ucuzlatılabilen bir şey. evet romantizmi ucuzlattılar. gerçekliğin ihtirasları arasına gömüp alınıp satılabilen ve de tüketilen bir unsur haline getirdiler. ulaşılmaz hayallerin tatlarını unuttular. çok hızlı yaşıyorlar, gereksiz düzeyde hızlı.. evet, maddesel dünyanın nimetleri bazen gerekli de minimum düzeyde kalmalı. insanlar en romantik görünen ortamlarda aslında rüya içinde rüya yaşayabilecekken birbirinden o kadar uzak düşüyorlar ki, bedenleri yan yana ruhlar başka alemlerde. sonra da durum mekanik bir hale geliyor tamamen iç güdüler eşliğinde. sonra düşünüyorlar biz neden mutsuzuz ? acıyorum.. cidden acıyorum. ellerindeki tüm imkanları ahmakça harcıyorlar. bedenen yan yana olmaktansa ruhen birlikte olmak, reel dünyanın dışına çıkmak farklı hazları kalplere yaşatmak daha önemli. anlamıyorlar.. tuhaf geliyor onlara. bu dünyaya saplanıp kalmak böyle bir şey işte.. yazık.
koşullama deyimiyle özdeşleştirilir.. tepkisel olarak iki türde gerçekleşir. biri kendiliğinden yani içgüdüsel, içtepkisel olarak oluşur. diğeri şartın yani koşulun yerine getirilmesiyle oluşur. örneğin kedinizin önüne bir parça balık attığınızda kediniz balığa doğru hemen koşar. kapı zili çaldığında kediniz kapıya doğru koşmaz. ancak ona kapı ziline koşmayı öğretmek için her zil sesinden sonra bir parça balık vermeniz gerekir. bu şarttır. bir kaç kez balık vermişseniz, artık balık vermeseniz de kediniz zil sesine koşar.. bu şekilde onu şartlandırmış olursunuz. gerçekte de tüm öğrenmelerin temelinde şartlanma yatar. şartsız öğrenmeler de daha önceki kuşakların şartlı öğrenmelerinin soyaçekimle kuşaktan kuşağa geçmesiyle oluşmuştur..
emin olamama hali. depresif hallere sevk eder insanı. bu yüzden insan ister kederi de, mutlulukları da daha belirgin olsun.
''tuhaf değil mi, sıradan insanın tam bilime inanmaya başladığı şu sıralarda fizikçiler bilime inançlarını yitirmeye başladılar. gençliğimde, fizikçiler, fizik yasalarının cisimlerin devimleri hakkında bize tam ve gerçek bir bilgi verdiğine ve fiziksel evrenin gerçekten fizikçilerin denklemlerinde ki gibi olduğuna inanırlardı. filozoflarsa berkeley zamanından beri buna kuşkuyla bakarlardı. ne var ki eleştirmeleri bilimsel yöntemin ayrıntıları üstünde direnerek durmadığından bilim adamları filozoflara aldırmazlardı. şimdiyse işler tersine döndü. felsefenin diktatörlük ettiği yerlerde fiziğin dili kekeliyor. fizik yasalarının ortadan kalkmasından doğan boşluğu herkesin elinden geldiği kadar doldurmasını ve bunun için de eski inanç artıklarından yararlanmasını doğal bulurum. bilimsel inancın zayıflaması üzerine bilimden önceki boş inançların geri tepmesini bekleyebiliriz...bilimsel inancın neden ve niçin zayıflamakta olduğunu öğrenmek isteyenler profesör eddington'un (doğa ve fiziksel evren)'ini okumalıdırlar. okuyucu orada fiziğin üç bölüme ayrılmış olduğunu göreceklerdir. birinci bölümde klasik fiziğin bütün yasaları, örneğin enerjinin ve moment'in sakımı yasasıyla genel çekim yasası vardır. bütün bunlar profesör eddington'a göre ölçme üstüne saymaca yargılardan öteye geçmez. ona göre bu yasaların evrensel olduğu doğrudur, ama bir yarda'da üç ayak bulunduğu da evrenseldir. fiziğin ikinci bölümü büyük kümeler ve olasılık yasalarıyla ilgilidir. burada şu ya da bu olayın olanaksız olduğunu değil, onun sadece olasılık dışı olduğunu öğreniriz. fiziğin en modern bölümü olan üçüncü bölüm, kuantum kuramıdır ki bu hepsinden altüst edicidir, çünkü bilimde şimdiye kadar güvençle inanılmış olan nedensellik yasasının geçersizliğini gösterir gibidir". sonunda russell ne de olsa bir bilim adamı onuruyla şu sözü söylemekten kendini alamamaktadır: "dünyayı tanrı yaratmış olabilir, ama bu onu bizim yeni baştan yaratmamıza hiç de engel değildir..''
