islam öncesi arap coğrafyasını ''cahiliye dönemi'' olarak nitelemek tarihin en büyük çarpıtmasıdır. o dönemler özelikle mekke kentinde erken bir rönesans yaşanmaktaydı. ticaret yoluyla antik yunan ve antik roma eserleri mekke'ye taşınıyordu. o zamanki arap kavmi de özelikle şiir sanatında çok ama çok ilerlemiş bir kavimdi. bugün dünyanın bütün edebiyat fakültelerinde yaşamış en büyük şair olarak gösterilen imrul kays o dönemin arap şairlerindendir. hz. muhhamed doğmadan elli yıl önce bizans tarafından katledilmiştir. imrul kays dizeleriyle, kamer suresinin ilk girişteki elli ayeti birebir aynıdır. eğer bu böyle değildir diyebilen bir müslüman dostum varsa ben de şahadet getirir müslüman olurum.
hacerül-esved taşı o zamanlardan kabede çok kutsal görülen putlardan birisiydi. mekke'nin fethinden sonra neden müslümanlarca da kutsal sayıldığını ben yazarım da, müslüman dostlarımın kalbi kırılsın istemem gerek yok. araştırmak isteyen dostlarım varsa internette kaynak da çoktur.
doksanlı yıllarda bir saadetin teksoy vakası vardı. o zamanlar saadettin teksoy 1 saatlik programı boyunca, hacerül-esved taşı ve uzaylılar arasında ki bağlantı üzerine vtr'ler yayınlamıştı. çocuk aklımla merakla beklemiştim. 3 dk'ayla saçma sapan bir şeyler söylemişlerdi. çok sinirlenmiştim.
bu da böyle bir anımdır.
okuyup üzerine düşünülmesi gereken derin bir neyzen teyfik şiiridir.
kal'a-i âsâr-ı zulme verdim istihkâm-ı tam
ettim istibdad ile tarihe ibka-ı nâm
öyle tarsîn eyledim olsa cihan zir ü zeber
attığım üss-i mezâlim haşre dek eyler devam
ben o cellâdım, vatanda açtığım her yârenin
iltihâbı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm
nerde cengiz, engizisyon, nerde haccac ü yezid,
nerde timur, hülâgû, nerde ecdâd-ı izâm
nerdedir şeddâd ü nemrûd, nerdedir ad-u semûd
her cihetçe zâlimân-ı dehre ben oldum imâm
ben ölürsem mülk-ü millet bitmeden volkan gibi
ka'r-ı lâhdimden tüter eflâka dûd-i intikam!
ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin
fasl-ı dâvâ eylemek'çün rûz-i mahşerde kıyâm!
kal'a-i âsâr-ı zulme verdim istihkâm-ı tam
ettim istibdad ile tarihe ibka-ı nâm
öyle tarsîn eyledim olsa cihan zir ü zeber
attığım üss-i mezâlim haşre dek eyler devam
ben o cellâdım, vatanda açtığım her yârenin
iltihâbı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm
nerde cengiz, engizisyon, nerde haccac ü yezid,
nerde timur, hülâgû, nerde ecdâd-ı izâm
nerdedir şeddâd ü nemrûd, nerdedir ad-u semûd
her cihetçe zâlimân-ı dehre ben oldum imâm
ben ölürsem mülk-ü millet bitmeden volkan gibi
ka'r-ı lâhdimden tüter eflâka dûd-i intikam!
ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin
fasl-ı dâvâ eylemek'çün rûz-i mahşerde kıyâm!
af
duvar duvar duvar
sana ne desem ki ah
incitmeden gözlerini mahkûmun
her taşını kırmalı bir bir
gerisi laf-ü güzaf
nevzat çelik
duvar duvar duvar
sana ne desem ki ah
incitmeden gözlerini mahkûmun
her taşını kırmalı bir bir
gerisi laf-ü güzaf
nevzat çelik
nevzat çelik'in ceza evi'nde yazdığı güzel şiirlerinden biridir.
iki elinle kapatıp
yırtığını yaranın
koynunda yıldız taşırsın
ama düşer yine yıldız
düşeceksen sen de
bir akşam alacası
güneş gibi düşmelisin
ardında binlerce yıldız
iki elinle kapatıp
yırtığını yaranın
koynunda yıldız taşırsın
ama düşer yine yıldız
düşeceksen sen de
bir akşam alacası
güneş gibi düşmelisin
ardında binlerce yıldız
ailede ölen erkek kardeşin eşini, diğer erkek kardeşle evlendirilmesi durumu. tanımı yazarken klavyeye kolay geliyor da, fakat sanırım primat topluluklarında insanın insana ettiği en büyük zulümdür de diyebiliriz. çok geçmiş yıllardan lanetli bir töre olarak düşünüyordum epeydir bu iğrençselliği. geçenlerde hala uygulandığını öğrendim.
90'lı yıllarda müzik kanallarında sıkça dönen bir şarkı vardı, mustafa uğur diye yanık sesli bir arabeskçi söylerdi,
''ölmem mi, beni taşlara vurun, taputa kanım sürün, aynı tabut içinde kardaşıma götürün...''
o türkü bir ateş gibi yakardı bedenimin her yanını. yıllar sonra da ne zaman nerede duysam hep dertlenmişimdir. işte böyle bir vakayı anlatan acılı bir türküdür o türkü.
kendi kendime soruyordum bezen, ''yahuuu ben neden böyle bir türküyü seviyorum ki, ne töreyle ilgim var, ne de bu kötü sesli arabeskçi benim tarzım''
bugün öğrendim ki, bu şarkının sözü ve müziği erdal erzincan büyüğümüze aitmiş. kumaşı oradan sarıyormuş demek ki beni. arz ederim.
90'lı yıllarda müzik kanallarında sıkça dönen bir şarkı vardı, mustafa uğur diye yanık sesli bir arabeskçi söylerdi,
''ölmem mi, beni taşlara vurun, taputa kanım sürün, aynı tabut içinde kardaşıma götürün...''
o türkü bir ateş gibi yakardı bedenimin her yanını. yıllar sonra da ne zaman nerede duysam hep dertlenmişimdir. işte böyle bir vakayı anlatan acılı bir türküdür o türkü.
kendi kendime soruyordum bezen, ''yahuuu ben neden böyle bir türküyü seviyorum ki, ne töreyle ilgim var, ne de bu kötü sesli arabeskçi benim tarzım''
bugün öğrendim ki, bu şarkının sözü ve müziği erdal erzincan büyüğümüze aitmiş. kumaşı oradan sarıyormuş demek ki beni. arz ederim.
muhteşem bir nevzat çelik şiiridir.
güzdür
güzdür
yapraklar
ayağa
düştüğünde
ve kuştur
göçmen
gökyüzü
güzdür
göçmez
kalır sızısı
ellerimin
güzdür
çünkü
anımsanır
tarihi
bütün
yenilgilerin
güzdür
ve kürttür
bir
yıldır
sarı
esmer
güzdür
demek ki
söylemeli
güzde
göçeni
ve göçmeyeni
güzdür
her çiçek
kendi
dağınca
alsın
rengini
büyüsün
her çocuk
kendi
dilince
güzdür
güzdür
yapraklar
ayağa
düştüğünde
ve kuştur
göçmen
gökyüzü
güzdür
göçmez
kalır sızısı
ellerimin
güzdür
çünkü
anımsanır
tarihi
bütün
yenilgilerin
güzdür
ve kürttür
bir
yıldır
sarı
esmer
güzdür
demek ki
söylemeli
güzde
göçeni
ve göçmeyeni
güzdür
her çiçek
kendi
dağınca
alsın
rengini
büyüsün
her çocuk
kendi
dilince
en iyi toplumcu şairlerimizden nevzat çelik şiiridir.
palton yoksa ellerimi tut
kaportacı işçi çocuk
pusu kurmuş kapına
çakal gibi bir soğuk
palton yoksa ellerimi tut
kaportacı işçi çocuk
pusu kurmuş kapına
çakal gibi bir soğuk
kısa ama insanın yüreğine oturan bir nevzat çelik şiiridir.
bir hafta ağlamaklı dolaşıyorum
ölünce okuduğum roman kadınları
bir hafta ağlamaklı dolaşıyorum
ölünce okuduğum roman kadınları
muhteşem bir özdemir asaf şiiridir. ustamızın temennisine hak vermemek mümkün değil.
bir öykümüz olsa, duyan öyküsü sansa...
