bende apayrı bir yeri olan oum şarkısı, dinleyeni kendine aşık edebilir, birkaç gün sadece bu şarkıyı dinleyebilirsiniz dikkat!
Béla Fleck & Abigail Washburn ikilisinden çıkan müthiş bir şarkı.
Little Armenia (L.A.) albümü dinleyeni başka diyarlara götürür.
aşık olunası bir bei ru şarkısıdır.
bir Klezmatics şarkısıdır.
bir radio tarifa şarkısıdır.
daha ilk cümlesinden - "her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?" - sizi kendine çeken samimi bir roman.
biri kel, diğeri göbekli iki adamın arkadaşlıklarını, ankara'yı ve ikisininde aynı kıza (nihal'e) aşık olduğu ve bu aşkın arkadaşlıklarını hiç zedelememesi - romanda en ilginç şey budur bence ve belki de üstünde durulmak istenen konudur bir bakıma - sürekli geçmişten bir şeyler çıkarıp masanın üstüne koymaları ve onun üstüne uzun uzun konuşmalar barındıran roman.
yazar barış bıçakçı, kitap, şiir gibi bir kitap. kitaptaki cümlelerden etkilenmemek işten değil.
"sana doğru yuvarlanan yumağın kedisiyim."
"yaşamak aslında birbirinden kopuk yaşantılar arasında bağlantılar kurmaktır. bir hatırayı diğerine bir fotoğraf albümü değil, yaşayan bir insan bağlar."
"bana, insan yalnızca kendini anlayabilirmiş gibi geliyor. o da zaman zaman."
"benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum, hâlâ öyle!"
"aşkın insanı zenginleştirdiğini biliyorduk, fakirleştirdiğini de bilelim."
"birlikte geçirdiğimiz o güzel günlere ne olmuştu? benim aklım hep o günlerdeydi. ne olmuştu o günlere? yaşanan şeyler ne olur çetin, nerede durur? hatırlamaya ve belleğe ilişkin eğretilemeler beni kesmiyor. tozlu tavan arasına girmek, eski bir sandığı açmak, sararmış bir defterin sayfalarını çevirmek filan diyorum, beni kesmiyor. geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? başka bir eylem yok mu, olamaz mı?"
kitap aynı zamanda 2011 yılında aynı isimle filme de uyarlanmıştır.
biri kel, diğeri göbekli iki adamın arkadaşlıklarını, ankara'yı ve ikisininde aynı kıza (nihal'e) aşık olduğu ve bu aşkın arkadaşlıklarını hiç zedelememesi - romanda en ilginç şey budur bence ve belki de üstünde durulmak istenen konudur bir bakıma - sürekli geçmişten bir şeyler çıkarıp masanın üstüne koymaları ve onun üstüne uzun uzun konuşmalar barındıran roman.
yazar barış bıçakçı, kitap, şiir gibi bir kitap. kitaptaki cümlelerden etkilenmemek işten değil.
"sana doğru yuvarlanan yumağın kedisiyim."
"yaşamak aslında birbirinden kopuk yaşantılar arasında bağlantılar kurmaktır. bir hatırayı diğerine bir fotoğraf albümü değil, yaşayan bir insan bağlar."
"bana, insan yalnızca kendini anlayabilirmiş gibi geliyor. o da zaman zaman."
"benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum, hâlâ öyle!"
"aşkın insanı zenginleştirdiğini biliyorduk, fakirleştirdiğini de bilelim."
"birlikte geçirdiğimiz o güzel günlere ne olmuştu? benim aklım hep o günlerdeydi. ne olmuştu o günlere? yaşanan şeyler ne olur çetin, nerede durur? hatırlamaya ve belleğe ilişkin eğretilemeler beni kesmiyor. tozlu tavan arasına girmek, eski bir sandığı açmak, sararmış bir defterin sayfalarını çevirmek filan diyorum, beni kesmiyor. geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? başka bir eylem yok mu, olamaz mı?"
kitap aynı zamanda 2011 yılında aynı isimle filme de uyarlanmıştır.
kişiye, zamana, mekana ve daha birçok etkene göre değişiklik gösterebilecek bir duygu halidir. en saçması ve tehlikelisi kişiye göre değişkenlik gösterenidir. düşünün; ben x olayı gerçekleşti diye mutlu olabiliyorum ama bir başkası olamıyor, bu ne büyük bir yoksulluktur! mutlu olamamak, deneyip ve isteyip de mutlu olamamak. sanırım delilik ya da ölümün habercisi birkaç ipucu.
