tek cümle ile insanlık ayıbı olan ceza indirimi durumu. son senelerde bu çıktı memlekette. mahkemeye takım elbise giyip geldi diye tacizcilere, tecavüzcülere, katillere olması gerekenden daha az ceza verildi ve saygın tutum indirimi kılıfı altına gizlendi.
pir sultan abdal'a ait bir eser.
şöyle bir hikayesi olduğu rivayet ediliyor:
pir sultan toprak kaleye hapsedilmiştir ve hızır paşa'nın emriyle asılacaktır. hızır paşa öfkesini yenemez ve halkın pir sultan'ı taşlamasını ister; taşlamayanların öldürüleceğini bildirir. herkes bir taş alıp atar; ancak, bu taşlardan hiçbiri pir sultan'a dokunmaz. halkın arasında bulunan ve pir sultan'n musahibi olan ali baba, ne yapacağını bilemez ama sonunda korkudan buyruğa uymak zorunda kalır. ne var ki pirine taş atmaya eli varmaz, gizlice bir gül atar. pir sultan kendisine gül atan musahibini görür,çok üzülür ve acısını şöyle dile getirir:
şu kanlı zalimin ettiği işler
garip bülbül gibi zar eyler beni
yağmur gibi yağar başıma taşlar
ille dostun bir fiskesi yaralar beni
dar günümde dost düşmanım belli oldu
bir derdim varsa simdi elli oldu
ecel fermanı boynuma takıldı
gerek asa, gerek vuralar beni
pir sultan abdal'ım can göğe almaz
haktan emr'olmazsa ırahmet yağmaz
şu ellerin taşı bana hiç değmez
ille dostun bir tek gülü yaralar beni
şöyle bir hikayesi olduğu rivayet ediliyor:
pir sultan toprak kaleye hapsedilmiştir ve hızır paşa'nın emriyle asılacaktır. hızır paşa öfkesini yenemez ve halkın pir sultan'ı taşlamasını ister; taşlamayanların öldürüleceğini bildirir. herkes bir taş alıp atar; ancak, bu taşlardan hiçbiri pir sultan'a dokunmaz. halkın arasında bulunan ve pir sultan'n musahibi olan ali baba, ne yapacağını bilemez ama sonunda korkudan buyruğa uymak zorunda kalır. ne var ki pirine taş atmaya eli varmaz, gizlice bir gül atar. pir sultan kendisine gül atan musahibini görür,çok üzülür ve acısını şöyle dile getirir:
şu kanlı zalimin ettiği işler
garip bülbül gibi zar eyler beni
yağmur gibi yağar başıma taşlar
ille dostun bir fiskesi yaralar beni
dar günümde dost düşmanım belli oldu
bir derdim varsa simdi elli oldu
ecel fermanı boynuma takıldı
gerek asa, gerek vuralar beni
pir sultan abdal'ım can göğe almaz
haktan emr'olmazsa ırahmet yağmaz
şu ellerin taşı bana hiç değmez
ille dostun bir tek gülü yaralar beni
rivayet odur ki nazım hikmet rusya'da rahatsızlığında doktoru ona aşık olmazsan 10 yıl, aşık olursan 3 yıl yaşarsın demiş. nazım hikmet o anda yanında olan rus bir arkadaşına sen ne dersin gibilerinden bir şey demiş arkadaşı da kendisine üç yıl yaşa ama âşık olarak yaşa demiş, nazım hikmet de aşkını yaşamaya devam etmiş ve doktorun dediği gibi üç yıl sonra ölmüş.
bu söz o olaydan geliyormuş.
bu söz o olaydan geliyormuş.
zimbordo deneyi olarak da bilinen 1971 yılında stanford üniversitesi psikoloji departmanında gerçekleştirilen deney. deney daha sonra insan haklarına aykırı olduğu için eleştirilse de deney sonucunda çok önemli bilgiler elde edildi. herkesin konuya tam hakim olması için, deneyi baştan sona ele alan bir yazı alıntılayacağım.
''1971 yılında philip zimbardo isimli bir sosyal psikolog, insanların sosyal rollere nasıl tepki verdiğine dair bir deney düzenleme kararı aldı ve stanford üniversitesi'nin psikoloji departmanı'nın bodrum katına inşa edilen sahte bir hapishanede, gardiyanlar ve mahkumlar olarak davranmalarını sağlayacak şekilde, 2 hafta sürecek olan deneyi için 24 kişiden oluşan bir grup erkek, üniversite öğrencisini deneyinde kullandı. fakat zimbardo deneklerine hangi role sahip olacaklarını, onların haberi olmaksızın belirledi. deneklere, önceden bunun 2 haftalık bir deney olacağı, bir hapishanenin simüle edileceği ve gün başına 2012 parasıyla 85 dolar alacakları bildirildi.
