afrika krallıklarında ve kabile devletlerinde bulunan, doğaüstü güçlere sahip olduğu düşünülen krallar. afrika ile ilgili yazılan bazı batı kaynaklı kitaplarda, bazı krallıklarda seçilen krala daha görevinin başında bir hükümdarlık süresi verildiği, süre dolduğunda ise öldürüldüğü söylenir. enteresan bir yönetim biçimi.
telefonunun bataryası can çekişirken yola çıkmasının yarattığı aksiyona buluşma heyecanı da eklenince elimi ayağıma dolaştıran yazar. sabiha kazan ben kepçe araşıp durduk. kahveyi de üstüme döktüm zaten !
kontrolü zorlaştıran, bazen uyutmayan, kan akışını hızlandıran, neşeli bir tedirginlik veren duygu. ateşleyici bir hali de vardır, stresle karıştırmamak gerek. sevgi kaynaklı heyecanlar en güzeli, kavuşmayı beklemenin, sevişmeyi beklemenin, görmeyi beklemenin heyecanı, gittikçe yükselen ve şiddetli tepkimelere dönüşen enerji yükselişi.
insanların çoğu aklının kaldığı eski sevgiliyi hatırlattığı için yeni tanışılan kişiye ilgi duymak gibi, shameless dan bir parıltı bulurum da sırf hatırladığım için tebessüm ederim gibi bir hisle oturdu izledi, dayanmaya çalıştı, olmadı.
"çünkü müziğin insanı götüreceği yer güzellik sevgisidir" demişti, kim olduğunu hatırlamadığım biri.
savrulup fırtınaların birinden diğerine
bir yalnızlık kayasına tutundu
deniz bir kabardı bir durdu
ve kimi zaman mavi aynalarda kendini bularak
kimi zaman ufuklara bakarak
el sallayarak uzaklara
uçuşan kuşlarla arkadaş olarak
ezberleyerek yağmurun düşmanlığını
bir yalnızlık kayasının matemli kuğusu oldu
gözleri doldu göklerini bulutlar kapladıkça
güneşe mektuplar yazdı
eğer onu duysalar yıldızlar utanacak
bulutları delip geçemeyen ışıklarından
ve tüm gemiciler suçlu bulunacak
ellerindeki her nasır izinden ve gözyaşlarından
bir gün elbet bir rota kesişecek
tutunduğu kayalıklarında bitecek toprak
açacak o beklediği mor çicek
bir bahar yaşanacak
ve gemiler demirleyecek limanlarına
saçlarına bahar kelebekleri koşturacak
deniz yıldızları konacak avuçlarına
bir gemi bir gün onu kurtaracak
onu denizlerle barıştırıp
son verecek ıssız kışlarına.
bir yalnızlık kayasına tutundu
deniz bir kabardı bir durdu
ve kimi zaman mavi aynalarda kendini bularak
kimi zaman ufuklara bakarak
el sallayarak uzaklara
uçuşan kuşlarla arkadaş olarak
ezberleyerek yağmurun düşmanlığını
bir yalnızlık kayasının matemli kuğusu oldu
gözleri doldu göklerini bulutlar kapladıkça
güneşe mektuplar yazdı
eğer onu duysalar yıldızlar utanacak
bulutları delip geçemeyen ışıklarından
ve tüm gemiciler suçlu bulunacak
ellerindeki her nasır izinden ve gözyaşlarından
bir gün elbet bir rota kesişecek
tutunduğu kayalıklarında bitecek toprak
açacak o beklediği mor çicek
bir bahar yaşanacak
ve gemiler demirleyecek limanlarına
saçlarına bahar kelebekleri koşturacak
deniz yıldızları konacak avuçlarına
bir gemi bir gün onu kurtaracak
onu denizlerle barıştırıp
son verecek ıssız kışlarına.
bob dylan şaheseri. bir dolu coverı olsa bile benim için vazgeçilmez versiyonu :
başka bir dünyanın, boyutun varlığını sezip orada olmak isteyip orada olamamak gibi bir şey aşık olmak. Daha doğrusu, aşık olmanın ulaşamamak ya da yaşayamamakla insan üzerinde oluşturduğu etki.
İnsan aşık olduğunda sürekli aşık olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu onun kaşı, gözü, varlığı değil düşünülen. Elbette o karanlığın içine düşen güneş gibi düşüyor insanın içinde akla gelince. Gözler kamaşıyor. Etrafınızı duyamaz oluyorsunuz. Karanlığın sızısı içinde bütün renkleri ve şeyleri parlatan bu ışığa bakakalıyorsunuz. Dalgınlık dedikleri hal.