çevresindeki insanların kendi felaketli hallerinden ve fiilerindeki anlamsızlıktan habersiz bir halde yaşadıklarını gören uyanmış kişi, kendi kendine '' ya onlar akılsız, ya ben. gelgelelim, bu kadar milyonlarca insanın akılsız olması ihtimalinden uzak. o halde akılsız olan benim'' der, fakat ardından hemen ''hayır, hayır; beni bu gibi fikirlere sevkeden akli vicdanın yalancı olması imkansız. bütün dünyaya ters düşsem bile, ona uyacağım'' diyerek kendi ferdi görüşüyle dünya üzerinde yapayalnız bir konumda kalır.''
işte o zaman insan vicdanının ikileştiğini hisseder. şahsi benliği ona yaşamayı emreder.
akli benliği ise yaşamanın imkansız olduğunu söyler.
varlığının bu ikileşmesi insana çok büyük ızdıraplar getirir.
insan bu ikileşme ve ızdırapların nedenlerini araştırdığı takdirde, bunun nedenini kendi aklı olduğunu hemen anlar.
evet, akıl, hayatını devam ettirmek için tabiatın zalim kuvvetlerine direnmek, hayat mücadelesinde varlığını korumak için insanın dayandığı yegane destek bu yüksek özellik iken, şimdi onun hayatını zehirlemektedir.
çevremizdeki canlılar dünyasına baktığımızda, onların taşıdıkları bütün nitelikler ve özellikler hayata ilişkin ihtiyaçlarına tam tamına karşılık gelir.
kompleks yapılı hayvanlar, böcekler ve bitkiler kendi özel kanunlarına uyarak gayet rahat ve huzur içinde hayatlarını sürdürürler.
ancak insan yaratılışının en yüksek özelliklerinden ve en seçkin niteliklerinden birisi, onu elemler çukuruna düşürür ki zamanında akli vicdanın doğurduğu hayatın çelişkisi fikrinin bu gibi dayanılmaz ızdıraplarına tahammül edemeyen insanlar, son kurtuluş çaresini intiharın korkulu sinesinde ararlar..
tolstoy
işte o zaman insan vicdanının ikileştiğini hisseder. şahsi benliği ona yaşamayı emreder.
akli benliği ise yaşamanın imkansız olduğunu söyler.
varlığının bu ikileşmesi insana çok büyük ızdıraplar getirir.
insan bu ikileşme ve ızdırapların nedenlerini araştırdığı takdirde, bunun nedenini kendi aklı olduğunu hemen anlar.
evet, akıl, hayatını devam ettirmek için tabiatın zalim kuvvetlerine direnmek, hayat mücadelesinde varlığını korumak için insanın dayandığı yegane destek bu yüksek özellik iken, şimdi onun hayatını zehirlemektedir.
