asıl adı a'mak-ı hayal olan filibeli ahmet hilmi'nin romanı. acayip derinlikte bir tasavvufi eserdir. materyalist düşüncelerden nasıl kurtulup hakikate nasıl ulaşırız gibi, herkesin aklından en azından 1 kere olsun geçmiş soruları cevaplar.
bir de bunun bir çizgi romanı var ki, ben hayatımda böyle bir çizgi roman görmedim ya. 3'leme olarak çıkacakmış, tuti kitap basıyor, ilk bölümü var şu an sadece piyasada.
romanından neredeyse daha çok zevk aldım resmen. çizen mustafa ahmet kara'nın hayal gücüne kurban.
bir hbo dizisi. hem de en ilginçlerinden. dünya nüfusunun %3'ü bir anda puf diye yok olursa ne olur acaba diye bir konumuz var. kitap uyarlaması zaten, o yüzden dizinin gidişatı belli; reyting kaygısıyla dizi abuk subuk yerlere gitmiyor.
dizinin başrollerinde justin theroux, carrie coon, margaret qualley, christopher eccleston, ve liv tyler oynuyor. ha? liv tyler mı? ha? aynen.
diziyi kimseye önermiyorum. kafayı yemeyin diye. her bölüm sonrasında lan ben ne izledim?? olmayın diye. tam bir dafuq dizisi çünkü. niye? çünkü ortada hayvani gizemler varken dizi bunları çözmekle uğraşmıyor. umrunda değiliz abi dizinin.
ama işte, burada dizinin verdiği bir haz var. carnivale'dan beri uzun süredir açıkçası benim tatmadığım anlamsız, garip, ama hayvani güzellikte bir haz. dizinin izleyiciye karşı hiçbir borcu yok. abuk subuk fantastik olaylar akabindeki insan psikolojisini, dramı anlatıyor. asıl olayı inadına anlatmıyor, ancak bunu da tam bir ustalıkla yapıyor, her bölüm sonunda allak bullak olmanıza rağmen diğer bölümü açıyorsunuz yine. özellikle s02e07 sonrası yaşadığım lan???? hissiyatı bana uzun zamandır hiçbir dizi yaşatmamıştı. aynı hissiyatı daha sonra s02e08 yaşattı bir daha. allahsızlar.
zaten her bölüm tuval gibi; müzikleriyle, çekimleriyle alıyor götürüyor sizi. aşık ediyor amk.
dizinin başrollerinde justin theroux, carrie coon, margaret qualley, christopher eccleston, ve liv tyler oynuyor. ha? liv tyler mı? ha? aynen.
diziyi kimseye önermiyorum. kafayı yemeyin diye. her bölüm sonrasında lan ben ne izledim?? olmayın diye. tam bir dafuq dizisi çünkü. niye? çünkü ortada hayvani gizemler varken dizi bunları çözmekle uğraşmıyor. umrunda değiliz abi dizinin.
ama işte, burada dizinin verdiği bir haz var. carnivale'dan beri uzun süredir açıkçası benim tatmadığım anlamsız, garip, ama hayvani güzellikte bir haz. dizinin izleyiciye karşı hiçbir borcu yok. abuk subuk fantastik olaylar akabindeki insan psikolojisini, dramı anlatıyor. asıl olayı inadına anlatmıyor, ancak bunu da tam bir ustalıkla yapıyor, her bölüm sonunda allak bullak olmanıza rağmen diğer bölümü açıyorsunuz yine. özellikle s02e07 sonrası yaşadığım lan???? hissiyatı bana uzun zamandır hiçbir dizi yaşatmamıştı. aynı hissiyatı daha sonra s02e08 yaşattı bir daha. allahsızlar.
zaten her bölüm tuval gibi; müzikleriyle, çekimleriyle alıyor götürüyor sizi. aşık ediyor amk.
alan lightman'ın tatlış kitabı. zaman olgusunu farklı biçimlerde kavramsallaştırırsak ne olur sorusuna cevap veren mini mini bi ton öyküden oluşuyor. kısacık kitap zaten. alan lightman, einstein'mış gibi düşünerek zamanı incik cıncık ediyor.
bi iki tanesi baya hoş, özellikle zaman yerel olsaydı ve zaman sabit olsaydı fena.
bi iki tanesi baya hoş, özellikle zaman yerel olsaydı ve zaman sabit olsaydı fena.
1) bir robot bir insana zarar veremez ya da bir insanin zarar görmesine seyirci kalamaz.
2) bir robot 1. kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
3) bir robot 1. ve 2. kuralla çelişmediği sürece kendisinin zarar görmesine izin veremez.
asimov bunların da önüne geçecek 0. yasayı çıkartmıştı bi de.
0) bir robot insanlığa zarar veremez ya da insanlığın zarar görmesine seyirci kalamaz.
2) bir robot 1. kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
3) bir robot 1. ve 2. kuralla çelişmediği sürece kendisinin zarar görmesine izin veremez.
asimov bunların da önüne geçecek 0. yasayı çıkartmıştı bi de.
0) bir robot insanlığa zarar veremez ya da insanlığın zarar görmesine seyirci kalamaz.
dünyanın en mağdur, en ezik, en kıyamam amk şarkılarından biri.
ama bir o kadar da en samimi şarkılardan biri. in morrissey we trust.
ama bir o kadar da en samimi şarkılardan biri. in morrissey we trust.
https://www.instagram.com/ilkerbaskaya/?hl=tr
don draper'dan özel istek geldi arkadaşlar, paylaşıyorum
don draper'dan özel istek geldi arkadaşlar, paylaşıyorum
female female.
dünyanın ilk akıl hastanesi.
tam adı bethlem royal hospital. 1247 yılında kuruluyor. hala faaliyette olması lazım. ama tabi şu anın psikoloji bilgisi hak getire o zamanlarda. epilepsi hastalarını falan da buraya kapatıyorlarmış. döndürme terapisi denen birşey uydurmuşlar, tavandan ip ile bir sandalye sarkıtıp hastaları bu sandalye üzerinde döndürüyorlarmış. aslkjnd. başı dönerse veya kusarsa arkadaş, tedavi işe yarıyor diye düşünülüyormuş.
buzlu suya yatırma, dövme, kırbaçlama, aç bırakma falan da var tabii. e haliyle kimseyi tedavi edemiyorlar. çoğunu öldürüyorlar. yüzlerce iskelet bulunuyor londra taraflarında. bir ton toplu mezarı var.
özellikle kontrolü kiliseden kraliyete geçtiğinde iyice sıçıyorlar. parasal kaynakları falan kesiliyor, açlıktan ölüyor çoğu hasta. kıyafetleri falan yok, duvara çivilenmiş halde duruyor hepsi.
ve burası aynı zamanda, bir 'insan' hayvanat bahçesi özelliğini taşıyor. parasını veren bu zincirlenmiş insanlara bakıp gezebiliyormuş.
tam adı bethlem royal hospital. 1247 yılında kuruluyor. hala faaliyette olması lazım. ama tabi şu anın psikoloji bilgisi hak getire o zamanlarda. epilepsi hastalarını falan da buraya kapatıyorlarmış. döndürme terapisi denen birşey uydurmuşlar, tavandan ip ile bir sandalye sarkıtıp hastaları bu sandalye üzerinde döndürüyorlarmış. aslkjnd. başı dönerse veya kusarsa arkadaş, tedavi işe yarıyor diye düşünülüyormuş.
buzlu suya yatırma, dövme, kırbaçlama, aç bırakma falan da var tabii. e haliyle kimseyi tedavi edemiyorlar. çoğunu öldürüyorlar. yüzlerce iskelet bulunuyor londra taraflarında. bir ton toplu mezarı var.
özellikle kontrolü kiliseden kraliyete geçtiğinde iyice sıçıyorlar. parasal kaynakları falan kesiliyor, açlıktan ölüyor çoğu hasta. kıyafetleri falan yok, duvara çivilenmiş halde duruyor hepsi.
ve burası aynı zamanda, bir 'insan' hayvanat bahçesi özelliğini taşıyor. parasını veren bu zincirlenmiş insanlara bakıp gezebiliyormuş.
douglas adams'ın yarattığı the hitchhiker's guide to the galaxy serisinin 6. kitabı. yazar eoin colfer. douglas adams öldükten yıllar sonra, 2009'da çıkıyor.
niye böyle birşey çıkıyor peki? çünkü, adams'ın sözleriyle; '5, bir seriyi bitirmek için çok kötü bir rakam. ama 6'ya bakın, hiç öyle mi?'. maalesef kendisi ölmüştü 6. kıtabı yazamadan, ve beşinci kitap olan çoğunlukla zararsız'dan da pek memnun değildi. karısı yıllar sonra artık yeni kitabın yazılması gerektiğine karar veriyor ve çok beğendiği bir yazar olan eoin colfer ile iletişime geçiyor. eoin de sıkı bir otostopçu hayranı olduğu için balıklama atlıyor olaya. 've başka bir şey daha' ortaya çıkıyor.
kitap, eh kıvamında. adams'ın tarzıyla yazmaya çalışmış çünkü eoin. ama o ince hicvi, abzürtlüğü falan verememiş tabi. hikaye odaklı olmuş daha çok. vagonlar insanları öldürmeye geliyorlar yine, arthur, zaphod, trillian, ford, ve random da bununla uğraşıyorlar. ilgi çekmesi için bol bol thor, asgard, ve ebedi dumura uğratıcı (wowbagger the infinitely prolonged/herkese küfür eden adam) bölümleri konulmuş. dumura uğratıcının karizması falan yalan oluyor tabi böyle olunca. herkesin hayran kaldığı darth vader'ın sümüklü veletliğini dandik oyuncularla anlatıp nasıl karizmayı çizdiriyorsan, bunda da aynısı oluyor. sönüyor havası. he anksiyetesi olan bir thor yine komik gerçi. aksdnj.
neyse yani, okunmasa da olur bir kıvamda bu kitap. ama karakterlerin akıbetlerini merak edenler için iyi yine. az buçuk hepsi sonuca bağlanıyor. bebeyim fenchurch bile ufaktan göz kırpıyor.
niye böyle birşey çıkıyor peki? çünkü, adams'ın sözleriyle; '5, bir seriyi bitirmek için çok kötü bir rakam. ama 6'ya bakın, hiç öyle mi?'. maalesef kendisi ölmüştü 6. kıtabı yazamadan, ve beşinci kitap olan çoğunlukla zararsız'dan da pek memnun değildi. karısı yıllar sonra artık yeni kitabın yazılması gerektiğine karar veriyor ve çok beğendiği bir yazar olan eoin colfer ile iletişime geçiyor. eoin de sıkı bir otostopçu hayranı olduğu için balıklama atlıyor olaya. 've başka bir şey daha' ortaya çıkıyor.
kitap, eh kıvamında. adams'ın tarzıyla yazmaya çalışmış çünkü eoin. ama o ince hicvi, abzürtlüğü falan verememiş tabi. hikaye odaklı olmuş daha çok. vagonlar insanları öldürmeye geliyorlar yine, arthur, zaphod, trillian, ford, ve random da bununla uğraşıyorlar. ilgi çekmesi için bol bol thor, asgard, ve ebedi dumura uğratıcı (wowbagger the infinitely prolonged/herkese küfür eden adam) bölümleri konulmuş. dumura uğratıcının karizması falan yalan oluyor tabi böyle olunca. herkesin hayran kaldığı darth vader'ın sümüklü veletliğini dandik oyuncularla anlatıp nasıl karizmayı çizdiriyorsan, bunda da aynısı oluyor. sönüyor havası. he anksiyetesi olan bir thor yine komik gerçi. aksdnj.
neyse yani, okunmasa da olur bir kıvamda bu kitap. ama karakterlerin akıbetlerini merak edenler için iyi yine. az buçuk hepsi sonuca bağlanıyor. bebeyim fenchurch bile ufaktan göz kırpıyor.
star trek külliyatının üçüncü filmi. 1984 yılında gösterime girmiş. aaa bu sefer leonard nimoy yönetmen. william shatner, ve bu sefer yönetmenliğe oturan leonard nimoy falan her zamanki rollerinde.
olay şu; artık filmin çıkmasının üzerinden 32 yıl geçtiği için spoiler falan hak getire, star trek ii the wrath of khan filminde hayata gözlerini yuman mr. spock'ı hayata döndürme çabası içerisindeyiz. işte efendime söyleyeyim zihni mccoy'un bedenine sıkışmış, bedeni ise genesis projesi olan gezegende tekrardan büyümeye başlamış falan. açıkçası çok batmadı hikaye. mr. spock'u döndürmek istemişler, döndürmüşler mis gibi. olduğu kadar artık. dizi bölümü tadında film.
onun dışında görsel efektler falan şaşırtıcı derecede ilk iki filme nazaran çok daha iyi. yani ilk film çıkalı 5 sene olmuş daha, bizim nesilimiz bile bu kadar ilerlemeyi bir çırpıda yaşamadı muhtemelen. mesela bir gezegen havaya uçma sahnesi var, yani death star'ın bödöf diye tüpmüş gibi patlamasının yanında baya iyi kalıyor. gerçi bu filmden itibaren bir 10 sene aşağı yukarı görsel efektler aynı kafada devam ediyor.
sonracıma, şu olay çok hoşuma gitti: ikinci filmde güdülen kaygı 'çoğunluğun azınlıktan daha önemli olması' idi. yani çoğunluğu kurtarmak için mr. spock ölebilirdi. şimdi ise bu durum tam tersine dönmüş, 'bir kişi çoğunluktan daha önemlidir'e evrilmiş konu. ve mr. spock geri dönüyor böylece. bilemedim ya, çoğu insan beğenmemiş ama, bence fena değil film.
he bi de back to the future'ın dr. emmett l. brown'ı olan christopher lloyd burada kötü adamı canlandırıyor.