yok yere gülümseyebiliyorsanız yarına birlikte koşulası insanlardan birisiniz demektir. çok fazla detaya girip işi duygusallığa vurmaktansa kısa yazıp okuyanı düşüncelere itmek daha etkili olur galiba herkes için.
insan her zaman mutlu mu olmalıdır bence hayır hatta çok fazla mutlu olmamalıdır insan. mutluluk aynı zamanda rahatlık da demektir bir bakıma veya yanında rahatlığı da getirir bir süre sonra ve bahsi geçen canlı türü insan! şımaran, vefasız ve çıkarcı -hepsi olmasa bile çoğunluğu- olan bir insanlık. bazen durup çektiğimiz acılar aslında bize müstahak diyorum. o kadar çok sorgusuz sualsiz ve şükürsüz yaşıyoruz ki ve 2 kelime öğrenince dünyaları ben yarattım havalarına giriyoruz ki. aman tanrım nerelere geldik!
son söz: gülen bir insanın yüzünden o gülüşü almayın. (biliyorum etkileyici bir son söz olmadı ama şimdilik idare edin)
(not: kısa kesecektik)
yok yere gülümseyebiliyorsanız yarına birlikte koşulası insanlardan birisiniz demektir. çok fazla detaya girip işi duygusallığa vurmaktansa kısa yazıp okuyanı düşüncelere itmek daha etkili olur galiba herkes için.
insan her zaman mutlu mu olmalıdır bence hayır hatta çok fazla mutlu olmamalıdır insan. mutluluk aynı zamanda rahatlık da demektir bir bakıma veya yanında rahatlığı da getirir bir süre sonra ve bahsi geçen canlı türü insan! şımaran, vefasız ve çıkarcı -hepsi olmasa bile çoğunluğu- olan bir insanlık. bazen durup çektiğimiz acılar aslında bize müstahak diyorum. o kadar çok sorgusuz sualsiz ve şükürsüz yaşıyoruz ki ve 2 kelime öğrenince dünyaları ben yarattım havalarına giriyoruz ki. aman tanrım nerelere geldik!
son söz: gülen bir insanın yüzünden o gülüşü almayın. (biliyorum etkileyici bir son söz olmadı ama şimdilik idare edin)
(not: kısa kesecektik)
işi abartacak olursak yaşamakla ölmek arasındaki o boşlukta savrulmaktır. beyninde bir halk vardır artık ve milyon tane siyasi görüş. her sokaktan bir grup çıkar meydana ortalık ana baba günüdür sende öylece bakıyorsundur olanlara.
+ bu mudur hocam?
- evet, özetleyecek olursak bence budur!
+ bu mudur hocam?
- evet, özetleyecek olursak bence budur!
genelde inanılması güç olan gerçeklerdir. hani şöyle "hayatın acı gerçekleri" diye bir tabir vardır ya işte tam da o'dur aslında. hiç beklemediğin bir anda beklemediğin bir köşeden yersin o tokadı. öyle ki her gerçeği bilmek iyi değil, bazen bırakmak gerekiyor bazı şeyleri. hayat size bu takım gerçeklerle geliyor ise sırtınızı dönüp kaçın derim ya da çok ama çok güçlüyseniz savaşın derim sonucu bellidir zaten.
genellikle mecaz anlamıyla kullanılır. gerçek anlamı ruhsal ve fiziksel hastalıklar belirtir. mecazi anlamları bir çok duyguyu ifade edebilir örneğin; sevgi ve öfke arasında kalan duygular bütünü. siz, siz olun deli olmayın. neden mi https://www.youtube.com/watch?v=UoqWXMZqKx8
film iki konu etrafında dönüyor. bunlardan ilki petrol (para) diğeri ise dindir. petrol için savaşan insan bütün maneviyatını, aslında onun olmayan çocuğunu ve ailesini kaybeder fakat sonunda savaştığı şey elinde kalır yani filmde anlatılan bu, din için savaşan sona doğru yaklaşırken her şey mükemmeldir fakat sonlara doğru bir ekonomik rüzgar eser ve sarsılır, para için yollara düşer ve uğruna savaştığı dinini de kaybeder - elde var sıfır - hayata gözlerini yumar.
filmden ne anladık diye kendimize soracak olursak: insan hayattaki amaçlarına sıkı sıkıya sarılmamalı aksi halde hırsına yenilip körleşebilir ve geri dönmek için vakit çok geç olur.
ayrıca filmde daniel her uyandırıldığında ölümle karşılaşıyoruz, buna anlam veremedim. rastlantı mı yoksa anlatılmak istenen bir şeyler mi var anlayamadım.
oyunculukları unutmak olmaz, ayinler ve final sahnesi oldukça etkileyiciydi.
filmden ne anladık diye kendimize soracak olursak: insan hayattaki amaçlarına sıkı sıkıya sarılmamalı aksi halde hırsına yenilip körleşebilir ve geri dönmek için vakit çok geç olur.
ayrıca filmde daniel her uyandırıldığında ölümle karşılaşıyoruz, buna anlam veremedim. rastlantı mı yoksa anlatılmak istenen bir şeyler mi var anlayamadım.
oyunculukları unutmak olmaz, ayinler ve final sahnesi oldukça etkileyiciydi.