çevremizdeki canlılar dünyasına baktığımızda, onların taşıdıkları bütün nitelikler ve özellikler hayata ilişkin ihtiyaçlarına tam tamına karşılık gelir.
kompleks yapılı hayvanlar, böcekler ve bitkiler kendi özel kanunlarına uyarak gayet rahat ve huzur içinde hayatlarını sürdürürler.
ancak insan yaratılışının en yüksek özelliklerinden ve en seçkin niteliklerinden birisi, onu elemler çukuruna düşürür ki zamanında akli vicdanın doğurduğu hayatın çelişkisi fikrinin bu gibi dayanılmaz ızdıraplarına tahammül edemeyen insanlar, son kurtuluş çaresini intiharın korkulu sinesinde ararlar..
tolstoy
amerikan kültürü içinde çekmiş olduğu filmleri gayet başarılı bulduğum yönetmen. başkalarının kültürlerine el attığı zaman sinirleniyorum. her şeyi bu kadar bilme bir. sen ne güzel kadınlar ve kadınlar karşısında başarısız olan adamlar hakkında filmler yapıyorsun, ne gereği var elini tarihe bulamanın bildiğin yolda devam et işte bu da iki.
dünya gezegenine ait henüz dürtülere sahip gelişmemiş bir yapı. sadece zarardan kaçıyor, faydaya yöneliyor. zor olandan sıkıntı duyup kolayı seçiyor. tamamen hayvansal bir tepki bütünü tek hücreli amiplerden başlayan insana uzanan dünyasal yapımız.
fantastik ve metafizik-felsefe öğelerini harmanlayan, muhtesem philip pullman kitabıdır.
-northern lights/the golden compass
-the subtle knife
-the amber spyglass
northern lights , the golden compass olarak değiştirilmiştir. the golden compass 2007 yapımı bir film. yönetmen chris weitz. oyuncular nicole kidman, daniel craig, dakota blue richards.
-northern lights/the golden compass
-the subtle knife
-the amber spyglass
northern lights , the golden compass olarak değiştirilmiştir. the golden compass 2007 yapımı bir film. yönetmen chris weitz. oyuncular nicole kidman, daniel craig, dakota blue richards.
bir insanın bir başkasına acı verdiği için kaygılanmasında kendisini gösterir. bu kaygı sorumluluk duyarak davranmayı gerektirir. diğer yapılan her şey göstermeliktir.
özelliği alışveriş olan bir iletişimdir. burada alışveriş karşılıklı olarak birbirine saygı gösteren ,kendi sınırlarına sahip bireyler arasında karşılıklı etkileşimdir.
peki ilişkiden anladığımız gerçekten her zaman bir ilişki midir? eğer öyleyse bir alışveriş içermelidir. yoksa ilişkiyi bağlılıkla mı karıştırıyoruz? evet bağlılık ve ilişki kavram olarak bir birlerine benzerlik gösterseler de asla eşanlamlı değildirler. bağlılık karşılıklı bağımlılık davranışını içerir. mesela bir çocuk annesine yaşamsal gereksinimlerinin karşılanması için bağımlıdır. ama ilişkide böyle bir durum söz konusu değildir.
peki ilişkiden anladığımız gerçekten her zaman bir ilişki midir? eğer öyleyse bir alışveriş içermelidir. yoksa ilişkiyi bağlılıkla mı karıştırıyoruz? evet bağlılık ve ilişki kavram olarak bir birlerine benzerlik gösterseler de asla eşanlamlı değildirler. bağlılık karşılıklı bağımlılık davranışını içerir. mesela bir çocuk annesine yaşamsal gereksinimlerinin karşılanması için bağımlıdır. ama ilişkide böyle bir durum söz konusu değildir.
