erdoğan'ın beyin takımının en kilit ismi oldu. akp'deki son dönem tasfiye dalgasından nasibini aldı ve rte ile gizliden bir parti içi mücadeleye girdi, kaybetti. sonrasında uzlaştı tabii. fakat tayyip bey, arınç'tan bile 3 katı zeki olduğunu herkese kanıtlayarak beni çok şaşırtmıştır. arınç'ın salt zekası değil, entelektüel birikimi de ülkemizde yaşayan çok kişiden yüksektir. fakat bu özelliklerine rağmen tayyip beyle ince mücadeleyi kaybetmesi beni gerçekten çok şaşırtmıştır.
aynı zamanda hükümet sözcüsüyken, melih gökçek'in ankara'yı nasıl parsel parsel fetö'ye sattığını açıklayacaktı, açıklamadı. bir tane savcımız da bunu ihbar kabul edip harekete geçmedi.
türkiye'de yaşayan en zeki insanlardandır. yıllar boyunca erbakan'ın beyin takımının beyniydi. daha sonrasında tayyip erdoğan'ın beyin takımının en kilit ismi oldu. akp'deki son dönem tasfiye dalgasından nasibini aldı ve rte ile gizliden bir parti içi mücadeleye girdi, kaybetti. sonrasında uzlaştı tabii. fakat tayyip bey, arınç'tan bile 3 katı zeki olduğunu herkese kanıtlayarak beni çok şaşırtmıştır. arınç'ın salt zekası değil, entelektüel birikimi de ülkemizde yaşayan çok kişiden yüksektir. fakat bu özelliklerine rağmen tayyip beyle ince mücadeleyi kaybetmesi beni gerçekten çok şaşırtmıştır.
brian de palma'nın yönettiği bir film olsa da, brian de palma filmidir diyemiyorum. bu palma özünde mayası sağlam bir heriftir. fakat kendine özgü bir tarz tutturacağına, kendisini bir gün capolla sanar ertesi gün scorsese.
filmin öyküsü çok iyidir ve oliver stone'a aittir. sanırım film boyunca stone'nin filme dokunuşları filmin, iyi bir iş olmayı ıskalamasını önlemiştir. başta al pacino olmak üzere bütün oyunculuklar bu evren üzeri sanatçılıklardır. mutlaka orjinal diliyle izlemenizi öneririm.
filmin öyküsü çok iyidir ve oliver stone'a aittir. sanırım film boyunca stone'nin filme dokunuşları filmin, iyi bir iş olmayı ıskalamasını önlemiştir. başta al pacino olmak üzere bütün oyunculuklar bu evren üzeri sanatçılıklardır. mutlaka orjinal diliyle izlemenizi öneririm.
''inanmak, bilmeme arzusudur.'' önermesiyle gece gece beynimde derin oyuklar açan, bıyıklarını en az beyni kadar kıskandığım filozoftur.
selim temo hocamız ırkçı bir grup olduklarını iddia eder. ben de şarkılarında yer yer kürt düşmanı öğeler görsem de, görmezden gelip hala dinlemeye devam ettiğim gruptur. grubun beyni olan merhum gökhan semiz'i suçluyamıyorum, daha yirmili yaşlarda bir çocuktu o da. buna rağmen yer yer çok güçlü ironiler vardır şarkı sözlerinde.
merhum gökhan'ın vefatından sonra yayınlanan hüzünlü bir bestesini paylaşıyorum. ışıklar içinde yatsın.
moralim bozuk, ceryan kesik, hele bir de sen yoksun ya çok yazık...
merhum gökhan'ın vefatından sonra yayınlanan hüzünlü bir bestesini paylaşıyorum. ışıklar içinde yatsın.
moralim bozuk, ceryan kesik, hele bir de sen yoksun ya çok yazık...
grup vitaminden bir şarkıyla anlatmak istiyorum;
moralim bozuk, ceryan kesik, hele bir de sen yoksun ya çok yazık...
moralim bozuk, ceryan kesik, hele bir de sen yoksun ya çok yazık...
levent yüksel'den gelsin,
''sana söz baharlar gelecek, sana söz ışık sönmeyecek...''
ah be levent abi, sen de olmasan kimse bu kadar insanı tekrar diriltmeye ikna edecek laflar söylemiyor artık.
''sana söz baharlar gelecek, sana söz ışık sönmeyecek...''
ah be levent abi, sen de olmasan kimse bu kadar insanı tekrar diriltmeye ikna edecek laflar söylemiyor artık.
bir ayrılış hikayesi
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık
biliyorum:
toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarıldılar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrıldılar...
n.hikmet
ciğerlerimden bile oluk oluk göz yaşları akıtan bu muhteşem dizelerin sahibidir.
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık
biliyorum:
toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarıldılar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrıldılar...
n.hikmet
ciğerlerimden bile oluk oluk göz yaşları akıtan bu muhteşem dizelerin sahibidir.
hayatımda bildiğim en havalı sözcüktür. uyan bir yer olsa da, entelektüel tanım kasarken kullanabilsem diyorum hep. yazık ki uyduramıyorum.