"kitap okumakla mı yoksa okuduklarını anladıktan sonra onları hayatına entegre ettikten sonra mı kişinin hayatı değişir?" bu tartışmaya açık bir soru gibi durmuyor ama isteyenler yine de tartışabilir.
şöyle bir durum daha var, kişide belli bir birikim söz konusu değilse -burada bahsi geçen birikim, hayattan edinilen acı, tatlı tecrübelerdir- okuduğu şeyleri anlayıp bunları hayata geçirme konusunda birkaç adım geriden gelir.
knut hamsun'ın açlık kitabını ele alacak olursak, hayatında hiç mecburi olarak aç kalmamış birisiyle, romandaki kahramana benzer bir hayat yaşayan birinin anlatılanlardan çıkarımı farklı olur.
konuyu biraz daha açarsak, kişi yaşadıklarıyla önce kapıyı açıp bir şehre girer ve daha sonrasında o şehrin sokaklarında gezerek -okuyarak- o şehri tanır. böylece duygular, insanlık dediğimiz bizi biz yapan şeyler benliğimize kök salar.
acımak - reşat nuri güntekin ise bir insanın kişiliği hakkında kesin kararlar vermek konusunda doyurucu bir eser.
açlık - knut hamsun'ın eseri; öncelikle açlığın insana neler yaptırabileceği ve sonrasında gururun insanı terk edip, etmeyeceği veya kişinin gururu terk edip etmeyeceği kulağınızın dibinde bağıra bağıra anlatılıyor.
bizim büyük çaresizliğimiz - barış bıçakçı ve tutunamayanlar - oğuz atay arkadaşlık ve insan ilişkileri açısından ufkunuzu genişletebilir.
kitab-ı zuhur - bülent yıldız. bu kitap kurgu açısından biraz sıkıntılı olsa da içinde hayata bakış açınızı değiştirecek birçok pencere mevcut.
şöyle bir durum daha var, kişide belli bir birikim söz konusu değilse -burada bahsi geçen birikim, hayattan edinilen acı, tatlı tecrübelerdir- okuduğu şeyleri anlayıp bunları hayata geçirme konusunda birkaç adım geriden gelir.
knut hamsun'ın açlık kitabını ele alacak olursak, hayatında hiç mecburi olarak aç kalmamış birisiyle, romandaki kahramana benzer bir hayat yaşayan birinin anlatılanlardan çıkarımı farklı olur.
konuyu biraz daha açarsak, kişi yaşadıklarıyla önce kapıyı açıp bir şehre girer ve daha sonrasında o şehrin sokaklarında gezerek -okuyarak- o şehri tanır. böylece duygular, insanlık dediğimiz bizi biz yapan şeyler benliğimize kök salar.
acımak - reşat nuri güntekin ise bir insanın kişiliği hakkında kesin kararlar vermek konusunda doyurucu bir eser.
açlık - knut hamsun'ın eseri; öncelikle açlığın insana neler yaptırabileceği ve sonrasında gururun insanı terk edip, etmeyeceği veya kişinin gururu terk edip etmeyeceği kulağınızın dibinde bağıra bağıra anlatılıyor.
bizim büyük çaresizliğimiz - barış bıçakçı ve tutunamayanlar - oğuz atay arkadaşlık ve insan ilişkileri açısından ufkunuzu genişletebilir.
kitab-ı zuhur - bülent yıldız. bu kitap kurgu açısından biraz sıkıntılı olsa da içinde hayata bakış açınızı değiştirecek birçok pencere mevcut.
korkusuz ve marjinal bir film.
tek mekanda geçen ve dört türk tiyatro oyuncusunun başrollerini paylaştığı distopik film. seyirci bunu izler mi, böyle bir film nasıl karşılanır bu gibi soruları ramin martin kendine sorunca ne cevap aldı çok merak ediyorum açıkçası ama özgüveni sağlammış, böyle bir filmi çekmek bence biraz cesaret işi.
