#toplum

Gelen Bulgar Selanik Dönmeleri ve Ermenileri Suriyelilerle Gönderelim

esdemirei

zenginsozluk.com/foto
AKP Başiskele İlçe Yöneticisi Süleyman Özkaraaslan'ın 11 Temmuz 2019 tarihinde başkasının paylaştığı bir gönderiyi kendi Facebook hesabı üzerinden paylaştığı, anca tepkiler üzerine kaldırdığı paylaşımda geçen ifade. İfadenin tam hâli şu şekildedir: “1989'da gelen Bulgarları, 1950'de gelen Selanik dönmelerini, 100 bin kaçak Ermeni'yi Suriyelilerle birlikte gönderelim. Var mısınız çomarlar?”

16 temmuz 2017 yeliz koray'ın köşe yazısı

esdemirei
Eski Kocaeli Koz Gazetesi yazarı Yeliz Koray'ın 16 Temmuz 2017 tarihli Yerim Destanınızı başlıklı köşe yazısıdır. Yazı 15 Temmuz 2016 Türkiye Darbe Girişimini geçmiş savaşlarla kıyas yaparak eleştirmektir. Yazının tam hâli şu şekildedir: “1. Dünya Savaşı 4 yıl sürdü. Tekrar ediyorum 4 yıl. Yani 16 mevsim, 208 hafta, bin 460 gün. Kafkas, Kanal, Filistin-Suriye, Çanakkale, Hicaz-Yemen, Makedonya, Galiçya, Romanya Cepheleri açıldı. İtilaf Devletlerinin 42 milyon askerine karşı 2 milyon 850 bin kadardık. Kafkas Cephesi'nde SarıkamışRus ordusundan almak için savaştık. 90 bin asker donarak öldü. Doksan bin asker. Çünkü lojistik destek gelememişti. Zaten açlardı, üşüyerek, uykuya dalarak öldüler. Kimi anasını, kimi sevdiğini hayal ederek uykuya daldı. Bir daha uyanmadılar. Çanakkale Cephesi zafer kazanıldı ama bedeli 500 bin insanın ölümü oldu. 253 bini asker, gerisi sivildi. Tarihçiler, hastalıktan ölenlerin bu sayının iki katı olduğunu söyler. Bir de o dönem üç lisenin mezun veremediğini. Galatasaray, Konya ve İzmir Liseleri. Çünkü elleri silah tutuyordu, çocuklardı, dönmeyi düşünmemişlerdi. Dönemediler, tarihe 'meçhul çocuk asker' olarak geçtiler. Çoğunun ismi de mezarı da yok, Çanakkale'de yatıyorlar. Kurtuluş Savaşı, Doğu Cephesi'nde Ermenilerle Güney Cephesi'nde Fransızlarla savaştık. Doğu Anadolu Bölgesi tamamen kurtarıldı, TBMM resmen tanındı. Maraş, Urfa, Adana ve Sakarya'da zafer kazandık. Fransızları yurttan temizledik. Şehirlerimize; Gazi, Kahraman, Şanlı isimleri verdik. Batı Cephesi daha kanlıydı. 1. ve 2. İnönü, Kütahya-Eskişehir, Sakarya Savaşı yaşandı. Sakarya Savaşı, tarihe en çok subayın şehit olduğu savaş olarak girdi. İtalyanlar Muğla ve Antalya'dan çekildi. Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruz'u başlattı. Dumlupınar Meydan Muharebesi'nden sonra 'Ordular ilk hedefiniz Akdeniz ileri' dedi. Yunan ordusu İzmir'e kadar kovalandı, İzmir düşman işgalinden kurtarıldı. Batı Anadolu Bölgesi düşmandan tamamen temizlendi. Konferanslar, kongreler, ateşkesler, anlaşmalar. Kurtuluş Savaşı da 4 yıl sürdü. 16 mevsim, 208 hafta, bin 460 gün. Binlerce şehit verdik. O binlercenin yine iki katından fazlası bulaşıcı hastalıktan öldü. Yıllardır PKK'ya verilen şehitleri saymıyorum bile. Ve 15 Temmuz. 1 gün bile sürmedi. Tekrar ediyorum 24 saat bile değildi; 15 saat sürdü. Limana yanaşan düşman gemilerinden değil, sağ olsun Recep Tayyip Erdoğan'ın 'eniştesi'nden öğrendik. Ama hazırlıksız değildik. Mesela lojistik destek tamdı. Nedense 4 farklı noktada bekletilen uçaklar-helikopterler, 3G bağlantıları, televizyonlar, radyolar. Düşman bu kez ne İngiliz, ne Fransız, ne de Alman'dı. Bir zamanlar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, istedikleri her şey verilen 'muhterem hoca efendileri'ydi. Amaç devleti ele geçirmekti ama nedense birkaç tankla darbe yapmaya çıkmışlardı. Her şeyden habersiz, masum erlerle polisi ve vatandaşı karşı karşıya getirdiler. Kardeşi kardeşe kırdırdılar. Kurtuluş yine bizimkilerden; FETÖ'nun kumpas kurduğu Kemalist askerlerden geldi. Ve milletin direnişiyle birlikte darbe püskürtüldü. Sonuç 248 şehit, yüzlerce yaralı. Kısaca evladını beşikte bırakan Nene Hatunlar, kocasını toprağa verip cepheye koşan Kara Fatmalar, çocuk, yaşlı, kadın demeden Atamızın önderliğinde bizlere 19 Mayıs'ı, 23 Nisan'ı, 30 Ağustos'u, 29 Ekim'i bıraktılar. Amma geriye Sarıkamış'ta ölenler için 'halay' çektiğimiz anmalar, 'Yağmur yağıyor çocuklar üşümesin' diye yasaklanan 23 Nisan'lar, her sene hastalık bahanesiyle iptal edilen 19 Mayıs'lar ve güvenlik gerekçesiyle yasaklanan 30 Ağustos'lar kaldı. Velhasıl 'Elin tokadını yemeyen kendi tokadını yumruk sanırmış.' Tarihe altın harflerle yazılan onca zafer, binlerce şehit ve ders alınacak yüzlerce hikâye kalmışken darbenin araştırılmasını istemediğiniz meclis önergeleri, muhterem hoca efendinizi değil de masum askeri karşınıza alarak bastırdığınız afişler, bir türlü temizleyemediğiniz, kovalayamadığınız ve düşmandan kurtaramadığınız vatan varken size de hiçbir güvenlik gerekçesi göstermeden 1 hafta bayram yapmak komik gelmiyor mu? Gelmiyorsa yukarıdaki satırları tekrar okuyun beyler, bayanlar. Destan 3G ile yazılmaz.”