mahkumlara deney süresince gardiyanların emirlerini dinleme zorunluluğu yükledi. gardiyanlara ise mahkumlara sözlerini geçirebilmek için olabildiğince sert davranmalarını; ancak şiddete kesinlikle başvurmamalarını tembihledi. zimbardo, sonradan yayınlanan görüntülerde, deney öncesinde gardiyanları eğitirken şunları söylüyordu:
"mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce..."
gardiyanlar, tıpkı gerçek gardiyanlar gibi giydirildi, ellerine tahta sopalar verildi ve tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratılmaya çalışıldı. göz temasına engel olması amacıyla aynalı gözlükler verildi. mahkumlaraysa, tıpkı gerçekte olduğu gibi, oldukça rahatsız edici bir mahkum kıyafeti giydirildi ve bileklerine birer zincir vuruldu. gardiyanlara, mahkumları onlara atanmış ve mahkum kıyafetlerine işlenmiş numaralar ile çağırmaları tembihlendi. böylece tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratıldı.
zimbardo, 14 ağustos 1971 günü, "mahkum" konumunda olacakları kendi evleri önünde ansızın, beklenmedik bir zamanda tutuklayarak deneye dahil etti. tutuklamaları palo alto polisi, zimbardo ile anlaşmalı olarak yaptı ve mahkumları silahlı soygun suçuyla suçladı. mahkumlar, tüm gerçek tutuklanma prosedürlerinden geçirildi, parmak izleri alındı ve profil fotoğrafları çekildi. polis karakolundan sonra, sahte hapishaneye gerçek bir mahkum taşıma aracıyla transfer edildiler.
hapishanedeki her bir hücre, 3 mahkuma ev sahipliği yapmaktaydı. hücreler oldukça dardı; mahkumlar için bir hapishane bahçesi yaratılmıştı ve gardiyanlar içinse geniş, rahat alanlar kurulmuştu. gardiyanlar, üçlü gruplar halinde, 8 saatlik vardiyalarla çalıştılar. gardiyanların görev sonrası hapishane alanında bulunmaları gerekmiyordu.
deney bu şekilde başladı ve göreceli olarak sorunsuz bir ilk günden sonra, daha ikinci günden ortalık karışmaya başladı. ikinci gün, 1. hücre'de kalan mahkumlar kapılarını yataklarla bloke ederek, kıyafetlerini çıkardılar ve gardiyanları dinlemeyeceklerini söyleyerek emirleri reddettiler. olaylar bu şekilde başladı ve sonuçlar oldukça rahatsız edici düzeydeydi.
sıradan ve normal sayılacak üniversite öğrencileri sadece birkaç gün içerisinde vahşi düzeyde sadist gardiyanlar ve gitgide korkaklaşan mahkumlara dönüştüler. her geçen gün, her biri, rollerine daha da bağlı hale geldiler. günler geçtikçe, gardiyanlar giderek şiddetlenen psikolojik kontrol taktikleri geliştirmeye başladılar. örneğin isyanlara katılmayanları aldıkları özel bir hücre yarattılar ve burada onları ödüllendirmeye başladılar. benzer şekilde, mahkumların yatak çarşaflarını ve süngerlerini alarak onları metal yataklarda uyumaya zorladılar. kısa süre içerisinde gardiyanlar, mahkumlara önce gizli, sonrasında ise açık şiddet uygulamaya başladı. yemeklerini yemeyenler için gardiyanlar tarafından karanlık bir oda yaratıldı ve oraya hapsedilme cezası uygulanmaya başlandı. sadece 36 saat içerisinde, 8612 numaralı "mahkum", zimbardo'nun tanımıyla "çılgın" tavırlar sergilemeye başladı. zimbardo, olayları şöyle anlatıyor:
"8612 numaralı mahkum delice davranmaya başladı, bağırıyor, çığlık atıyor, küfrediyor ve kontrolsüz öfke nöbetleri geçiriyor. onun gerçekten bu psikolojik durumda olduğunu kabullenmemiz epey bir zaman aldı ve sonunda onu salma kararı verdik."
deneyin başlamasından sonra sadece 6 gün geçmesine ve deneyin içeriği tamamen rol olmasına rağmen sosyal ilişkilerin gerçekliğinden ötürü mahkumlar ile gardiyanlar arasındaki ilişki o kadar sadist ve vahşi bir hale gelmişti ki, zimbardo beklediği süreyi tamamlayamadan deneyini sona erdirmek zorunda kaldı.