olay şu; artık filmin çıkmasının üzerinden 32 yıl geçtiği için spoiler falan hak getire, star trek ii the wrath of khan filminde hayata gözlerini yuman mr. spock'ı hayata döndürme çabası içerisindeyiz. işte efendime söyleyeyim zihni mccoy'un bedenine sıkışmış, bedeni ise genesis projesi olan gezegende tekrardan büyümeye başlamış falan. açıkçası çok batmadı hikaye. mr. spock'u döndürmek istemişler, döndürmüşler mis gibi. olduğu kadar artık. dizi bölümü tadında film.
onun dışında görsel efektler falan şaşırtıcı derecede ilk iki filme nazaran çok daha iyi. yani ilk film çıkalı 5 sene olmuş daha, bizim nesilimiz bile bu kadar ilerlemeyi bir çırpıda yaşamadı muhtemelen. mesela bir gezegen havaya uçma sahnesi var, yani death star'ın bödöf diye tüpmüş gibi patlamasının yanında baya iyi kalıyor. gerçi bu filmden itibaren bir 10 sene aşağı yukarı görsel efektler aynı kafada devam ediyor.
sonracıma, şu olay çok hoşuma gitti: ikinci filmde güdülen kaygı 'çoğunluğun azınlıktan daha önemli olması' idi. yani çoğunluğu kurtarmak için mr. spock ölebilirdi. şimdi ise bu durum tam tersine dönmüş, 'bir kişi çoğunluktan daha önemlidir'e evrilmiş konu. ve mr. spock geri dönüyor böylece. bilemedim ya, çoğu insan beğenmemiş ama, bence fena değil film.
he bi de back to the future'ın dr. emmett l. brown'ı olan christopher lloyd burada kötü adamı canlandırıyor.
müzik sağırlığı, ton sağırlığı olarak adlanlandırılabilecek beyin hastalığı. kalıtsal ya da beyin hasarı, tümör vs sonucu oluşabilmekte.
kişi, konuşulanları çok rahat bir şekilde anlarken; müziği, ritmi, tonu algılayamıyor. duymasında bir problem yok, ama algılayamıyor. karman çorman bir gürültü duyuyorlar sadece, işkence oluyor onlara.
musicophilia, tone deafness, ya da congenital amusia da deniyor.
kişi, konuşulanları çok rahat bir şekilde anlarken; müziği, ritmi, tonu algılayamıyor. duymasında bir problem yok, ama algılayamıyor. karman çorman bir gürültü duyuyorlar sadece, işkence oluyor onlara.
musicophilia, tone deafness, ya da congenital amusia da deniyor.
60'lı yıllarda amerika'da kurgu bir folk müzisyeninin hayatından bir kesit anlatan coen kardeşler filmi.
başrolde oscar isaac var, yan rollerde çılgın çılgın insanlar var; justin timberlake, carey mulligan, john goodman, garrett hedlund falan arada sırada muhabbete girip kaçıyorlar. girls dizisinden birkaç tane oyuncu da var ortalıkta. on numero oynamış hepsi. justin bile on numero.
llewyn davis isimli müzisyen abi tam bir kaybeden. öyle böyle değil. ne yapsa sıçıyor; evi yok barkı yok, parası yok, kaldığı evlerden birinin kedisini bile kaybediyor. şanssızlık ve ezikliğin birleşimi adam. bir yandan da hayvani bir müzisyen, folk müziği hissettire hissettire veriyor insana. ama tabi şanssızlık, eziklik, bir türlü istediği yere ulaşamıyor, hep birşeyler ters gidiyor. hoş gerçi adamın bir yere ulaşmak gibi bir gayesi de yok, adam sadece müziğini icra etmek istiyor, ideallerini gerçekleştirmek istiyor. bir yerden sonra da 'ulan sikerim böyle işi' diyor. dramayı hakkaniyetle yaşatıyor film resmen.
mağlubiyet, tam olarak bu olay.
coen kardeşler bu filmi ticari bir kaygıyla çekmediler diye düşünüyorum bu arada, kendi zevklerine göre yapılmış gibi duruyor. zira izleyen çoğu insan 'coen' markasına yakıştıramamış filmi. sıkıcı diyen çok.
film için sistem eleştirisi falan da diyen var bu arada. sembolik anlatımla he, evet, bi iki yerde buna yorulacak şeyler olmasına rağmen açıkçası bu film bir drama filmi.
müzik filmi; belki de ucundan bir 'yol' filmi. gayet de güzel film.
başrolde oscar isaac var, yan rollerde çılgın çılgın insanlar var; justin timberlake, carey mulligan, john goodman, garrett hedlund falan arada sırada muhabbete girip kaçıyorlar. girls dizisinden birkaç tane oyuncu da var ortalıkta. on numero oynamış hepsi. justin bile on numero.
llewyn davis isimli müzisyen abi tam bir kaybeden. öyle böyle değil. ne yapsa sıçıyor; evi yok barkı yok, parası yok, kaldığı evlerden birinin kedisini bile kaybediyor. şanssızlık ve ezikliğin birleşimi adam. bir yandan da hayvani bir müzisyen, folk müziği hissettire hissettire veriyor insana. ama tabi şanssızlık, eziklik, bir türlü istediği yere ulaşamıyor, hep birşeyler ters gidiyor. hoş gerçi adamın bir yere ulaşmak gibi bir gayesi de yok, adam sadece müziğini icra etmek istiyor, ideallerini gerçekleştirmek istiyor. bir yerden sonra da 'ulan sikerim böyle işi' diyor. dramayı hakkaniyetle yaşatıyor film resmen.
mağlubiyet, tam olarak bu olay.
coen kardeşler bu filmi ticari bir kaygıyla çekmediler diye düşünüyorum bu arada, kendi zevklerine göre yapılmış gibi duruyor. zira izleyen çoğu insan 'coen' markasına yakıştıramamış filmi. sıkıcı diyen çok.
film için sistem eleştirisi falan da diyen var bu arada. sembolik anlatımla he, evet, bi iki yerde buna yorulacak şeyler olmasına rağmen açıkçası bu film bir drama filmi.
müzik filmi; belki de ucundan bir 'yol' filmi. gayet de güzel film.
bir alexander payne filmi. oscar adaylığı falan var. siyah-beyaz film. 2013 yapımı.
başrollerde bruce dern ve will forte var, ailemizin azman avukatı bob odenkirk de ara ara gözükmekte.
filmin olayı, sahte bir piyangoyu kazandığını zanneden yaşlı bir babanın oğluyla beraber montana'dan te nebraska'ya gitmesi. adam da ne azim varsa, yürümeye falan çalışıyor bir de. yaklaşık 1500 km yol.
yol filmi yani.
kişiler çok acayip, olay bir kere çok doğal, bazı kişiler de olabildiğine doğal. ama kimileri de acayip karikatürize edilmiş tipler. bunların bir arada harmanlanmasıyla yine doğallığından ödün vermeyen birşey çıkmış ortaya. ama tabi bir ton yaşlının muhabbeti insanlara sıkıcı gelebilir, zira gelmiş de, çoğu insan sıkıcı diyor. ama bence gayet hoş, üstüne basa basa doğal bir film. yani kendisine efsane bir kıyak geçen oğluna memnuniyetini 5 dakikalık diyalogsuz bir sahnede sadece ufak bir tebessümle gösteren bir baba gibi şeyler var. bundan keyif alanlar için yapılmış film.
anneye ve kuzenlere ayrı bittim.
başrollerde bruce dern ve will forte var, ailemizin azman avukatı bob odenkirk de ara ara gözükmekte.
filmin olayı, sahte bir piyangoyu kazandığını zanneden yaşlı bir babanın oğluyla beraber montana'dan te nebraska'ya gitmesi. adam da ne azim varsa, yürümeye falan çalışıyor bir de. yaklaşık 1500 km yol.
yol filmi yani.
kişiler çok acayip, olay bir kere çok doğal, bazı kişiler de olabildiğine doğal. ama kimileri de acayip karikatürize edilmiş tipler. bunların bir arada harmanlanmasıyla yine doğallığından ödün vermeyen birşey çıkmış ortaya. ama tabi bir ton yaşlının muhabbeti insanlara sıkıcı gelebilir, zira gelmiş de, çoğu insan sıkıcı diyor. ama bence gayet hoş, üstüne basa basa doğal bir film. yani kendisine efsane bir kıyak geçen oğluna memnuniyetini 5 dakikalık diyalogsuz bir sahnede sadece ufak bir tebessümle gösteren bir baba gibi şeyler var. bundan keyif alanlar için yapılmış film.
anneye ve kuzenlere ayrı bittim.
açılımı,
what i know is...
what i know is...
cami sözcüğünün her harfinin bir meleği temsil etmesi. asjkd.
beynin temporal lopunda bulunan bir bölge.
yüz tanımada etkin rol oynar. bunun yanı sıra eğer manyağı olduğunuz bir hobi varsa; mesela arabalar konusunda çok bilgiliyseniz, 55 model chevy'yi falan filan bunun sayesinde tanımlayabiliyorsunuz, anlayabiliyorsunuz.
yüz tanımada etkin rol oynar. bunun yanı sıra eğer manyağı olduğunuz bir hobi varsa; mesela arabalar konusunda çok bilgiliyseniz, 55 model chevy'yi falan filan bunun sayesinde tanımlayabiliyorsunuz, anlayabiliyorsunuz.
buda'nın gerçekliğe ulaşma yolundaki asil doğrularının 4.sü. (noble truths)
gerçekliğe ulaşma yolunda atılması gereken 8 adım içerir.
doğru niyet
doğru konuşma (gıybet yok)
doğru eylem
doğru yaşama & geçim
doğru efor/çaba
doğru farkındalık (meditasyon)
doğru konsantrasyon (meditasyon)
bunlardan ilki düşünsel farkındalığı sağlarken, 7 ve 8 ise deneyimsel farkındalığı sağlar.
diğerleri ise hristiyanlık, müslümanlık vb. dinlerdeki gibi etiksel davranış kurallarını oluşturan şeylerdendir.
gerçekliğe ulaşma yolunda atılması gereken 8 adım içerir.
doğru niyet
doğru konuşma (gıybet yok)
doğru eylem
doğru yaşama & geçim
doğru efor/çaba
doğru farkındalık (meditasyon)
doğru konsantrasyon (meditasyon)
bunlardan ilki düşünsel farkındalığı sağlarken, 7 ve 8 ise deneyimsel farkındalığı sağlar.
diğerleri ise hristiyanlık, müslümanlık vb. dinlerdeki gibi etiksel davranış kurallarını oluşturan şeylerdendir.
dünyanın en hoş eylemlerinden biri.
fun fact: 4 evreden oluşan bir döngüdür uyku. her döngü 1buçuk saat falan sürer. yani 4. evreden sonra tekrar ilk evreye dönülür.
1. evre - uykuya dalma evresi; kaslar gevşer, kalp yavaşlar falan.
2. evre - tamamen uykuya dalma; kas gevşemesi, sıcaklık düşmesi devam.
3. evre - metabolizma yavaşladıkça yavaşlar
4. evre - rem, ya da delta uykusu. gözler çılgınlar gibi oraya buraya bakar, sabit değildir. kalp ritmi falan hızlanır, kan basıncı yükselir. rüyaların çoğunluğu bu evrede görülür.
şimdi işin olayı; 4. evredeyken uyanmak zordur. 15 saatlik bir uykudan sonra uyanmak bile zordur bu evrede. ama 4 saatlik bir uykunun sonunda 1. evrede uyanmak çok kolaydır. böyle de tatlış birşey uyku.
tee zamanında bir üni hocam tarafından ödev olarak bu verilmişti bize; her insanın evreleri ve döngüleri farklılık gösterdiğinden her hafta 15 dakika aralıklarla daha erken ya da daha geç uyanıp hangisinin daha verimli olduğunu hesaplamıştık. mesela benim için 7buçuğuncu saatte uyanmak çok kolay, 8 e çıktımı iş zorlaşıyor.
bir de teknolojinin bir nimeti var; sleep cycle alarm clock diye bir app. siz hiç deneme yanılma yapmıyorsunuz, bu meret sizin kasılmalarınızdan falan ne zaman hangi evrede olduğunuzu anlıyor. ve sizin uyanmak istediğiniz saatten 10 dakika erken, 10 dakika geç falan uyandırıyor.
fun fact: 4 evreden oluşan bir döngüdür uyku. her döngü 1buçuk saat falan sürer. yani 4. evreden sonra tekrar ilk evreye dönülür.
1. evre - uykuya dalma evresi; kaslar gevşer, kalp yavaşlar falan.
2. evre - tamamen uykuya dalma; kas gevşemesi, sıcaklık düşmesi devam.
3. evre - metabolizma yavaşladıkça yavaşlar
4. evre - rem, ya da delta uykusu. gözler çılgınlar gibi oraya buraya bakar, sabit değildir. kalp ritmi falan hızlanır, kan basıncı yükselir. rüyaların çoğunluğu bu evrede görülür.
şimdi işin olayı; 4. evredeyken uyanmak zordur. 15 saatlik bir uykudan sonra uyanmak bile zordur bu evrede. ama 4 saatlik bir uykunun sonunda 1. evrede uyanmak çok kolaydır. böyle de tatlış birşey uyku.
tee zamanında bir üni hocam tarafından ödev olarak bu verilmişti bize; her insanın evreleri ve döngüleri farklılık gösterdiğinden her hafta 15 dakika aralıklarla daha erken ya da daha geç uyanıp hangisinin daha verimli olduğunu hesaplamıştık. mesela benim için 7buçuğuncu saatte uyanmak çok kolay, 8 e çıktımı iş zorlaşıyor.
bir de teknolojinin bir nimeti var; sleep cycle alarm clock diye bir app. siz hiç deneme yanılma yapmıyorsunuz, bu meret sizin kasılmalarınızdan falan ne zaman hangi evrede olduğunuzu anlıyor. ve sizin uyanmak istediğiniz saatten 10 dakika erken, 10 dakika geç falan uyandırıyor.