öykümüz böylece dallanıp budaklansa..
bir sevi'den, bir övü'den,o bizim öykümüzden
giderek buluşan eller evreni sarsa..
öykümüz de büyür büyüklüğümüzden;
herkes sevi'sinde evreni kucaklarsa.
bir öykümüz olsa, duyan öyküsü sansa...
öykümüz böylece dallanıp budaklansa..
bir sevi'den, bir övü'den,o bizim öykümüzden
giderek buluşan eller evreni sarsa..
öykümüz de büyür büyüklüğümüzden;
herkes sevi'sinde evreni kucaklarsa.
akşam saatlerinde, yürüyerek evime gelirken 8-10 yaşlarında bir çocuk bisiklet sürerken bağıra bağıra bu şarkıyı söylüyordu. barış abi vefat ettiğinde, ilk defa bir ölüm için ağlamıştım. o bisiklet süren çocuktan 4-5 yaş büyük bir şeydim. bir yakınımı kaybetmiş gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. 3 gün yemek yemedim, serumla beslemişlerdi. bugün o çocuğu bisiklet sürerken mutlulukla bu şarkıyı söylerken duyduğumda, uzun zamandır görmediğim bir yakınımla karşılaşmış kadar huzur ve sevgiyle doldum.
çok özledik barış abi.
çok özledik barış abi.
kendisi bir gladio artığıdır. şu an gladio'nun bağırsaklarında sıkışmış çırpınmaktadır.
bunu size atilla dorsay bile bu kadar net ifade edemez lakin, yarrak gibi olan 2019 yapımı abd filmidir.
vereceğiniz paraya da, harcayacağınız zamana da yazıktır. aslında farklı ve güzel bir başlangıcı vardır. sonrası çok fazla klişeler parçaları ve hatta daha kötüsü bütünüdür.
sanırım artık abd'de, hishpanik vatandaşlarımız çok önemli bir pazar olmuş. ve sinema da onların 3 kuruş parasını almak için, sinemada onların mitlerini böyle saçma klişe holywood klişeleriyle kirletiyor. yazık diyorum eyyy holyywood, yapmayın diyorum.
fakat filmin sonunda, bir abi kadar çok değer verip hayran olduğum raymond cruz büyüğümü görmek iyi geldi.
vereceğiniz paraya da, harcayacağınız zamana da yazıktır. aslında farklı ve güzel bir başlangıcı vardır. sonrası çok fazla klişeler parçaları ve hatta daha kötüsü bütünüdür.
sanırım artık abd'de, hishpanik vatandaşlarımız çok önemli bir pazar olmuş. ve sinema da onların 3 kuruş parasını almak için, sinemada onların mitlerini böyle saçma klişe holywood klişeleriyle kirletiyor. yazık diyorum eyyy holyywood, yapmayın diyorum.
fakat filmin sonunda, bir abi kadar çok değer verip hayran olduğum raymond cruz büyüğümü görmek iyi geldi.
muhteşem bir özlem özdil şarkısıdır;
güzel bir oktay rıfat şiiridir;
nedir bu benim çilem
hesap bilmem
muhasebede memurum
en sevdiğim yemek imam bayıldı
dokunur
bir kız tanırım çilli
ben onu severim
o beni sevmez.
nedir bu benim çilem
hesap bilmem
muhasebede memurum
en sevdiğim yemek imam bayıldı
dokunur
bir kız tanırım çilli
ben onu severim
o beni sevmez.