Düşünülen şey aslında o değil de onunla olma hali. Onunla konuşmak, onu duymak, ona söylemek. Bir evren yaratılıyor adeta. O bu evrende maddenin içindeki enerji halini alıyor. Canlılığa üflenen nur oluyor o. İşte insan, bu evreni duyuyor, hissediyor fakat orada olamıyor gibi bir hal alıyor.
O evreni düşünmek, evreni düşler ve düşün içinde kendin unuturken eşsiz bir tat, o evrende olmadığını olamayacağını ya da o evrenin tek kişilik bir hayal sahnesi olduğunu fark ederken bir ızdırap halini alıyor. Sürekli olarak masvam gökler ve gri fırtınalı bulutlar arasında geçiş yapıp durmak gibi.
Bu sebeple aşk duygusunun insanları sonsuzluk inancına, ilahi aşka götürmesine şaşırmam. Çünkü gerçekten arzulanan, hissedilen başka bir boyuta dönüyor insanın algıları, hisleri. Gerçek dünyayla olan kopuşlar, aşık mısın diye insanlara sorduran dalgınlık kendini bilmezlik hali de bundan.
Bu dünyanın bir de, bizim aşkımızla aynı şekilde karşı tarafın aşkını yaşadığını zannettiren, biz merkezli bir yönü de var. Aşkı yaşarken. Karşılıksız olduğunda ise, insan bu hislerinin karşılıksız olduğunu kabul edemiyor, anlayamıyor daha doğrusu.sanki bu olan iki evren arasında bir köprüdür. Oysa bazen sizden ona uzanan fakat tutunamayan sarmaşık filizlerinden fazlası değildir.
İnsan aşık olduğunda sürekli aşık olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu onun kaşı, gözü, varlığı değil düşünülen. Elbette o karanlığın içine düşen güneş gibi düşüyor insanın içinde akla gelince. Gözler kamaşıyor. Etrafınızı duyamaz oluyorsunuz. Karanlığın sızısı içinde bütün renkleri ve şeyleri parlatan bu ışığa bakakalıyorsunuz. Dalgınlık dedikleri hal.
Düşünülen şey aslında o değil de onunla olma hali. Onunla konuşmak, onu duymak, ona söylemek. Bir evren yaratılıyor adeta. O bu evrende maddenin içindeki enerji halini alıyor. Canlılığa üflenen nur oluyor o. İşte insan, bu evreni duyuyor, hissediyor fakat orada olamıyor gibi bir hal alıyor.
O evreni düşünmek, evreni düşler ve düşün içinde kendin unuturken eşsiz bir tat, o evrende olmadığını olamayacağını ya da o evrenin tek kişilik bir hayal sahnesi olduğunu fark ederken bir ızdırap halini alıyor. Sürekli olarak masvam gökler ve gri fırtınalı bulutlar arasında geçiş yapıp durmak gibi.
Bu sebeple aşk duygusunun insanları sonsuzluk inancına, ilahi aşka götürmesine şaşırmam. Çünkü gerçekten arzulanan, hissedilen başka bir boyuta dönüyor insanın algıları, hisleri. Gerçek dünyayla olan kopuşlar, aşık mısın diye insanlara sorduran dalgınlık kendini bilmezlik hali de bundan.
Bu dünyanın bir de, bizim aşkımızla aynı şekilde karşı tarafın aşkını yaşadığını zannettiren, biz merkezli bir yönü de var. Aşkı yaşarken. Karşılıksız olduğunda ise, insan bu hislerinin karşılıksız olduğunu kabul edemiyor, anlayamıyor daha doğrusu.sanki bu olan iki evren arasında bir köprüdür. Oysa bazen sizden ona uzanan fakat tutunamayan sarmaşık filizlerinden fazlası değildir.
2017-2018 şampiyonlar ligi ne çok temiz bir başlangıç yapan kulüp, altın değerinde bir üç puan oldu.
Eski şarkıların altındaki yorumlar muhakkak ah eskiden her şey ne güzeldi dramatizasyonuyla doludur. Lan dinle müziğini git işte, gerçekten gına geldi her eski şarkının altındaki 90/80/70/60 lar ne güzeldi muhabbetinden, zerre samimi olduğuna inanmıyorum.