deneyin ilk günlerinden itibaren gardiyan konumundaki öğrenciler, sözlerini mahkumlara dinletebilmek için giderek şiddetli hale gelen yöntemler uygulamışlardır. mahkumlar da, ilk günlerde gardiyan konumundakilerin gerçek hayatta "kendileri ile aynı düzeyde" olduğunu bildiklerinden inatçı ve "zoraki" bir şekilde rollerini üstlenen bir tablo çizmişler, ancak her geçen gün bu inatlaşmaya bağlı olarak artan gardiyan şiddeti, onları giderek uysal ve korkak bir hale getirmiştir.
zimbardo, deneyden kendisinin bile etkilendiğini belirtmiştir, çünkü kendisi de deneyde "hapishane müdürü" rolüne sahipti ve tamamen rol yapması gereken gardiyanların, tamamen rol yapması gereken mahkumlara uyguladıkları şiddeti sürdürmesine izin verecek kararlar almıştır.
bu deney, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde yerine getirdiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. deneyle ilgili birçok tartışma ve karşıt bilimsel makale yayınlanmıştır. ancak yine de, stanford hapishane deneyi, psikolojik deneylerin en meşhurlarından biri olmuş.''
''1971 yılında philip zimbardo isimli bir sosyal psikolog, insanların sosyal rollere nasıl tepki verdiğine dair bir deney düzenleme kararı aldı ve stanford üniversitesi'nin psikoloji departmanı'nın bodrum katına inşa edilen sahte bir hapishanede, gardiyanlar ve mahkumlar olarak davranmalarını sağlayacak şekilde, 2 hafta sürecek olan deneyi için 24 kişiden oluşan bir grup erkek, üniversite öğrencisini deneyinde kullandı. fakat zimbardo deneklerine hangi role sahip olacaklarını, onların haberi olmaksızın belirledi. deneklere, önceden bunun 2 haftalık bir deney olacağı, bir hapishanenin simüle edileceği ve gün başına 2012 parasıyla 85 dolar alacakları bildirildi.
mahkumlara deney süresince gardiyanların emirlerini dinleme zorunluluğu yükledi. gardiyanlara ise mahkumlara sözlerini geçirebilmek için olabildiğince sert davranmalarını; ancak şiddete kesinlikle başvurmamalarını tembihledi. zimbardo, sonradan yayınlanan görüntülerde, deney öncesinde gardiyanları eğitirken şunları söylüyordu:
"mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce..."
gardiyanlar, tıpkı gerçek gardiyanlar gibi giydirildi, ellerine tahta sopalar verildi ve tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratılmaya çalışıldı. göz temasına engel olması amacıyla aynalı gözlükler verildi. mahkumlaraysa, tıpkı gerçekte olduğu gibi, oldukça rahatsız edici bir mahkum kıyafeti giydirildi ve bileklerine birer zincir vuruldu. gardiyanlara, mahkumları onlara atanmış ve mahkum kıyafetlerine işlenmiş numaralar ile çağırmaları tembihlendi. böylece tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratıldı.
zimbardo, 14 ağustos 1971 günü, "mahkum" konumunda olacakları kendi evleri önünde ansızın, beklenmedik bir zamanda tutuklayarak deneye dahil etti. tutuklamaları palo alto polisi, zimbardo ile anlaşmalı olarak yaptı ve mahkumları silahlı soygun suçuyla suçladı. mahkumlar, tüm gerçek tutuklanma prosedürlerinden geçirildi, parmak izleri alındı ve profil fotoğrafları çekildi. polis karakolundan sonra, sahte hapishaneye gerçek bir mahkum taşıma aracıyla transfer edildiler.
hapishanedeki her bir hücre, 3 mahkuma ev sahipliği yapmaktaydı. hücreler oldukça dardı; mahkumlar için bir hapishane bahçesi yaratılmıştı ve gardiyanlar içinse geniş, rahat alanlar kurulmuştu. gardiyanlar, üçlü gruplar halinde, 8 saatlik vardiyalarla çalıştılar. gardiyanların görev sonrası hapishane alanında bulunmaları gerekmiyordu.
deney bu şekilde başladı ve göreceli olarak sorunsuz bir ilk günden sonra, daha ikinci günden ortalık karışmaya başladı. ikinci gün, 1. hücre'de kalan mahkumlar kapılarını yataklarla bloke ederek, kıyafetlerini çıkardılar ve gardiyanları dinlemeyeceklerini söyleyerek emirleri reddettiler. olaylar bu şekilde başladı ve sonuçlar oldukça rahatsız edici düzeydeydi.
