Yunanca kökenlidir. Bu dönem de kişi neredeyse hiçbir şeyi yokmuş gibi sağlıklı görünür ve yakınları tarafından iyileştiği zannedilir. Bu yüzden ölüm güzelliği denildiği de olur fakat agoni dönemine girmiş kişi asla iyileşmez, agoni dönemi ölümle son bulur.
Vega grubunun 12 yıl aradan sonra çıkarttığı albümün ismi. Yıllar sonra bir arkadaşı görmüş gibi oldum. Aynı sıcaklık aynı tat. Beni lise yıllarıma götürdü.
Albümdeki şarkılar;
1) delinin yıldızı
2) isim-şehir
3) arzuhal
4) sevgilim
5) dertler iri kıyım
6) komşu ışıklar
7) dünyacım
8) sonunu söyleme bana
9) man-yak-lar
10) ve tekrar
Albümdeki şarkılar;
1) delinin yıldızı
2) isim-şehir
3) arzuhal
4) sevgilim
5) dertler iri kıyım
6) komşu ışıklar
7) dünyacım
8) sonunu söyleme bana
9) man-yak-lar
10) ve tekrar
Ben vuruldum, siz devam edin. bu topal halimle size yük olurum. Devam edin ve mutlu olun.
turgay gülaydın, hazar aşçı ve birkan nasuhoğlu tarafında 2011 senesinde kurulan alternatif rock müzik grubu yedinci ev'in 18.08.2017 tarihinde arpej müzik etiketiyle çıkarttığı albüm.
albümdeki şarkılar;
1) dolunay
2) içine düştüm
3) o olmasa
4) sarhoşum
5) uzayda kafam
6) eylül
7) kalmadı
8) gitmeden önce
9) bir kere gelir
albümdeki şarkılar;
1) dolunay
2) içine düştüm
3) o olmasa
4) sarhoşum
5) uzayda kafam
6) eylül
7) kalmadı
8) gitmeden önce
9) bir kere gelir
Türkçe karşılığı canı sıkılmak, kefiysiz hissetmek olan ingilizce fiil.
Mavi rengin iyi duygular hissettirmesinden dolayı anlamca olumlu bir ingilizce fiil olduğu düşünülebilir. Picasso'nun mavi dönemi olarak adlandırılan zaman aralığına baktığımızda resimlerinin mavi ağırlıklı olduğu, hüzün ve melankolinin açıkça fark edildiği görülür. Bu dönemde picasso maddi sıkıntılar içerisindedir ve bir arkadaşının intiharı ile sarsılmıştır. Goethe bu durum için yazılarında "Mavi hıristiyan sanatında Tanrısal olanı sembolize eder. Dünyevi olmayanı aynı zamanda melankolik ruh halini de simgeler. Aslında gökyüzünün rengi olan mavi çocukluğundan itibaren Picasso'nun en sevdiği renkti." Şeklinde bahsetmiştir.
Aynı zamanda blues olarak adlandırılan müzik türünün batı afrikadaki kölelerin çalışırken söylediği hüzünlü şarkılardan türemiş ve acının ifadesi olarak nitelendirilmiştir.
Mavi rengin iyi duygular hissettirmesinden dolayı anlamca olumlu bir ingilizce fiil olduğu düşünülebilir. Picasso'nun mavi dönemi olarak adlandırılan zaman aralığına baktığımızda resimlerinin mavi ağırlıklı olduğu, hüzün ve melankolinin açıkça fark edildiği görülür. Bu dönemde picasso maddi sıkıntılar içerisindedir ve bir arkadaşının intiharı ile sarsılmıştır. Goethe bu durum için yazılarında "Mavi hıristiyan sanatında Tanrısal olanı sembolize eder. Dünyevi olmayanı aynı zamanda melankolik ruh halini de simgeler. Aslında gökyüzünün rengi olan mavi çocukluğundan itibaren Picasso'nun en sevdiği renkti." Şeklinde bahsetmiştir.
Aynı zamanda blues olarak adlandırılan müzik türünün batı afrikadaki kölelerin çalışırken söylediği hüzünlü şarkılardan türemiş ve acının ifadesi olarak nitelendirilmiştir.
Bu koku Murat menteş'in yazmış olduğu ruhi mücerret isimli kitaptaki cümleyi getirir hep aklıma.
"Yağmurdan sonra mezarlık, ölüler parfüm sıkmış gibi kokuyor."
"Yağmurdan sonra mezarlık, ölüler parfüm sıkmış gibi kokuyor."
Merhaba Hikmet bey. İhtiyar kulaklarınız duyuyor mu bilmiyorum ama şu anda mükemmel bir müzik çalıyor. İsmi ise Ölüm. Ölüm kelimesini barındıran her bir müziğin, kitabın veyahut şiirin çok güzel olduğunu siz de fark ettiniz mi hikmet bey? Ölümün olduğu yerde daha güzel ne olabilir ki mehmet bey evladım. Böyle bir eylemi dört harfe sığdırabilmek büyük iş olmalı, ben daha iki parça kıyafetimi şu koca dolaba sığdıramıyorken. Her neyse, geçelim bunu bir kalem.