çok nadir görünen ve çok uçuk, çok garip nörolojik bir hastalık.
bu hastalıktan muzdarip kişiler hareketliliği algılayamazlar, dünya onlar için sürekli değişen fotoğraflar gibidir. mesela bir arabanın gelişini düşünün; bi foto 10 metre ilerde, bi foto 9, bi foto 8... böyle gidiyor.
saniyede 5,6 defa göz kırparmış gibi dünyaya bakın. böyle yaşadığınızı hayal edin.
bu hastalıktan muzdarip kişiler hareketliliği algılayamazlar, dünya onlar için sürekli değişen fotoğraflar gibidir. mesela bir arabanın gelişini düşünün; bi foto 10 metre ilerde, bi foto 9, bi foto 8... böyle gidiyor.
saniyede 5,6 defa göz kırparmış gibi dünyaya bakın. böyle yaşadığınızı hayal edin.
hint asıllı amerikalı oyuncu/yazar/komedyen.
parks and recreation ile parlamıştır. 30 yaşın altındaki en komik insan falan demiş rolling stone aziz için. çok büyük abartı tabi. şimdi master of none dizisinde oynamakta.
parks and recreation ile parlamıştır. 30 yaşın altındaki en komik insan falan demiş rolling stone aziz için. çok büyük abartı tabi. şimdi master of none dizisinde oynamakta.
the hitchhiker's guide to the galaxy'nin efsanevi uzay gemisi. olasılıksızlık motoruyla çalıştığı için evrenin her bir noktasına lap lap gidebilmektedir. çok sinir bozucu mutlulukta bir kişiliği bulunmaktadır.
douglas adams'ın the hitchhiker's guide to the galaxy serisinin dördüncü kitabı.
arthur hayatının aşkı fenchurch'ü bulur dünya(?)da. paralel evrenlerin birindeki bir dünyada yani. birlikte uçarlar falan tatlı tatlı. baya duygusal bir kitaptır. sonunda da arthur ve fenchurch birlikte tanrı'nın son mesajına bakmaya giderler, evrendeki uzak mı uzak bir galaksiye.
'verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz...'
fenchurch'ün ismi de ingiltere'deki fenchurch tren istasyonundan gelir. yani bizim bir çocuğa 'alsancak' ismini vermemiz gibi birşeydir bu. douglas adams'ın anlatımıyla, neden öyle bir ismi olduğu şöyle açıklanır;
"fenchurch caddesi istasyonu'ndaki bilet kuyrugunun ne kadar sıkıcı olabilecegini tahmin bile edemezsiniz."
arthur hayatının aşkı fenchurch'ü bulur dünya(?)da. paralel evrenlerin birindeki bir dünyada yani. birlikte uçarlar falan tatlı tatlı. baya duygusal bir kitaptır. sonunda da arthur ve fenchurch birlikte tanrı'nın son mesajına bakmaya giderler, evrendeki uzak mı uzak bir galaksiye.
'verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz...'
fenchurch'ün ismi de ingiltere'deki fenchurch tren istasyonundan gelir. yani bizim bir çocuğa 'alsancak' ismini vermemiz gibi birşeydir bu. douglas adams'ın anlatımıyla, neden öyle bir ismi olduğu şöyle açıklanır;
"fenchurch caddesi istasyonu'ndaki bilet kuyrugunun ne kadar sıkıcı olabilecegini tahmin bile edemezsiniz."
douglas adams'ın the hitchhiker's guide to the galaxy serisinin üçüncü kitabı.
bu kitapta olayımız krikkit'leri durdurmak. krikkit'ler; dünyalarındaki atmosferin tozla kaplı olmasından ötürü uzayı hiçbir zaman göremeyen bir ırk. sonra gün geliyor, devran dönüyor, uzayı keşfediyorlar. sonra çıldırıyorlar efendim, bütün evrene savaş açıyorlar. özlerinde çok tatlı ırklar ama.
neyse, bu kitap biraz zaphod ve trillian'dan uzaklaşıyor ve yeni oyuncular giriyor işin içine. ilk kitaptaki slartibartfast, arthur'un istemsizce sürekli öldürdüğü adam, evrendeki herkese küfür etmeye yemin etmiş adam falan var. bu adamın arthur'a küfürü de;
'yaratık: sen angutun birisin, dent
arthur: sss..?
yaratık: arthur dent? arthur philip dent?
arthur: eee.. evet.. eee...
yaratık: sen angutun birisin; tam bir götsün sen..'
bu kitapta olayımız krikkit'leri durdurmak. krikkit'ler; dünyalarındaki atmosferin tozla kaplı olmasından ötürü uzayı hiçbir zaman göremeyen bir ırk. sonra gün geliyor, devran dönüyor, uzayı keşfediyorlar. sonra çıldırıyorlar efendim, bütün evrene savaş açıyorlar. özlerinde çok tatlı ırklar ama.
neyse, bu kitap biraz zaphod ve trillian'dan uzaklaşıyor ve yeni oyuncular giriyor işin içine. ilk kitaptaki slartibartfast, arthur'un istemsizce sürekli öldürdüğü adam, evrendeki herkese küfür etmeye yemin etmiş adam falan var. bu adamın arthur'a küfürü de;
'yaratık: sen angutun birisin, dent
arthur: sss..?
yaratık: arthur dent? arthur philip dent?
arthur: eee.. evet.. eee...
yaratık: sen angutun birisin; tam bir götsün sen..'
douglas adams'ın the hitchhiker's guide to the galaxy serisinin ikinci kitabı.
evrenin sonundaki restoran lokasyon bağlamında kullanılmamıştır burada; zamanın sonundaki bir restorandandan bahseder. insanlar yemeklerini yerler, müziklerini dinlerler ve evrenin sona erişini izlerler. sonra da kendi zamanlarına geri dönerler.
para ödenmez bu restoranda, sadece bulunduğunuz yörenin 1 liralık parasıyla bankaya gidip, onu bir hesaba yatırmalısınız. bileşik faiz ile o para katlanarak zamanın sonunda sizin ücretinizi karşılayacaktır. kajsdjka.
arthur, zaphod, ford, trillian da buraya giderler falan. muhabbetler gelişir.
evrenin sonundaki restoran lokasyon bağlamında kullanılmamıştır burada; zamanın sonundaki bir restorandandan bahseder. insanlar yemeklerini yerler, müziklerini dinlerler ve evrenin sona erişini izlerler. sonra da kendi zamanlarına geri dönerler.
para ödenmez bu restoranda, sadece bulunduğunuz yörenin 1 liralık parasıyla bankaya gidip, onu bir hesaba yatırmalısınız. bileşik faiz ile o para katlanarak zamanın sonunda sizin ücretinizi karşılayacaktır. kajsdjka.
arthur, zaphod, ford, trillian da buraya giderler falan. muhabbetler gelişir.
kelime sağırlığı olarak hırtça çevrilebilecek beyin hastalığı.
bu sefer, amusia'dan farklı olarak müziği ve çevredeki sesleri algılayabilen kişi, insanların konuşmalarını algılayamıyor. duyuyor ama algılayamıyor. karman çorman sesler olarak geliyor ona konuşmalar.
bu sefer, amusia'dan farklı olarak müziği ve çevredeki sesleri algılayabilen kişi, insanların konuşmalarını algılayamıyor. duyuyor ama algılayamıyor. karman çorman sesler olarak geliyor ona konuşmalar.
star trek külliyatının beşinci filmi. 1989 yılında gösterime girmiş. aaa bu sefer de william shatner yönetmen. kendisi aynı rolde devam, leonard nimoy falan da her zamanki rolünde.
olay şu; bir tane efendime söyleyeyim terörist vulcanlı arkadaş var sybok adında. bu arkadaş asıl disiplini olması gereken mantık yerine duyguları seçmiş. kim olduğu sürprizli aynı zamanda. bu arkadaş birilerini kaçırıyor hipnotize ederek, kaptan kirk ve ekibi onu durdurmak için geliyorlar; derken başarısız olup vulcanlının kontrolünde galaksinin merkezine gitmeye başlıyorlar. bu vulcanlı orada 'tanrı'yı bulacağını düşünüyor. bir yandan da peşlerinde klingonlular. olaylar olaylar.
film dandik bu arada. bir ton saçmalık var. gerek şu ana kadar geçilmemiş galaksi merkez bariyerini lap diye geçmek olsun, gerekse bir ton uzaylı erkeği uhura'nın çıplak dans ederek kapana kıstırması olsun, yine gerekse star trek the motion picture gibi fena olmayan bir 'tanrı arayışı' filminden daha da kötü olsun; e haliyle dandik oluyor. ama izleniyor yine de, dandikliği seriye yakışmamasından kaynaklanıyor. yoksa çok çok kötü bir film değil.
olay şu; bir tane efendime söyleyeyim terörist vulcanlı arkadaş var sybok adında. bu arkadaş asıl disiplini olması gereken mantık yerine duyguları seçmiş. kim olduğu sürprizli aynı zamanda. bu arkadaş birilerini kaçırıyor hipnotize ederek, kaptan kirk ve ekibi onu durdurmak için geliyorlar; derken başarısız olup vulcanlının kontrolünde galaksinin merkezine gitmeye başlıyorlar. bu vulcanlı orada 'tanrı'yı bulacağını düşünüyor. bir yandan da peşlerinde klingonlular. olaylar olaylar.
film dandik bu arada. bir ton saçmalık var. gerek şu ana kadar geçilmemiş galaksi merkez bariyerini lap diye geçmek olsun, gerekse bir ton uzaylı erkeği uhura'nın çıplak dans ederek kapana kıstırması olsun, yine gerekse star trek the motion picture gibi fena olmayan bir 'tanrı arayışı' filminden daha da kötü olsun; e haliyle dandik oluyor. ama izleniyor yine de, dandikliği seriye yakışmamasından kaynaklanıyor. yoksa çok çok kötü bir film değil.
birkaç tane oldukça yararlı olduğunu düşündüğüm teknik var.
- öncelikle foto; öğrenmemiz gereken şeyi beynimizde bir fotoğraf ile ilişkilendiriyoruz. sonra atıyorum golgi cisimciği mi ne öğreniyorsak, öğrendiğimiz şeyleri yine fotoğrafa ekliyoruz kendimizce görüntülerle. baya hoş, ama öğrenilmesi gereken çok fazla şey varsa biraz zor.
- kategorileştirme. beyin direk yardımcı oluyor bu konuda zaten. en çok kullanılması gerekenlerden.
- pegward sistemi denen bir nane var, o da tatlış. bunda da zaten bildiğiniz bir 'liste', 'kategori' falan bunlara öğrendiklerimizi bağlıyoruz. misal domates biber patlıcan. bunun sıralamasını da unutmayız, kendilerini de unutmayız. atıyorum 3 tane hıyar latince kelime öğrenmemiz gerekiyor, domates'e biber'e patlıcan'a ayrı ayrı bağlayıp sonsuza dek beynimizde tutabiliyoruz.
- benim en sevdiğim; loci metodu. bu biraz sherlock'taki 'mind palace' denilen şeye benziyor. öğrenilmesi gereken, akılda tutulması gereken şeyleri; atıyorum her gün eve dönerken istisnasız gördüğümüz şeylere bağlıyoruz. köşeyi dönerken gördüğümüz çiğ köfteciye bir konu, biraz ilerideki yol ayrımındaki butik bir konu, onun ilerisindeki kırılmış sokak lambasına başka bir konu, falan filan. baya hoş bir metod açıkçası bu.
tabi bunlar daha çok öğrenme odaklı metodlar. safi ezber için apayrı şeyler var, dünya ezber şampiyonlarının kullandığı çok çılgın teknikler falan var. var anasını var.
- öncelikle foto; öğrenmemiz gereken şeyi beynimizde bir fotoğraf ile ilişkilendiriyoruz. sonra atıyorum golgi cisimciği mi ne öğreniyorsak, öğrendiğimiz şeyleri yine fotoğrafa ekliyoruz kendimizce görüntülerle. baya hoş, ama öğrenilmesi gereken çok fazla şey varsa biraz zor.
- kategorileştirme. beyin direk yardımcı oluyor bu konuda zaten. en çok kullanılması gerekenlerden.
- pegward sistemi denen bir nane var, o da tatlış. bunda da zaten bildiğiniz bir 'liste', 'kategori' falan bunlara öğrendiklerimizi bağlıyoruz. misal domates biber patlıcan. bunun sıralamasını da unutmayız, kendilerini de unutmayız. atıyorum 3 tane hıyar latince kelime öğrenmemiz gerekiyor, domates'e biber'e patlıcan'a ayrı ayrı bağlayıp sonsuza dek beynimizde tutabiliyoruz.
