zengin itiraf

sos
aşırı derecede titizlik (hastalık boyutunda) var bende sözlük. yıllardır var bu. doktora gittiğimde bu durumuma obsesif k.b demişti. fakat ben bu durumun okb olmadığını, farklı bir şey olduğunu anlattım. beni kovmuştu odasından.

hastanelerde çalışırken başlamıştı bu durum bende. sonrasında azalmak yerine arttı. askerde alışırsın dediler alışamadım. alışamadığım gibi askerdeyken bu hastalığım daha da arttı. şu an zirvelerde. sürekli bir huzursuzluk hissiyle yaşıyorum. yaşadığım durumu anlatmaya kalkarsam çok uzun sürer. o nedenle yaşadığım durumu kabaca şöyle bir örnekle özetle geçeyim; bende bu huzursuzluk hissinin olmaması için, günlük hayatımda sürekli hazırda bekleyen bir sabun ve hazırda bekleyen bir çeşme olmalı. (yolda, sokakta, otobüste, karada, havada, denizde, her zaman ve her yerde) nerede olursam olayım anında bir çeşme ve sabun hemen yanımda bitivermeli. anlık olarak elimi yıkayabilmeliyim. bir de kurutmak için havlu veya peçete. tahminime göre o sabun ve çeşmeyi günde en az 50 kere kullanırım.

not: çok su harcamıyorum. yıkaya yıkaya elim o kadar pratikleşti ki anında köpürtmem ve yıkamam saniyelerimi alıyor. sıvı sabun kullanmam bu arada. sevmem pek.

işte ancak ve ancak böyle çözüm bulabilirim bu durumuma. hastalığım geçmez ama bu durumuma kıyasla %99 oranında daha rahat hissederim.

işin kötü tarafı hastalığımın bir somutluğu yok. yani dün bana temiz gelen yer bugün pis gelebiliyor. temiz alan sayım gün geçtikçe azalıyor.

(bkz:on yüz bin milyon baloncuk mikrop yuttum)
icgqhs
bazı zamanlar bayağı bayağı şarkı aşeriyorum, sonra en az 3 defa dinliyorum o şarkıyı ve sanki ruhum doyuyor.
müzik ruhun gıdasıdır mantığı ile kurulmamıştır bu cümle, tamamıyla gerçektir. ruhum olmadığını biri ispatlarsa o halde içimde doyan ve rahatlayan bir şey var derim.
mızrabımda ızdırap
Uzun aradan sonra geri döndüm. Anladım ki, yazmadan olmuyor. Kalemiyle konuşmak, kağıtlarla hasbihal etmek kalemdarlık yolunda yürüyenlerin kaçınılmaz kaderi. İbreler kelamı göstermekte, kelam ibreye ram olmak arzusunda. Neden susayım, neden lâl tokmak takayım söz kapısına? Basit fakat içten bir itiraf; yazmadan yapamıyorum...
icgqhs
arkadaş canlısı olduğum ve aile kavramından bile üstün gördüğüm için çok ciddi yaralar aldım. ama yapamıyorum kötü adam ya da duygusuz adam olamıyorum.
banane diyemiyorum...
sos
11.26 tl tutarındaki iptal olan siparişimin geri ödemesi kartıma iki defa yattı. yani dünden önce 11.26 yattı ve bugün 11.26 daha yattı. bu yanlışlıkla yatan parayı arayıp bildireyim mi? yoksa bu parayı bir kuruma, derneğe bağışlayayım mı?
sos
yemek, bardak, fincan takımlarında parça kelimesi kutunun içindeki tüm elementleri kapsıyormuş. bugün fincan takımı almak için girdim mağazaya. 8 parça fincan takımı gördüm. fiyatı da gayet uygundu. kutunun içinde 8 adet fincan ve promosyon olarak da tabakları vardır düşüncesiyle aldım. kutuyu az önce açtım içinde 4 fincan var sadece. meğerse 8 parçadan kastedilen 4 fincan ve 4 tabağı imiş. swh çok cahil kalmışım yahu...
sos
az önce bakkala giderken bir kermes gördüm. bakayım neler var diye girdim kermese. et döner varmış. akşam yemeği için aldım herkese dürüm şeklinde dönerden tanesi 10 liradan. ya arkadaş dürümün içinde 20-25 gram döner ya vardı ya yoktu...