Genelde esmer, belirgin ve koyu renk gözlere sahip, hareketli kadınlar. Çoğu kısadır ama uzunları da güzel bacaklı oluyor. Kendine bakmış, yaz bronzluğunda uzun boylu bir Akdeniz kadını şu hayatta ne güzel şeyler var dedirtiyor. Buram buram deniz kokuyor. Latinin kıvrımı slavın saç ten rengi halt etmiş yanında.
Zayıf, alımlı vücutlara çok yakışan, bir başka yakışan.
Bir erkek olarak nötr hissettiğim bir konu. Oturur dinlerim ama hiçbir zaman iştahla konuşacağım bir konu değil.
Beklediğine hazır gibi hisseder insan kendini beklerken, selamsız bandosu gibi öylece kalakalmak da var bir yandan. Hoşgeldin kapısı inşa ederiz içten içe.
Gülecek, konuşacak, anlatacak çok fazla şey var ama insanların farklılıkları, kafalarının içindeki yalnızlıkları o kadar derin ki o uçurumlardan geçmek çok zor. Çok fazla faklı kültür yeterince bağımsızlık olmadan yaşanmıyor ve çatışma kaçınılmaz hale geliyor. O uçurumlardan geçtikten sonra tüketim toplumu dayatmalarından, alternatif düşüncelerinden, kimsenin mükemmel olmadığı gerçeğini unutmak gibi şeylerden kaçmak gerekiyor. Birbirine aç kalmayı başarmak gerekiyor.
Bazı bünyelerde haşlanma şeklinde vuku bulur, sauron'un gondor saldırısını bekler gibi kaşıntı krizi bekletir.
denizin diğer kıyısında
sevilmişliğinin aynalarında
görüyorsun sahneleneni
ışığı beni kendinden iyi bilişin olan
ne çaresizlik ipinde oynayan kukla
ne bir tiyatro sahnesi
bir ruh cehennemini bırakıp suya
uzaklığın kanatlarına binip gittiğin
bir sessizlik zindanıdır
insan sevdiğiyle olmalıdır
imkansızımsa uyandığımız dünya
kendimizi esas var ettiğimiz
gönülde kurulan rüya
bizi bir öykünün kahramanı kılmalıdır
yıldızların da bir şarkısı vardır
bir sevdalını gözünde ezberlediği
duyar bilirim kulakların
yaz rüzgarları tenine dokununca
düşlerinde bulursun beni
bütün sahillerde yeniden sevişiriz
anlamını yeniden doğurur tutkular
dansımız başlar bir kez daha..
sevilmişliğinin aynalarında
görüyorsun sahneleneni
ışığı beni kendinden iyi bilişin olan
ne çaresizlik ipinde oynayan kukla
ne bir tiyatro sahnesi
bir ruh cehennemini bırakıp suya
uzaklığın kanatlarına binip gittiğin
bir sessizlik zindanıdır
insan sevdiğiyle olmalıdır
imkansızımsa uyandığımız dünya
kendimizi esas var ettiğimiz
gönülde kurulan rüya
bizi bir öykünün kahramanı kılmalıdır
yıldızların da bir şarkısı vardır
bir sevdalını gözünde ezberlediği
duyar bilirim kulakların
yaz rüzgarları tenine dokununca
düşlerinde bulursun beni
bütün sahillerde yeniden sevişiriz
anlamını yeniden doğurur tutkular
dansımız başlar bir kez daha..
güzel şarkılara konu olmuştur. eylül'de gel gibi, eylül akşamı gibi..
Özgün olmak, nevi şahsına münhasır olmak en güzelidir. Takipçi sayısından favdan likedan öte, onun konusu onun tarzı dedirtmek, bu yönden beğenilmek bence en güzeli. Çünkü her arz kendi talebini yaratır ve üstelik her körün bir topal alıcısı vardır. Bu sonuncusu hakaret gibi oldu ama siz öyle anlamayın.
Şırnak ve Hakkari'yi ver Musul u Erbil i al deseler bir an tereddüt etmem. Ver bu iki coğrafyayı ve zagros dağları çevresini de devlet kurmak isteyen Kürtlere olsun bitsin. Kerkük meselesine girmedim bile.