dünyada benim kadar chp'li siyasetçileri eleştiren az insan vardır. 2009 yılında yer gök kılıçdaroğlu diye inliyordu. muhalif halkımız mülayim kılıştar'ı, kendilerini erdoğan'dan kurtaracak bir lider olarak görüyordu. hatta bu korkuyu o zamanlar erdoğan'ın gözlerinde bile görmüştüm. o zamanlar erdoğan'a şunu söylemeye fırsat bulamadım tabii ki ama bulsam söylerdim, ''raad ol, bu kılıştar baykal'dan bile yeteneksiz bir siyasetçi. baykal'dan bile daha rahat anlaşabileceğin bir çalışma arkadaşındır''
zaten her yerde, chp'li lincini göze alarak söylüyordum bunu. büyük ihtimalle kulağına gitmiştir.
daha bir sene bile geçmeyen seçimlerde ise, ince'nin, salako karakterinden farklı bir gaz karakter olmadığını her yerde anlattım durdum. yine chp'li kardeşlerim benim zır bir siyaset cahili olduğumu düşünmüştü.
lakin ilk defa bir chp'li siyasetçiyi seviyor ve beğeniyorum. sevgili eko başkan, ne bir kesşanlı ali, ne de salakodur. kendisi bir kibar feyzodur. stratejileri muhteşem. özellikle sürekli halkın içinde bir imaj çizmesi kendisini büyütüyor. hafta sonundaki maltepe mitingi, protestoya susamış halkımıza bir moral ilacı oldu. erdoğan'da her zorda kaldığında böyle doğru stratejiler geliştirmiştir. başarısının sırlarından biri de budur erdoğan'ın. şimdi bunu pozitif anlamda eko başkanın da kullanması olumludur.
çekirdek çitleyerek ''abi şunu nasıl yapalım, bunu nasıl yapalım'' diye sohbet edebileceğimiz bir yakınlıkta havası var eko'nun. halkımız da haliyle bu yakınlığı sever.
şimdilik yolunda her adımı doğru atıyor. fakat en önemli eşiği, sınıfsal bir itiraz geliştirebilecek mi, geliştirameyecek mi noktasında olacaktır. demiyorum ki elbette, proletarya diktatörlüğü bayrağı açsın yürüsün. yani yapsa iyi olur tabii ki, ama yapmaz tabii.
şu an avrupada, orta sınıflar hiç olmadığı kadar fakirleşmiştir. fakirlik bile en az 4 katman fakirlik haline gelmiştir. fransa'da, daha da büyüyecek isyanların altında bu can alıcı nokta yatmaktadır. ülkemiz bu fakirliğe ve getireceği ağır dramlara daha hızla gitmektedir. ve bunun ülkemizdeki psikolojik etkileri daha ağır olacaktır. biz yoksulluğumuzdan utanan bir halkızdır. hele ki son 17 yılda, sanal bir zenginleşmenin saçma hallerini yaşayan halkımız daha beter zihinsel ters dönecektir. işte buna önce itiraz ve reçete sunacak insan bütün ülkenin uzlaştığı lider olacaktır. bu yeteneği ve kapasiteyi eko'da görüyorum. gerçi bu yetenek ve kapasite, ince ve akşaner'de de vardı. tek eksikleri cesaretti. eko, şimdilik cesaret konusunda da iyi gidiyor. umarım bozmaz.
zaten her yerde, chp'li lincini göze alarak söylüyordum bunu. büyük ihtimalle kulağına gitmiştir.
daha bir sene bile geçmeyen seçimlerde ise, ince'nin, salako karakterinden farklı bir gaz karakter olmadığını her yerde anlattım durdum. yine chp'li kardeşlerim benim zır bir siyaset cahili olduğumu düşünmüştü.
lakin ilk defa bir chp'li siyasetçiyi seviyor ve beğeniyorum. sevgili eko başkan, ne bir kesşanlı ali, ne de salakodur. kendisi bir kibar feyzodur. stratejileri muhteşem. özellikle sürekli halkın içinde bir imaj çizmesi kendisini büyütüyor. hafta sonundaki maltepe mitingi, protestoya susamış halkımıza bir moral ilacı oldu. erdoğan'da her zorda kaldığında böyle doğru stratejiler geliştirmiştir. başarısının sırlarından biri de budur erdoğan'ın. şimdi bunu pozitif anlamda eko başkanın da kullanması olumludur.