eleştirilen o kadar çok şey var ki, tüketim çılgınlığı, insanların gösterişe olan aşırı düşkünlüğü, kişilerin aynı odada yaşamasına rağmen birbirine yabancılaşması, "bana bir şey olmasında kime ne olursa olsun, umrumda değil bana bir şey olmasın!" düşüncesinin vurgulanması kısacası günümüzde karşılaşıp da bazen sineye çektiğimiz olaylar ele alınmış.
filmi izlemeden önce hakkında yapılan yorumları okudum, geneli kötüydü, izleyenler salonu terk etmişler falan fakat ben hiç sıkılmadım hatta heyecanlandım bile izlerken.
filmin kötü yanları da var tabii, bunlardan birisi oyunculuklar çok kötü değil ama kötü. sanırım filmi ayakta tutan tek şey hikayesi ve görüntü kalitesi. bir ara filmde felsefeye geçiş yapılır gibi oldu ama geçemediler, iyi ki geçemediler yoksa iki tane felsefi kitap okuyan bir insanın muhabbetinden ileriye gidemezdi, giriş konuşması onu andırıyordu.
filme kafa yormayı seven insanların izlemesi gereken, üstünde düşünülecek konulara değinilmiş, özgün bir film. güzel mi değil mi ona siz karar verin fakat değindiği konular güzel, işlenişi? işte ona ben de karar veremedim.
tek mekanda geçen ve dört türk tiyatro oyuncusunun başrollerini paylaştığı distopik film. seyirci bunu izler mi, böyle bir film nasıl karşılanır bu gibi soruları ramin martin kendine sorunca ne cevap aldı çok merak ediyorum açıkçası ama özgüveni sağlammış, böyle bir filmi çekmek bence biraz cesaret işi.
eleştirilen o kadar çok şey var ki, tüketim çılgınlığı, insanların gösterişe olan aşırı düşkünlüğü, kişilerin aynı odada yaşamasına rağmen birbirine yabancılaşması, "bana bir şey olmasında kime ne olursa olsun, umrumda değil bana bir şey olmasın!" düşüncesinin vurgulanması kısacası günümüzde karşılaşıp da bazen sineye çektiğimiz olaylar ele alınmış.
filmi izlemeden önce hakkında yapılan yorumları okudum, geneli kötüydü, izleyenler salonu terk etmişler falan fakat ben hiç sıkılmadım hatta heyecanlandım bile izlerken.
filmin kötü yanları da var tabii, bunlardan birisi oyunculuklar çok kötü değil ama kötü. sanırım filmi ayakta tutan tek şey hikayesi ve görüntü kalitesi. bir ara filmde felsefeye geçiş yapılır gibi oldu ama geçemediler, iyi ki geçemediler yoksa iki tane felsefi kitap okuyan bir insanın muhabbetinden ileriye gidemezdi, giriş konuşması onu andırıyordu.
filme kafa yormayı seven insanların izlemesi gereken, üstünde düşünülecek konulara değinilmiş, özgün bir film. güzel mi değil mi ona siz karar verin fakat değindiği konular güzel, işlenişi? işte ona ben de karar veremedim.
olduramamış olan film.
neden olmamış,
birincisi film bir okul çıkışında değilde beş kızın anne babasının cenazesinde veya onları kaybetmenin acısını çekerken başlaması daha iyi olurdu öyle olmasa bile filmin bir yerinde bunun vurgulanması gerekirdi fakat en ufak bir yerinde bile bu vurgu maalesef yok, bu büyük bir eksiklik.
ikincisi filmde gerçekleşen son olay (istanbul'a kaçma) haricindeki olaylar bir anda gerçekleşiyor, filmin süresinin uzun olma korkusu mu yoksa yetersiz bilgiden mi kaynaklanıyor tam karar veremedim ama bilgi yetersizliğinden, yetersiz araştırmadan olsa gerek. çünkü üstünde durulan olaylar bu ülkede yaşanıyor fakat bu şekilde olmuyor maalesef, film gerçeklikten uzaktı.neler gerçeklikten uzaktı, kızların bahçeden elma çalması sırasından geçen muhabbet olsun, kız isteme mevzusu olsun, kızların sinirlenmesi, amcasının kızlara sinirlenip evi hapishaneye çevirmesi olsun hepsi yarım kalmış, gerçeklik vurgusu tam işlenmemiş şeylerdi.
bu kadar olumsuz şey varken film neden sevildi, izlenilmeyecek bir film mi?