Zatıalinize biraz da olsa şu naciz bedenimden bahsetmek isterim. Benimle dalga geçmeyi şimdi gösteririm sana. Durun hikmet bey, durun. Bana dalga geçmeyi çok iyi öğrettiler, bizzat benim üzerimde öğrettiler. İşi yerinde öğrendim yani. Neyse, bunu da geçelim bir kalem. Bendeniz bir adet mehmet. Hayata kaybeden biri olarak geldim. Bunu da ilk, daha yedi yaşımdayken adıma gelen postadan öğrendim. Üzerinde büyük harflerle MSB yazıyordu, zarfın çok küçük bir yerine de mehmet yazılmıştı. Aslında tam da anlatmak istediğim durum, bu zarf. Bana ait olan bir şeyde bile çok küçük bir yer kaplıyordum hikmet bey. Bir kere de kendini acındırmasan olmaz. Siz de bir kere karışmayın şu hikayeme hikmet bey. Ne güzel hızımı almış gidiyorum. Tamam, tamam. Devam et hadi. Ne diyordum. Heh, MSB. Milli Sevgi Bakanlığı. Zarfta şöyle yazıyordu;
Öylesine mehmet bey,
Hayata bir kaybeden olarak geldiniz. Tüm hayatınız boyunca sevgisiz, yalnız başınıza bir hayat geçireceksiniz. Sakın ola haddinizi aşıp insanlardan sevgi beklemeyiniz. Aksi takdirde yasal işlemler başlatılacaktır.
Sadece bunlar mı yazıyordu mehmet Bey evladım? Olur mu hikmet bey, bunlar hiçbir şey. Asıl bomba haber sonda. Kaderimi yazması için kimi görevlendirmişler biliyor musunuz? Kimi? Yoksa Sünbülzade Vehbi mi? Keşke Vehbi yazsa hikmet bey, Hasan Ali Toptaş. Yapma bee. Onu nereden bulmuşlar mehmet Bey evladım? Söz konusu ben olunca paraya acımamışlar. Kaç para istiyorsan şu çeke yaz, yazmaya başla demişler. O değil de mehmet oğlum, siz bu zarfın size yedi yaşında geldiğini söylemiştiniz. Nasıl okudunuz bu mektubu? Efendim zaten ben yürümeye başlamadan önce canım çok sıkılıyordu. Etraftaki mecmualara göz ata ata okumaya başlamışım, yürümeye başlayınca da doğru sahafa gitmişim. İlginç. Devam edin lütfen. Tabii hikmet bey. İşte ondan sonrası hep bir kaybediş, hep bir kalp kırıklığı...
Oysa ben çok umutluydum. Güzel bir hayatımın, daha doğrusu güzel bir hayatın olabileceğini inanıyordum. Ben zaten çok çabuk inanıyordum hikmet bey. Küçükken bana kabak çekirdeğini kabuklarıyla yememem gerektiğini, yoksa midemde bir ağacın yeşerip ağzımdan gökyüzüne doğru uzuyacağını söylerlerdi. O gece ağzımdan büyük büyük ağaçların yeşerdiği bin beşyüz altmış dört rüya gördüm. Gördüm çünkü dedim ya hikmet bey, ben çok çabuk inanırdım. Hayal gücüm de genişti. Bu yüzden hayatta da var olabileceğimi hayal etmek zor olmamıştı ama hayatta var olmak çok zormuş hikmet bey. Ve insan yine de yaşıyor, yaşadıkça öğreniyor. Bu hayattaki en zor şey ölememekmiş. Bana derslerde öğretilen şey bu oldu. İnsanların neredeyse hepsi ölmekten korkanken ben ölemekten korktum, hatta bir keresinde ödüm patlıyordu. Bir düşünsenize, ölüm yok. Benim de cehennemim bu olurdu heralde. Senin cehennemin bedenin mehmet Bey evladım.
(Dur bir dakika.)
(Acayip bir kavga var kafamda. Mehmetler birbirine girdi. Biri diyor senin cehennemin bedenin, biri diyor senin cehennemin ruhun.)
Neyse... Son bir kalem her şeyi geçiyorum. Artık yazmak eziyet gibi geliyor.
