confessions

magic mushroom

2. nesil Yazar - Enerjik

  1. toplam entry 213
  2. takipçi 24
  3. puan 7379

zengin sözlük

magic mushroom
Buraya gelişimin üzerinden tam 5 hafta geçmiş, bu da 200. Entrym. Zaman çabuk geçiyor. Beni kapıda elinde çikolata ile karşılayıp hoşgeldin diyen, elinden geldiğince yardım etmeye çalışan azrail'in regl dönemi'nin elbette ki yeri bende ayrıdır ve hep öyle olacaktır. Bu kankacılık mıdır, sanmıyorum. Ama velev ki öyle, ne olmuş yani? Kime ne zararı var?

Ben buraya geldiğimden beri mümkün olduğunca kurallar dahilinde nitelikli yazılar yazmaya çalışıyor, yeni başlıklar açıyor, imla kurallarına uyuyor ve Türkçe'yi doğru kullanarak yazmaya özen gösteriyorsam arada biraz da gülüp eğlenmişim çok mu?

Evet burası kütüphane değil. Çıt çıkarmadan harıl harıl okuyup araştırmıyoruz sürekli, bir yandan da etkileşim halindeyiz.

Eğer ki birileri burayı sosyal medya platformu gibi kullanıyorsa ve sözlüğe bir katkı yapmıyorsa evet bu eleştirilebilir nezaket dahilinde. Ama emek veren yazarlara da haksızlık yapmamak gerek diye düşünüyorum. Eleştiri yaparken biraz hakkaniyetli olmak, iğneyi önce kendimize, sonra başkalarına batırmak gerek.

Hayat siyah ve beyazdan ibaret değil. Aradaki milyonlarca rengi görmezden gelemeyiz. Farklılıklar iyidir her daim. Geliştirir hepimizi.

fiorabella

magic mushroom
Sanırım sözlüğün en sevilen yazarı kendisi.

Daha pek tanımıyorum bu fantastik yazarı ama hayvansever olduğunu biliyorum. Bu da ön fikir için yeterli zaten.

Güç seninle olsun o zaman sevgili yazar.

810 liralık kürdan

magic mushroom
810 liraya yemeğin alasını yer, dişime bir şey kaçtıysa da helikopterime atlar diş hekimimde alırım soluğu. Ne uğraşacağım, o çıkarır, temizler, gerekirse pırlanta falan kaplar hep o mineleri, yollarıma gül bile döker. Hıh.

zengin sözlük roman

magic mushroom
Fekat o da ne! Odtü astronomi belki de gastronomi mezunu olan nihat, azo'yu görür görmez bembeyaz olmuştu. korkudan göz bebekleri ceviz kadar olmuş, adeta savunmasız yavru bir kediciğe dönüşmüştü bu sörvayvır kaplanı. Çünkü azo'nun içindeki freddie sevgisi taa aydan bile farkediliyor, onu damalı taytlı, hızlı ve Öfkeli sipir bir kahramana dönüştürüyordu. Gözlerinden çıkan ateş adeta yoda'nın ışın kılıcına, sesindeki öfke yerküreyi yerle bir edebilecek süper sonic bir güce dönüşüyordu nihat'ın salonunda.

Evet, azo nihat'ı, kendisini kaybetmiş bir halde ekstra malzemeli çift dürüm gömerken enselemişti salonunun ortasında. Bu soğan kokulu oda ve dişinde maydanoz kalmış olan bu adam, onu, azo'yu daha da öfkelendirmişti bu haliyle. Artık ne yapması gerektiğini biliyordu.
"Doğruluk mu cesaret mi?" diye sordu nihat denen dürümcüye. "Doğruluk" yanıtını veren niho, başına geleceklerden habersiz ağzında kalan son lokmayı yutmaya çalışırken korku dolu gözleriyle azo'nun ateş saçan gözlerine baktı merhamet dilenircesine. Fekat azo'nun bu numaraları yemeye hiç niyeti yoktu. ancak sorduğu soruya doğru yanıtı verirse onu rahat bırakacaktı. Ve o kilit soruyu sordu karşısında duran çakma dürümcüye.
- Tüm o güzel insanlardan, bilim insanlarından, sanatçılardan, aydınlardan ne istiyorsun? Söyle! Ne istiyorsun!!!
Sona geldiğini anlamıştı nihat ve hayatında ilk kez doğruyu söylemeye karar verdi.
- Kıskanıyorum abi kıskanıyorum, sizin o güzel fikirlerinizi, müziklerinizi, sanatınızı, insanlığınızı, aydınlığınızı ve bu sözlükteki bu kenetlenmiş halinizi kıskanıyorum. Elimde değil, kıskanıyorum!

Şaşkındı azo, karşısında ağlayarak doğruyu söyleyen bu adama merhamet etmekten başka bir seçeneği olmadığını anlamıştı. Çünkü büyük güç büyük sorumluluk gerektirirdi.

Ve bu evi terkederek asıl görevine, yorgan mafyasının peşine düşmek için yola koyulmadan önce nihat'ın gözlerine son kez bakarak şu cümleleri kurdu yaşar usta pardon azo:
- biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?!

dokunma artık ailemize, dokunma sözlüğümüze, yazarlarımıza.
eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben; yaşar usta pardon azo, hiç düşünmeden Uçururum seni, anlıyor musun uçururum!
ve dönüp arkama bakmam bile!"

Ve fonda the show must go on çalarken fiorabella'nın diktiği mor pelerini savurarak gözden uzaklaştı damalı taytın verdiği özgüvenle kahraman azo.