film izlenilmeyecek kadar kalitesiz bir film değil, filmi izlenebilecek kılan şeylerden birisi filmin en küçük oyuncusudur diğeri ise ülkemizde hatta dünyada böyle bir yara var fakat üzerinde pek durulmuyor ee bak film yapmışlar sahip çıkalım bari duygusu olabilir.
tekrar izlenir mi veya birine önerilir mi, evet izlenir, önerilir ama üzerinde çalışılması gereken bir film daha iyisi olabilirdi.
neden olmamış,
birincisi film bir okul çıkışında değilde beş kızın anne babasının cenazesinde veya onları kaybetmenin acısını çekerken başlaması daha iyi olurdu öyle olmasa bile filmin bir yerinde bunun vurgulanması gerekirdi fakat en ufak bir yerinde bile bu vurgu maalesef yok, bu büyük bir eksiklik.
ikincisi filmde gerçekleşen son olay (istanbul'a kaçma) haricindeki olaylar bir anda gerçekleşiyor, filmin süresinin uzun olma korkusu mu yoksa yetersiz bilgiden mi kaynaklanıyor tam karar veremedim ama bilgi yetersizliğinden, yetersiz araştırmadan olsa gerek. çünkü üstünde durulan olaylar bu ülkede yaşanıyor fakat bu şekilde olmuyor maalesef, film gerçeklikten uzaktı.neler gerçeklikten uzaktı, kızların bahçeden elma çalması sırasından geçen muhabbet olsun, kız isteme mevzusu olsun, kızların sinirlenmesi, amcasının kızlara sinirlenip evi hapishaneye çevirmesi olsun hepsi yarım kalmış, gerçeklik vurgusu tam işlenmemiş şeylerdi.
bu kadar olumsuz şey varken film neden sevildi, izlenilmeyecek bir film mi?
film izlenilmeyecek kadar kalitesiz bir film değil, filmi izlenebilecek kılan şeylerden birisi filmin en küçük oyuncusudur diğeri ise ülkemizde hatta dünyada böyle bir yara var fakat üzerinde pek durulmuyor ee bak film yapmışlar sahip çıkalım bari duygusu olabilir.
tekrar izlenir mi veya birine önerilir mi, evet izlenir, önerilir ama üzerinde çalışılması gereken bir film daha iyisi olabilirdi.
islam'ın batı tarafından sunulan yüzünü değil, bilinmeyen, es geçilen ve unutturulan yüzünü göstermeye çalışan, masal tadında bir film.
filmin açılışında "dünyadaki insan sayısı kadar tanrıya doğru giden yol vardır." diye bir sözle başlıyor ve daha ilk dakikasında sizi sadece kendinizi düşünmeye itiyor.
filmde farklı yerlerden insanların bir derviş toplantısına gelmek için uzun yollar katettiği ve en önemlisi bu toplantıya herkesin içinde allah sevgisi olarak gelmediği anlatılıyor; kimi sevgilisini bulmak için, kimisi abisinin katilini bulmak için bu toplantıya geliyor. gidilen bu yer çöller arasında saklı olan bir yer yani herkesin kolay kolay bulabileceği bir yol değil, bunu da filmde yeteri kadar vurgulamışlar. burada benim anladığım şeylerden birisi, bir şeye inandığın müddetçe onu yapamaman çok zor, yeter ki inan diyor sana. bir diğeri ise kişinin içinde %100 allah sevgisi yoktur, birçok farklı dünyevi sebeplerden dolayı o'na yöneliriz gibisinden bir şey.
filmin en can alıcı repliği ise, filmin bir hikayesinde yer alan prensin kardeşi olan hassan ile filmin başkarakteri bab'aziz arasında geçen konuşmadır.
bab'aziz: gel hasan, ölümüme şahit olacaksın, sonra da kumla mezarımı örteceksin.
hasan: neden ben? ben her zaman korkmuşumdur ölümden.
bab'aziz: ölümden neden korkuyorsun? ölüm korkunç değildir. ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç? anasının rahmindeki bir çocuğu düşün. ona deseler ki, "dışarıda mavi bir gökyüzü, dağlar tepeler, sımsıcak bir güneş, ovalar, ağaçlar, yüce denizler, başka başka insanlra, şehirler var, senin içinde olduğun bir karanlıktır", doğmamış çocuk bunlara inanır mı? inanmaz tabii ki, kendi karanlığında kalmak ister. aynı bunu gibi bilmeyen, inanmayan insan korkar ölümden. benim düğün günümde üzülme.