çekirdek çitleyerek ''abi şunu nasıl yapalım, bunu nasıl yapalım'' diye sohbet edebileceğimiz bir yakınlıkta havası var eko'nun. halkımız da haliyle bu yakınlığı sever.
şimdilik yolunda her adımı doğru atıyor. fakat en önemli eşiği, sınıfsal bir itiraz geliştirebilecek mi, geliştirameyecek mi noktasında olacaktır. demiyorum ki elbette, proletarya diktatörlüğü bayrağı açsın yürüsün. yani yapsa iyi olur tabii ki, ama yapmaz tabii.
şu an avrupada, orta sınıflar hiç olmadığı kadar fakirleşmiştir. fakirlik bile en az 4 katman fakirlik haline gelmiştir. fransa'da, daha da büyüyecek isyanların altında bu can alıcı nokta yatmaktadır. ülkemiz bu fakirliğe ve getireceği ağır dramlara daha hızla gitmektedir. ve bunun ülkemizdeki psikolojik etkileri daha ağır olacaktır. biz yoksulluğumuzdan utanan bir halkızdır. hele ki son 17 yılda, sanal bir zenginleşmenin saçma hallerini yaşayan halkımız daha beter zihinsel ters dönecektir. işte buna önce itiraz ve reçete sunacak insan bütün ülkenin uzlaştığı lider olacaktır. bu yeteneği ve kapasiteyi eko'da görüyorum. gerçi bu yetenek ve kapasite, ince ve akşaner'de de vardı. tek eksikleri cesaretti. eko, şimdilik cesaret konusunda da iyi gidiyor. umarım bozmaz.
bir orhan kotan şiiri;
asi karargahların uğultusudur
sabahın seher vaktinde
ilk tomurcuk çiçeğe durur
doğrulunca arkadaşlar sığınaklardan
kıpırdanınca dünya
ve halklar
sırt sırta vurunca
davranırım
davranırım coşkuyu omuzlayarak.
hücrelerimde volkanik zelzeleler
ve gözlerim ışıltısında
taze bir fidandır yaşamak
mağrur, alımlı, taze bir fidan.
kahrın penceresini aralayarak
hınçla giriyorum dünyaya
yaşlı küre çatırdıyor ağırlığımdan
ve karşı koyuyor bana
adi masallar anlatarak
saray artıkları
oysa anamın ak saçları şahidimdir
şahidimdir doğumdan giden gelinim
ve karanlık fatihalarıyla
çocuk mezarlıkları.
insan yumuşacık cinayetler düşünebilir
allahı düşünebilir
ve meczup kralları
mihrapların derin manasına oturtabilir
ama acayip gelir nedense
gökyüzü böyle sonsuz
toprak böyle bereketli dururken
cesetlerle dolu muhaceret yolları
açlık
ve insan soyunun sefaleti
işte bu yüzden işgal ordularından çözülen müfrezeler
kahraman milislere bağlar atardamarlarını
ve çekilmiş bir hançer gibi ışıldar
ve bana kanayan yaralarından
onikiye çakılmış bir kurşun olarak devrim
her günün yirmidört saatinde.
ey günahkar dünyanın yüz akı
sevdalıyım sana
asi karargahların uğultusudur
sabahın seher vaktinde
ilk tomurcuk çiçeğe durur
doğrulunca arkadaşlar sığınaklardan
kıpırdanınca dünya
ve halklar
sırt sırta vurunca
davranırım
davranırım coşkuyu omuzlayarak.