"ya zaten millet bir defa gelecek nasıl olsa... kazıkladığımız kar..." zihniyetiyle açılmış bir kermes.
sos
mng kargo ile ev arası mesafe 100 metre,
yurtiçi kargo ile 300 metre,
aras kargo ile 500 metre.

kargoların geleceği adres olarak evi değil, kargo hangi şubeye gelecekse o şubenin ismini yazıyorum. eve gelirken kargoyu şubeden alıp geçiyorum.
sos
queen'in bohemian rhapsody şarkısının orijinalinde bismillah! diyormuş. ben yıllardır onu bates-motel-puro'nun uydurması sanmıştım.

alın size itiraf gibi itiraf!

hatta

itiraf-ul cebirul kutbiyyetul cemiyyet!

(sonda dediğim şeylerin bir anlamı yok. hayretler içerisindeyken doğaçlama yazdım)

sos
hayatımda ilk defa bir şeyi başardım sözlük.

sufle!

internetten tarifini aldım. eksik malzemeleri gidip aldım bakkaldan. önce tarifi ezberledim. birebir tarifi aynen uyguladım. çok basit malzemeleri var. detaylı bir tarifi yok. fakat ben yine de 10 kıtalık şiir ezberlercesine ezberledim tarifi. sufleyi akışkan severim. fırından çıkardım. kaselerin hepsi de akışkan olmuş. herkes sufle yedi sayemde.

ilk defa bir şeyi ilk denemede ve tam olarak başardım!

gece gece biraz ayıp ettim galiba. kusura bakmayın.

yapmak isteyenler için; tarifi buradan aldım.
sos
gerçek hayatta veya sosyal medyada karşılaştığım haksızlıklar, rezaletler hakkında elimden geldiğince ses çıkarmaya çalışırım.

atacağım bir tweet'le, gireceğim bir entry ile, yayınlayacağım bir video ile veya ilgili mercilere göndereceğim bir e-posta ile veya e-devlet üzerinden bir şikayet ile suçlulara yaptırım uygulanması için, mağdurların mağduriyetlerinin giderilmesi için bir şeyler yapmaya çalışırım.

her karşılaştığım olayda şunları düşünürüm;
"ya benim başıma gelseydi?"
"ya ben mağdur olsaydım?"
"ya ailemden biri mağdur olsaydı?"

susma sustukça sıra sana gelecek uyarısını her karşılaştığım olayda hatırlarım.
sos
karşı apartmandaki komşu dairede (aramızda 10 veya 15 metre var) oturan aile bu zebra perde olayını tam kavrayamamış galiba ya da mahremlerinin görülmesi umurlarında değil.

perdeleri sürekli tül modunda. bu nedenledir ki geceleri odaları gözüküyor sürekli. ne yaptıkları gözüküyor. pijamalı mijamalı oturuyorlar ve perde sürekli tülde. nitekim görünen odaları en azından oturma odaları...

ya yatak odası olsaydı? işte o zaman seyreyin cümbüşü... swh
sos
az önce, 2010 yılında bir sitede gönderdiğim bir yoruma rastladım. herhangi bir sitedeki herhangi bir paylaşımdaki saçma sapan bir yazı hakkında 2010 yılında yaptığım yorum şu; "anlatımda sade bir dil kullanılmış, yazı betimlemelerle süslenmiş, kelimeler itinayla nakşedilmiş ve abartıya kaçılmadan okuyucuya nakledilmiş"

kahkaha atarak kendime güldüm biraz. sonra ekrana öylece bakakaldım. ben ne ara ve hangi kafayla bu yorumu buraya yazmıştım? bunu yazarken aklımda ne vardı? bunu ben mi yazmıştım gerçekten, yoksa kuzenim mi?