Zatıalinize biraz da olsa şu naciz bedenimden bahsetmek isterim. Benimle dalga geçmeyi şimdi gösteririm sana. Durun hikmet bey, durun. Bana dalga geçmeyi çok iyi öğrettiler, bizzat benim üzerimde öğrettiler. İşi yerinde öğrendim yani. Neyse, bunu da geçelim bir kalem. Bendeniz bir adet mehmet. Hayata kaybeden biri olarak geldim. Bunu da ilk, daha yedi yaşımdayken adıma gelen postadan öğrendim. Üzerinde büyük harflerle MSB yazıyordu, zarfın çok küçük bir yerine de mehmet yazılmıştı. Aslında tam da anlatmak istediğim durum, bu zarf. Bana ait olan bir şeyde bile çok küçük bir yer kaplıyordum hikmet bey. Bir kere de kendini acındırmasan olmaz. Siz de bir kere karışmayın şu hikayeme hikmet bey. Ne güzel hızımı almış gidiyorum. Tamam, tamam. Devam et hadi. Ne diyordum. Heh, MSB. Milli Sevgi Bakanlığı. Zarfta şöyle yazıyordu;
Öylesine mehmet bey,
Hayata bir kaybeden olarak geldiniz. Tüm hayatınız boyunca sevgisiz, yalnız başınıza bir hayat geçireceksiniz. Sakın ola haddinizi aşıp insanlardan sevgi beklemeyiniz. Aksi takdirde yasal işlemler başlatılacaktır.
Sadece bunlar mı yazıyordu mehmet Bey evladım? Olur mu hikmet bey, bunlar hiçbir şey. Asıl bomba haber sonda. Kaderimi yazması için kimi görevlendirmişler biliyor musunuz? Kimi? Yoksa Sünbülzade Vehbi mi? Keşke Vehbi yazsa hikmet bey, Hasan Ali Toptaş. Yapma bee. Onu nereden bulmuşlar mehmet Bey evladım? Söz konusu ben olunca paraya acımamışlar. Kaç para istiyorsan şu çeke yaz, yazmaya başla demişler. O değil de mehmet oğlum, siz bu zarfın size yedi yaşında geldiğini söylemiştiniz. Nasıl okudunuz bu mektubu? Efendim zaten ben yürümeye başlamadan önce canım çok sıkılıyordu. Etraftaki mecmualara göz ata ata okumaya başlamışım, yürümeye başlayınca da doğru sahafa gitmişim. İlginç. Devam edin lütfen. Tabii hikmet bey. İşte ondan sonrası hep bir kaybediş, hep bir kalp kırıklığı...
Oysa ben çok umutluydum. Güzel bir hayatımın, daha doğrusu güzel bir hayatın olabileceğini inanıyordum. Ben zaten çok çabuk inanıyordum hikmet bey. Küçükken bana kabak çekirdeğini kabuklarıyla yememem gerektiğini, yoksa midemde bir ağacın yeşerip ağzımdan gökyüzüne doğru uzuyacağını söylerlerdi. O gece ağzımdan büyük büyük ağaçların yeşerdiği bin beşyüz altmış dört rüya gördüm. Gördüm çünkü dedim ya hikmet bey, ben çok çabuk inanırdım. Hayal gücüm de genişti. Bu yüzden hayatta da var olabileceğimi hayal etmek zor olmamıştı ama hayatta var olmak çok zormuş hikmet bey. Ve insan yine de yaşıyor, yaşadıkça öğreniyor. Bu hayattaki en zor şey ölememekmiş. Bana derslerde öğretilen şey bu oldu. İnsanların neredeyse hepsi ölmekten korkanken ben ölemekten korktum, hatta bir keresinde ödüm patlıyordu. Bir düşünsenize, ölüm yok. Benim de cehennemim bu olurdu heralde. Senin cehennemin bedenin mehmet Bey evladım.
(Dur bir dakika.)
(Acayip bir kavga var kafamda. Mehmetler birbirine girdi. Biri diyor senin cehennemin bedenin, biri diyor senin cehennemin ruhun.)
Neyse... Son bir kalem her şeyi geçiyorum. Artık yazmak eziyet gibi geliyor.
Bunu hep yaparım, birçoğumuz da yapar. sorun ne kadar büyükse o sorunu kapının altına, halının altına yani göremeyeceğimiz bir yere süpürmek daha kolay oluyor ya da bize öyle geliyor. en sonunda halıda gözle görülür bir tümsek oluşuyor. hayatta yeteri kadar tümsek yokmuş gibi. veyahut kapı kapanmıyor. oysa ki ben odamın kapısı kapalı olsun istiyorum. bukowski diyor ya, "Benim için dünyanın en güzel manzarası; içinde yalnız olduğum bir odanın kapalı kapısıdır." ben de o manzaraya bayılıyorum.
Para borcu neyse de, vefa borcunu ödemeyen adamlar tanıdım ben. Her dertlerine koştum, şimdi yolda görünce selam bile vermezler. Yine olsa yine koşardım galiba, onlar da yine yolda görüp selam vermezdi heralde. Öyle de boktan bir durum.
Ve görmemek ister gibi ölüyü,
Oturmuş bir iskemleye.
Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi,
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.
(bkz:Edip cansever)
Oturmuş bir iskemleye.
Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi,
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.
(bkz:Edip cansever)
Her şeyi eline yüzüne bulaştıran adamların eylemidir. Sorumluluk almamak daha iyidir bu yüzden. Çünkü işi batırdığında açıklama yapmak zorunda kalmayacaktır.