hücrelerimde volkanik zelzeleler
ve gözlerim ışıltısında
taze bir fidandır yaşamak
mağrur, alımlı, taze bir fidan.
kahrın penceresini aralayarak
hınçla giriyorum dünyaya
yaşlı küre çatırdıyor ağırlığımdan
ve karşı koyuyor bana
adi masallar anlatarak
saray artıkları
oysa anamın ak saçları şahidimdir
şahidimdir doğumdan giden gelinim
ve karanlık fatihalarıyla
çocuk mezarlıkları.
insan yumuşacık cinayetler düşünebilir
allahı düşünebilir
ve meczup kralları
mihrapların derin manasına oturtabilir
ama acayip gelir nedense
gökyüzü böyle sonsuz
toprak böyle bereketli dururken
cesetlerle dolu muhaceret yolları
açlık
ve insan soyunun sefaleti
işte bu yüzden işgal ordularından çözülen müfrezeler
kahraman milislere bağlar atardamarlarını
ve çekilmiş bir hançer gibi ışıldar
ve bana kanayan yaralarından
onikiye çakılmış bir kurşun olarak devrim
her günün yirmidört saatinde.
ey günahkar dünyanın yüz akı
sevdalıyım sana
intihar gibi bir eylemi kimseye tavsiye etmem tabii ki. ama bu biçimde, kimseye zarar vermeden çekip giden insanların da bu sebepten dolayı linç edilmesini çirkin bir davranış olarak görüyorum.
güzel bir wislawa szymborska şiiridir.
hiçbir şey olmuyor iki kez
ve olmayacak da. bu nedenle işte
deneyimsiz doğmuşuz
ve rutinsiz öleceğiz.
en aptal öğrencileri
olsak da dünya okulunun
yinelemeyeceğiz dönemi
ne kışın, ne de yazın.
yinelenmeyecek tek bir gün bile,
birbirine benzer iki gece yok.
ne aynı olan iki öpücük,
ne de gözlere bakan aynı bakışlar.
dün, hani birisi adını söylediğinde
yanımda yüksek sesle,
bir gül düşmüştü sanki
açık bir pencereden içeri
bugün birlikte olduğumuzda
çevirdim yüzümü duvara
gül? gül nasıl görünürdü sahi?
çiçek miydi? taş mı yoksa?
sen, o kötü saat
neden karışıyorsun gereksiz korkuyla.
varsın - öyleyse geçmelisin.
geçeceksin - işte güzel olan.
yarı sarılmışız gülümsüyor,
anlaşmayı deniyoruz,
birbirimizden farklı olmamıza karşın
iki saf su damlası örneği.
hiçbir şey olmuyor iki kez
ve olmayacak da. bu nedenle işte
deneyimsiz doğmuşuz
ve rutinsiz öleceğiz.
en aptal öğrencileri
olsak da dünya okulunun
yinelemeyeceğiz dönemi
ne kışın, ne de yazın.
yinelenmeyecek tek bir gün bile,
birbirine benzer iki gece yok.
ne aynı olan iki öpücük,
ne de gözlere bakan aynı bakışlar.
dün, hani birisi adını söylediğinde
yanımda yüksek sesle,
bir gül düşmüştü sanki
açık bir pencereden içeri
bugün birlikte olduğumuzda
çevirdim yüzümü duvara
gül? gül nasıl görünürdü sahi?
çiçek miydi? taş mı yoksa?
sen, o kötü saat
neden karışıyorsun gereksiz korkuyla.
varsın - öyleyse geçmelisin.
geçeceksin - işte güzel olan.
yarı sarılmışız gülümsüyor,
anlaşmayı deniyoruz,
birbirimizden farklı olmamıza karşın
iki saf su damlası örneği.
gönlümde hrant dink'e kanat çırptıran rıfat ılgaz şiiridir.