Yazının kaldırıldığı sitenin arşiv linki için: Archive.org

ben bir yavru hamsiyim

esdemirei

zenginsozluk.com/foto
Bir siyahi çocuğun giydiği Trabzonspor tişörtünde geçen ifade. Fotoğrafın hikâyesi de şu şekildedir: Fotoğrafta sağdaki kişi doktor Murat Kadir Topçu'dur. Bu doktor, Türkiye tarafından Bangladeş'te Arakanlı mülteciler için kurduğu Sahra Hastanesinde görev yapan doktorlardan biridir. Bu fotoğraf da kuvvetle muhtemel o mültecilerden biriyle çekilmiştir. Bu arada doktorun kendisi de Trabzonludur.

Türkiye'de İslam lideri hayalini kurarken şimdi insanımızı kaybettik

esdemirei

zenginsozluk.com/foto
“Hevâlarını din diye dayatan, buyurgan beyanlarıyla 'Kadın da, aile de bizden sorulur' deyip fetva veren, kanun çıkartan, muhalif gördükleri hocaları susturan feminist, İslamcı kadınlar taifesi de bilmelidir ki köpük gider, su kalır, hayat biter, hesap başlar. İslam değişmedi, değişmeyecek” ifadelerini içeren tweet'i atan ilahiyatçı İhsan Şenocak'a attığı tweet'le cevap veren bir Twitter kullanıcısının kullandığı ifade. İfadenin tam hâli şu şekildedir: “Eskiden Türkiye'nin Alem-i İslam'ın lideri olacağını hayal eder dururduk. Şimdilerde ise ailenin çökmesi meselesini tartışır olduk. Dışarıyı İslamileştirelim derken içeriyi, aileyi ve anneyi kaybettik. Uyarıda bulunan hocalarımız ise maalesef ki suçlanır oldu.”

bayramda çocuklara şeker yerine kitap dağıtmak

esdemirei
Bahsi geçen olay, Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesine bağlı Ahmetbey beldesinde beldenin belediye başkanı Mustafa Altıntaş'ın 4 Haziran 2019 tarihinde Pınarhisar ilçesindeki Sütlüce Köyü'nde düzenlenen şeker toplama etkinliğinde şeker yerine kitap dağıtması olayıdır. Bu dağıtımla ilgili Altıntaş “Sütlüce Köyümüzde yıllardır sürdürülen güzel bir gelenek olan şeker toplama etkinliğinde, biz de çocuklarımıza 200 kitap dağıttık” ifadelerini kullanmış. [K]

Açıkçası şeker gibi mideye zararlı bir abur cubur yerine zihni iyi şeylerle dolduran kitapların dağıtılması daha iyi olmuş.