To be continued...

beyinsiz

magic mushroom
aslında teknik olarak beyni vardır bu canlıların ancak genellikle küçük ve işlevsizdir. Beyinsiz beynini kullanma gereği duymaz, duyduğunda ise kullanılmamaktan dolayı örümcek bağlamış olan zavallı organ maalesef pek bir işe yaramaz.

beyinsizlik bir yaşam biçimidir ve özellikle "kraldan çok kralcılığın" yönetim biçimi olarak kullanıldığı coğrafyalarda oldukça yaygındır.

Bir beyinsizi kolayca tespit etmek için ona bir tutam inanç sömürüsü bir parça da ucuz milliyetçilik verin ve devrelerinin nasıl yandığına şahit olun. İnanın hiç zorlanmayacaksınız.

the raven

magic mushroom
ingilizce'de kuzgun.

ayrıca edgar allan poe 'nun öyküsel şiiri.

Ülkü Tamer çevirisi:

"ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
o acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
başka kim gelir bu zaman?"

ah, hatırlıyorum şimdi, bir aralık gecesiydi,
örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
ışısın istedim şafak çaresini arayarak
bana kalan o acının kaybolup gitmiş lenore'dan,
meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili lenore'dan,
adı artık anılmayan.

ipekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
yatışsın diye yüreğim, ayağa kalkarak dedim:
"bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
başka kim olur bu zaman?"

kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"özür diliyorum" dedim, "kimseniz, bay ya da bayan
dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
kapıyı açtığım zaman.

gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
fısıltıyla bir kelime, "lenore" geldi uzaklardan,
sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
yalnız bu sözdü duyulan.

duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
içimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
irkilip dedim: "muhakkak panjurda bir şey olacak;
gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
başkası değil rüzgârdan..."

çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
bugüne kalmış bir kuzgun panjuru açtığım zaman.
bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
kondu pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
kaldı orda oynamadan.

gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"gerçi yolunmuş sorgucun" dedim,
"ama korkmuyorsun gelmekten,
kocamış kuzgun, gecelerin kıyısından;
söyle, nasıl çağırırlar seni ölüm kıyısından?"
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
ilgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
adı "hiçbir zaman" olan.

durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
o kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
sustu, sonra ben konuştum: "dostlarım kaçtı yanımdan
umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
insaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
hiç -ama hiç- hiçbir zaman."

çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
sonra kuzgun'u düşündüm,
geçmiş yüzyıllardan kalan
ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
çatlak çatlak: "hiçbir zaman."

oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
durup o kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
elleri lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
değmeyecek hiçbir zaman!

sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"aptal," dedim, "dön hayata; tanrın sana acımış da
meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
iç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

"geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

"şu yukarda dönen gökle tanrı'yı seversen söyle;
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
buluşacak o lenore'la, adı meleklerce konan,
o sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

kalkıp haykırdım: "getirsin ayrılışı bu sözlerin!
rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
dağıtma yalnızlığımı! bırak beni, git kapımdan!
yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

oda kapımın üstünde, pallas'ın solgun büstünde
oturmakta, oturmakta kuzgun hiç kıpırdamadan;
hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
o gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
kalkmayacak - hiçbir zaman!"

dağınık gazel

magic mushroom
Yılmaz odabaşı'nın muhteşem şiiri.

"eski güzel şeylerden değil,
yeni kötü şeylerden başlamak gerekir."

-walter benjamin-

göç
geçer...

geçer ayrılıklar baladı.
siyah bir orman olur gençliğimiz.
bize böyle pay kalır.
bize böyle pay kalır...

ağla sömürgem,
belki dönemem.
oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır;
kış yanar, düş üşür yüreğimde.
ağlarım, gözyaşım beyaz kalır...

sonra askerler yeniden kuşatırlar aşınmış kaleleri.
bin "hawar" parçalar gecenin döşeğini.
ocaklar iniler, yas büyür, orta yerde kan kalır.
dıngılava'da peştamallı çocuklar havuzlara işerler;
gözlerinde bir mahmur özlem kalır...

derken bir ankara, bir poyraz beni döve döve içeri alır.
yollar da giderek uzaklaşır...
giderek uzaklaşır.
fahişeler terli kasıklarıyla sabaha uğurlanır,
kuşlar inkâr edilir, gökyüzü yağmalanır;
ben büyürüm bu kederle kalbim uslanır...

ağla sömürgem!
ağla ve kucakla kumral delikanlını.
buralarda çatılmış bir tüfeğim böğrümde taflan kalır.
şimdi kızılay'da oturmuşum hasretin kancasında;
geçer zaman, geçer yıllar, günlere bir yeni hazan kalır...

ağla sömürgem...
sen hep mağlup bir ağlayışta,
ben uzak susarım bu mağlubiyet için hep anlayışta.
bak, çöpçüler bu geceyi de piç edip süpürdüler.
ben ise haber değeri bile olmayan bir haykırışta,
özleminle hâlâ bir yakarışta!

ağla...
ben de ağlarım gözyaşlarım özlemine az kalır.
buralarda nem var; nem varsa sende kalır.
daha çağırırken beni dağ dorukları,
sömürgem yaslar durur sesime kırgın ayrılıkları.

ben gittim
ve yittim!
oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır,
yaslarım günleri yüzüme gözyaşım beyaz kalır.

burada yıllar küfürle uğurlanır;
ben büyürüm içindeki haylaz çocuk uslanır?

ve günler geçer, herkes gider, pistler boşalır;
sahnede bir kurtlar, bir ben, bir klasik dans kalır.

ağla sömürgem...
buralarda döne döne-
mem!
artık bir yeşile dolmasak da anılardan haz kalır.
sen de bir zaman duyarsın
bir gün bir taze mezar kazılır:
ardında bir dağınık gazel ile
kül ile
ankara'da bir ölü yılmaz kalır.
6 /