Tüm zengin sözlük yazarlarını balkona davet ediyorum, 5 dk sonra hepimiz yakalım.
Teoman'ın da bir şarkısında dediği gibi.
"Herkes, dedi, merak içinde; ölümden sonra hayat var mı diye. Boşuna düşünürler sanki, hayat varmış gibi ölümden önce."
"Herkes, dedi, merak içinde; ölümden sonra hayat var mı diye. Boşuna düşünürler sanki, hayat varmış gibi ölümden önce."
Kendisine saygı duymayı sağlayacak nitelikleri olmayan birisinin durumu. Çevresindeki insanlarla olumlu iletişimi olamayan, başarılı olmayan bir iş veya okul hayatı... Hayatta bir birey olamayan insanlardır. Etrafında başarılı veya nitelikleri olan insanları gördükçe özgüveniyle birlikte kendisine olan saygısı da azalır. En sonunda özgüven de saygı da sıfırlanır.
Sonra aynaya bakar, kendisine saygı duymak için bir şey arar. Bulamaz. Böyle bir durumdaki insan kaybetmiştir, taa en başında.
Sonra aynaya bakar, kendisine saygı duymak için bir şey arar. Bulamaz. Böyle bir durumdaki insan kaybetmiştir, taa en başında.
Romalılar imparator sezar'ı çok güçlü ve zeki buluyormuş. Bu yüzden böyle birisinin normal bir doğumla dünyaya gelebileceği inanılmadığından, halkın arasında sezar'ın annesinin karnı kesilip dünyaya bu şekilde geldiğine dair fısıltılar dolaşmaya başlamış.
Günümüzdekli sezaryen doğum olarak bilinen doğum şeklinin ismi de buradan gelmektedir.
Günümüzdekli sezaryen doğum olarak bilinen doğum şeklinin ismi de buradan gelmektedir.
yaşım o zamanlar sekiz ya da dokuz. ayakkabı alacağız bana. o zamanlarda sınıftaki bütün çocuklarda pahalı markalardan halı saha ayakkabıları var. şimdilerde bu durum hâlâ böyle mi bilmiyorum ama benim çocukluğumda erkek çocuk halı sahalarda kullanılan altında çivileri olmayan kramponlardan alırdı her zaman ve her yerde onu giyerdi. ben de tutturdum işte şu markadan alalım, şu bunu giyiyor. babam da kendisinin götürdüğü dükkanlarda ürününü satmaya çalışan dükkan sahibi gibi fiyatı bütçesine uygun olan ayakkabıları gösteriyor, bak bunun burası ne güzel diye övüyor. ben yine de beğenmiyorum. aklıma takmışım işte, ne olacağını sanıyorsam ben de herkes gibi pahalısından istiyorum. bir oldu bu, iki oldu... en sonunda babam dedi ki "oğlum ben senden daha çok isterim gösterdiğin ayakkabılardan giymeni, istediğin şeyleri giymeni ama benim durumum maalesef bunlara el vermiyor. benim gösterdiklerimden giysen olmaz mı?"
şimdilerde üniversiteyi bitirdim. yaşım yirmilileri geçti. babamın o gün önümde diz çöküp kurduğu bu cümleler, o yüz ifadesindeki mahcup tavrı hiç gitmez aklımdan. hep de bela küfür kıyamet okurum kendime, adama bu cümleleri nasıl kurduttun şerefsiz herif diye.
şimdilerde üniversiteyi bitirdim. yaşım yirmilileri geçti. babamın o gün önümde diz çöküp kurduğu bu cümleler, o yüz ifadesindeki mahcup tavrı hiç gitmez aklımdan. hep de bela küfür kıyamet okurum kendime, adama bu cümleleri nasıl kurduttun şerefsiz herif diye.
Özgür gibi hissedersin. belki de o küçücük başın içerisindeki beynin, daha o yaşlarda adını hiç duymadığı bir hormonu, serotonini salgılıyor olur. Çünkü o an için dört duvarın içerisinde bilmem kaç kişiyle bulunman gerekirken sen, içerisinde ders işlenen sınflarda yankılanan öğretmenlerin sesleri dışında başka sesin olmadığı koridorlarda yürürsün. Tebeşiri alır, sınıfa doğru yürürsün. Tam kapıyı açacakken içeriden arkadaşlarının kahkaha sesleri gelir. Kaçırmış olursun, sen de orada o gülen kişilerle gülebilecekken bir tebeşir uğruna elin kapının kolunda öylece kalırsın. Hayat işte.
Yazın sıcağında üstünde sadece mayo ile denize atlamak için iskeleden denize doğru koşulan an.
Sürekli kendisini öven insaları da bu listeye yazmak boynumuzun borcudur.
