Bir fıkra hatırlıyorum. Adam doktora gider. Kederli olduğunu söyler. Hayat onun için zor ve zalimdir. Tehtitkâr bir dünyada kendini yapayanlız hissettiğini söyler. Doktor tedavisi basit der. Büyük palyaço Pagliacci şehrimize geldi. Git onu gör seni neşelendirir. Adam göz yaşlarına boğulur. Ama doktor der Pagliacci benim zaten.
(bkz:watchmen)
Yazın sıcağında üstünde sadece mayo ile denize atlamak için iskeleden denize doğru koşulan an.
Sürekli kendisini öven insaları da bu listeye yazmak boynumuzun borcudur.
Kimse beni adam yerine koymuyor.
Aslı "kısa kes, aydın abası olsun."dur. Halk arasında söylene söylene ve aydın havasının ani değişimlerinin de yardımıyla günümüzde aydın havası olarak geçen belirtili nesne.
Bazı anlarda o kadar çok sıkılıyorum ki üstüme yorganı çekip bulunduğum yere öylece uzanmak istiyorum. Bu his bazen yaşadığım şehrin meydanında yakalıyor beni, bazen bir iş sahibi olabilmek adına gittiğim dershanenin sınıfında ya da bindiğim şehiriçi minibüslerinde. Bazı minibüslerin tabanı halı kaplı oluyor, bu yüzden de olabilir oradaki uzanma isteğim ama her neyse. Bunun konumuzla pek ilgilisi yok. Öyle uzanmak istiyorum, karşımdaki veya çevremdeki insanlara bir şey demeden. Sıkıntılardan kendi kendime boğmama ramak kala bir anda uzanmak... Uçaklarda düşüş anı aşağı sallanan oksijen maskesi gibi bir durum bu galiba. Bir boka yarayacağı yok da sakinleşmek için bir çaba.
Çevremdeki insanlar benim ile çöp kutusu arasında bir seçim yapacak olsalar büyük ihtimalle çöp kutusunu seçerlerdi ve ben, kendim ile bir çöp kutusu arasında seçim yapacak olsam büyük ihtimalle çöp kutusunu seçerdim.
Özgür gibi hissedersin. belki de o küçücük başın içerisindeki beynin, daha o yaşlarda adını hiç duymadığı bir hormonu, serotonini salgılıyor olur. Çünkü o an için dört duvarın içerisinde bilmem kaç kişiyle bulunman gerekirken sen, içerisinde ders işlenen sınflarda yankılanan öğretmenlerin sesleri dışında başka sesin olmadığı koridorlarda yürürsün. Tebeşiri alır, sınıfa doğru yürürsün. Tam kapıyı açacakken içeriden arkadaşlarının kahkaha sesleri gelir. Kaçırmış olursun, sen de orada o gülen kişilerle gülebilecekken bir tebeşir uğruna elin kapının kolunda öylece kalırsın. Hayat işte.
insanoğluna şöyle bir güncelleme gelse de biz de yeni tanıştığımız insanlarda buna benzer bir özellik kullansak.
aslında bu dünya yaşanılacak yerdi.
Saat bir sularında gelen takip isteği ile "aha beni buldular, tanıdılar beni." diye düşündüren, lakin alelade bir olaymış.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Bir hemingway sıkıntısı var içimde. Evli olsaydım eğer ve mutfaktan içeri girseydi eşim, elimde silah olmasa bile hastaneye kaldırılmamı sağlardı. Ben de yatardım o hastaneye, sonra taburcu edilirdim. Sene 1961 olmazdı belki veyahut bir av tüfeğiyle son bulmazdı her şey.
Sıcağın herkesi yaktığı bir yaz gününde aokigahara ormanını gezmeye giderdim belki japonya'ya. Girişteki terk edilmiş arabaları izleyerek bir sigara içerdim, belki bir sigara daha. Yürürdüm sonra ormanın içinde. Yolların kenarında gördüğüm her girilmez levhası için bir sigara daha içerdim, içerdekiler için. Sözleri olmayan hüzünlü melodiler çalardı kulaklığımda.
Yazmaktan sıkıldım, neyse.
Sıcağın herkesi yaktığı bir yaz gününde aokigahara ormanını gezmeye giderdim belki japonya'ya. Girişteki terk edilmiş arabaları izleyerek bir sigara içerdim, belki bir sigara daha. Yürürdüm sonra ormanın içinde. Yolların kenarında gördüğüm her girilmez levhası için bir sigara daha içerdim, içerdekiler için. Sözleri olmayan hüzünlü melodiler çalardı kulaklığımda.