sömürgen cami güvercinleri sizin olsun
o doyumsuz lapacı güvercinler
kurşun buğusu güvercinleri severim ben
kanat uçları çelik yeşili
kuş dediğin piyerlotisiz yaşamalı
adaksız avlusuz şadırvansız
buluttan süzmeli suyunu
kuşçular çarşısında tüy dökmemeli
benim güvercinim tunç gagalı
kimlerin bakışı kardeşçedir
kimlerin bakışı düşmanca
kendisi hangi kavganın güvercinidir bilir
tüneyip acımanın saçaklarına
miskin sevilerle bitlenmez
kanadından çok pençesine güvenir
barış taklaları süzülmeler
gagalarda zeytin dalı
perendeler maviliklerde
tüm gösteriler resimlerde kalmalı
güvercin dediğin uyanık olmalı
tüyler duman duman öfkeden
yanıp tutuşmalı gözbebekleri
sevgiden tıpır tıpır bir yürek
özgürlüğünce dövüşken
sömürgen cami güvercinleri sizin olsun
o doyumsuz lapacı güvercinler
kurşun buğusu güvercinleri severim ben
kanat uçları çelik yeşili
kuş dediğin piyerlotisiz yaşamalı
adaksız avlusuz şadırvansız
buluttan süzmeli suyunu
kuşçular çarşısında tüy dökmemeli
benim güvercinim tunç gagalı
kimlerin bakışı kardeşçedir
kimlerin bakışı düşmanca
kendisi hangi kavganın güvercinidir bilir
tüneyip acımanın saçaklarına
miskin sevilerle bitlenmez
kanadından çok pençesine güvenir
barış taklaları süzülmeler
gagalarda zeytin dalı
perendeler maviliklerde
tüm gösteriler resimlerde kalmalı
güvercin dediğin uyanık olmalı
tüyler duman duman öfkeden
yanıp tutuşmalı gözbebekleri
sevgiden tıpır tıpır bir yürek
özgürlüğünce dövüşken
kalbimde ali ismail korkmaz'ı bir korla yaşatan rıfat ılgaz şiiridir.
kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu alişim!
daha dün öğle paydosundan önce
zilelinin gitti ayakları,
yazıldı onun da raporu:
"ihmalden!"
gidenler gitti alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu...
hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
anlar işin iç yüzünü!
üzülme alişim, sabana geçmezse hükmün
ağanın davarlarına geçer...
kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğaz tokluğuna.
varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
sağ yanın yastık ister alişim
sol yanın sevdiğini.
kızlarda emektar sazın gibi
çifte kol ister saracak!
kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu alişim!
daha dün öğle paydosundan önce
zilelinin gitti ayakları,
yazıldı onun da raporu:
"ihmalden!"
gidenler gitti alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu...
hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
anlar işin iç yüzünü!
üzülme alişim, sabana geçmezse hükmün
ağanın davarlarına geçer...
kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğaz tokluğuna.
varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
sağ yanın yastık ister alişim
sol yanın sevdiğini.
kızlarda emektar sazın gibi
çifte kol ister saracak!
yaklaşık on senedir takip edip beğendiğim kaliteli ve başarılı aktördür. hatta ne kadar linç yiyecek olsam da, şener şen kadar yetenekli bir aktör olduğunu savunacağım. fakat mesleğindeki iyi kumaşını, sosyal yaşantısındaki düşkün ve lumpen yanıyla mafhetti. yazık oldu. hatta sinemamız adına çok yazık oldu.
malatya-erguvan yöresine ait kanaatimce muhteşem bir türküdür. aynı zamanda, gönül yarası filminin finalinde, timuçin esen, meltem cumbul ve şener şen'in devleştiği iyi bir sahnede esen türküdür.
timuçin esen böyle vahşi 2 cinayet işlemek niyetinde değildir aslında. meltem, hocaya o son bakışı atınca her şey spontane gelişir.
timuçin esen böyle vahşi 2 cinayet işlemek niyetinde değildir aslında. meltem, hocaya o son bakışı atınca her şey spontane gelişir.
yıllar önce sevdiğim kadınla 2. el buzdolabı satan bir dükkana gitmiştik. çok mutlu da geçirdiğimiz günlerden biriydi. o gün dükkan sahibinin kartvizitini almış cüzdanıma koymuştum. artık o kentten 600 km uzakta yaşıyorum. 2 yıldan da fazla oldu bu olay üzerine. fakat hala bu nesneyi cüzdanımdan atamıyorum. ayıp değil ya, böyle işte.
hüzünlü bir rıfat ılgaz şiiridir.