Bazı anlarda o kadar çok sıkılıyorum ki üstüme yorganı çekip bulunduğum yere öylece uzanmak istiyorum. Bu his bazen yaşadığım şehrin meydanında yakalıyor beni, bazen bir iş sahibi olabilmek adına gittiğim dershanenin sınıfında ya da bindiğim şehiriçi minibüslerinde. Bazı minibüslerin tabanı halı kaplı oluyor, bu yüzden de olabilir oradaki uzanma isteğim ama her neyse. Bunun konumuzla pek ilgilisi yok. Öyle uzanmak istiyorum, karşımdaki veya çevremdeki insanlara bir şey demeden. Sıkıntılardan kendi kendime boğmama ramak kala bir anda uzanmak... Uçaklarda düşüş anı aşağı sallanan oksijen maskesi gibi bir durum bu galiba. Bir boka yarayacağı yok da sakinleşmek için bir çaba.
aslında bu dünya yaşanılacak yerdi.
(bkz: kıyıya vuran damla balığı )
türgişler'in emeviler ile savaştıkları bölge.
Dejavunun tersi olarak bilinir. Yaşanan olayın daha sonra kişiye tamamen yabancı gelmesi, sanki o durumu hiç yaşamamış gibi hissetmesidir.
dört sezonluk yayın hayatına 2011 yılında başlamış amerikan yapımı dizi. imdb puanı on üzerinden 7.5'tir. kendisinin daha önceleri çekilmiş aynı isimle bir de ingiliz yapımı bulunmaktadır.
dizi de josh (Sam Huntington), aidan (Sam Witwer) ve sally (Meaghan Rath) adında üç ana karakter vardı. sırasıyla kurt adam, vampir ve hayalet olan bu üç kişinin kendi hallerinde insanlara zarar vermeden yaşamaya çalışmalarını anlatmaktadır.
film soundtrack seçimleriyle benim gönlümde ayrı bir yer edinmiştir, adeta çalan her parça baş yapıt. (bana göre.) soundtrack listesinin playlistini ek-1 olarak altta bulabilirsiniz.
ek 1 :
dizi de josh (Sam Huntington), aidan (Sam Witwer) ve sally (Meaghan Rath) adında üç ana karakter vardı. sırasıyla kurt adam, vampir ve hayalet olan bu üç kişinin kendi hallerinde insanlara zarar vermeden yaşamaya çalışmalarını anlatmaktadır.
film soundtrack seçimleriyle benim gönlümde ayrı bir yer edinmiştir, adeta çalan her parça baş yapıt. (bana göre.) soundtrack listesinin playlistini ek-1 olarak altta bulabilirsiniz.
ek 1 :
Nazımım hikmet der ki;
Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür.
Çocukçadır ve ondan dolayı Saftır.
Yalansızdır.
Küsmek; Seni Seviyorumdur.
Vazgeçememektir.
Beni anlatır Küsmek.
Kızdım ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur.
Küsmek; nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisindir.
Küsmek; sevdiğini Söyle demektir. Hadi Anla demektir.
Küsmek; umuttur, acabaları bitirmektir, emin olmaktır.
Yani, diyeceğim o ki: Ben Sana Küstüm.
Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür.
Çocukçadır ve ondan dolayı Saftır.
Yalansızdır.
Küsmek; Seni Seviyorumdur.
Vazgeçememektir.
Beni anlatır Küsmek.
Kızdım ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur.
Küsmek; nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisindir.
Küsmek; sevdiğini Söyle demektir. Hadi Anla demektir.
Küsmek; umuttur, acabaları bitirmektir, emin olmaktır.
Yani, diyeceğim o ki: Ben Sana Küstüm.
8 mart 2014 tarihinde kuala lumpur'dan pekin'e gitmek için havalanan yolcu uçağı boeing 777'nin kalkışından iki saat sonra bağlantısını kaybetme olayıdır. Uçakta mürettebat dahil 239 kişi bulunuyordu.
Üç yıldır yapılan araştırmalar sonucu hiçbir bulgu bulunamaması sonucu arama çalışmaları son bulmuştur. Avusturya taşıma güvenliği bürosu uzmanlarının "akıl almaz." Olarak değerlendirdiği durum için teorisyenlerin tüm teorileri bir şekilde kendi kendini çürütüyor.
Olayda profesyonel bir ekip mürettebattan yolculara kadar herkesin hayatını incelemiştir. Bir sonuç bulunamayaınca kişilerin ailelerine kadar inceleme yapılmıştır fakat herhangi bir terör olayı belirtisiz ya da pilotlaron psikolojik bir travma yaşamasına neden olacak hiçbir bulgu bulunamaştır. Uçakla iletişimin kesilmesi ardından 3 keskin manevra yaptığı ve 7 saat boyunca farklı noktalardan sinyal göndermeye devam etmesi olayın daha da esrarengiz bir duruma getiriyor.
Konunun uzmanları bu konu için "hiçbir zaman açıklanamayacak bir olay." ŞEKLİNDE DÜŞÜNÜYOR.