- benim en sevdiğim; loci metodu. bu biraz sherlock'taki 'mind palace' denilen şeye benziyor. öğrenilmesi gereken, akılda tutulması gereken şeyleri; atıyorum her gün eve dönerken istisnasız gördüğümüz şeylere bağlıyoruz. köşeyi dönerken gördüğümüz çiğ köfteciye bir konu, biraz ilerideki yol ayrımındaki butik bir konu, onun ilerisindeki kırılmış sokak lambasına başka bir konu, falan filan. baya hoş bir metod açıkçası bu.
tabi bunlar daha çok öğrenme odaklı metodlar. safi ezber için apayrı şeyler var, dünya ezber şampiyonlarının kullandığı çok çılgın teknikler falan var. var anasını var.
açıkçası içine ilik suyu konulursa bambaşka olan çorba. böyle bir tat yok.
kağıthane/çeliktepe'de bir yer var şu ana kadar yediğim en güzeli orada.
kağıthane/çeliktepe'de bir yer var şu ana kadar yediğim en güzeli orada.
sigmund freud'un psikolojiye kazandırdığı efsanevi kuram. peki niye efsanevi? bakalım:
öncelikle şunu söylemekte fayda var; freud bu kuramını charles darwin'in evrim teorisinden esinlenerek esinlenerek yaratıyor. yani temel amaçlarımız: hayatta kalmak ve üremek.
sonracıma temel içgüdüler ile devam edelim. bunlardan ilki yaşam içgüdüsü. hayatta kalmak ve üreme isteği bunun içinde. buna eros, libido, cinsel içgüdü falan da deniyor. susuzluk ve acıkmak gibi durumları bastırmamızı sağlayan içgüdü de bu. aynı zamanda aşk, birliktelik falan, hep bunun içinde. diğeri ise ölüm içgüdüsü. freud'a göre hayvani bir ölüm isteği var bilinçaltımızda. hem kendimize dair, hem başkalarına. mesela tecavüz, ekstrem bir ölüm içgüdüsüne giriyor. keza cinayet, intihar da öyle. bunların buluştuğu noktalar da var; misal, hardcore sex.
bilinç durumları ile devam edelim. bu kısım sıkıcı. bi normal farkındalığımızın olduğu bilinç var ( conscious), bi istediğimiz zaman farkındalığımıza getirebileceğimiz bilgilerin olduğu bilinç var ( preconscious). bir de tabi paşalar gibi bilinçaltımız var ( unconscious) en büyük kısım bilinçaltı. bunun içinde hep bastırılmış cinsel ve öfke dolu dürtüler var. fena.
gelelim kişilik yapısına. buz dağı metaforu olan tatlış muhabbet. id, ego, ve süperego. id bizim ilkel dürtülerimizi barındıran yer. komple bilinçaltında. bu ilkel dürtüler tatmin edilmezse ortaya anksiyete durumları çıkıyor. e tatmin ediyoruz bu yüzden bol bol. sonracıma ego, id'e tasma bağlayan yapı. ego olmasaydı manyak gibi saldırırdık her tarafa. onun olayı da bizi gerçekliğe bağlaması. kişiliğin ceo'su yani, kararlar ondan çıkıyor. gerçekçi şekillerde id'i tatmin ediyor. ama aynı zamanda id'den türemiş bir yapı. varlığının sebebi id yani. neyse, gelelim süperego'ya. o da bizi sosyal değerlere bağlayan yapı. iyilik, kötülük gibi kavramları; atıyorum vatansever olmak gibi şeyleri hep süperego sağlıyor. realiteden uzak bu da aynı id gibi. 5 yaş civarı gelişiyor. id doğumdan itibaren var, ego 2-3 yaşlarda oluşuyor. süperego 2'ye ayrılıyor bu arada. ilki ideal ego, toplumdaki kuralları ve güzel davranış standartlarını beynimizde oluşturan şey. diğeri, vicdan, o da yasak davranışlarla ilgileniyor.
ego ne kadar güçlü olursa, bunlar o kadar dengede duruyor. freud'a göre de zaten amaç bunları dengede tutabilmek. tabi ego sürekli olarak içten dıştan baskılarla tehdit ediliyor. nasıl ediliyor peki? anksiyete sağ olsun, güzel ediliyor.
anksiyete'ye freud 3 çeşit vermiş. bunlar da tamamen kendi teorisiyle alakalı. ilki objektif anksiyete, baya baya dışardan gelen bir tehlike anında oluşan endişe durumu. mesela bıçak çekilmesi size, o an oluşan endişe bu oluyor. diğeri nevrotik anksiyete; id ve ego arasındaki çatışmadan doğuyor. yani ne oluyor, atıyorum pompa durumu var; patır patır endişe de varsa yanında, bu o işte. sonuncusu da ahlaki anksiyete. bu da toplum tarafından çok hoş karşılanmayacak şeyleri yaparken ortaya çıkıyor. misal bizim toplumumuz için yine pompa. aklsdn. sanırım nevrotik anksiyete'ye daha anlaşılır olarak kıtlıktan çıkmış gibi yemek yeme isteği sonrası ya da öncesi oluşan endişe hali örnek verilebilir.
e ego bunlarla nasıl başa çıkıyor?
-savunma mekanizmaları
sırada gelişim dönemleri var, onlar da şunlar:
-oral dönem
-anal dönem
-fallik dönem - içinde; oedipus kompleksi ve elektra kompleksi var
-latent dönem
-genital dönem
son olarak da bütün bunları çözmek için psikanaliz diye birşey var. bilinçaltındaki çılgınlıkları bıdı bıdı konuşarak, rüya analizi yaparak, ya da mürekkep lekelerini yorumlayarak ortaya çıkarıyoruz.
ee, yani, nesi efsaneviymiş peki bunun? alskdn. şusu efsanevi; bunların hiçbiri test edilemiyor, deneye tabi tutulamıyor. yani, geçerliliği yok.
yani; bilimsel ilkelere uymuyor. bilim olmak için yeterli özelliklere sahip değil. bir de çılgınca kadın düşmanı bir kuram. yine de hakkını yememek lazım gerçi, psikolojide inanılmaz kapılar açıyor freud'un bu teorisi. şu an yapılan çoğu araştırmanın babasıdır yani. ama bir yandan da uzun yıllar boyunca psikologlara deli doktoru, shrink denmesinin sebebi de budur.
freud büyüklere çok güzel masallar anlatıyor yani özünde.
öncelikle şunu söylemekte fayda var; freud bu kuramını charles darwin'in evrim teorisinden esinlenerek esinlenerek yaratıyor. yani temel amaçlarımız: hayatta kalmak ve üremek.
sonracıma temel içgüdüler ile devam edelim. bunlardan ilki yaşam içgüdüsü. hayatta kalmak ve üreme isteği bunun içinde. buna eros, libido, cinsel içgüdü falan da deniyor. susuzluk ve acıkmak gibi durumları bastırmamızı sağlayan içgüdü de bu. aynı zamanda aşk, birliktelik falan, hep bunun içinde. diğeri ise ölüm içgüdüsü. freud'a göre hayvani bir ölüm isteği var bilinçaltımızda. hem kendimize dair, hem başkalarına. mesela tecavüz, ekstrem bir ölüm içgüdüsüne giriyor. keza cinayet, intihar da öyle. bunların buluştuğu noktalar da var; misal, hardcore sex.
bilinç durumları ile devam edelim. bu kısım sıkıcı. bi normal farkındalığımızın olduğu bilinç var ( conscious), bi istediğimiz zaman farkındalığımıza getirebileceğimiz bilgilerin olduğu bilinç var ( preconscious). bir de tabi paşalar gibi bilinçaltımız var ( unconscious) en büyük kısım bilinçaltı. bunun içinde hep bastırılmış cinsel ve öfke dolu dürtüler var. fena.
gelelim kişilik yapısına. buz dağı metaforu olan tatlış muhabbet. id, ego, ve süperego. id bizim ilkel dürtülerimizi barındıran yer. komple bilinçaltında. bu ilkel dürtüler tatmin edilmezse ortaya anksiyete durumları çıkıyor. e tatmin ediyoruz bu yüzden bol bol. sonracıma ego, id'e tasma bağlayan yapı. ego olmasaydı manyak gibi saldırırdık her tarafa. onun olayı da bizi gerçekliğe bağlaması. kişiliğin ceo'su yani, kararlar ondan çıkıyor. gerçekçi şekillerde id'i tatmin ediyor. ama aynı zamanda id'den türemiş bir yapı. varlığının sebebi id yani. neyse, gelelim süperego'ya. o da bizi sosyal değerlere bağlayan yapı. iyilik, kötülük gibi kavramları; atıyorum vatansever olmak gibi şeyleri hep süperego sağlıyor. realiteden uzak bu da aynı id gibi. 5 yaş civarı gelişiyor. id doğumdan itibaren var, ego 2-3 yaşlarda oluşuyor. süperego 2'ye ayrılıyor bu arada. ilki ideal ego, toplumdaki kuralları ve güzel davranış standartlarını beynimizde oluşturan şey. diğeri, vicdan, o da yasak davranışlarla ilgileniyor.
ego ne kadar güçlü olursa, bunlar o kadar dengede duruyor. freud'a göre de zaten amaç bunları dengede tutabilmek. tabi ego sürekli olarak içten dıştan baskılarla tehdit ediliyor. nasıl ediliyor peki? anksiyete sağ olsun, güzel ediliyor.
anksiyete'ye freud 3 çeşit vermiş. bunlar da tamamen kendi teorisiyle alakalı. ilki objektif anksiyete, baya baya dışardan gelen bir tehlike anında oluşan endişe durumu. mesela bıçak çekilmesi size, o an oluşan endişe bu oluyor. diğeri nevrotik anksiyete; id ve ego arasındaki çatışmadan doğuyor. yani ne oluyor, atıyorum pompa durumu var; patır patır endişe de varsa yanında, bu o işte. sonuncusu da ahlaki anksiyete. bu da toplum tarafından çok hoş karşılanmayacak şeyleri yaparken ortaya çıkıyor. misal bizim toplumumuz için yine pompa. aklsdn. sanırım nevrotik anksiyete'ye daha anlaşılır olarak kıtlıktan çıkmış gibi yemek yeme isteği sonrası ya da öncesi oluşan endişe hali örnek verilebilir.
e ego bunlarla nasıl başa çıkıyor?
-savunma mekanizmaları
sırada gelişim dönemleri var, onlar da şunlar:
-oral dönem
-anal dönem
-fallik dönem - içinde; oedipus kompleksi ve elektra kompleksi var
-latent dönem
-genital dönem
son olarak da bütün bunları çözmek için psikanaliz diye birşey var. bilinçaltındaki çılgınlıkları bıdı bıdı konuşarak, rüya analizi yaparak, ya da mürekkep lekelerini yorumlayarak ortaya çıkarıyoruz.
ee, yani, nesi efsaneviymiş peki bunun? alskdn. şusu efsanevi; bunların hiçbiri test edilemiyor, deneye tabi tutulamıyor. yani, geçerliliği yok.
yani; bilimsel ilkelere uymuyor. bilim olmak için yeterli özelliklere sahip değil. bir de çılgınca kadın düşmanı bir kuram. yine de hakkını yememek lazım gerçi, psikolojide inanılmaz kapılar açıyor freud'un bu teorisi. şu an yapılan çoğu araştırmanın babasıdır yani. ama bir yandan da uzun yıllar boyunca psikologlara deli doktoru, shrink denmesinin sebebi de budur.
freud büyüklere çok güzel masallar anlatıyor yani özünde.
mükemmel bir çizgi roman. çizgi romanları sadece aksiyon/serüven/macera/taytlı insanlar zannedenlerin özellikle okuması gerek bunu. zira büyülü gerçekçilikin bu kadar şahane işlendiği çizgi roman ben görmedim. çoğu romana bile taş çıkartıyor.
sanat eseri resmen.
hayat bir kitap gibidir oğlum.
ve her kitabın bir sonu vardır.
o kitabı ne kadar seversen sev
son sayfaya gelirsin
ve kitap biter
sonu olmayan bir kitap eksiktir
ve kitabın sonuna vardığında
yalnızca o son kelimeleri okuduğunda
kitabın ne kadar iyi olduğunu anlarsın
gerçek gibi
daytripper ölüm hakkında. ama onun açıkladığı şekilde, ölüm hayatın en temel parçalarından. yani asıl olayımız 'hayat'. gerek anı yaşamak, gerekse sadece hayaller kurup düşlerimizin gerçekleşmesini beklemek. farklı yollarla hayatın gidişatını belirlemek.
yazarları fabio moon ve gabriel bá bu basit olguları o kadar güzel bir gerçeklikle ve gerçekdışılıkla anlatmışlar ki, vurdukça vuruyor çizgi roman. özellikle sonlara doğru hüzünlenmeyeni dövüyorlar.
çizgi düşler basmış, türkçe ismi de 'güngezgini'.
sanat eseri resmen.
hayat bir kitap gibidir oğlum.
ve her kitabın bir sonu vardır.
o kitabı ne kadar seversen sev
son sayfaya gelirsin
ve kitap biter
sonu olmayan bir kitap eksiktir
ve kitabın sonuna vardığında
yalnızca o son kelimeleri okuduğunda
kitabın ne kadar iyi olduğunu anlarsın
gerçek gibi
daytripper ölüm hakkında. ama onun açıkladığı şekilde, ölüm hayatın en temel parçalarından. yani asıl olayımız 'hayat'. gerek anı yaşamak, gerekse sadece hayaller kurup düşlerimizin gerçekleşmesini beklemek. farklı yollarla hayatın gidişatını belirlemek.
yazarları fabio moon ve gabriel bá bu basit olguları o kadar güzel bir gerçeklikle ve gerçekdışılıkla anlatmışlar ki, vurdukça vuruyor çizgi roman. özellikle sonlara doğru hüzünlenmeyeni dövüyorlar.
çizgi düşler basmış, türkçe ismi de 'güngezgini'.
doğu yürür isimli genç arkadaşın yazdığı ve çizdiği güzide çizgi roman. 'konu' arayan bir çizgi roman yazarının, yani kendisinin, istanbul'daki bir gününü kurgulamış arkadaş. arada da bir ton gönderme yapmış, baya tatlış bir şey çıkmış ortaya. lak diye de bitiyor zaten bir çırpıda. umarım devam eder daha çizgi roman yazmaya ve çizmeye.
arka bahçe yayıncılık'ın oldukça manidar önsözünü de bırakıyorum buraya:
yeni başlangıçlar düşününce insan, etrafındakilerin desteğini de almak istiyor ve arkadaşlarına anlatıyor düşündüklerini. onların 'olabilir' demesini bekliyor ümitle. genelde aşağıdaki gibi cevaplar alıyor karşılığında...
-oğlum, bak, yapılmıyorsa bir nedeni vardır mutlaka!!
-tek akıllı sen misin, bunu düşünen?
-bu fikir mutlaka büyük firmalar tarafından düşünülmüştür, yapılmıyorsa olmuyor demektir.