10 temmuz 2019 nagehan alçı'nın köşe yazısı

esdemirei
Habertürk yazarı Nagehan Alçı'nın 10 Temmuz 2019 tarihli Ali Babacan hareketinde son durum başlıklı yazısıdır. Yazıda dikkat çeken ifadelerden bazıları Erdoğan muhafazakarların Mustafa Kemal'idir, Türkiye'nin son 150 yılına üç isim damga vurmuştur ifadeleridir. Yazının tam hâli şu şekildedir: “Bu köşede daha önce yazdığım gibi Ali Babacan Eylül ayını beklemedi ve 8 Temmuz itibarıyla istifasını vererek kurucu lideri olacağı partinin startını verdi. Onunla birlikte hareket eden ve kamuoyunun iyi tanıdığı epey sayıda AKP'li eski bakan ve üst düzey yetkili var. Ancak Ali Babacan'ın 8 Temmuz deklarasyonuna rağmen hâlâ hiçbiri demeç vermek istemiyor. İsimsiz açıklamalar devam ediyor. Ben epey zorlamaya çalıştım fakat kenetlenmiş biçimde bu kararlarını sürdürüyorlar. (1) İsim olarak Özgürlük ve Hukuk Partisi henüz kesin değil ama kuvvetli ihtimal. Öte yandan Huzur Partisi olması önerisi de var. Özellikle bu öneri parti içindeki 60 yaş üstü kuşaktan geliyor. Hareketin konuştuğum önemli bir kurmayı şöyle söyledi: 'Nagehan Hanım milletimizin özgürlüklere ve gerçek bir hukuk devletine ihtiyacı olduğu kesindir. Fakat Özgürlük ve Hukuk Partisi fazla entelektüel ve fazla liberal tınıda bir parti adı. Kısaltması da sevimsiz. Elbette sizler gibi halk içinde tanınan liberal-demokrat aydınların desteğinden memnun oluruz ama milletimiz çok daha yalın ve gündelik dilde yaygın bir şeyi talep ediyor bugün. O da tek kelimeyle huzur. Ülkemizde her kesimden hemen herkes huzursuz ve tedirgin. İşte o sebeple Huzur Partisi ismi kanaatimce daha isabetlidir.' 2019 Türkiyesi'nde özgürlük ve hukuk gibi temel kavramlar hâlâ fazla (bkz:#entelektüel) ve fazla liberal tınlıyorsa vah hâlimize diyesim geliyor ama ben böyle düşünenleri de anlıyorum. Huzur Partisi daha yerli ve milli gözüküyor olabilir. (2) Öte yandan 'Hukuk ve özgürlük halkımızın umrunda değil' diyenlere katılmıyorum. Bence o durum geride kaldı. Ülkemizdeki 5 kişiden 1'i hakkında bir şekilde adli işlem başlatılmış. Bu büyük toplumsal oran Türkiye tarihinde ilk kez oluyor. Şahıslar arası ihtilafları da katarsak toplumun çoğunluğu bir şekilde mahkemelere düşmüş durumda. Muhbirlik ve jurnalcilik mekanizması toplumu bir ur gibi sarmış. Yani özgürlük ve hukuk artık sadece entelektüelleri ilgilendiren bir konu değil. Herkes için yaşamsal bir olgu. (3) Mehmet Şimşek'in, Ali Babacan hareketinin içinde bulunup bulunmadığı çok tartışılmıştı. Kesin olarak söyleyebilirim ki Mehmet Şimşek bu hareketin bırakın içinde olmayı, tam da göbeğinde yer alıyor. Londra'daki finans ve iş çevrelerine bu oluşumun tanıtımını yapan bizzat Mehmet Şimşek. Yeni partinin Türkiye ekonomisini tekrar düze çıkarabileceğini anlatıyor. Yani Mehmet Bey Özgürlük ve Hukuk Partisi'nin nomenklaturasının içinde. (4) Dünyaca ünlü liberal iktisatçımız Daron Acemoğlu'nun bu hareketle ilişkisi de çok tartışılıyor. Şunu söyleyebilirim ki Ali Babacan, Daron Acemoğlu'nun bu partinin içinde ve kurucular kurulunda yer almasını çok istiyor. Öte yandan parti programının hazırlanması sürecinde Daron Acemoğlu'nun fikirlerinden çok istifade ediliyor. Yani bir yakın teması var. Fakat Daron Acemoğlu kurucular kurulu üyesi olmayı kabul eder mi? Sanmıyorum. Şimdi herkesin sorduğu sorulara gelelim. Ali Babacan'ın başında olacağı Özgürlük ve Hukuk Partisi ya da Huzur Partisi bir iktidar alternatifi olabilir mi? Siyasal hayatta başarılı olabilir mi? (5) Bu sorular Recep Tayyip Erdoğan olgusunun tarihsel sembol kişiliğini es geçen ve Erdoğan Bey'in tıpkı Turgut Özal gibi, Süleyman Demirel gibi, Adnan Menderes gibi bir siyasetçi olduğu bence ön kabulüyle yöneltilen sorulardır. Hâlbuki daha önce de birçok kez söylediğim gibi Erdoğan'ı artık bir siyasetçi olarak değil, tarihi bir şahsiyet olarak görmek gerekir. Erdoğan muhafazakârların Mustafa Kemal'idir. Onu, Adnan Menderes ve Turgut Özal ile birlikte anmak da bir yanılgı. Erdoğan artık Mustafa Kemal Atatürk gibi, İkinci Abdülhamid gibi bir tarihsel sembol şahsiyet. Sevin ya da sevmeyin ama objektif durum bu. Türkiye'nin son 150 yılına üç büyük isim damga vurmuştur. Sultan Hamid, Kemal Paşa ve Tayyip Bey. Birbirleriyle farklı siyasal çizgilerde olan ama tarihsel kimlik tanımında ortaklaşan üç şahsiyet. Adnan Menderes ve Turgut Özal'a olan sevgimi siz okurlarım biliyorsunuz ama bu iki ismi tarihsel şahsiyet olarak görmek yanlış olur. Erdoğan ise toplumun önemli bir kısmının gözünde, her ne kadar çevresindeki kimi isimlere kızılsa da hâlâ vazgeçilmez. Dindarların büyük çoğunluğu için onları ikinci sınıf insan olmaktan çıkartarak sosyolojik eşitlenmeyi sağlamış bir kurtarıcı Erdoğan. Hatalar da yapsa bu gerçek değişmez. Tıpkı laik kesim için Kemal Paşa'nın manevi konumu gibi. Dolayısıyla ben de Türkiye'nin başta Kürt meselesi olmak üzere kimi kronik sorunlarını hâlâ Recep Tayyip Erdoğan'ın çözebileceğine inanıyorum. Buna yalnızca Erdoğan'ın gücünün yeteceğini düşünüyorum. (6) Eğer Erdoğan kafaya koyarsa Türkiye bazı meselelerde 180 derece manevra yapabilir. Bir anda bambaşka ve herkesi şaşırtacak bir Türkiye fotoğrafı çıkabilir. Erdoğan'ın bunu yapmak için siyasal gücü var. AKP kadrolarının da önemli bir kısmının özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye yönünde istekleri olduğunu biliyorum. Ancak ufak bir azınlık daha otoriter ve Rusya tipi bir Türkiye istiyor. Ali Babacan hareketinin çıkışı eğer AKP içindeki daha özgürlükçü ve demokrat damarı harekete geçirirse faydalı olur. Yok eğer o ufak azınlık zihniyeti galip gelirse bu ülkenin yaşayacakları konusunu burada yazmak bile istemiyorum. (7)”