Konu ile ilgili National geographic belgeseli : http://www.dailymotion.com/video/x52o0ii
Üç yıldır yapılan araştırmalar sonucu hiçbir bulgu bulunamaması sonucu arama çalışmaları son bulmuştur. Avusturya taşıma güvenliği bürosu uzmanlarının "akıl almaz." Olarak değerlendirdiği durum için teorisyenlerin tüm teorileri bir şekilde kendi kendini çürütüyor.
Olayda profesyonel bir ekip mürettebattan yolculara kadar herkesin hayatını incelemiştir. Bir sonuç bulunamayaınca kişilerin ailelerine kadar inceleme yapılmıştır fakat herhangi bir terör olayı belirtisiz ya da pilotlaron psikolojik bir travma yaşamasına neden olacak hiçbir bulgu bulunamaştır. Uçakla iletişimin kesilmesi ardından 3 keskin manevra yaptığı ve 7 saat boyunca farklı noktalardan sinyal göndermeye devam etmesi olayın daha da esrarengiz bir duruma getiriyor.
Konunun uzmanları bu konu için "hiçbir zaman açıklanamayacak bir olay." ŞEKLİNDE DÜŞÜNÜYOR.
Konu ile ilgili National geographic belgeseli : http://www.dailymotion.com/video/x52o0ii
Her gece yatmadan önce, her sabah uyandıktan sonra izlediğin tavandan tek farkı mavi olması. Bazen o bile olmuyor, hava kapalı oluyor. Birazdan yağmur yağacak diyorsun, yağmur yağmıyor. Zaten şöyle olacak dediğin hiçbir şey olmaz. yağacak gibiydi dersin, diğer tüm olmayan şeylerin ardından dediğin gibi. Eylemler değişir sadece cümlende. Bundan mütevellit hiç gidemediğin uzak yerlerin, hiç yükselemediğin o gökyüzünün pek de anlamı yoktur senin için. En azından bana göre.
Üniversitedeyim, evde kalıyorum. okuduğum ilçede yaşan bir arkadaşın abisi evleniyor. Her yerde var mıdır bu adet bilmiyorum ama damadın abisi ya da kardeşi alkol sofrası kurmak zorunda düğünden bir kaç gün önce. Biz de diyoruz bedava nasıl olsa, gelin bizde içelim.
O gün evde 15 kişiyiz, oda yaklaşık 12 metre kare. Rakı, viski, vodka, bira... Kimse para vermediği için herkes istediğini aldırttı. Neyse... Sohbetle bütün alkolleri bitirdik, bir tek 100'lük viski kaldı. Onu ilk içecektik ama herkes ayrı kafalarda olunca o sona kaldı. Benle refik dışında herkes içme işini bitirdi (adı refik olsun), biz de daha içmek istiyoruz. Sarhoşuz ama zil zurna olma peşindeyiz. Yanımda ev arkadaşım latif (adı latif olsun) oturuyor, o çoktan gitmiş. Boş bir noktaya bakıyor sadece. Alkol alışverişi yaparken alınan buzları biz masada unutmuşuz, bir paketini kullanıp bitirmiş. Diğeri hiç kullanılmamış bir şekilde masada duruyordu. Erimiş buzlar tabii ama biz farkında değiliz. Refik benim bardağıma viskiyi doldurdu. Bir elimde sigara, bir elimde viski bardağı. Latif'e dedim ki "latifciğim, rica etsem buz koyar mısın viskime?" öyle de kibar bir ortam. Latif bir irkildi, sonra hiç konuşmadan masadan buz paketini aldı, paketi açtı ve benim bardağıma bildiğin suyu dökmeye başladı. Ben bunu fark edince "latif dur dökme, erimiş bunlar." dedim ama latif durmadı. Kendini kontrol edemiyor adam, dökmeye devam ediyor. En sonunda benim bardak taşmaya başladı, üstüme dökülüyor. Ben de bardağı çekemiyorum, dedim ya sarhoşum. Sadece "yeter oğlum, yapma şunu ya. Üstüm başım battı." diye söyleniyorum. Neyse... Paketteki bütün suyu döktü bu latif, bardakta viski miski kalmadı, komple su. Bir de bu en son pakette kalan son damlaları da bardağa koymak istedi, paketi sallıyor. Dedim "allah senin belanı versin latif." bu sonra bana baktı bir, dedi ki "ben iyi değilim haco, gidip yatayım." dedi ve gitti.