-türkiye'de bu işler olmaz. boşuna kafanı yorma.
o cevaplar, canını sıkıyor olsa da, senin de onlara soruların olmalı, mesela:
-nedeni, şimdiye kadar kimsenin yapmıyor olması belki de?
-tek akıllı benim bunu düşünen şu anda, olamaz mı?
-onların aklına gelmemiş olabilir, sonuç olarak o firmaların başında uzaylılar oturmuyor, kaldı ki otursa ne olacak?
-nereden biliyorsun? denedin mi daha önce!
hep o olumsuz cevaplara, inatla soru soranların tarafında olduk. doğu yürür'ün yazıp çizdiği istanbul odyssey'i gururla sunarken 'olur' diyoruz ısrarla!
arka bahçe yayıncılık'ın oldukça manidar önsözünü de bırakıyorum buraya:
yeni başlangıçlar düşününce insan, etrafındakilerin desteğini de almak istiyor ve arkadaşlarına anlatıyor düşündüklerini. onların 'olabilir' demesini bekliyor ümitle. genelde aşağıdaki gibi cevaplar alıyor karşılığında...
-oğlum, bak, yapılmıyorsa bir nedeni vardır mutlaka!!
-tek akıllı sen misin, bunu düşünen?
-bu fikir mutlaka büyük firmalar tarafından düşünülmüştür, yapılmıyorsa olmuyor demektir.
-türkiye'de bu işler olmaz. boşuna kafanı yorma.
o cevaplar, canını sıkıyor olsa da, senin de onlara soruların olmalı, mesela:
-nedeni, şimdiye kadar kimsenin yapmıyor olması belki de?
-tek akıllı benim bunu düşünen şu anda, olamaz mı?
-onların aklına gelmemiş olabilir, sonuç olarak o firmaların başında uzaylılar oturmuyor, kaldı ki otursa ne olacak?
-nereden biliyorsun? denedin mi daha önce!
hep o olumsuz cevaplara, inatla soru soranların tarafında olduk. doğu yürür'ün yazıp çizdiği istanbul odyssey'i gururla sunarken 'olur' diyoruz ısrarla!
kaburga.
star trek külliyatının altıncı filmi. 1991 yılında gösterime girmiş. star trek ii the wrath of khan'ın yönetmeni olan nicholas meyer tekrar yönetmenlik kolduğunda. william shatner, leonard nimoy falan her zamanki rollerinde.
bu sefer filmimiz büyük oyunu bozmak hakkında. şöyle ki; klingonluların en temel enerji kaynağını sağlayan gezegen patlıyor. e napacaklar şimdi, 50 senelik falan ömürleri kalmış. diyorlar ki biz barış yapalım artık federasyonla. kaptan kirk ve ekibi görevlendiriliyor barış görüşmeleri için; ama filmin film olabilmesi için işler ters gidiyor, ortaya paralel provokatörler çıkıyor. onlar bulunuyor falan, mutlu son. en politik star trek filmi diyebiliriz. soğuk savaş alegorisi tam olarak. ve açıkçası en güzel star trek filmlerinden biri.
öncelikle filmde bir değişiklik var, ekip tam anlamıyla ekip değil bur sefer. herkes oynuyor yine filmde ama sulu başka bir geminin kaptanı olarak takılıyor. afacan afacan bir arada değiller bu sefer. onun dışında efektler falan gayet güzel, haliyle artık maket gemi modasından çıkılmış. e yıl olmuş 1991.
filmin çok tırışka yerleri de var bu arada, koskoca enterprise'ın bir mürettebatının klingonca bilmemesi, koskoca doktorun bir gram klingon anatomisinden anlamaması falan tam bir ehe. zira filmin sonunda bütün herkesi 3 saniyede tutuklayan wanted kaptan kirk'e bi torba dolusu alkış geliyor falan.
bunlar dışında filmin en temel özelliği orjinal star trek ekibine ve enterprise'a veda filmi olması. william shatner, leonard nimoy, dr. leonard mckoy karakterini canlandıran deforest kelley, scotty'yi canlandıran james doohan, chekov'u canlandıran walter koenig, uhura'yı canlandıran nichelle nichols ve sulu'yu canlandıran george takei falan hep bay bay. filmin sonunda hep imzalarını bırakıp gidiyorlar. :(
bu sefer filmimiz büyük oyunu bozmak hakkında. şöyle ki; klingonluların en temel enerji kaynağını sağlayan gezegen patlıyor. e napacaklar şimdi, 50 senelik falan ömürleri kalmış. diyorlar ki biz barış yapalım artık federasyonla. kaptan kirk ve ekibi görevlendiriliyor barış görüşmeleri için; ama filmin film olabilmesi için işler ters gidiyor, ortaya paralel provokatörler çıkıyor. onlar bulunuyor falan, mutlu son. en politik star trek filmi diyebiliriz. soğuk savaş alegorisi tam olarak. ve açıkçası en güzel star trek filmlerinden biri.
öncelikle filmde bir değişiklik var, ekip tam anlamıyla ekip değil bur sefer. herkes oynuyor yine filmde ama sulu başka bir geminin kaptanı olarak takılıyor. afacan afacan bir arada değiller bu sefer. onun dışında efektler falan gayet güzel, haliyle artık maket gemi modasından çıkılmış. e yıl olmuş 1991.
filmin çok tırışka yerleri de var bu arada, koskoca enterprise'ın bir mürettebatının klingonca bilmemesi, koskoca doktorun bir gram klingon anatomisinden anlamaması falan tam bir ehe. zira filmin sonunda bütün herkesi 3 saniyede tutuklayan wanted kaptan kirk'e bi torba dolusu alkış geliyor falan.
bunlar dışında filmin en temel özelliği orjinal star trek ekibine ve enterprise'a veda filmi olması. william shatner, leonard nimoy, dr. leonard mckoy karakterini canlandıran deforest kelley, scotty'yi canlandıran james doohan, chekov'u canlandıran walter koenig, uhura'yı canlandıran nichelle nichols ve sulu'yu canlandıran george takei falan hep bay bay. filmin sonunda hep imzalarını bırakıp gidiyorlar. :(
star trek külliyatının dördüncü filmi. 1986 yılında gösterime girmiş. leonard nimoy yine yönetmenlik koltuğunda. william shatner, ve aynı zamanda mr. spock rolündeki leonard nimoy falan her zamanki rollerinde.
olay şu; star trek iii the search for spock filminin sonunda tekrar mr. spock'a kavuşan ekip, dünyaya geri dönmeye karar verirler. ama tabi mr. spock'u kurtaracağız derken bir ton yasa çiğnemişlerdir, o yüzden eve bir kahraman edasıyla dönmelidirler. yoksa hapis mapis. tabi hollywood durur mu, olaya el atar; ansızın uzak galaksilerden gelen dev bir uydu ortaya çıkıverir. bu uydu bir mesaj yayar etrafa, ama mesaj bütün dünyanın ağzına sıçar frekans bilmemnesinden ötürü. meğersem 23. yüzyılda artık nesli tükenmiş olan kambur balinalara çağrı yapıyormuş o uydu. e haliyle atılgan ve ekibi de geçmişe yolculuk yapıp kambur balina getirmeye çalışırlar kendi zamanlarına.
alksjdn böyle yazınca biraz komik durdu, ki komik hakikaten; ama film özünde hoş baya. öncelikle 1986 senesinin san francisco'sunda geçiyor çoğu sahne, baya komedi dönüyor ortalıkta. onun dışında verilen mesaj da gayet başarılı. ki bir bilimkurgu filmi olarak balina avcılığı temasını bu kadar güzel çekmesine de helal olsun.
onun dışında önceki filmlerle güzel bağlanmış, kambur balina olayı çok saçma durmamış. mr. spock'un küfür etmeyi öğrenmesi apayrı bir komedi. serinin en neşeli filmlerinden yani.
olay şu; star trek iii the search for spock filminin sonunda tekrar mr. spock'a kavuşan ekip, dünyaya geri dönmeye karar verirler. ama tabi mr. spock'u kurtaracağız derken bir ton yasa çiğnemişlerdir, o yüzden eve bir kahraman edasıyla dönmelidirler. yoksa hapis mapis. tabi hollywood durur mu, olaya el atar; ansızın uzak galaksilerden gelen dev bir uydu ortaya çıkıverir. bu uydu bir mesaj yayar etrafa, ama mesaj bütün dünyanın ağzına sıçar frekans bilmemnesinden ötürü. meğersem 23. yüzyılda artık nesli tükenmiş olan kambur balinalara çağrı yapıyormuş o uydu. e haliyle atılgan ve ekibi de geçmişe yolculuk yapıp kambur balina getirmeye çalışırlar kendi zamanlarına.
alksjdn böyle yazınca biraz komik durdu, ki komik hakikaten; ama film özünde hoş baya. öncelikle 1986 senesinin san francisco'sunda geçiyor çoğu sahne, baya komedi dönüyor ortalıkta. onun dışında verilen mesaj da gayet başarılı. ki bir bilimkurgu filmi olarak balina avcılığı temasını bu kadar güzel çekmesine de helal olsun.
onun dışında önceki filmlerle güzel bağlanmış, kambur balina olayı çok saçma durmamış. mr. spock'un küfür etmeyi öğrenmesi apayrı bir komedi. serinin en neşeli filmlerinden yani.
acayip değişik bir kafada yazılmış çizgi roman. yazarı john layman, çizeri rob guillory.
şimdi olay şu; dünyada kuş gribi salgını olmuş bir tane, milyonlarca insancağız ölüvermiş. devletler de çareyi tavuk üretimini-tüketimini yasaklamakta bulmuşlar.
e böyle olunca tabi tavuk kanadının karaborsası da oluyor, torbacısı da oluyor. e haliyle sadece tavuk suçlarını önlemek adına bir teşkilat da kuruluyor. ve bu teşkilat dünyanın en güçlü örgütü haline geliyor. asldjkn.
başkahramanımız tony chu isimli bir arkadaş. onun olayı da şöyle anlatılıyor;
'tony chu sibopatiktir. yani bir elmadan ufak bir ısırık aldığında o elmanın hangi ağaçta yetiştiği, mahsulde hangi tarım ilaçlarının kullanıldığı ve hasadın ne zaman toplandığı hakkında kafasında bir imgelem oluşur.
ya da bir hamburger yediğinde bambaşka şeyler görebilir.'
yani acayip güçlü bir teşkilatta çalışan bir sibopatın hikayesini anlatıyor bu çizgi roman. şimdi bu adam dedektif olursa ne olur? bazı kanıtlara bazı şeyleri yiyerek ulaşabilir.
midesi kaldırmayan asla okumasın. ama müthiş bir çizgi romandır kendileri.
şimdi olay şu; dünyada kuş gribi salgını olmuş bir tane, milyonlarca insancağız ölüvermiş. devletler de çareyi tavuk üretimini-tüketimini yasaklamakta bulmuşlar.
e böyle olunca tabi tavuk kanadının karaborsası da oluyor, torbacısı da oluyor. e haliyle sadece tavuk suçlarını önlemek adına bir teşkilat da kuruluyor. ve bu teşkilat dünyanın en güçlü örgütü haline geliyor. asldjkn.
başkahramanımız tony chu isimli bir arkadaş. onun olayı da şöyle anlatılıyor;
'tony chu sibopatiktir. yani bir elmadan ufak bir ısırık aldığında o elmanın hangi ağaçta yetiştiği, mahsulde hangi tarım ilaçlarının kullanıldığı ve hasadın ne zaman toplandığı hakkında kafasında bir imgelem oluşur.
ya da bir hamburger yediğinde bambaşka şeyler görebilir.'
yani acayip güçlü bir teşkilatta çalışan bir sibopatın hikayesini anlatıyor bu çizgi roman. şimdi bu adam dedektif olursa ne olur? bazı kanıtlara bazı şeyleri yiyerek ulaşabilir.
midesi kaldırmayan asla okumasın. ama müthiş bir çizgi romandır kendileri.
douglas adams tarafından hikayesi yazılan, 1978'de başlayan radyo programı.
--------
radyo programının başarısından dolayı douglas adams tarafından yazılan, kimillerine göre 6, kimilerine göre 7; bence 6-1-1 (8) kitaptan oluşan kitap serisi.
the hitchhiker's guide to the galaxy
the restaurant at the end of the universe
life the universe and everything
so long and thanks for all the fish
mostly harmless
the salmon of doubt
and another thing...
don't panic
-------
yukarıdaki kitap serisinin douglas adams tarafından yazılmış ilk kitabının da adı aynı zamanda.
arthur dent dünyanın bir kestirme uzay yolu için yıkılmasından kaçar ford prefect adlı uzaylı arkadaşıyla beraber. galaksinin başkanı zaphod beeblebrox ve dünyalı trillian onları yanlışlıkla kurtarır bir yerden sonra. mutlak cevabın sorusunu bulmaya çalışırlar birlikte. mutlak cevap için ise; 42.
acayip incelikte abzürt ve eleştirel bir kitaptır bu. douglas adams'ın yazarlığı sağolsun, abuk subuk bir ton eğlenceli ve düşündüren şey çıkartır insanın karşısına. fareler olsun, depresyondaki marvin olsun, altın kalp olsun, gökyüzünden düşen dev bir balina olsun, falan.
''galaksinin haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşesinde,
gözlerden uzak bir güneşin yörüngesinde,
tamamıyla önemsiz küçük bir gezegen döner.
gezegenin maymundan gelen halkı genellikle mutsuzdu.
ağaçlardan inmekle büyük hata yaptıklarını düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve okyanuslardan asla ayrılmamış olmaları gerektiğini söylüyordu.
sonra adamın birinin,
sırf değişiklik olsun bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra,
bir perşembe günü,
o önemsiz gezegen bir kestirme yol uğruna yok olup gidecekti.
ama bilinmeyen gerçek şuydu ki gezegenin yaratılış amacı yalnızca nihai soruya cevap bulmak için yapılan bir deneydi...''
“belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimindedir. bu aşamalar hayatta kalma, sorgulama ve incelikli düşünmedir; bir başka deyişle nasıl, neden ve nerede aşamaları olarak da bilinirler.” “örneğin, ilk aşama nasıl yiyebiliriz? sorusuyla, ikinci aşama neden yiyoruz? sorusuyla, üçüncü aşamaysa öğle yemeğini nerede yiyelim? sorusuyla tanımlanmaktadır.”
"arthur ekranlara bakıp gözlerini kırpıştırdı ve önemli bir şeyi kaçırıyormuş hissine kapıldı. birden bunun ne olduğunu fark etti. “bu uzaygemisinde çay var mı?” diye sordu."
-----------
garth jennings'in yönetmenliğini üstlendiği, arthur dent'i martin freeman'ın canlandırdığı, marvin'i ise alan rickman'ın seslendirdiği film. douglas adams yazıyor yine senaryosunu. sanırım yarım kalıyor ama, zira adam 2001'de ölüyor; film 2005 yapımı.
-----------
bir de 1981'de bbc'nin çektiği bir mini-dizi bulunmakta.
-----------
ve bizim için en önemlisi. bu kitaplar olmasa babamız kim bilemezdik.
ekşi sözlüğün kurulmasındaki, dolaylı yoldan da zengin sözlükte benim bu entry'yi girmemdeki temel sebeptir bu rehber.
okuyanlar bilir, evrende bir 'galaktik ansiklopedi' mi ne öyle bir adı olan bir ansiklopedi vardır. lakin bu ansiklopedi çok mu çok sıkıcıdır. uyur kalırsınız okurken. bu yüzden bir ton insanın sürekli olarak interaktif bir şekilde bilgi girdiği, sübjektif ve oldukça eğlenceli bir rehber ortaya çıkartmıştır birileri.
aynı mantıkla da sedat kapanoğlu insanların interaktif bir ortamda yazdığı ve bilgi paylaştığı, rehbere nazaran daha küçük bir platform ortaya çıkarıyor.
tabi hiçbir şey değişmeden duramayacağı için, ekşi de evriliyor, yazarlar görmüştür zaten son muhabbetleri; bu raddeye kadar geliyor olaylar. inci türüyor mesela arada, kimsenin tahmin etmediği bir evrim oluşuyor :d
arz ederim.
--------
radyo programının başarısından dolayı douglas adams tarafından yazılan, kimillerine göre 6, kimilerine göre 7; bence 6-1-1 (8) kitaptan oluşan kitap serisi.
the hitchhiker's guide to the galaxy
the restaurant at the end of the universe
life the universe and everything
so long and thanks for all the fish
mostly harmless
the salmon of doubt
and another thing...
don't panic
-------
yukarıdaki kitap serisinin douglas adams tarafından yazılmış ilk kitabının da adı aynı zamanda.
arthur dent dünyanın bir kestirme uzay yolu için yıkılmasından kaçar ford prefect adlı uzaylı arkadaşıyla beraber. galaksinin başkanı zaphod beeblebrox ve dünyalı trillian onları yanlışlıkla kurtarır bir yerden sonra. mutlak cevabın sorusunu bulmaya çalışırlar birlikte. mutlak cevap için ise; 42.
acayip incelikte abzürt ve eleştirel bir kitaptır bu. douglas adams'ın yazarlığı sağolsun, abuk subuk bir ton eğlenceli ve düşündüren şey çıkartır insanın karşısına. fareler olsun, depresyondaki marvin olsun, altın kalp olsun, gökyüzünden düşen dev bir balina olsun, falan.
''galaksinin haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşesinde,
gözlerden uzak bir güneşin yörüngesinde,
tamamıyla önemsiz küçük bir gezegen döner.
gezegenin maymundan gelen halkı genellikle mutsuzdu.
ağaçlardan inmekle büyük hata yaptıklarını düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve okyanuslardan asla ayrılmamış olmaları gerektiğini söylüyordu.
sonra adamın birinin,
sırf değişiklik olsun bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra,
bir perşembe günü,
o önemsiz gezegen bir kestirme yol uğruna yok olup gidecekti.
ama bilinmeyen gerçek şuydu ki gezegenin yaratılış amacı yalnızca nihai soruya cevap bulmak için yapılan bir deneydi...''
“belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimindedir. bu aşamalar hayatta kalma, sorgulama ve incelikli düşünmedir; bir başka deyişle nasıl, neden ve nerede aşamaları olarak da bilinirler.” “örneğin, ilk aşama nasıl yiyebiliriz? sorusuyla, ikinci aşama neden yiyoruz? sorusuyla, üçüncü aşamaysa öğle yemeğini nerede yiyelim? sorusuyla tanımlanmaktadır.”
"arthur ekranlara bakıp gözlerini kırpıştırdı ve önemli bir şeyi kaçırıyormuş hissine kapıldı. birden bunun ne olduğunu fark etti. “bu uzaygemisinde çay var mı?” diye sordu."
-----------
garth jennings'in yönetmenliğini üstlendiği, arthur dent'i martin freeman'ın canlandırdığı, marvin'i ise alan rickman'ın seslendirdiği film. douglas adams yazıyor yine senaryosunu. sanırım yarım kalıyor ama, zira adam 2001'de ölüyor; film 2005 yapımı.
-----------
bir de 1981'de bbc'nin çektiği bir mini-dizi bulunmakta.
-----------
ve bizim için en önemlisi. bu kitaplar olmasa babamız kim bilemezdik.
ekşi sözlüğün kurulmasındaki, dolaylı yoldan da zengin sözlükte benim bu entry'yi girmemdeki temel sebeptir bu rehber.
okuyanlar bilir, evrende bir 'galaktik ansiklopedi' mi ne öyle bir adı olan bir ansiklopedi vardır. lakin bu ansiklopedi çok mu çok sıkıcıdır. uyur kalırsınız okurken. bu yüzden bir ton insanın sürekli olarak interaktif bir şekilde bilgi girdiği, sübjektif ve oldukça eğlenceli bir rehber ortaya çıkartmıştır birileri.
aynı mantıkla da sedat kapanoğlu insanların interaktif bir ortamda yazdığı ve bilgi paylaştığı, rehbere nazaran daha küçük bir platform ortaya çıkarıyor.
tabi hiçbir şey değişmeden duramayacağı için, ekşi de evriliyor, yazarlar görmüştür zaten son muhabbetleri; bu raddeye kadar geliyor olaylar. inci türüyor mesela arada, kimsenin tahmin etmediği bir evrim oluşuyor :d
arz ederim.
daniel clowes'un yazdığı çizgi roman. çok değişik bir kafa gerçekten; ergenlik zamanını bütün çıplaklığıyla, çirkinliğiyle, pisliğiyle yazmış. o nası bi objektiflik ulan diyor insan okurken. zaten tiksinerek okuyoruz, ama güzel bir tiksinme bu, kendimizi hatırlıyoruz çünkü.
gerçi başroldeki iki kahraman lise son kız öğrenci, amerikan falanlar, türkiye'nin geneli için çok geçerli olmayan bir ergenlik yaşıyorlar. ama 'üf herkes çok salak yaa' gibi şeyler uyumlu yine bizle. normal olmayan gözüyle baktığımız, ama hepimizin içinde olan o çirkinlik bütün leşliğiyle her sayfada var.
bir de filmi var, ergen scarlett johansson oynuyor başrollerden birini, steve buscemi falan da var.
çizgi romanın ve filmin net özeti:
'sevgili josh,
seninle sevişmeye gelmiştik ama sen kapıyı açmadın. bu yüzden gaysin.
sevgilerimizle,
tiffany ve amber'
gerçi başroldeki iki kahraman lise son kız öğrenci, amerikan falanlar, türkiye'nin geneli için çok geçerli olmayan bir ergenlik yaşıyorlar. ama 'üf herkes çok salak yaa' gibi şeyler uyumlu yine bizle. normal olmayan gözüyle baktığımız, ama hepimizin içinde olan o çirkinlik bütün leşliğiyle her sayfada var.
bir de filmi var, ergen scarlett johansson oynuyor başrollerden birini, steve buscemi falan da var.
çizgi romanın ve filmin net özeti:
'sevgili josh,
seninle sevişmeye gelmiştik ama sen kapıyı açmadın. bu yüzden gaysin.
sevgilerimizle,
tiffany ve amber'
ohn du pont isimli acayip zengin arkadaşın gerçek hayatını anlatan film. bir ton oscar adaylığı var. başrollerde steve carell, channing tatum, ve mark ruffalo oynuyor.
şimdi, olay şu; milyarder ve acayip garip bir herif abd güreş takımına sponsor oluyor, güreşçileri kendi çatısı altında topluyor. bu milyarder ve acayip garip arkadaş yine bir patronu canlandıran da steve carell (bkz: the office). ama bu sefer ağır bir psikodrama anlatısıyla canlandırıyor. he patron mu, patron; ama adamın oyunculuğuna da helal olsun. apayrı uçta bir karakter bu. helal olsun.
filmin en ilgi çekici yanı, gerçek bir hikaye olmasını bir kenara bırakırsak eğer, insanı buram buram germesi. edebildiği kadar rahatsız ediyor insanı.
sen gel, koskoca milyarder, annene yaranmak için hem takımına rezil ol, yerlerde sürün, hem de anana yaranama. peh. ben utandım amk.
neyse, güzel film, izleyin izlettirin.
şimdi, olay şu; milyarder ve acayip garip bir herif abd güreş takımına sponsor oluyor, güreşçileri kendi çatısı altında topluyor. bu milyarder ve acayip garip arkadaş yine bir patronu canlandıran da steve carell (bkz: the office). ama bu sefer ağır bir psikodrama anlatısıyla canlandırıyor. he patron mu, patron; ama adamın oyunculuğuna da helal olsun. apayrı uçta bir karakter bu. helal olsun.
filmin en ilgi çekici yanı, gerçek bir hikaye olmasını bir kenara bırakırsak eğer, insanı buram buram germesi. edebildiği kadar rahatsız ediyor insanı.
sen gel, koskoca milyarder, annene yaranmak için hem takımına rezil ol, yerlerde sürün, hem de anana yaranama. peh. ben utandım amk.
neyse, güzel film, izleyin izlettirin.
the hitchhiker's guide to the galaxy'nin kadın karakterlerinden biri.
tatlıştır, ama net bir kadındır kendileri. her ne kadar kimi zaman sami abi gibi takılsa da, biri onu uzay gemisine davet ettiğinde peki o zaman diyip gider. ki gitmiştir. evrenlerin birinde.
filminde zooey deschanel canlandırıyor bu karakteri.
tatlıştır, ama net bir kadındır kendileri. her ne kadar kimi zaman sami abi gibi takılsa da, biri onu uzay gemisine davet ettiğinde peki o zaman diyip gider. ki gitmiştir. evrenlerin birinde.
filminde zooey deschanel canlandırıyor bu karakteri.
douglas adams'ın the hitchhiker's guide to the galaxy serisinin beşinci kitabı.
bu kitabın ismi de ford prefect'in rehberdeki dünya hakkında yazdığı incelemeden gelir. earth sayfasına bakanlar şunu görür; 'çoğunlukla zararsız'.
artık paralel evrenler birbirine girmiştir seride. 2 tane trillian falan vardır. arthur, fenchurch'ü kaybetmiştir, ve bütün paralel evrenlerde asıl dünyayı aramaktadır.
galaksi rehberi şirketi de devretmiştir, devir alan pislikler de para hırsına kapılıp (aslında başka bir nedenden <3) bütün paralel evrenlerde satışa çıkartmıştır rehberi falan.
kitapta elvis presley bile vardır.
bu kitabın ismi de ford prefect'in rehberdeki dünya hakkında yazdığı incelemeden gelir. earth sayfasına bakanlar şunu görür; 'çoğunlukla zararsız'.
artık paralel evrenler birbirine girmiştir seride. 2 tane trillian falan vardır. arthur, fenchurch'ü kaybetmiştir, ve bütün paralel evrenlerde asıl dünyayı aramaktadır.
galaksi rehberi şirketi de devretmiştir, devir alan pislikler de para hırsına kapılıp (aslında başka bir nedenden <3) bütün paralel evrenlerde satışa çıkartmıştır rehberi falan.
kitapta elvis presley bile vardır.
muhteşem bir çizgi roman serisi.
hikayenin konusu, bir gün dünyadaki bütün erkekler bir anda ölürse ne olur? sorusuna cevaptır. kağıt üzerinde accayip rahatlatıcı bir düşünce gibi gözükse de yazar brian k. vaughan bunun pek de öyle olmayacağını; insanlığın (kadınlığın) asıl sorununun erkekler değil, düşünce sistemleri olduğunu gösterir bize. bunu da çok güzel bir kurguyla, hayatta kalmış tek bir erkek ve onun maymunu üzerinden şekillendirir.
çok feminist bir çizgi roman serisidir, ancak ağır feminazi eleştirileri içerir.
içinde ayrıca çok hoş ayrıntılar gizlidir; türkiye'nin erkeksiz durumunu anlatan gülümsetici minik göndermeler bile vardır.
hikayenin konusu, bir gün dünyadaki bütün erkekler bir anda ölürse ne olur? sorusuna cevaptır. kağıt üzerinde accayip rahatlatıcı bir düşünce gibi gözükse de yazar brian k. vaughan bunun pek de öyle olmayacağını; insanlığın (kadınlığın) asıl sorununun erkekler değil, düşünce sistemleri olduğunu gösterir bize. bunu da çok güzel bir kurguyla, hayatta kalmış tek bir erkek ve onun maymunu üzerinden şekillendirir.