Yazmaktan sıkıldım, neyse.
Ben vuruldum, siz devam edin. bu topal halimle size yük olurum. Devam edin ve mutlu olun.
Canım sıkılıyor, ruhum sıkılıyor, içim sıkılıyor. Bir limon gibiyim. Hayatta en çok sıkılan şeyleri sıralasak ilk sıra için limon ve ben kapışırdık. Bir de insanlarda yüz ekşimesine sebep olma sıralamasında da kapışırdık. Benim de en büyük rakibim limon sanırım.
Çok sıkıldım. Her gün yedide işe gitmekten, durakta minibüs beklemekten, uzattığım minibüs parasının üstü olan 25 kuruşun bana verilmesini beklemekten, haftasonları işe geç kalmayayım diye saat tam 07:04'te "Hoop" mesajı atıp uyandığımı kontrol eden iş arkadaşımdan, gece on ikide eve dönmek için yürümekten, aynada gördüğüm pejmürde heriften ve benzeri şeylerden... Sabah sekizden akşama beşe kadar hiç durmadan alt altta "sıkıldım." Yazmak istiyorum oğuz atay gibi.
Çok sıkıldım. Her gün yedide işe gitmekten, durakta minibüs beklemekten, uzattığım minibüs parasının üstü olan 25 kuruşun bana verilmesini beklemekten, haftasonları işe geç kalmayayım diye saat tam 07:04'te "Hoop" mesajı atıp uyandığımı kontrol eden iş arkadaşımdan, gece on ikide eve dönmek için yürümekten, aynada gördüğüm pejmürde heriften ve benzeri şeylerden... Sabah sekizden akşama beşe kadar hiç durmadan alt altta "sıkıldım." Yazmak istiyorum oğuz atay gibi.
türgişler'in emeviler ile savaştıkları bölge.
(bkz: kıyıya vuran damla balığı )
yaşım o zamanlar sekiz ya da dokuz. ayakkabı alacağız bana. o zamanlarda sınıftaki bütün çocuklarda pahalı markalardan halı saha ayakkabıları var. şimdilerde bu durum hâlâ böyle mi bilmiyorum ama benim çocukluğumda erkek çocuk halı sahalarda kullanılan altında çivileri olmayan kramponlardan alırdı her zaman ve her yerde onu giyerdi. ben de tutturdum işte şu markadan alalım, şu bunu giyiyor. babam da kendisinin götürdüğü dükkanlarda ürününü satmaya çalışan dükkan sahibi gibi fiyatı bütçesine uygun olan ayakkabıları gösteriyor, bak bunun burası ne güzel diye övüyor. ben yine de beğenmiyorum. aklıma takmışım işte, ne olacağını sanıyorsam ben de herkes gibi pahalısından istiyorum. bir oldu bu, iki oldu... en sonunda babam dedi ki "oğlum ben senden daha çok isterim gösterdiğin ayakkabılardan giymeni, istediğin şeyleri giymeni ama benim durumum maalesef bunlara el vermiyor. benim gösterdiklerimden giysen olmaz mı?"
şimdilerde üniversiteyi bitirdim. yaşım yirmilileri geçti. babamın o gün önümde diz çöküp kurduğu bu cümleler, o yüz ifadesindeki mahcup tavrı hiç gitmez aklımdan. hep de bela küfür kıyamet okurum kendime, adama bu cümleleri nasıl kurduttun şerefsiz herif diye.
şimdilerde üniversiteyi bitirdim. yaşım yirmilileri geçti. babamın o gün önümde diz çöküp kurduğu bu cümleler, o yüz ifadesindeki mahcup tavrı hiç gitmez aklımdan. hep de bela küfür kıyamet okurum kendime, adama bu cümleleri nasıl kurduttun şerefsiz herif diye.
geçenlerde kaybettim bilmem kaçınca defa. bu sefer tam oluyor demiştim hatta, olmadı. üzüldüm. o yüzden yüzüm sirke satıyor, hem de çok ucuza ama kimse almıyor. insanlar neyin var dedikleri tüm zaman dilimlerinde yorganı yastığı alıp yere uzanmak istiyorum. gerçekten. o an yorganı alıp yatmak istiyorum yere. bunun dışında başka hiç bir şey yapmak gelmiyor içimden. boşluğa bakmak istiyorum, insanlarla konuşmak istemiyorum. bir facia olsa yeryüzünde, bir tek ben kalsam ya da bir facia olsa yeryüzünde, bir tek ben yok olsam.
bir şarkı sizlere...
bir şarkı sizlere...