sıradan ve normal sayılacak üniversite öğrencileri sadece birkaç gün içerisinde vahşi düzeyde sadist gardiyanlar ve gitgide korkaklaşan mahkumlara dönüştüler. her geçen gün, her biri, rollerine daha da bağlı hale geldiler. günler geçtikçe, gardiyanlar giderek şiddetlenen psikolojik kontrol taktikleri geliştirmeye başladılar. örneğin isyanlara katılmayanları aldıkları özel bir hücre yarattılar ve burada onları ödüllendirmeye başladılar. benzer şekilde, mahkumların yatak çarşaflarını ve süngerlerini alarak onları metal yataklarda uyumaya zorladılar. kısa süre içerisinde gardiyanlar, mahkumlara önce gizli, sonrasında ise açık şiddet uygulamaya başladı. yemeklerini yemeyenler için gardiyanlar tarafından karanlık bir oda yaratıldı ve oraya hapsedilme cezası uygulanmaya başlandı. sadece 36 saat içerisinde, 8612 numaralı "mahkum", zimbardo'nun tanımıyla "çılgın" tavırlar sergilemeye başladı. zimbardo, olayları şöyle anlatıyor:
"8612 numaralı mahkum delice davranmaya başladı, bağırıyor, çığlık atıyor, küfrediyor ve kontrolsüz öfke nöbetleri geçiriyor. onun gerçekten bu psikolojik durumda olduğunu kabullenmemiz epey bir zaman aldı ve sonunda onu salma kararı verdik."
deneyin başlamasından sonra sadece 6 gün geçmesine ve deneyin içeriği tamamen rol olmasına rağmen sosyal ilişkilerin gerçekliğinden ötürü mahkumlar ile gardiyanlar arasındaki ilişki o kadar sadist ve vahşi bir hale gelmişti ki, zimbardo beklediği süreyi tamamlayamadan deneyini sona erdirmek zorunda kaldı.
deneyin ilk günlerinden itibaren gardiyan konumundaki öğrenciler, sözlerini mahkumlara dinletebilmek için giderek şiddetli hale gelen yöntemler uygulamışlardır. mahkumlar da, ilk günlerde gardiyan konumundakilerin gerçek hayatta "kendileri ile aynı düzeyde" olduğunu bildiklerinden inatçı ve "zoraki" bir şekilde rollerini üstlenen bir tablo çizmişler, ancak her geçen gün bu inatlaşmaya bağlı olarak artan gardiyan şiddeti, onları giderek uysal ve korkak bir hale getirmiştir.
zimbardo, deneyden kendisinin bile etkilendiğini belirtmiştir, çünkü kendisi de deneyde "hapishane müdürü" rolüne sahipti ve tamamen rol yapması gereken gardiyanların, tamamen rol yapması gereken mahkumlara uyguladıkları şiddeti sürdürmesine izin verecek kararlar almıştır.
bu deney, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde yerine getirdiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. deneyle ilgili birçok tartışma ve karşıt bilimsel makale yayınlanmıştır. ancak yine de, stanford hapishane deneyi, psikolojik deneylerin en meşhurlarından biri olmuş.''
kötü giden bir şeyin düzelmesi için yapılan müdahale sebebiyle durumun daha da kötüleşmesine kobra etkisi deniyormuş ve adını da şu hikayeden almış:
''ingilizler hindistan'da egemenliği ele geçirirler fakat beklemedikleri bir sorunla karşılaşırlar. o dönemde hindistan'da çok fazla kobra yılanı vardır ve ingiliz askerleri kobra yılanlarından nasıl korunacağını bilemedikleri için büyük zayiat vermeye başlarlar.
hükümet yetkilileri ''bu kobralar ile biz uğraşmayalım, kobraları halkın kendisine kırdırıp ölüsü başına para verelim, hem daha ucuza mal olur hem de askerimiz bu gibi basit şeylerle uğraşmaz'' demişler.
fakat, hindistan halkı da cinlik konusunda ingilizlerden pek de aşağı kalmamışlar ve çok daha dahiyane bir fikir üretmişler: kendi yılanımızı kendimiz besleyelim.
ingilizlerin yılan başına ödediği para artış göstermesine rağmen hindistan sokaklarındaki kobra yılanı sayısı tekrar yükselmeye başlayınca ingilizler olayı fark etmişler.
bu açıklamadan sonra besledikleri yılanlardan para kazanamayacağını anlayan hintliler, çiftliklerdeki yılanların artık para kazandırmaktan ziyade masraf olacağını düşünmüşler ve tüm yılanları hindistan sokaklarına salmışlar.
kısacası hindistan sokaklarındaki kobra yılanı popülasyonu, azalmak bir yana daha da artmış.''