çok feminist bir çizgi roman serisidir, ancak ağır feminazi eleştirileri içerir.
içinde ayrıca çok hoş ayrıntılar gizlidir; türkiye'nin erkeksiz durumunu anlatan gülümsetici minik göndermeler bile vardır.
keyif verici maddelere verilen genel ad.
öncelikle ayıralım bu drugs denilen şeyleri literatür bazında;
-narkotikler
-depresanlar
-uyarıcılar
-halüsinojenler
-esrar
-uçucular
narkotikler: içinde eroin gibi maddelerin bulunduğu, halk tabiriyle en fena olan maddelere verilen genel ad. kişinin endişesini had safhada azaltması ve mutluluk vermesi gibi özellikleri mevcut. ilk defa ağrı kesici olarak sentezleniyor, bağımlılık seviyesi tam olarak bilinemediği için askeri alanda ve tıpta çokça kullanılıyor. 20. yüzyılın başından itibaren başlıyor bu furya. fiziksel yoksunlukunun çok acı verici olduğu belli olduktan sonra, yasaklanmaya başlıyor.
türkiye'de de zamanında eroin fabrikaları vardı 3-5 tane.
depresanlar: depresanlar merkezi sinir sistemindeki aktiviteyi azaltarak rahatlama, coşku hali, saldırganlık, ağrı kesici ve stres azaltıcı gibi etkiler verebiliyorlar. reçeteyle tedavi amaçlı kullanılıyorlar, türkiye'de el altından bir piyasası yok. bağımlılık riski var.
uyarıcılar: kokain, kafein, ritalin gibi maddelerin genel adı. amfetaminler de uyarıcılar sınıfında. uyarıcılar kullanıcının durumuna bağlı olarak sevinç, zihnen parlaklık, aşırı coşku hali, asabiyet veya endişe hissettirebiliyorlar. gençlerin tercih ettiği madde türü genelde bu oluyor. daha dolu ve coşkulu yaşamak isteyen bireylerin tercihleri. özellikle kafein çok fena.
halüsinojenler: lsd, mdma (evet, ekstazinin ana maddesi de bu sınıfta), meskalin, magic mushroom falan gibi maddelerin türevlerine verilen genel ad. özellikle lsd için konuşmak gerekirse; bağımlılık derecesi neredeyse hiç yoktur; ancak fazla kullanımı, kişinin gerçeklikten uzaklaşmasına ve şizofreni başlangıcına yol açabilmektedir.
vücut fonksiyonlarını kaybetmek gibi birşey yoktur lakin.
esrar: esrar ya da kenevir, kendine özgü bambaşka bir sınıftadır. halk görüşünün aksine bağımlılık yapıcı bir etkisi yoktur, medikal olarak kullanımı sağlıklıdır. birçok psikolojik rahatsızlığa iyi gelmektedir. meditasyon için kullanımı da yaygındır.
esrar üzerindeki bu kötü algı kapitalizm lafını uzaktan yakından bir defa duymuş ve anlamış, aynı zamanda esrar yetişimi konusunda ufak bilgilere sahip olan bireyler tarafından çok rahatlıkla kavranabilir. esrar; çok basitçe yetişebilen ve maliyeti neredeyse hiç olmayan bir maddedir. bundan devletlerin kar sağlaması ise maddeyi yasaklamaktan (dolaylı yoldan karaborsa satışı) veya denetimli bir şekilde satmasından geçer. şu anda dünya üzerindeki bütün ülkeler bu iki yoldan birini kullanmaktadır. çok da güzel kar etmektedirler.
uçucular: inhalanlar da denilebilen maddeler. buharlaşabilen, ya da direk gaz halinde olan maddelerdir. temin etmesi en kolay maddelerdir. hem maliyet olarak, hem ulaşılabilirlik olarak. bence en kötü madde çeşidi bunlardır. ölüm riski fazladır. bali, tiner vs.
not: tabi ki hiçbir madde tüketmeyelim. ama neden tüketmememiz gerektiğini de bilinçli olarak bilelim. karaborsa satışlarında bu anlattıklarım gibi saf halleriyle bulunmaz hiçbir madde. içinde envai çeşit pislik bulunur. mesela lsd bağımlılık yapmaz, ama mırtake'den alınabilecek bir lsd bağımlılık yapabilir. bonzai mesela bu satış programının sonucunda çıkan bir maddedir. insan bağımlı olsun, daha çok alsın, ama komplikasyon falan çıkarsa da bilmiyoz abi biz mantığı güdülür.
öncelikle ayıralım bu drugs denilen şeyleri literatür bazında;
-narkotikler
-depresanlar
-uyarıcılar
-halüsinojenler
-esrar
-uçucular
narkotikler: içinde eroin gibi maddelerin bulunduğu, halk tabiriyle en fena olan maddelere verilen genel ad. kişinin endişesini had safhada azaltması ve mutluluk vermesi gibi özellikleri mevcut. ilk defa ağrı kesici olarak sentezleniyor, bağımlılık seviyesi tam olarak bilinemediği için askeri alanda ve tıpta çokça kullanılıyor. 20. yüzyılın başından itibaren başlıyor bu furya. fiziksel yoksunlukunun çok acı verici olduğu belli olduktan sonra, yasaklanmaya başlıyor.
türkiye'de de zamanında eroin fabrikaları vardı 3-5 tane.
depresanlar: depresanlar merkezi sinir sistemindeki aktiviteyi azaltarak rahatlama, coşku hali, saldırganlık, ağrı kesici ve stres azaltıcı gibi etkiler verebiliyorlar. reçeteyle tedavi amaçlı kullanılıyorlar, türkiye'de el altından bir piyasası yok. bağımlılık riski var.
uyarıcılar: kokain, kafein, ritalin gibi maddelerin genel adı. amfetaminler de uyarıcılar sınıfında. uyarıcılar kullanıcının durumuna bağlı olarak sevinç, zihnen parlaklık, aşırı coşku hali, asabiyet veya endişe hissettirebiliyorlar. gençlerin tercih ettiği madde türü genelde bu oluyor. daha dolu ve coşkulu yaşamak isteyen bireylerin tercihleri. özellikle kafein çok fena.
halüsinojenler: lsd, mdma (evet, ekstazinin ana maddesi de bu sınıfta), meskalin, magic mushroom falan gibi maddelerin türevlerine verilen genel ad. özellikle lsd için konuşmak gerekirse; bağımlılık derecesi neredeyse hiç yoktur; ancak fazla kullanımı, kişinin gerçeklikten uzaklaşmasına ve şizofreni başlangıcına yol açabilmektedir.
vücut fonksiyonlarını kaybetmek gibi birşey yoktur lakin.
esrar: esrar ya da kenevir, kendine özgü bambaşka bir sınıftadır. halk görüşünün aksine bağımlılık yapıcı bir etkisi yoktur, medikal olarak kullanımı sağlıklıdır. birçok psikolojik rahatsızlığa iyi gelmektedir. meditasyon için kullanımı da yaygındır.
esrar üzerindeki bu kötü algı kapitalizm lafını uzaktan yakından bir defa duymuş ve anlamış, aynı zamanda esrar yetişimi konusunda ufak bilgilere sahip olan bireyler tarafından çok rahatlıkla kavranabilir. esrar; çok basitçe yetişebilen ve maliyeti neredeyse hiç olmayan bir maddedir. bundan devletlerin kar sağlaması ise maddeyi yasaklamaktan (dolaylı yoldan karaborsa satışı) veya denetimli bir şekilde satmasından geçer. şu anda dünya üzerindeki bütün ülkeler bu iki yoldan birini kullanmaktadır. çok da güzel kar etmektedirler.
uçucular: inhalanlar da denilebilen maddeler. buharlaşabilen, ya da direk gaz halinde olan maddelerdir. temin etmesi en kolay maddelerdir. hem maliyet olarak, hem ulaşılabilirlik olarak. bence en kötü madde çeşidi bunlardır. ölüm riski fazladır. bali, tiner vs.
not: tabi ki hiçbir madde tüketmeyelim. ama neden tüketmememiz gerektiğini de bilinçli olarak bilelim. karaborsa satışlarında bu anlattıklarım gibi saf halleriyle bulunmaz hiçbir madde. içinde envai çeşit pislik bulunur. mesela lsd bağımlılık yapmaz, ama mırtake'den alınabilecek bir lsd bağımlılık yapabilir. bonzai mesela bu satış programının sonucunda çıkan bir maddedir. insan bağımlı olsun, daha çok alsın, ama komplikasyon falan çıkarsa da bilmiyoz abi biz mantığı güdülür.
aziz ansari'nin yaratıcısı olduğu ve başrolünde oynadığı komedi türünde netflix dizisi.
dizinin konusu aslında açık ara bir şekilde azınlıklar. gerçekten amerika'daki çoğu etnik azınlığın çoğunluğa nasıl göründüğü üzerine hoş bölümleri mevcut. aziz ansari de hint asıllı olduğu için, hintli azınlık hakkında muhtemelen başka hiçbir yapımda görülmeyen durumları konu almış.
ayrıca sadece etnik azınlık hakkında değil; cinsiyet ayrımcılığı, ageism, hatta ufaktan lgbt hakkında bölümleri de mevcut.
ancak dizide büyük bir sorun var; o da replikler. aziz ansari komedyen kökenli bir aktör olduğu için yazdığı replikler de haliyle skeçvari bir havada olmuş. her konu bitiminde sulu bir espiri ve sonrasında 'so....' diyerek yeni muhabbete başlamalar dizide bolca var. bu da diziye bir garip bir yapmacıklık katıyor. ama bu durum da sanırım aziz yazmaya alıştığı için ilerleyen bölümlerde azalarak yok oluyor.
not: 2. sezon bugün başladı.
dizinin konusu aslında açık ara bir şekilde azınlıklar. gerçekten amerika'daki çoğu etnik azınlığın çoğunluğa nasıl göründüğü üzerine hoş bölümleri mevcut. aziz ansari de hint asıllı olduğu için, hintli azınlık hakkında muhtemelen başka hiçbir yapımda görülmeyen durumları konu almış.
ayrıca sadece etnik azınlık hakkında değil; cinsiyet ayrımcılığı, ageism, hatta ufaktan lgbt hakkında bölümleri de mevcut.
ancak dizide büyük bir sorun var; o da replikler. aziz ansari komedyen kökenli bir aktör olduğu için yazdığı replikler de haliyle skeçvari bir havada olmuş. her konu bitiminde sulu bir espiri ve sonrasında 'so....' diyerek yeni muhabbete başlamalar dizide bolca var. bu da diziye bir garip bir yapmacıklık katıyor. ama bu durum da sanırım aziz yazmaya alıştığı için ilerleyen bölümlerde azalarak yok oluyor.
not: 2. sezon bugün başladı.
netflix ve marvel'in ortak projelerinden olan 2. dizi. birincisi daredevil.
kağıt üzerinde fena olmayan bir dizi. ancak hikayesi açıkçası çok da netflix için olmamış dedirtendir. daha çok karakter tanıtmaya önem verilmiş, ancak tanıttıkları karakterleri de çok verimli kullanamamıştır. büyük acılar çeken karikatür gibi bir karakter vardır mesela, güldürmez ama sizi; ensest bir başlangıçtan cinayete kadar giden bir 'komik olmayan' bir geçmişi vardır çünkü. 'niye?' dersiniz 13 bölüm boyunca.
luke cage, jessica jones, patsy walker, nuke gibi superhero karakterlere sahiptir. ki bu saydıklarım çok güzel işlenmiştir dizide.
purple man'i oynayan david tennant ise tam olarak çizgi romanlardaki karakteri canlandıramadığı için eleştirilmiştir. hatta o değil, yazarlar eleştirimiştir neden adam gibi yazılmadı bu efsane karakter diye. bence müthiş oynamıştır adam. kayıtsız purple man yerine sapkın bir purple man vermiştir izleyiciye.
kağıt üzerinde fena olmayan bir dizi. ancak hikayesi açıkçası çok da netflix için olmamış dedirtendir. daha çok karakter tanıtmaya önem verilmiş, ancak tanıttıkları karakterleri de çok verimli kullanamamıştır. büyük acılar çeken karikatür gibi bir karakter vardır mesela, güldürmez ama sizi; ensest bir başlangıçtan cinayete kadar giden bir 'komik olmayan' bir geçmişi vardır çünkü. 'niye?' dersiniz 13 bölüm boyunca.
luke cage, jessica jones, patsy walker, nuke gibi superhero karakterlere sahiptir. ki bu saydıklarım çok güzel işlenmiştir dizide.
purple man'i oynayan david tennant ise tam olarak çizgi romanlardaki karakteri canlandıramadığı için eleştirilmiştir. hatta o değil, yazarlar eleştirimiştir neden adam gibi yazılmadı bu efsane karakter diye. bence müthiş oynamıştır adam. kayıtsız purple man yerine sapkın bir purple man vermiştir izleyiciye.
amerikalı tatlı bir grup, rocknroll ve countryvari bir müziklere sahipler.
old number 7 isimli şarkıları can.
old number 7 isimli şarkıları can.
beynin wernicke bölgesinde bir hasar (felç, inme vs. sonucu) oluşmasından ötürü ortaya çıkan beyin hastalığı.
bu sefer sıkıntı, konuşmayı algılama ve kavramada. kendi konuşmasını tabi. yine konuşma üretimi sağlanamıyor, ancak hasta bunun farkında değil. abuk subuk manasız şeyler söylüyor. kendisinin konuştuğunu zannediyor. karşısındakini algılıyor, ona cevap olarak 'hebele' diye cevap veriyor.
hodor'un hastalığıdır bu ayrıca.
bu sefer sıkıntı, konuşmayı algılama ve kavramada. kendi konuşmasını tabi. yine konuşma üretimi sağlanamıyor, ancak hasta bunun farkında değil. abuk subuk manasız şeyler söylüyor. kendisinin konuştuğunu zannediyor. karşısındakini algılıyor, ona cevap olarak 'hebele' diye cevap veriyor.
hodor'un hastalığıdır bu ayrıca.