özellikle şu söz "ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç?"
filmin açılışında "dünyadaki insan sayısı kadar tanrıya doğru giden yol vardır." diye bir sözle başlıyor ve daha ilk dakikasında sizi sadece kendinizi düşünmeye itiyor.
filmde farklı yerlerden insanların bir derviş toplantısına gelmek için uzun yollar katettiği ve en önemlisi bu toplantıya herkesin içinde allah sevgisi olarak gelmediği anlatılıyor; kimi sevgilisini bulmak için, kimisi abisinin katilini bulmak için bu toplantıya geliyor. gidilen bu yer çöller arasında saklı olan bir yer yani herkesin kolay kolay bulabileceği bir yol değil, bunu da filmde yeteri kadar vurgulamışlar. burada benim anladığım şeylerden birisi, bir şeye inandığın müddetçe onu yapamaman çok zor, yeter ki inan diyor sana. bir diğeri ise kişinin içinde %100 allah sevgisi yoktur, birçok farklı dünyevi sebeplerden dolayı o'na yöneliriz gibisinden bir şey.
filmin en can alıcı repliği ise, filmin bir hikayesinde yer alan prensin kardeşi olan hassan ile filmin başkarakteri bab'aziz arasında geçen konuşmadır.
bab'aziz: gel hasan, ölümüme şahit olacaksın, sonra da kumla mezarımı örteceksin.
hasan: neden ben? ben her zaman korkmuşumdur ölümden.
bab'aziz: ölümden neden korkuyorsun? ölüm korkunç değildir. ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç? anasının rahmindeki bir çocuğu düşün. ona deseler ki, "dışarıda mavi bir gökyüzü, dağlar tepeler, sımsıcak bir güneş, ovalar, ağaçlar, yüce denizler, başka başka insanlra, şehirler var, senin içinde olduğun bir karanlıktır", doğmamış çocuk bunlara inanır mı? inanmaz tabii ki, kendi karanlığında kalmak ister. aynı bunu gibi bilmeyen, inanmayan insan korkar ölümden. benim düğün günümde üzülme.
özellikle şu söz "ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç?"
stanislaw lem tarafından yazılmış ve andrei tarkovsky tarafından beyaz perdeye uyarlanmış olan kitap. kitap, filmden daha iyi her zamanki gibi. kitabı okuduktan sonra sabah kafanızı kaldırıp güneşe baktığınızda, gördüğünüzü sandığınız şey artık bambaşka olacaktır.
bobby fischer'ın hayatını anlatan satranç oyunu ağırlıklı film çünkü filmin bir kısmını psikolojik hastalıklar, siyaset gibi şeyler de dolduruyor.
satranç sevenlerin -hatta yolunu kaybedenlerin desek daha güzel olur- izlemesi gereken filmlerden birisi. belli bir aile düzeni olmayan fischer'ın en dipten zirveye çıkışını ve bu yolda kaybettiklerini anlatan, anlatabilen bir film olmuş. filmin müzikleri, oyunculuklar gayet güzeldi. en vurucu yeri ise filmin sonunda bizzat fischer'ın yaptığı açıklamalardı. bir an ben de kendimi hasta sandım, belki de hastayımdır.
psikoloji, aksiyon ve gerilim fakat alışılmışın biraz dışında kan ve paraya odaklı değil de başarıya odaklı. izleyin, izlettirin.
satranç sevenlerin -hatta yolunu kaybedenlerin desek daha güzel olur- izlemesi gereken filmlerden birisi. belli bir aile düzeni olmayan fischer'ın en dipten zirveye çıkışını ve bu yolda kaybettiklerini anlatan, anlatabilen bir film olmuş. filmin müzikleri, oyunculuklar gayet güzeldi. en vurucu yeri ise filmin sonunda bizzat fischer'ın yaptığı açıklamalardı. bir an ben de kendimi hasta sandım, belki de hastayımdır.
psikoloji, aksiyon ve gerilim fakat alışılmışın biraz dışında kan ve paraya odaklı değil de başarıya odaklı. izleyin, izlettirin.
farklı tespitleriyle okuyanı şaşırtabilecek bir kitap.
tom robbins'in dünyaya birçok insandan farklı baktığının da bir kanıtı.
bir camel paketinde dünyanın sırları çözülür mü?
kitabın girişinde "bu daktilo da beceremezse, siktir et, bu iş olmaz." diyen bir yazar öyle bir dünya kurmuş ki insanın yaşadığı dünyadan soyutlanması işten bile değil.
dışarıdan bakınca bir anarşist aşk romanı gibi gözükse de özünde birçok şey sorgulanır, mesela neler;
- pozitivist kişinin dünyasında, çırpılıp yağda pişirilmiş yumurtanın etkileyici yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin sarı rengin baki kalmasıdır. varoluşçunun dünyasında çırpılıp tavada pişirilmiş yumurtanın ümitsiz yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin çırpılmış olmasıdır. kanun kaçağının dünyasında kahvaltıda biralı buğday gevreği yenirdi ve kim takardı yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkmış meselesini...