ölüm hiç özenilecek şey değil
sevgilim ölümün güzeli yok
bir çirkin oluyor insan görme
sevmeyi düşünmeyi unutuyor
ölecek misin ya bir meydanda öl
ya da dağ başında kavgan için
böyle yatakta miskince ölme
önce ellerden başlıyor ölmek
hiç yarım kalmış bardak gördün mü
kurulmuş kol saati komodinin üstünde
kitap gördün mü az önce okunmuş
görmedin değil mi ben çok gördüm
bu yüzden ölemiyorum kolay kolay
hem ölmek de nerden aklıma geliyor
insanlar uzayda dolaşırken
bütün ilaçları içiyorum yarım kalmasın diye
bütün kitapları okuyup bitiriyorum
boyuna kuruyorum saatimi
getirdiğin portakalları yiyorum
sana beğendirmek zorundayım kendimi
bilmiyorsun direnmek zorundayım
utanırım karşında ölmekten
yaşıyorum böyle daha iyi
ölüm hiç özenilecek şey değil
sevgilim ölümün güzeli yok
bir çirkin oluyor insan görme
sevmeyi düşünmeyi unutuyor
ölecek misin ya bir meydanda öl
ya da dağ başında kavgan için
böyle yatakta miskince ölme
önce ellerden başlıyor ölmek
hiç yarım kalmış bardak gördün mü
kurulmuş kol saati komodinin üstünde
kitap gördün mü az önce okunmuş
görmedin değil mi ben çok gördüm
bu yüzden ölemiyorum kolay kolay
hem ölmek de nerden aklıma geliyor
insanlar uzayda dolaşırken
bütün ilaçları içiyorum yarım kalmasın diye
bütün kitapları okuyup bitiriyorum
boyuna kuruyorum saatimi
getirdiğin portakalları yiyorum
sana beğendirmek zorundayım kendimi
bilmiyorsun direnmek zorundayım
utanırım karşında ölmekten
yaşıyorum böyle daha iyi
erenköyü'nde bahar
cânan aramızda bir adındı,
şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
bir sahile hem şerefti hem şan,
çok kerre hayâlimizde cânan
bir şi'ri hatırlatan kadındı.
doğmuştu içimde tâ derinden
yıldızları mâvi bir semânın;
hazzıyla harâb idim edânın,
hâlâ mütehayyilim sadânın
gönlümde kalan akislerinden.
mevsim iyi, kâinât iyiydi;
yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
hulyâ gibi hoş geçen zamanda
sandım ki güzelliğin cihanda
bir saltanatın güzelliğiydi.
istanbul'un öyledir bahârı;
bir aşk oluverdi âşinâlık...
aylarca hayâl içinde kaldık;
zannımca erenköyü'nde artık
görmez felek öyle bir bahârı.
yahya kemal beyatlı
cânan aramızda bir adındı,
şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
bir sahile hem şerefti hem şan,
çok kerre hayâlimizde cânan
bir şi'ri hatırlatan kadındı.
doğmuştu içimde tâ derinden
yıldızları mâvi bir semânın;
hazzıyla harâb idim edânın,
hâlâ mütehayyilim sadânın
gönlümde kalan akislerinden.
mevsim iyi, kâinât iyiydi;
yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
hulyâ gibi hoş geçen zamanda
sandım ki güzelliğin cihanda
bir saltanatın güzelliğiydi.
istanbul'un öyledir bahârı;
bir aşk oluverdi âşinâlık...
aylarca hayâl içinde kaldık;
zannımca erenköyü'nde artık
görmez felek öyle bir bahârı.
yahya kemal beyatlı