Amerika tarafından yargılanmak için Amerikan vatandaşı olmanız gerekmiyor. Vatandaşı olduğunuz ülkenin Amerika'nın yasak saydığı bir şeyi yasak saymış olması da gerekmiyor. Amerikan yasalarına göre suç olan Amerika'ya zarar veren bir eylemde bulunmanız yeterli. Dünyanın çeşitli yerlerinde Amerika ya zarar veren terörist unsurlar Amerika için, Türkiye ye zarar veren unsurlar Türkiye için tehdittir. Ülkeye girişleri yasaklanabilir, haklarında dava açılabilir. Örnek olarak : mavi Marmara da İsrail askerlerinin yargılanması.
Şimdi bu dava siyasi bir dava. Bozulan Amerika Türkiye ilişkileri ile direkt ilgilidir. Yani mesele adaletin sağlanması veya yolsuzluk değildir, mesele Türkiye yorumu sıkıştırmak siyasi iradeyi rahatsız etmek.
Bana kalırsa, İran ambargosu meselesinden parayı cukkalamış üçkağıtçıları ama milli mesele diye savunmak direkt çomarlıktır. Adamlara vatan millet deyince istediğin gibi sürüyorsun. Bakan olunca Fatih in akıncı komutanı olmuyorsun. Bu yolsuzluğa batmış kupon arazici hepsinin oğlu armatör olmuş dünün memur fakiri bugünün kodamanları milli dava falan da değil.
Türkiye ye bir müdahaleden bahsetmek için bir insanın ergenlik katsayısı kaç olmalı gerçekten merak ediyorum. Dünya'da son 30 yılda Türkiye ayarında bir ülkeye bırakın askeri müdahaleyi ekonomik ambargo bile ancak İran gibi çok sivrilmekle mümkün. Büyüyün artık.
Şimdi bu dava siyasi bir dava. Bozulan Amerika Türkiye ilişkileri ile direkt ilgilidir. Yani mesele adaletin sağlanması veya yolsuzluk değildir, mesele Türkiye yorumu sıkıştırmak siyasi iradeyi rahatsız etmek.
Bana kalırsa, İran ambargosu meselesinden parayı cukkalamış üçkağıtçıları ama milli mesele diye savunmak direkt çomarlıktır. Adamlara vatan millet deyince istediğin gibi sürüyorsun. Bakan olunca Fatih in akıncı komutanı olmuyorsun. Bu yolsuzluğa batmış kupon arazici hepsinin oğlu armatör olmuş dünün memur fakiri bugünün kodamanları milli dava falan da değil.
Türkiye ye bir müdahaleden bahsetmek için bir insanın ergenlik katsayısı kaç olmalı gerçekten merak ediyorum. Dünya'da son 30 yılda Türkiye ayarında bir ülkeye bırakın askeri müdahaleyi ekonomik ambargo bile ancak İran gibi çok sivrilmekle mümkün. Büyüyün artık.
Sanal kuduz mikrobu yaydığına inandığım sanal mecra.
Kimi gidişlerde gidenin gözü arkasında bıraktığı boşluktaki akislerdedir. bir zamanlar doldurduğu alandaki anlamı, önemi, gerekliliği veya fazlalığı rahatsız edecek derecede muğlaklaştığında gitme isteği olur. Gidişinin ardındaki boşlukta geride bıraktıklarının tepkilerinin yansımasını görmeye çalışır. Bazense sadece fanusun dışına çıkmak, nerede neyi doldurduğunu görmek ister, gidişin amacı budur.buradaki muğlaklığın olumsuz beklentilerin ağır bastığı bir bilinmezlik hali olduğunu da söylemek gerek. “ beni neden seviyorsun” sorusuna güzel cevaplar alacağını tahmin etmeyen biri, ki bu tahminin sebebi karşısındakinin duygusunu çok yoğun çok gerçek ve sıcak bulmasıdır, bu soruyu gözleri parlayarak sormaz. Tıpkı bunun gibi, “burada neyim” sorusuna alacağı veya bulacağı cevapların olumsuz olmayacağını düşünen biri de cevabı bulmak için gitmeyi seçmez.
Kimi gidişler yenilginin doğurduğu geri çekiliştir.burada gitmenin etken, kendine güvenen, kararlı ve yol çizici psikolojisi yoktur. Bulunduğu alanda istediği konumu elde etme elinde tutma mücadelesi başarıszlığa uğradığında, sönmesin diye uğraştığı ateş söndüğünde, elinde tutmaya çalıştığı ipler ellerini yeterince kanattığında, gitmesi için dürtenlere daha fazla direnemediğinde, kovulmuşluğa benzer bir gidiş olur. Başı dik değil boynu bükük bir gidiştir. Çoğu zaman sevilmemişin, istenmemişin kabullenişi budur.