''ingilizler hindistan'da egemenliği ele geçirirler fakat beklemedikleri bir sorunla karşılaşırlar. o dönemde hindistan'da çok fazla kobra yılanı vardır ve ingiliz askerleri kobra yılanlarından nasıl korunacağını bilemedikleri için büyük zayiat vermeye başlarlar.
hükümet yetkilileri ''bu kobralar ile biz uğraşmayalım, kobraları halkın kendisine kırdırıp ölüsü başına para verelim, hem daha ucuza mal olur hem de askerimiz bu gibi basit şeylerle uğraşmaz'' demişler.
fakat, hindistan halkı da cinlik konusunda ingilizlerden pek de aşağı kalmamışlar ve çok daha dahiyane bir fikir üretmişler: kendi yılanımızı kendimiz besleyelim.
ingilizlerin yılan başına ödediği para artış göstermesine rağmen hindistan sokaklarındaki kobra yılanı sayısı tekrar yükselmeye başlayınca ingilizler olayı fark etmişler.
bu açıklamadan sonra besledikleri yılanlardan para kazanamayacağını anlayan hintliler, çiftliklerdeki yılanların artık para kazandırmaktan ziyade masraf olacağını düşünmüşler ve tüm yılanları hindistan sokaklarına salmışlar.
kısacası hindistan sokaklarındaki kobra yılanı popülasyonu, azalmak bir yana daha da artmış.''
mükemmel iyinin düşmanıdır diye de tanımlanan bir william shakespeare ifadesi. shakespeare bu sözü neyi tanımlamak için kullandı bilmiyorum ama ben kendi bakış açımdan ele alacağım sözü.
mükemmeli aramak ya da mükemmele ulaşmaya çalışmak, elinizde olan değerli şeylerin, değersizleşmesine sebep olur. her şeyin daha iyisine, daha güzeline ulaşma çabası nafiledir. çünkü ilerledikçe hedefler büyür. hedefler büyüdükçe, eldekiler küçülür. mükemmeli arama çabası içinde ömür tüketilir, nefes almak, yaşamak ikinci plana itilir ama mükemmellik diye bir şey yok, çünkü sınır tanımı yapılamayan şeyler için hep daha fazlası vardır, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba, daha iyi bir şiir, daha iyi bir resim vs. sonu yok bunun. en güzel şiirlerin yazarları, en güzel şiiriniz hangisi sorusuna henüz yazamadığımdır diyorlarsa bu işin sonu yok demektir.
mükemmeli aramak ya da mükemmele ulaşmaya çalışmak, elinizde olan değerli şeylerin, değersizleşmesine sebep olur. her şeyin daha iyisine, daha güzeline ulaşma çabası nafiledir. çünkü ilerledikçe hedefler büyür. hedefler büyüdükçe, eldekiler küçülür. mükemmeli arama çabası içinde ömür tüketilir, nefes almak, yaşamak ikinci plana itilir ama mükemmellik diye bir şey yok, çünkü sınır tanımı yapılamayan şeyler için hep daha fazlası vardır, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba, daha iyi bir şiir, daha iyi bir resim vs. sonu yok bunun. en güzel şiirlerin yazarları, en güzel şiiriniz hangisi sorusuna henüz yazamadığımdır diyorlarsa bu işin sonu yok demektir.
fransız yazar Alexandre Dumas'ın ''intikam soğuk yenen bir yemektir''in tam karşılığı olan kitabı. dünya klasikleri içinde yer alan kitap, gerçekten de okunmaya değer bir eser.
24 ocak 1993'te evinin önünde park ettiği aracına bindiği sırada araca yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını kaybeden gazeteci, yazar. uğur mumcu türkiye'de aydın sıfatını hak eden ender insanlardan biriydi.
22 kasım 1963'te suikast sonucu öldürülen john f. kennedy'nin yardımcısıydı. kennedy öldükten sonra yemin ederek, abd'nin 36. başkanı olarak göreve başladı ve 1973'e kadar görevi yürüttü.
''lyndon b. johnson, 1908 yılında teksas eyaletinde 6 çocuklu bir ailenin üyesi olarak dünyaya geldi. 1934 yılında genç yaşta teksas'tan temsilciler meclisine üye seçildi. 1948 yılında teksas'tan senatoya seçildi. 1960 yılında başkan adayı john f. kennedy tarafından demokratik parti'den başkan yardımcılığına aday gösterildi.''*
lyndon b. johnson, kennedy'nin başkanlığı döneminde çok gölgede kaldı. kenndey'e vietnam'a girme konusunda baskı yapıldığında ilk zamanlar kennedy'nin yanında yer aldı ama daha sonra fikirleri değişti. zaten başkan olduktan sonra da vietnam'a karşı savaş başlattı.
lyndon b. johnson ile iki rivayet konuşuluyor. birincisi, başkan olma karşılığında vietnam'a girmek isteyenlerle işbirliğine girip, kennedy'in suikastine göz yumduğu, ikincisi de vietnam'a girmek isteyenlerin, kennedy gibi kendisini de öldürmelerinden korktuğu için başkan olduktan sonra vietnam'a karşı savaş başlattığı.