- yakışıklı prens bir kara kurbağasıydı. leigh-cheri'nin yatağının ayak ucunda, doğal yaşam şartlarına uygun yapay bir ortamda yaşıyordu. evet -meraklı turşular- prenses kurbağayı öpmüştü. bir kez. hafifçe. evet, kendini hıyar gibi hissetmişti. ancak insan prenses olunca biz sıradan insanların pek anlayamadığı şeyleri çeker canı. ayrıca kurbağayı edinirken içinde bulunduğu koşullar onu batıl inançlı davranmaya itmişti. hem bir kurbağanın başına miniminnacık hızlı bir öpücük kondurmak, arzulanan bir kimsenin resmini öpmekten daha mı salakçadır? hem kim şu veya bu vakit bir fotoğrafı öpmemiştir?
- 'şairler rüyalarımızı bizim için hatırlar.'
'sen şair misin?'
'ben kanun kaçağıyım.'
'kanun kaçakları toplumun önemli üyeleri mi?'
'kanun kaçakları toplumun üyesi değildir. fakat toplum için önemli olabilirler. şairler rüyalarımızı hatırlar, kanun kaçakları onları oynar.
- hayır bu zamanda kanun kaçağı olmak da kolay değil. artık ahlaki uzlaşım falan da kalmadı. neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda genel bir fikir birliğinin bulunduğu günlerde kanun kaçağı, ister özgürlük, ister güzellik, ister eğlence uğruna olsun, yapılması gereken o yanlış işleri yapardı o kadar. aradaki ayrımlar bulanıklaştı şimdi.
gibi çok alıntı yapılabilir, orijinal karakterleriyle akılda kalacak bir roman.
tom robbins'in dünyaya birçok insandan farklı baktığının da bir kanıtı.
bir camel paketinde dünyanın sırları çözülür mü?
kitabın girişinde "bu daktilo da beceremezse, siktir et, bu iş olmaz." diyen bir yazar öyle bir dünya kurmuş ki insanın yaşadığı dünyadan soyutlanması işten bile değil.
dışarıdan bakınca bir anarşist aşk romanı gibi gözükse de özünde birçok şey sorgulanır, mesela neler;
- pozitivist kişinin dünyasında, çırpılıp yağda pişirilmiş yumurtanın etkileyici yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin sarı rengin baki kalmasıdır. varoluşçunun dünyasında çırpılıp tavada pişirilmiş yumurtanın ümitsiz yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin çırpılmış olmasıdır. kanun kaçağının dünyasında kahvaltıda biralı buğday gevreği yenirdi ve kim takardı yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkmış meselesini...
- yakışıklı prens bir kara kurbağasıydı. leigh-cheri'nin yatağının ayak ucunda, doğal yaşam şartlarına uygun yapay bir ortamda yaşıyordu. evet -meraklı turşular- prenses kurbağayı öpmüştü. bir kez. hafifçe. evet, kendini hıyar gibi hissetmişti. ancak insan prenses olunca biz sıradan insanların pek anlayamadığı şeyleri çeker canı. ayrıca kurbağayı edinirken içinde bulunduğu koşullar onu batıl inançlı davranmaya itmişti. hem bir kurbağanın başına miniminnacık hızlı bir öpücük kondurmak, arzulanan bir kimsenin resmini öpmekten daha mı salakçadır? hem kim şu veya bu vakit bir fotoğrafı öpmemiştir?
- 'şairler rüyalarımızı bizim için hatırlar.'
'sen şair misin?'
'ben kanun kaçağıyım.'
'kanun kaçakları toplumun önemli üyeleri mi?'
'kanun kaçakları toplumun üyesi değildir. fakat toplum için önemli olabilirler. şairler rüyalarımızı hatırlar, kanun kaçakları onları oynar.
- hayır bu zamanda kanun kaçağı olmak da kolay değil. artık ahlaki uzlaşım falan da kalmadı. neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda genel bir fikir birliğinin bulunduğu günlerde kanun kaçağı, ister özgürlük, ister güzellik, ister eğlence uğruna olsun, yapılması gereken o yanlış işleri yapardı o kadar. aradaki ayrımlar bulanıklaştı şimdi.
gibi çok alıntı yapılabilir, orijinal karakterleriyle akılda kalacak bir roman.