arada rastlıyorum eski yazılarıma, paylaşımlarıma.

abimin yazdıklarına bakayım dedim bir de. her siteye aynı nick'le üye olduğu için nick'ini google'layınca çıkıyor tüm yazdıkları. bir forum sitesine şunu yazmış. sene 2006;

başlık
"call of duty 2 kurulumunu hiç bilmeyen birine yardım"
(ulan bu nasıl başlık? sadece başlığa 10 dakika güldüm)
yazı
"arkadaşlar bilgisayara cod 2 yükledim. eksik dosyaları buldum indirdim. fakat sürekli şu resimdeki gibi bir hata alıyorum. bana da yardımcı olur musunuz? acaba eksik olan ne? şu arkadaşınıza da bir yardım eder misiniz?"
sos
hep büyük şehirde yaşamak istemişimdir. sosyal imkanlar daha fazla diye. fakat anladığım kadarıyla büyük şehir insanı yoruyor. büyük şehirin eksi yönleri daha fazla. her şeyi geçtim bir yere gitmek için en az 1 veya 2 saatin yolda geçmesi inanılır gibi gelmiyor bana. atm'de sıra beklemek falan... bu olay, m.ö yaşamış biri direkt 2018'e ışınlansa göreceği hayat karşısında geçireceği şok ile aynı seviyede şok geçirtiyor bana.

küçük şehirde ne sırası beklersen bekle önünde maksimum bir veya iki kişi vardır. 24 yıllık hayatımda ramazan pidesi kuyruğu dışında kuyrukta beklediğimi hatırlamıyorum.
sos
abime şaka yapmayı düşünüyorum. önce aleyna tilki'nin dipsiz kuyum şarkısını indirip, "misafir çocuğu gibiydin geldin dağıttın gittin" kısmını kırpıp yeni bir mp3 halina getirmeyi, sonra bu mp3'ü telefona indirip gece sinsice abimin telefonuna göndermeyi, abimin telefonuna zil sesi olarak ayarlayıp zil sesi seviyesini de son seviyeye + getirmeyi düşünüyorum.

tamam tamam yapmayacağım. çok çocukça olduğuna karar verdim. neyse bir çay içeyim.
sos
akrabam dahi olsa, uzun süre irtibat kurmadığım bir insanla eski samimiyetimi kuramıyorum. samimi bir şekilde iletişim kuramıyorum. bugün belki en son 5 yıl önce gördüğüm bir akrabamı (teyzemin kızı ve benden en az 10 yaş büyük) tesadüf eseri gördüm yolda. "nasılsın?" dedi. "iyiyim. siz nasılsınız?" dedim. garipseyerek "i.. i... iyiyim..." dedi. biraz ayaküstü sohbet ettik mesafeli bir şekilde.

bu olaydan bağımsız olarak;
bir akrabanın, bir tanıdığın, bana, hayatımı nasıl planlamayı düşündüğüme dair sorular sorması beni çok yoruyor sözlük. cevap vermek istemiyorum o tür sorulara. çünkü cevap verince de haliyle verdiğim cevap mesafeli, yüzeysel bir cevap oluyor. hatta karşıdakinin yanlış anlayacağı, anlayabileceği bir cevap oluyor. e anlarsa anlasın pek umurumda değil de zaten.

iyi de sos konu nasıl açılacak o zaman? muhabbet nasıl dönecek? açılmasın da dönmesin de kardeşim... ben onlara soruyor muyum? önümüzdeki 10 yıl içinde kendinizi nerede görüyorsunuz? diye. sormuyorum. hatta arayıp sormuyorum...