''lyndon b. johnson, 1908 yılında teksas eyaletinde 6 çocuklu bir ailenin üyesi olarak dünyaya geldi. 1934 yılında genç yaşta teksas'tan temsilciler meclisine üye seçildi. 1948 yılında teksas'tan senatoya seçildi. 1960 yılında başkan adayı john f. kennedy tarafından demokratik parti'den başkan yardımcılığına aday gösterildi.''*
lyndon b. johnson, kennedy'nin başkanlığı döneminde çok gölgede kaldı. kenndey'e vietnam'a girme konusunda baskı yapıldığında ilk zamanlar kennedy'nin yanında yer aldı ama daha sonra fikirleri değişti. zaten başkan olduktan sonra da vietnam'a karşı savaş başlattı.
lyndon b. johnson ile iki rivayet konuşuluyor. birincisi, başkan olma karşılığında vietnam'a girmek isteyenlerle işbirliğine girip, kennedy'in suikastine göz yumduğu, ikincisi de vietnam'a girmek isteyenlerin, kennedy gibi kendisini de öldürmelerinden korktuğu için başkan olduktan sonra vietnam'a karşı savaş başlattığı.
tasavvuf bir tarikat değil, bir öğreti ve yaşam biçimidir. tasavvuf ehli, gerçek dünya ile bağını koparmış ve gönül yolu ile yaradan'a yakın olmayı tercih etmiştir. birçok yönüyle hristiyan inancındaki mistisizme benzediğini söyleyenler de var, bu görüşü reddedenler de var. saf bir bağlılık ve koşulsuz bir itaat vardır.
yunus emre'nin:
''okudum bildim deme, çok tâat kıldım deme,
eri hakk'ı bilmezsen bu boşuna emektir''
dizeleri buna örnektir. okumak ya da ibadet etmek yetmez, yaradan'ın varlığını şüpheye yer vermeksizin kabullenme olmalıdır. tasavvuf ehli, başta ego olmak üzere, insanı kötü davranışları sevk edecek bütün şeylerden kendilerini arındırmaya çalışıp, iyi insan olma çabasında olmuşlardır. buradaki en önemli ayrıntı insanın kendini terbiye edebilmesidir. ruhunu ve bedenin dünyevi olgulardan arındırıp, sonsuz hiçlik'e kavuşabilmesidir.
yunus emre'nin:
''okudum bildim deme, çok tâat kıldım deme,
eri hakk'ı bilmezsen bu boşuna emektir''
dizeleri buna örnektir. okumak ya da ibadet etmek yetmez, yaradan'ın varlığını şüpheye yer vermeksizin kabullenme olmalıdır. tasavvuf ehli, başta ego olmak üzere, insanı kötü davranışları sevk edecek bütün şeylerden kendilerini arındırmaya çalışıp, iyi insan olma çabasında olmuşlardır. buradaki en önemli ayrıntı insanın kendini terbiye edebilmesidir. ruhunu ve bedenin dünyevi olgulardan arındırıp, sonsuz hiçlik'e kavuşabilmesidir.
her insanda mutlaka az da olsa bulunması gereken şey. nezaket sahibi olmak, insanlara kibar davranmak önemli insani durumlardır.
mehmet akif ersoy'a ait bir şiir. bilmem kaç sene önce yazmış bu şiiri ama bazı sözleri, bugünü kapsar gibi.
''sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih
çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, lâ-teşbih !
sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya
şekil yönünden sanki; ömer'in devri, güya !..
herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler
zikir kur'an sesinden, yerler ve gökler inler !
ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan
sen onları kendine, taptırırsın vesselam !
derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin !
hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
bunların dilinde hak; ama kalbi dolu put!''
''sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih
çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, lâ-teşbih !
sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya
şekil yönünden sanki; ömer'in devri, güya !..
herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler
zikir kur'an sesinden, yerler ve gökler inler !
ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan
sen onları kendine, taptırırsın vesselam !
derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin !
hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
bunların dilinde hak; ama kalbi dolu put!''
bir ingiliz atasözü.
gerçek hisleri ya da olayları olduğu şekliyle anlatmaktan çekinen kişilerin, başvurdukları bir yöntem. bizdeki her şakanın altında bir gerçek yatar sözünün minvalinde bir söz.
gerçek hisleri ya da olayları olduğu şekliyle anlatmaktan çekinen kişilerin, başvurdukları bir yöntem. bizdeki her şakanın altında bir gerçek yatar sözünün minvalinde bir söz.
güzel mi güzel bir şebnem ferah şarkısı.
gözlerimin etrafındaki çizgiler artık belli oluyor
bütün o çizgiler son bir yılda oldu sana bana bize ağlarken
ben leyla olmuşum kimin umrunda
mecnun çoktan gitmişken
bu ne garip bir yangındı böyle
sen söndün ben yanarken
peki ben neden hala böyleyim
neden hala geçmişteyim
belki de ben sana hala aşığım
işte tam burda karşındayım
ya şimdi tut elimden
ya da bir daha sözetme özlemekten
çok çok çook karışığım zaten..
ruhum iki ucun arasında gezinip duruyor
bugün zaman akmasın dursun ben içinden geçeceğim
ama neden neden hala böyleyim
neden hala geçmişteyim
belki de
ben sana hala aşığım
işte tam burda karşındayım
ya şimdi tut elimden
ya da bir daha sözetme özlemekten
çok çok çok karışığım zaten.
gözlerimin etrafındaki çizgiler artık belli oluyor
bütün o çizgiler son bir yılda oldu sana bana bize ağlarken
ben leyla olmuşum kimin umrunda
mecnun çoktan gitmişken
bu ne garip bir yangındı böyle
sen söndün ben yanarken
peki ben neden hala böyleyim
neden hala geçmişteyim
belki de ben sana hala aşığım
işte tam burda karşındayım
ya şimdi tut elimden
ya da bir daha sözetme özlemekten
çok çok çook karışığım zaten..
ruhum iki ucun arasında gezinip duruyor
bugün zaman akmasın dursun ben içinden geçeceğim
ama neden neden hala böyleyim
neden hala geçmişteyim
belki de
ben sana hala aşığım
işte tam burda karşındayım
ya şimdi tut elimden
ya da bir daha sözetme özlemekten
çok çok çok karışığım zaten.
üstat necip fazıl kısakürek'in güzel bir şiiri.
"sanki aşk sustu'' dedim, ''aşk hiç susar mı ?'' dedi.
''sen susuyorsun ya'' dedim.
''ben aşk mıyım'' dedi.
"aşksın'' dedim. sustu...
"sanki aşk sustu'' dedim, ''aşk hiç susar mı ?'' dedi.
''sen susuyorsun ya'' dedim.
''ben aşk mıyım'' dedi.
"aşksın'' dedim. sustu...
kanuni sultan süleyman'ın kendisine isyan edeceğini düşünerek boğdurarak öldürttüğü şehzade. kanuni, eşi hürrem sultan ve damadı sadrazam rüstem paşa'nın oyunlarına inanarak oğlu mustafa'nın, dedesi yavuz sultan selim'in kendi babası beyazıt'a yaptığını mustafa'nın da kendisine yapacağına sanarak oğlu mustafa'yı öldürttü. sonrasında ise çok pişman olduğu söylenmektedir.
rivayet odur ki, kanuni sultan süleyman, şehzade mustafa'nın ölümüne çok üzülür ve şehzadenin cenaze namazını bizzat kendisi kıldırır ama o kadar çok ağlar ki bir türlü namaz kılınamaz. padişahın çok ağladığını gören rüstem paşa, padişahın yanına gelerek, hünkarım harap ettiniz kendinizi, yeter der. bunun üzerine kanuni sultan süleyman, rüstem pasa'ya dönerek, ''konuş rüstem konuş ne evlat senin ne devlet senin'' der.
rivayet odur ki, kanuni sultan süleyman, şehzade mustafa'nın ölümüne çok üzülür ve şehzadenin cenaze namazını bizzat kendisi kıldırır ama o kadar çok ağlar ki bir türlü namaz kılınamaz. padişahın çok ağladığını gören rüstem paşa, padişahın yanına gelerek, hünkarım harap ettiniz kendinizi, yeter der. bunun üzerine kanuni sultan süleyman, rüstem pasa'ya dönerek, ''konuş rüstem konuş ne evlat senin ne devlet senin'' der.
Geçirdiği beyin kanaması sonucu bir süredir yoğun bakımda olan sanatçıydı, maalesef ajanslara düşen habere göre hayatını kaybetmiş. Yaradan gani gani rahmet eylesin, ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun.