"...ya einstein'ın başına gelen?
vasiyetini titizlikle yazarak, öldükten sonra kendisini yakmalarını istemiş.
bu isteğini yerine getirmişler, ne var ki ona yürekten bağlı, özverili çömezi,
ustasının bakışlarını üstünde duyumsamadan yaşamaya katlanamayacağını düşünmüş. yakılmadan önce, cesedin gözlerini çıkararak alkol dolu bir şişenin içine koymuş, böylelikle, kendisi de ölünceye kadar ustasının ona bakmasını sağlamış."
vasiyetini titizlikle yazarak, öldükten sonra kendisini yakmalarını istemiş.
bu isteğini yerine getirmişler, ne var ki ona yürekten bağlı, özverili çömezi,
ustasının bakışlarını üstünde duyumsamadan yaşamaya katlanamayacağını düşünmüş. yakılmadan önce, cesedin gözlerini çıkararak alkol dolu bir şişenin içine koymuş, böylelikle, kendisi de ölünceye kadar ustasının ona bakmasını sağlamış."
hayatımda izlediğim en sade film. filmin bambaşka bir ruhu var,yönetmen olaydan olaya koşmak yerine sakin bir olay örgüsü tasarlamış ve var olan olayların sonunda seyirciye düşünme payı bırakmış. barda geçen sahne beni benden almıştır şöyledir ki
biraz olsun eskilere gitmek isterseniz buyurun derim, herkesin kendisinden bir parça bulabileceği bir film olmuş. filmin süresi ise tartışılır bana biraz uzun geldi fakat yine de izlettiriyor kendini. oyuncular size duyguları gayet iyi bir şekilde aktarıyor fakat senaryo da bazı kopukluklar var ve filmin sonuna yaklaştıkça bazı sahneler yarım yamalak kalmış daha iyi olabilirdi fakat yine de izlenir. ve film siyah beyazdır, beni çeken nokta bir yandan da bu oldu.
denk geldiğim güzel bir soruyu sizlere yöneltiyorum.
Ayşe 2000 yılında ilkokula başlarken Türkiye'de 8. sınıflar liseye geçişte LGS'ye , 12. sınıflar ise üniversiteye girebilmek için ÖSS'ye giriyordu. Ayşe 8. ve 12. sınıfa geldiğinde hangi sınavlara girecek?
A)LGS- ÖSS B)OKS-YGS C)SBS-LYS D)Hiçbiri
Ayşe 2000 yılında ilkokula başlarken Türkiye'de 8. sınıflar liseye geçişte LGS'ye , 12. sınıflar ise üniversiteye girebilmek için ÖSS'ye giriyordu. Ayşe 8. ve 12. sınıfa geldiğinde hangi sınavlara girecek?
A)LGS- ÖSS B)OKS-YGS C)SBS-LYS D)Hiçbiri
reenkarnasyon, din, bilim, ruhlar ve çok çeşitli konulara değinilmiş ve yer yer psikolojiye de girilmiş bir film i origins. göz irislerinin beyinle bir alakası varmış meğerse filmi izleyince anladım.
karakterlere bakacak olursak filmin baş rolünde oynayan "ian" bir ateist bilim adamını canlandırmaktadır ve genelde filmde tanrının ian'a verdiği cevapları izliyor gibiyiz de diyebiliriz kendimize. gerçekten farklı bir konusu var ve bilimsel bir film olmuş. oyunculuklar gayet güzel, vurucu birkaç sahnesi mevcut. izlenilmesi gereken bir film. kesinlikle mi izlenilmesi gerekir diye soruyorsanız, 2013 - 2015 yılları arasında ki filmlere bakacak olursak ve dolu bir film izlemek istiyorsanız evet kesinlikle izlenilmesi gerekir.
karakterlere bakacak olursak filmin baş rolünde oynayan "ian" bir ateist bilim adamını canlandırmaktadır ve genelde filmde tanrının ian'a verdiği cevapları izliyor gibiyiz de diyebiliriz kendimize. gerçekten farklı bir konusu var ve bilimsel bir film olmuş. oyunculuklar gayet güzel, vurucu birkaç sahnesi mevcut. izlenilmesi gereken bir film. kesinlikle mi izlenilmesi gerekir diye soruyorsanız, 2013 - 2015 yılları arasında ki filmlere bakacak olursak ve dolu bir film izlemek istiyorsanız evet kesinlikle izlenilmesi gerekir.