hastalık. bu kavram sadece kafa karıştırmakla kalmaz, rahatsızlığımızın asıl kaynağını görmemizi de olanaksızlaştırır. mesela freud'un kadının durumu konusunda sergilemiş olduğu körlük, yüreğimizdeki hastalığın kadın erkek arasındaki eşitsizliğin irdelenmemesine neden olmuştur. sayesinde iktidar ve statü isteği eleştirilmeden yıllarca varlığını sürdürmüştür. sampson üst ben hakkında şunları söyleyerek freud efendiye de göndermeler yapar. hakkında derki; ''bir insan hala diğer insanların üstünde yer alma isteği duymaya devam etse de psikanaliz açısından iyileşmiş kabul edilebiliyor. bizim kültürümüzde bu doğal kabul ediliyor. ''
cezalandırma dürtüsünü yaratan bizim ürettiğimiz türden bir suç aslında. içimize aşılanan değersizlik duygusu nedeniyle kendimizi suçlu hissedişimiz. ancak ne gerçek suçluluk ne de vicdanımız bizi buna iten. bunların tek kaynağı bizi sözde değersizliğimizin suçlusu olduğumuzu telkin eden insanlıktan çıkış sürecimiz.
benliğimizi saran cezalandırma çağrıları, değersiz kötü hissedişimize kurban arattırıyor. birisini cezalandırdığımızda kendimizi rahatlamış hissediyor bunun nedenleri öğrenmek bile istemiyoruz. böylece kendimizi kurtarmak için sürekli başkalarını suçlu bulup cezalandırmaya çalışıyoruz. değersiz hissettiğimiz sürece ne başkalarını ne de kendimizi sevebiliriz.
benliğimizi saran cezalandırma çağrıları, değersiz kötü hissedişimize kurban arattırıyor. birisini cezalandırdığımızda kendimizi rahatlamış hissediyor bunun nedenleri öğrenmek bile istemiyoruz. böylece kendimizi kurtarmak için sürekli başkalarını suçlu bulup cezalandırmaya çalışıyoruz. değersiz hissettiğimiz sürece ne başkalarını ne de kendimizi sevebiliriz.
insanın zayıflık olarak görüp reddettiği insani duygu. utanmak yerine kayıtsız kalmayı tercih eder çoğu insan. yani insani olanı çiğner. bu da her zaman kötüye zemin hazırlar.
dik duran ve kendi beyniyle düşünebilen kadındır. ulaşılması zor ve femme fatale özellikleri taşıyor, bunların bilincinde ve yeri geldiğinde bu özellikleri ustaca kullanabiliyorsa erkeği parmağının ucunda çevirebilir. zaafları vardır elbet, herkesin zaafları var ama zor kadın bu zaaflarını zekası sayesinde gizleyebilir. evet zekidir tabi ki, olayları analiz gücü çok yüksektir. eğer hikayenizde mantığa aykırı bir nokta varsa, güven mekanizması sarsılır ve onu geri kazanmak için attığınız taklaların bi on katını daha atmanız gerekebilir. zor kadın iyi bir aşıktır. aşkının da zor olmasını sever. bir çok ölüm görmüştür, ölümler onu etkilese de güçten düşüremez. ölümlerden korksa da sarsılmaz, başkalarının hayatları onun için anlam ifade etmesi gerekirse, o hayatları yaşayanlar bedeller ödemelidir. zor kadına bedel ödemeden sahip olunamaz. bu bedel dürüstlük ve dünyanın en büyük hatasını da işleseniz, "ben bu hatayı yaptım" diyebilecek kadar cesurca onun karşısında durabilme devamlılığını koruyabilmektir.
Kaptonur ;
Esnaf lokantası.
Esnaf lokantası.
adamlar masumiyet perdesine sığınmış değil, buyum diyor. bana yaklaşırsan sonuçları alarm verircesine ortada. gittikleri yol iğrenç olsa da kendini göstermenin dürüstlüğünü takdir ediliyor olsa gerek. Ki zaten efendi gezinen erkeklerin çoğu aslında efendi değiller. sadece piç olmak ile efendiliğin arasında araftalar. koşulların içinde kendileri yavaşa yavaş değişirken ve karşılaşacakları ve onların karar almasını tetikleyen sonuçlar üzerine doğru ilerliyorlar. sadece bunu görmek istemiyorlar.. suçu doğrudan koşulların üzerine atıyorlar.
hata yapma payı tanımaz. ama insanlar hata yaparlar. "dürüst" sıfatı insanın üzerindeki bir yüktür..