O gün evde 15 kişiyiz, oda yaklaşık 12 metre kare. Rakı, viski, vodka, bira... Kimse para vermediği için herkes istediğini aldırttı. Neyse... Sohbetle bütün alkolleri bitirdik, bir tek 100'lük viski kaldı. Onu ilk içecektik ama herkes ayrı kafalarda olunca o sona kaldı. Benle refik dışında herkes içme işini bitirdi (adı refik olsun), biz de daha içmek istiyoruz. Sarhoşuz ama zil zurna olma peşindeyiz. Yanımda ev arkadaşım latif (adı latif olsun) oturuyor, o çoktan gitmiş. Boş bir noktaya bakıyor sadece. Alkol alışverişi yaparken alınan buzları biz masada unutmuşuz, bir paketini kullanıp bitirmiş. Diğeri hiç kullanılmamış bir şekilde masada duruyordu. Erimiş buzlar tabii ama biz farkında değiliz. Refik benim bardağıma viskiyi doldurdu. Bir elimde sigara, bir elimde viski bardağı. Latif'e dedim ki "latifciğim, rica etsem buz koyar mısın viskime?" öyle de kibar bir ortam. Latif bir irkildi, sonra hiç konuşmadan masadan buz paketini aldı, paketi açtı ve benim bardağıma bildiğin suyu dökmeye başladı. Ben bunu fark edince "latif dur dökme, erimiş bunlar." dedim ama latif durmadı. Kendini kontrol edemiyor adam, dökmeye devam ediyor. En sonunda benim bardak taşmaya başladı, üstüme dökülüyor. Ben de bardağı çekemiyorum, dedim ya sarhoşum. Sadece "yeter oğlum, yapma şunu ya. Üstüm başım battı." diye söyleniyorum. Neyse... Paketteki bütün suyu döktü bu latif, bardakta viski miski kalmadı, komple su. Bir de bu en son pakette kalan son damlaları da bardağa koymak istedi, paketi sallıyor. Dedim "allah senin belanı versin latif." bu sonra bana baktı bir, dedi ki "ben iyi değilim haco, gidip yatayım." dedi ve gitti.
Hayatımda gördüğüm en iyi vs. Buram buram kalite kokuyor.
Şarkıları dinlerken genelde onlara klipler çekmeye çalışırım, bir kaç şarkıya da gerçekten beğenerek çektiğim klipler var, yani kafamın içinde. Bu yüzden klip bitene kadar onlarca kez dinlerim şarkıyı, klibin boşluklarını doldururum.
Yaşadığımız apartmanın beşinci katında oturuyoruz. Evde bir şey unutmuştum o gün, ne olduğunu hatırlamıyorum. Annem sepetle yollayacaktı. Sepeti beklerken bir baktım, bahçe duvarının üstünde mavili beyazlı bir muhabbet kuşu. Biraz ileride duruyor, elimi yavaşça bahçe duvarına buraya gel der gibi vurdum. O da anladı mı yoksa öylesine bir geliş miydi bilmiyorum. Sallana sallana elimin yanına geldi, renkleri kirden soluklaşmış, sol kanadı kırık yukarıya bakıyor. Hemen bir kutu buldum, içine koydum. Uçamıyordu. Eve çıkarttım, gidip hemen kuş yemi aldım. Annem de suyunu vermiş. Yemeğini yedi, bir güzel de temizledik, ötmeye başladı. Ertesi günü veterinerlik fakültesine götürdüm kanadı için, oradaki hoca "kanadı kırılıp kaynamış, ameliyat olması lazım. Ameliyatta da narkoza dayanamaz, ölür. Böyle yaşadığı kadar yaşasın." Dedi.
İki yıl oldu, hâlâ bizimle bulut. Son bir yıldır koltuktan koltuğa uçabiliyor, baya da kelime öğrettik. Annem uçamıyor diye üzüldüğünden bazen parmağına alıp havaya kaldırıyor, evin içinde öyle dolaştırıyor. Son iki yıldır evin en gözdesi o. :)
İki yıl oldu, hâlâ bizimle bulut. Son bir yıldır koltuktan koltuğa uçabiliyor, baya da kelime öğrettik. Annem uçamıyor diye üzüldüğünden bazen parmağına alıp havaya kaldırıyor, evin içinde öyle dolaştırıyor. Son iki yıldır evin en gözdesi o. :)
Her seferinde "tat alacak ağız mı kaldı hayriye hanım?!" Şeklinde bir cevap bekledim, gelmedi.
200 lirayı normal şartlar altında bulamıyoruz, yerde nasıl bulalım diye düşündürdü.
Kitap okumak.
Çünkü böylelikle her şeyi daha net görürsün hayatta, daha kolay anlarsın. Franz kafka da bu yüzden kurmuştu sanırım o cümleyi. "Anlamanın ilk işareti ölümü dilemektir." Kendimi yalnız hissettiğim çoğu zaman kitaplara sarıldım, ben de diledim. Kendimi kafka gibi hissettim ama aslında gregor samsa'dan başkası değildim.
Demek istediğim boş kovayı taşımak her zaman daha kolaydır, dökülecek korkusu olmaz hiç.
Çünkü böylelikle her şeyi daha net görürsün hayatta, daha kolay anlarsın. Franz kafka da bu yüzden kurmuştu sanırım o cümleyi. "Anlamanın ilk işareti ölümü dilemektir." Kendimi yalnız hissettiğim çoğu zaman kitaplara sarıldım, ben de diledim. Kendimi kafka gibi hissettim ama aslında gregor samsa'dan başkası değildim.