bir gün dayanamayıp, o meşhur olan fenomen gibi ayağa kalkıp haykıracağım valla;
herkesin hayatına kimse karışamaz! o o şekil yaşar, öteki o şekil yaşar... kimse kimseye karışamaz. herkesin özgürlüğü bi-dir...
diko
Aşağı yukarı 20 gündür Rotterdam da bacımın yanında kalıyorum ve Türkiye de bıraktığım ailem gözümde tütüyor. Karımı ve ogullarimi cok özledim. Buradan geri donmeyecegim. Oturumumu alıp çocuklarımı ve karımı buraya getirip oradan kurtatacagim. Dualarınız benimle olsun.
yagmur damlasi yarisi
Ne ara burnu havada insan böylesine arttı? Estetik değil kastettiğim şey. En ahım şahım görünen insanın bile sıradanlaştığı bir yerde nedir yani bu yoğun şekerli ego kokularınız. bilgiyi edinmenizdeki amaç neden kendinizi geliştirmeniz ve bunu paylaşabilmeniz değil de, bilgiyle hava atabileceğinize inanmanız?
Neden bu kadar sığsınız?
Böyle olmasanız olmaz mı?
İyi farkındalıklar.
sos
uzun zamandır hiç arkadaşım yok sözlük. yani çok nadir görüşüyoruz. irtibat kurduğum pek kimse kalmadı. telefonumu sadece internete girmek için kullanır oldum. rehberde bir dünya isim niye kayıtlı ben bile bilmiyorum...

işim olmadığı zamanlar ulan bugün bir gezeyim diyorum. sonra da ulan kiminle gezeceksin ki diyip tek başına yapılabilecek aktivitelere arıyorum. tek başıma kafeye oturup, sinemaya gitmek artık çok sıktı. parkta falan oturuyordum. artık onu da yapamam. kış geldi zaten.

geçen haftalarda yine tek başıma dışarı çıktım. boş boş geziyorum. bir banka oturdum. işlek bir caddedeyim. bir sürü insan oturuyor, yürüyor... ortamı gözetliyorum. ulan acaba şu an burada ben gibi yalnız olan biri daha var mı? diye düşünmeye başladım. etrafa bakındım pek kimse göremedim. yalnız olan birini gördüm onun da kısa süre sonra arkadaşı geldi. biri telefonla konuşuyor. biraz ilerimdeki kafede yalnız oturan biri vardı. kısa süre sonra arkadaşı geldi. yalnız olan birini bulamadım derken... faytonun önündeki at dikkatimi çekti. koca faytonu yüklenmiş sadece bir at... o da tek başınaydı ben gibi. kalabalığın arasında yalnız olan sadece ikimiz vardık. sonra düşündüm. ben ondan daha şanslıydım. çünkü benim ailem var. onun ailesi yok. ben özgürüm. o özgür değil ve gün boyu kırbaç yiyor ve faytonu taşıyor. bir süre kendi yalnızlığımı unutup onun yalnızlığına ve çaresizliğine üzülmeye başladım.

sonra da kalkıp gittim...

eve gelince inandığım dinde yer alan kurban bayramı konusu aklıma geldi. daha doğrusu hiç aklımdan çıkmayan dini konulardan biridir. allah "hayvanlar benim sessiz kullarımdır" demiş. onlara da "kulum" diyerek bizden ayırmamış. peki "kulum" dediği canlıların kesilmelerini emreder miydi? ben bir insanı öldürünce adı "cinayet" oluyordu da... hayvanı öldürünce adı neden "kurban" oluyordu? ben allah'ın bir kulu olarak kurban edilen hayvanın yerinde olmak istemezdim mesela. küçükken "kurban ettiğimiz hayvan acı çekmeden ölüyor" denildiğinde sevinirdim çocuk aklımla.

sonra kedi mamalarını düşündüm. tahıllı kedi mamaları da var elbette fakat çoğu tavuk eti ihtiva eder. kedileri onunla besliyorduk. neticede yine bir canlının beslenmesi için başka bir canlı olan tavuğun ölmesi gerekiyordu. marketten sosis alıp beslemeye kalksam onun da içinde büyükbaş hayvan eti vardı. dünyanın düzeni bu muydu? birinin beslenmesi için bir başkasının ölmesi mi gerekiyordu?

kafamda deli sorularla günü bitirdim.

iyiliği seçmiş, ilkeli olan hiçbir insanın öbür dünyada azap göreceğini sanmıyorum.
3 /