bazen kanaması hiç durmaz insanın, doğuştan hemofili ruhu hep bir yaradan dışarı çıkarır başını. o yaralar artık bir yaşam biçimi haline gelir. kanamak varolmaktır..
kızınca perdesini çekip, kapısını sürgülüyor. her zaman o kırmızı perdeyi, karanlığın içinde mermer gibi duran o kapıyı mı göreceğim? belkide insan kendini kanaatkarlığa alıştırsa idi daha muhteşem bir hayatı olurdu. zira hayat, insana istediğini vermiyor. ne baştan çıkarılmaya ne de ayartmaya geliyor. bildiğini okuyor.. öyle gizemli haller de takınmıyor. insanlar gibi pembe-sarı- mavi bulutların ardına gizlenmiyor. neysem oyum, bırak da hırpalayayım seni diyor..
melankoli öyle bir çukurdur ki, bazen bir karış da olsa, içine gözyaşlarınızı akıttığınızda, biriken suyun aksinin derinliği sonsuzdur.
"kadın, gözlerinin eski gürültüsünü
göçebe, ırmağını gezdiriyor, suçortakları gibi,
gövde arayan bıçak, yarasıyla buluşuyor,
bağışlıyor yoksul sevişme taklitlerini,
kalbimizin gam yükünden geçilmediği yalan,
yaralarımızı gösterecek kadar seviştiğimiz de."
göçebe, ırmağını gezdiriyor, suçortakları gibi,
gövde arayan bıçak, yarasıyla buluşuyor,
bağışlıyor yoksul sevişme taklitlerini,
kalbimizin gam yükünden geçilmediği yalan,
yaralarımızı gösterecek kadar seviştiğimiz de."
hell's pit olarak da geçen, cehennemin başlangıç noktası kabul edilen bir delik ya da çukur. eski ahitte ve judaik inanışlarda mevcuttur. 300 spartalı isimli filmde sparta'da bulunan, içerisine günahkarların ve isyankarların atıldığı geniş ve dipsiz bir kuyu tasfir edilmiştir. bu kuyu pit of hell dir. şu an washington sınırları içerisinde yer alan ve amerika'nın orta noktası olduğuna inanılan compass rose / hole to hell içerisinde bir takım gizli güçler ve kötü ruhların barındığına inanılır. bu noktanın, baykuş şeklinde çizilmiş bir parkın orta noktasında bulunması önemli bir sembolizmdir.
the great whore of babylon'un ya da abd'nin sembolü olan özgürlük anıtının elinde tuttuğu kadeh. zina kadehi olarak türkçeye çevrilebilecek terim, özgürlük adı altında tüm dünyevi zevkleri sembolize eder.
the great whore of babylon, günümüzde bu kadın figüründe yeniden hayat bulmuştur. özgürlükten kasıt sonsuz dünya nimetleri ve alabildiğine günah hürriyetidir. elinde tuttuğu kadeh, cup of fornication olarak bilinir. diğer elindeki tablet ise, babil kader tabletleridir. üzerinde romen rakamıyla mdcclxxvi tarihi yani one dollar'da piramitin hemen altında bulunan illuminati kuruluş tarihi yazmaktadır.
anıtın özgürlükten kastı dünyevi sınırtanımazlıktır. elinde tuttuğu zina kadehi, başındaki 7 cehennem kapısını simgeleyen başak taneleri ile bu anıt, başka manalarda bir özgürlüğü ve dünyaperestliği simgeler.
heykeltraş frederic bartholdi bir gizli örgüt üyesidir.
anıtın özgürlükten kastı dünyevi sınırtanımazlıktır. elinde tuttuğu zina kadehi, başındaki 7 cehennem kapısını simgeleyen başak taneleri ile bu anıt, başka manalarda bir özgürlüğü ve dünyaperestliği simgeler.
heykeltraş frederic bartholdi bir gizli örgüt üyesidir.