Demek istediğim boş kovayı taşımak her zaman daha kolaydır, dökülecek korkusu olmaz hiç.
2007 yılında zakkum grubunun çıkarttığı zehr-i zakkum adlı albümde yer alan şarkılardan birisinin ismi. Şarkının sözleri ektedir.
Ek-1
Her birliktelik, kalbinin emzireceği bir yeni bebektir.
Önce emeklemeyi, sonra yürümeyi öğretmen gerekir.
Kalbindeki sütü tüketmediler mi?
Bazen hiç başlamaması, bir gün bitmesinden iyidir.
Çünkü beraberlik yaşlanırken, bir terkediş gençleşir.
Seni hiç terketmediler mi?
Aslında dostluklar da kardanadam gibidir.
Eriyecekleri bile bile inşa edilir.
Kapım neden hiç çalmıyor artık?
Fotoğraflardaki insanlar hatırlıyor mu beni? İsimleri neydi?
Bunların yüzleri çok tanıdık. yalnız kalmak bir ilaç mıdır yoksa hastalığın ta kendisi mi?
Işığı görünce karanlığa kaçıyorum hemen, böcekler gibi...
Bir şeye çok uzun süre bakarsan onu görmemeye başlıyorsun.
Hayat, keşke bu kadar etobur olmasaydı.
İşte sen... kurbanlarından korkan kanlı zalim bıçak.
Sen... kendi gölgesinden bile korkan bir paranoyak..
Bir hipokondriyak...
Sen.. kırık cam üstünde yalınayak ve çırılçıplak.
...
Kalbi çoktan iflas etmiş kimsesiz bir kardiyak.
Yalınayak ve çırılçıplak...
...
Siz ikiniz... siz ikiniz benim hakkımda ne konuşuyosunuz?
Senin.. senin ismin neydi?
(bkz:inception)
beni yalnız bıraktılar. tek başıma kaldım bu hayatta. öyle olunca da konuşabildiğim bir tek ben, kendim oldum. ve size bir sır vereyim, benim muhabbetim hiç çekilmez. ve böylelikle kendi kendime konuşarak, her şeyi içime ata ata çok küçük yaşlarda içimin fazla genişlemesine sebep oldum. belki de şu köşeye bir yemek takımı alırım, kafayı daha iyi şartlarda yiyebilmem için.
Aslında çok fazla abartılıyor. Sonuç itibariyle iki mutsuz anın arasındaki zaman diliminden başka bir şey değil. En azından benim için...
26 ağustos 1988 aydın/nazilli doğumlu, asıl ismi barış çetin olan rap müzik sanatçısı. Kendisi yaptığı müziği bir röportajda "Bu Sehabe'nin müziği ve bu müzik benim ruh halimi yansıtıyor. O an ruh halim neyse o." Şeklinde tanımlıyor. Sahne adı olan sehabe, gökyüzündeki tek bulut anlamına geliyor. 2007 yılında kazandığı mersin üniversitesi psikoloji bölümünden psikolog olarak mezun oldu. En büyük destekçisi kendisinden bir yaş küçük olan ve yine kendisi gibi müzikle haşır neşir olan kardeşi yeis sensura'dır.
deniz tuzcuoğlu (gitar vokal), göktuğ şenkal (gitar), burak kulaksızoğlu (bass gitar) ve arbak dal (davul) olarak dört kişiden oluşan türk rock müzik grubu. hayır (2007) ve evet (2011) adında iki albümü vardır. grubun ismi arbak dal'a trafikte yol vermeyen bir 4x4 araçtan geliyor.
Aslı "kısa kes, aydın abası olsun."dur. Halk arasında söylene söylene ve aydın havasının ani değişimlerinin de yardımıyla günümüzde aydın havası olarak geçen belirtili nesne.
Çevremdeki insanlar benim ile çöp kutusu arasında bir seçim yapacak olsalar büyük ihtimalle çöp kutusunu seçerlerdi ve ben, kendim ile bir çöp kutusu arasında seçim yapacak olsam büyük ihtimalle çöp kutusunu seçerdim.
Kimse beni adam yerine koymuyor.
insanoğluna şöyle bir güncelleme gelse de biz de yeni tanıştığımız insanlarda buna benzer bir özellik kullansak.
Saat bir sularında gelen takip isteği ile "aha beni buldular, tanıdılar beni." diye düşündüren, lakin alelade bir olaymış.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Lunapark kokusu... Çarpışan arabadan mı gelir yoksa bütün oyuncakların birleşiminden mi bilmem, hangi şehirdeki lunaparka gitsem aynı koku gelir burnuma. İnsanı güvende ve huzurlu hissettirir. Çikolatalar gibi... Yediğinde bilmem ne hormonu salgılayıp insana mutlululuk veriyor ya, öyle olmalı.