özgür, hür iradenin olmadığını kanıtlayan deney.
yani okey, evrim teorisine göre falan zaten özgür bir iradeden bahsetmek pek mümkün değil, ancak bu deney ciddi ciddi kanıtlıyor.
neyse, olay şu; benjamin libet diye bi abimiz bi deney yürütürken alakasız bir sonuçla karşılaşıyor. deney, karar alma ve o kararı eyleme dönüştürme üzerine. eeg ile yapılıyor, beyin aktivitesi ölçülüyor. şimdi mantıken karar alma esnasında ve eylem esnasında nöronlarda falan filan bir zıplama olmalı. o kısımlarda çünkü beyin çalışıyor. ama başka bir yerde olmamalı. özellikle de karar alma kısmından önce.
çünkü daha karar hakkında düşünmemişken beynimizde ufak da olsa bir aktivite peydahlanması, biraz şey...
neyse, başka türlü yorumlayanlar da var bunu, ama diğerleri biraz zorlama gibi geliyor. niyeyse robotik olmamız daha bir rahatlatıcı.
yani okey, evrim teorisine göre falan zaten özgür bir iradeden bahsetmek pek mümkün değil, ancak bu deney ciddi ciddi kanıtlıyor.
neyse, olay şu; benjamin libet diye bi abimiz bi deney yürütürken alakasız bir sonuçla karşılaşıyor. deney, karar alma ve o kararı eyleme dönüştürme üzerine. eeg ile yapılıyor, beyin aktivitesi ölçülüyor. şimdi mantıken karar alma esnasında ve eylem esnasında nöronlarda falan filan bir zıplama olmalı. o kısımlarda çünkü beyin çalışıyor. ama başka bir yerde olmamalı. özellikle de karar alma kısmından önce.
çünkü daha karar hakkında düşünmemişken beynimizde ufak da olsa bir aktivite peydahlanması, biraz şey...
neyse, başka türlü yorumlayanlar da var bunu, ama diğerleri biraz zorlama gibi geliyor. niyeyse robotik olmamız daha bir rahatlatıcı.
star trek külliyatının sekizinci, next generation fazının ikinci filmi. 1996 yılında gösterime girmiş. aynı zamanda william riker'ı canlandıran jonathan frakes yönetmen bu sefer. başrolde patrick stewart devam.
olay şu; federasyon'un klingonlularla barışa geçip sevişmeleri üzerine, artık yeni bir düşman lazımdır. dizilerde baya üzerinden geçilmiş olan borg isimli cyborg ırkı filmleri ziyaret etmeye başlar sonuç olarak. işte federasyon'a saldırır bunlar falan; captain picard tez zamanda gelip durumu kurtarır, ama derken borglar zamanda yolculuk ederek dünyanın ilk dünya dışı varlıklarla temas ettiği zamana zıplarlar. amaç herşeyi daha başlamadan çökertmek çünkü. e durur mu enterprise yapıştırır cevabı, koşarlar borgların peşlerinden. olaylar gelişir.
film çok güzel bu sefer. next generation'ın en güzel filmlerinden. özellikle geçmişte yaşayıp acayip kahraman ve ulvi birisi olduğu düşünülen zefram cochrane'in alkolik bir rakçı olması falan tam bir ehe. james bond göndermeleri falan var ya hu, alanen hem de. utanmadan. alsjdbn. kaptan picard'ın kaptan ahab kafasında takılması ayrı güzel. björn borg muhabbeti dönüyor bi ara. göndermeler fena yani. data'ya ayrı bir selam çakıyorum ayrıca.
özel efektler falan da artık 21. yüzyıla yaklaşmış baya. maket falan hak getire. bizim şimdiki türk filmlerinden iyiler.
olay şu; federasyon'un klingonlularla barışa geçip sevişmeleri üzerine, artık yeni bir düşman lazımdır. dizilerde baya üzerinden geçilmiş olan borg isimli cyborg ırkı filmleri ziyaret etmeye başlar sonuç olarak. işte federasyon'a saldırır bunlar falan; captain picard tez zamanda gelip durumu kurtarır, ama derken borglar zamanda yolculuk ederek dünyanın ilk dünya dışı varlıklarla temas ettiği zamana zıplarlar. amaç herşeyi daha başlamadan çökertmek çünkü. e durur mu enterprise yapıştırır cevabı, koşarlar borgların peşlerinden. olaylar gelişir.
film çok güzel bu sefer. next generation'ın en güzel filmlerinden. özellikle geçmişte yaşayıp acayip kahraman ve ulvi birisi olduğu düşünülen zefram cochrane'in alkolik bir rakçı olması falan tam bir ehe. james bond göndermeleri falan var ya hu, alanen hem de. utanmadan. alsjdbn. kaptan picard'ın kaptan ahab kafasında takılması ayrı güzel. björn borg muhabbeti dönüyor bi ara. göndermeler fena yani. data'ya ayrı bir selam çakıyorum ayrıca.
özel efektler falan da artık 21. yüzyıla yaklaşmış baya. maket falan hak getire. bizim şimdiki türk filmlerinden iyiler.
star trek külliyatının yedinci, next generation fazının ilk filmi. 1994 yılında gösterime girmiş. david carson yönetmen. artık başrolde patrick stewart'ı izliyoruz, ama yanında william shatner da var.
olay şu; kötü bir eleman bir nexus'un içinden kurtarılıyor kaptan kirk sayesinde. sonra kaptan kirk ölüveriyor (ehe), film 80 sene sonrasına atlıyor. captain picard ile tanışıyoruz orada (tabi 7 sezondur dizide oynuyor bu karakteri patrik stewart). derken bir olaya gidiyorlar, yine kötü eleman orada. güneş müneş patlatıyor. amacı da o nexus'un içine girmek tekrardan. koşturmaca başlıyor.
kötü eleman dediğim dr. soran'ı da malcolm mcdowell oynuyor, ki döktürüyor. whoopi goldberg falan da var filmde. yeni karakterler de gayet güzel oturmuş, bir yapay zeka olan data'nın insanlaşma süreci gayet tatlış.
ama film açıkçası sıkıcı. zaten star trek filmlerinin en kötülerinden olarak gösteriliyor. ama güzel şeyler yok mu, var, mis gibi var; iki farklı enterprise kaptanı bir arada takılıyorlar bir yerden sonra. onların aralarında geçen diyaloglar falan gayet hoş. iki jenerasyonun bağlantı filmi olarak bakıldığında fazla göze bakmıyor.
ve tabi rip kaptan kirk. :(
olay şu; kötü bir eleman bir nexus'un içinden kurtarılıyor kaptan kirk sayesinde. sonra kaptan kirk ölüveriyor (ehe), film 80 sene sonrasına atlıyor. captain picard ile tanışıyoruz orada (tabi 7 sezondur dizide oynuyor bu karakteri patrik stewart). derken bir olaya gidiyorlar, yine kötü eleman orada. güneş müneş patlatıyor. amacı da o nexus'un içine girmek tekrardan. koşturmaca başlıyor.
kötü eleman dediğim dr. soran'ı da malcolm mcdowell oynuyor, ki döktürüyor. whoopi goldberg falan da var filmde. yeni karakterler de gayet güzel oturmuş, bir yapay zeka olan data'nın insanlaşma süreci gayet tatlış.
ama film açıkçası sıkıcı. zaten star trek filmlerinin en kötülerinden olarak gösteriliyor. ama güzel şeyler yok mu, var, mis gibi var; iki farklı enterprise kaptanı bir arada takılıyorlar bir yerden sonra. onların aralarında geçen diyaloglar falan gayet hoş. iki jenerasyonun bağlantı filmi olarak bakıldığında fazla göze bakmıyor.
ve tabi rip kaptan kirk. :(
çin'de gençlere marksizm'i benimsetmek ve sevdirmek için yapılan hip-hop şarkısı. sözlerini çevirmiş biri az buçuk internette, iyice komikleşti amk durum. akjsdb.
我对他的第一印象,在政治课
my first impression with him [karl marx] was from a civics/politics course
学了他的思想,只是为了及格
learned about him only to pass the course
本打算过了就算,书再也不念
i thought i would just pass the course and forget about him
后来翻开却发现并不讨厌
turns out it's not that annoying
人生总是充满意外
life is always full of surprises
有一天我看到他的厉害
one day i saw his power [厉害]
看到我的信仰别再问 why
ask me 'why' about my faith no more
别再看 magazine(杂志)我在看马克思
stop reading magazines, i am reading marx
我出生在 1990s,
i was born in the 90s.
我就是你的 bruno mars(布洛诺马尔斯)
i am your bruno mars
但你是我的维纳斯(venus),
but you are my venus
我亲爱的马克思(marx)
dear marx
统治者说着乌托邦却不知自由该怎么写
the ruling class talks about utopia but doesn't know the spelling of "freedom"
你站出来说无产阶级的力量永远正不畏邪
you stand up and say the power of the proletariat is never afraid of evil
不为了权不为了钱
not for power not for money
但是为了信仰我们一往无前
but for faith we go forward
(前进进 前进进)
cause we both won't give up till we die
(到死也不会放弃)
像叶孤舟行在山丘
那样的为真理争斗
像他一样嫉恶如仇
像他一样不屑权谋
为了别人牺牲自己不会容易
die for others isn't easy
总有些人会觉得不可思议
there are many that think it's impossible
不可思议 不会容易
isn't easy, isn't possible
但世界可能已经 ready(准备好)
but the world is perhaps ready
马克思已经不是 plan b(备用方案)
marx is no longer plan b
(be mine)决定可以当他的小弟
(be mine), decide they are gonna be his follower
虽然已经有了至少 14 亿
there are 1.4 billion at least
(you're gonna listen to me )(听我说)
共产主义甜如蜜
communism tastes like honey
我出生在 1990s,
i was born in the 1990s
我就是你的 bruno mars
i am your bruno mars
但你是我的维纳斯(venus),
but you are my venus
我亲爱的马克思(marx)
my dear marx
统治者说着乌托邦却不知自由该怎么写
the ruling class talks about utopia but doesn't know the spelling of "freedom"
你站出来说无产阶级的力量永远正不畏邪
you stand up and say the power of the proletariat is never afraid of evil
不为了权不为了钱
not for power not for money
但是为了信仰我们一往无前
but for faith we go forward
(前进进 前进进)
cause we both won't give up till we die(到死也不会放弃)
九零后(yeah) 从此以后(you know)
we both won't give up till we die(我们不会放弃到死)
and this song will never die (whoo)(这首歌也永远不会死)
像叶孤舟行在山丘
那样的为真理争斗
像他一样嫉恶如仇
像他一样不屑权谋
像叶孤舟行在山丘
那样的为真理争斗
像他一样嫉恶如仇
像他一样不屑权谋
马克思是个九零后
'o kadar da gıcık değilmiş ya marksizm, hayat ne garip lan' sözüyle iyice beni benden aldı.
我对他的第一印象,在政治课
my first impression with him [karl marx] was from a civics/politics course
学了他的思想,只是为了及格
learned about him only to pass the course
本打算过了就算,书再也不念
i thought i would just pass the course and forget about him
后来翻开却发现并不讨厌
turns out it's not that annoying
人生总是充满意外
life is always full of surprises
有一天我看到他的厉害
one day i saw his power [厉害]
看到我的信仰别再问 why
ask me 'why' about my faith no more
别再看 magazine(杂志)我在看马克思
stop reading magazines, i am reading marx
我出生在 1990s,
i was born in the 90s.
我就是你的 bruno mars(布洛诺马尔斯)
i am your bruno mars
但你是我的维纳斯(venus),
but you are my venus
我亲爱的马克思(marx)
dear marx
统治者说着乌托邦却不知自由该怎么写
the ruling class talks about utopia but doesn't know the spelling of "freedom"
你站出来说无产阶级的力量永远正不畏邪
you stand up and say the power of the proletariat is never afraid of evil
不为了权不为了钱
not for power not for money
但是为了信仰我们一往无前
but for faith we go forward
(前进进 前进进)
cause we both won't give up till we die
(到死也不会放弃)
像叶孤舟行在山丘
那样的为真理争斗
像他一样嫉恶如仇
像他一样不屑权谋
为了别人牺牲自己不会容易
die for others isn't easy
总有些人会觉得不可思议
there are many that think it's impossible
不可思议 不会容易
isn't easy, isn't possible
但世界可能已经 ready(准备好)
but the world is perhaps ready
马克思已经不是 plan b(备用方案)
marx is no longer plan b
(be mine)决定可以当他的小弟
(be mine), decide they are gonna be his follower
虽然已经有了至少 14 亿
there are 1.4 billion at least
(you're gonna listen to me )(听我说)
共产主义甜如蜜
communism tastes like honey
我出生在 1990s,
i was born in the 1990s
我就是你的 bruno mars
i am your bruno mars
但你是我的维纳斯(venus),
but you are my venus
我亲爱的马克思(marx)
my dear marx
统治者说着乌托邦却不知自由该怎么写
the ruling class talks about utopia but doesn't know the spelling of "freedom"
你站出来说无产阶级的力量永远正不畏邪
you stand up and say the power of the proletariat is never afraid of evil
不为了权不为了钱
not for power not for money
但是为了信仰我们一往无前
but for faith we go forward
(前进进 前进进)
cause we both won't give up till we die(到死也不会放弃)
九零后(yeah) 从此以后(you know)
we both won't give up till we die(我们不会放弃到死)
and this song will never die (whoo)(这首歌也永远不会死)
像叶孤舟行在山丘
那样的为真理争斗
像他一样嫉恶如仇
像他一样不屑权谋
像叶孤舟行在山丘
那样的为真理争斗
像他一样嫉恶如仇
像他一样不屑权谋
马克思是个九零后
'o kadar da gıcık değilmiş ya marksizm, hayat ne garip lan' sözüyle iyice beni benden aldı.