diyanet ya özerk olmalı ya da devletin böyle bir kurumu olmamalı

esdemirei

Gazeteci Çağlar Cilara'nın resmi YouTube kanalı üzerinden düzenlediği Onuncu Köy programına katılan ilahiyatçı yazar Cemil Kılıç'a “Kur'an'la aldatma kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığını gösteriyorsunuz. Diyanet'in ne fonksiyonu var” sorusu üzerine verdiği cevapta söylediği ifade. İfadenin tam hâli şu şekildedir: “Diyanet, verdiği fetvalarda sadece belli bir Kur'an yorumunu esas alıyor. Ve resmiyette Sünni, Hanefi, Maturidilik çizgisini temsil ettiğini söylese de verdiği fetvalara bakıyoruz ki büyük ölçüde Selefi, Eşari ve Vehhabi zihniyetini yansıtıyor. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında Diyanet İşleri Başkanlığı bütün dinsel yorumlara eşit mesafede bir kurum olma hürriyetinde değil. Laiklik ilkesi doğrultusunda faaliyet icra eden bir kurum olma hürriyetinden çok uzaklaşmış durumdadır. Ve 'daki bazı hükûmlerin hangi dönem, hangi siyasi iktidar varsa o iktidarın lehine olacak şekilde yorumluyor. Yani sırf bugüne has değil bu. Geçmişte de oldu. Geçmiş dönemlerde de siyasi iktidarın lehine hep yorumladı. Bu nedenle ya Diyanet özerk olmalı ya da devletin böyle bir kurumu olmamalı. Çünkü bu her hâlükârda Diyanet iktidarda kim varsa onun lehine faaliyet icra ediyor. Maalesef ki hutbeler, iktidar lehine ayarlanıyor, düzenleniyor.” (Videoda 28:15/29:35 arasında bu ifadeler geçiyor)

İfadenin geçtiği kesit için: Alternatif 1 (Streamable)
4 /