Kimi gidişler ise bulunduğu alanda ölen bir ağacın olduğu yerde taşlaşması gibi olur.çok bencil bir gidiş hali. Bulunduğu alanı ölesiye doldurur, fakat çevresindekileri gitmeye zorlar. Bir zamanlar gölgesinde ferahlanan iken döker tüm yapraklarını. Ölür olduğu yerde, bir mezara tahammül edemeyenler de gider neticede.
Gitmek yabancılaşmanın aksiyona geçiş için gerekli aktivasyon enerjisini kazanmasıyla meydana gelir. Bulunduğu toprağa gömülü bir taş için kim gtmekten bahsedebilir ki ? sanki hep oradaymış gibi gelir insana.” Yerinde ağırdır” o mesela. Potansiyel, yüksektir. Kaldırırsanız altındaki canlılığı görürsünüz. Etrafı ile bütünleşme had safhadadır.Fakat yerinden edilmiş bir taş görürseniz, sanki dokunsanız uzaklara yuvarlanacak gibi, etrafı ile uyumsuzluğu ve yabancılığı had safhada, işte gitmek çok yeni bir “yerini bulmamışlık” veya “yerinden edilmişlik” içindir.
Belki de hep, bir kaya gibi sağlam gömüleceğimiz bir güvenli huzur arayışındandır gitmek.
Kimi gidişler yenilginin doğurduğu geri çekiliştir.burada gitmenin etken, kendine güvenen, kararlı ve yol çizici psikolojisi yoktur. Bulunduğu alanda istediği konumu elde etme elinde tutma mücadelesi başarıszlığa uğradığında, sönmesin diye uğraştığı ateş söndüğünde, elinde tutmaya çalıştığı ipler ellerini yeterince kanattığında, gitmesi için dürtenlere daha fazla direnemediğinde, kovulmuşluğa benzer bir gidiş olur. Başı dik değil boynu bükük bir gidiştir. Çoğu zaman sevilmemişin, istenmemişin kabullenişi budur.
Kimi gidişler ise bulunduğu alanda ölen bir ağacın olduğu yerde taşlaşması gibi olur.çok bencil bir gidiş hali. Bulunduğu alanı ölesiye doldurur, fakat çevresindekileri gitmeye zorlar. Bir zamanlar gölgesinde ferahlanan iken döker tüm yapraklarını. Ölür olduğu yerde, bir mezara tahammül edemeyenler de gider neticede.
Gitmek yabancılaşmanın aksiyona geçiş için gerekli aktivasyon enerjisini kazanmasıyla meydana gelir. Bulunduğu toprağa gömülü bir taş için kim gtmekten bahsedebilir ki ? sanki hep oradaymış gibi gelir insana.” Yerinde ağırdır” o mesela. Potansiyel, yüksektir. Kaldırırsanız altındaki canlılığı görürsünüz. Etrafı ile bütünleşme had safhadadır.Fakat yerinden edilmiş bir taş görürseniz, sanki dokunsanız uzaklara yuvarlanacak gibi, etrafı ile uyumsuzluğu ve yabancılığı had safhada, işte gitmek çok yeni bir “yerini bulmamışlık” veya “yerinden edilmişlik” içindir.
Belki de hep, bir kaya gibi sağlam gömüleceğimiz bir güvenli huzur arayışındandır gitmek.
uzaklık, sosyal alanda benlikler arasındaki duvar veya boşluk.
" Esas olarak dışarıdan dayatılan farklılıklar mevki, sosyal konum ve mülkiyet ayrımlarıdır. İnsanlar birey olarak her zaman bu ayrımların bilincindedirler; bunlar üzerinde derin derin düşünür ve bu ayrımların her birini diğerinden ayrı tutarlar. Bir insan güvenli ve belirlenmiş bir noktada tek başına durur, her jesti öteki insanları belirli bir mesafede tutma hakkını ifade eder. İnsan orada, devasa bir düzlükte, son derece etkileyici bir yel değirmeni gibi durur; kendisiyle bir sonraki yel değirmeni arasında hiçbir şey yoktur. Bildiği kadarıyla bütün hayat mesafe üzerine kuruludur : kendisini ve sahip olduklarını içine kapattığı ev, bulunduğu konum, arzuladığı mevki, bunların hepsi mesafeler yaratmaya, mesafeleri korumaya ve genişlemeye hizmet eder. Başka bir insana yönelik serbest ya da rahat her hareket baskılanmıştır. Etki ve tepki çölde olduğu gibi giderek kaybolur. Kimse bir başkasının yanına veya seviyesine ulaşamaz. Yaşamın her alanında, sıkı sıkıya kurulmuş hiyerarşiler insanın bir üstüne dokunmasını veya bir astının seviyesine inmesini engeller; tabii görünüşte böyle davranılan durumlar hariç. Farklı toplumlarda mesafeler farklı biçimlerde ayarlanmıştır, mesafeleri yaratan, kimi toplumlarda doğumla edinilen payeler, kimilerinde meslek ya da mülkiyettir. “
" Esas olarak dışarıdan dayatılan farklılıklar mevki, sosyal konum ve mülkiyet ayrımlarıdır. İnsanlar birey olarak her zaman bu ayrımların bilincindedirler; bunlar üzerinde derin derin düşünür ve bu ayrımların her birini diğerinden ayrı tutarlar. Bir insan güvenli ve belirlenmiş bir noktada tek başına durur, her jesti öteki insanları belirli bir mesafede tutma hakkını ifade eder. İnsan orada, devasa bir düzlükte, son derece etkileyici bir yel değirmeni gibi durur; kendisiyle bir sonraki yel değirmeni arasında hiçbir şey yoktur. Bildiği kadarıyla bütün hayat mesafe üzerine kuruludur : kendisini ve sahip olduklarını içine kapattığı ev, bulunduğu konum, arzuladığı mevki, bunların hepsi mesafeler yaratmaya, mesafeleri korumaya ve genişlemeye hizmet eder. Başka bir insana yönelik serbest ya da rahat her hareket baskılanmıştır. Etki ve tepki çölde olduğu gibi giderek kaybolur. Kimse bir başkasının yanına veya seviyesine ulaşamaz. Yaşamın her alanında, sıkı sıkıya kurulmuş hiyerarşiler insanın bir üstüne dokunmasını veya bir astının seviyesine inmesini engeller; tabii görünüşte böyle davranılan durumlar hariç. Farklı toplumlarda mesafeler farklı biçimlerde ayarlanmıştır, mesafeleri yaratan, kimi toplumlarda doğumla edinilen payeler, kimilerinde meslek ya da mülkiyettir. “
ışığın yokluğu.
Karanlık kıskançtır. Işığa tapar, ama onu paylaşamaz asla. Başka hiçbir şeyin ondan doğmasını, başka hiçbir şeyin üzerinde, başka renkler olarak yeniden anlam bulmasını istemez. Yegane beyazı ister. Ama o beyaza değen her şey, yani beyazdan bir şeyler alan, ondan kendine bir şeyler katan, onunla etkileşime giren her renge de düşmandır. Bu yüzden siyah bütün maddeyi örtmek ister. Böylece beyazı yasak kılar her şeye. ışıksız kalmaya mecburdur ebediyen, ama onu da hiçbir şeye yar etmez. Kendisi varken ışık yoktur, ışık varken de kendisi. Şeytanın, rabbin emrine rağmen rabbinden başkasına secde etmemesini hatırlatır bana. Şeytan da, nurun rahmetin insandaki hiçbir aksine, rengine katlanamaz. İnsan ruhunu karanlığıyla kaplamak ister.
Karanlık kıskançtır. Işığa tapar, ama onu paylaşamaz asla. Başka hiçbir şeyin ondan doğmasını, başka hiçbir şeyin üzerinde, başka renkler olarak yeniden anlam bulmasını istemez. Yegane beyazı ister. Ama o beyaza değen her şey, yani beyazdan bir şeyler alan, ondan kendine bir şeyler katan, onunla etkileşime giren her renge de düşmandır. Bu yüzden siyah bütün maddeyi örtmek ister. Böylece beyazı yasak kılar her şeye. ışıksız kalmaya mecburdur ebediyen, ama onu da hiçbir şeye yar etmez. Kendisi varken ışık yoktur, ışık varken de kendisi. Şeytanın, rabbin emrine rağmen rabbinden başkasına secde etmemesini hatırlatır bana. Şeytan da, nurun rahmetin insandaki hiçbir aksine, rengine katlanamaz. İnsan ruhunu karanlığıyla kaplamak ister.