Entrylere youtube linki eklemek isteyen kişiler, entry yazma bölümünün altında bulunan youtube butonunu tıklayıp çıkan kutucuğa linki eklerlerse video sorunsuz bir şekilde yayınlanıyor.
türkiye'nin en iyi kadın vokali. (bu konuda tartışma kabul etmiyorum) rock müziğin türkiye'deki en önemli temsilcilerinden biri. 6 adet albümü ve 6 adet de teklisi vardır. birçok ödül almış, değerli bir müzisyen ve şarkı sözü yazarıdır.
cengizhan'ın oğlu cani bey tarafından yapıldığı iddia edilmektedir.
rivayet odur ki, cani bey ordusuyla kefe şehrini kuşattığında, ordusunun içinde veba salgını başlamış. canı bey de vebalı askerlerini mancınıklarla kefe şehrinin surlarından içeriye atmış. şehirde vebalı sayısı artınca, kefe yöneticileri şehri cani bey'e teslim etmişler. bu olay tarihteki ilk biyolojik saldırı olarak adlandırılmış.
rivayet odur ki, cani bey ordusuyla kefe şehrini kuşattığında, ordusunun içinde veba salgını başlamış. canı bey de vebalı askerlerini mancınıklarla kefe şehrinin surlarından içeriye atmış. şehirde vebalı sayısı artınca, kefe yöneticileri şehri cani bey'e teslim etmişler. bu olay tarihteki ilk biyolojik saldırı olarak adlandırılmış.
metin üstündağ imzalı bir yazı.
1- avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- gökyüzünde bir bulut
3- bitlis'te beş minare
4- biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- palandökende bir palan, iki döken
8- kastamonu'da üç kasto
9- üç fay hattı
10- bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- dünyada mekan
12- ahirette iman
13- denizde kum
14- uzayda yerçekimsizlik
15- bir çuval gazoz kapağı
16- bir kibrit kutusu sigara izmariti
17- on sekiz saç biti
18- biri ingilizce 6 adet küfür
19- yirmi tane boş naylon poşet
20- sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
21- bir sürü saç sakal, kıl, tüy, yün
22- uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait, üç ayrı banka reklamlı bank
23- bir ayakkabı çekeceği
24- iki büyük taş kütlesi
25- bir adet ağaç gölgesi
26- üç kuş kanadı sesi
27- bir sürü kedi, köpek
28- bir marmara denizi
29- camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
30- her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
31- çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
32- nakit 15 kuruş
33-anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür
1- avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- gökyüzünde bir bulut
3- bitlis'te beş minare
4- biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- palandökende bir palan, iki döken
8- kastamonu'da üç kasto
9- üç fay hattı
10- bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- dünyada mekan
12- ahirette iman
13- denizde kum
14- uzayda yerçekimsizlik
15- bir çuval gazoz kapağı
16- bir kibrit kutusu sigara izmariti
17- on sekiz saç biti
18- biri ingilizce 6 adet küfür
19- yirmi tane boş naylon poşet
20- sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
21- bir sürü saç sakal, kıl, tüy, yün
22- uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait, üç ayrı banka reklamlı bank
23- bir ayakkabı çekeceği
24- iki büyük taş kütlesi
25- bir adet ağaç gölgesi
26- üç kuş kanadı sesi
27- bir sürü kedi, köpek
28- bir marmara denizi
29- camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
30- her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
31- çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
32- nakit 15 kuruş
33-anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür
çok sıcak, çok naif, adamı yormadan, depresif yapmadan kendini dinleten güzel bir esin engin şarkısı.
bana kollarını uzatsan biraz
uğrunda bu gönül neye katlanmaz
öl desen ölürüm
seven ne yapmaz seven ne yapmaz
ümidim emelim hevesim sensin
bağrımda soluğum nefesim sensin
gel öldür bu ömür böyle tükensin
seven ne yapmaz seven ne yapmaz.
bana kollarını uzatsan biraz
uğrunda bu gönül neye katlanmaz
öl desen ölürüm
seven ne yapmaz seven ne yapmaz
ümidim emelim hevesim sensin
bağrımda soluğum nefesim sensin
gel öldür bu ömür böyle tükensin
seven ne yapmaz seven ne yapmaz.
bir bob marley efsanesi.
No woman no cry.
No woman no cry.
No woman no cry.
No woman no cry.
Say I remember when we used to sit
in the government yard in Trenchtown.
Observing all the hypocrites
as they'd mingle with the good people we met.
Good friends we had and good friends we lost
along the way.
In this bright future you can forget your past.
So dry your tears I say.
No woman no cry.
No woman no cry.
Hey little darling don't shed no tears
No woman no cry.
I remember when we used to sit
in the government yard in Trenchtown.
And then Georgie would make a fire light
as it was love wood burning through the night.
And we would cook wholemeal porridge
of which I'd share with you.
My feet is my only carriage so I've got to push on through.
But while I'm gone (I mean it)
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
No woman no cry.
No woman no cry.
Oh my little sister don't shed no tears.
No woman no cry.
No woman no cry.
No woman no cry.
No woman no cry.
No woman no cry.
Say I remember when we used to sit
in the government yard in Trenchtown.
Observing all the hypocrites
as they'd mingle with the good people we met.
Good friends we had and good friends we lost
along the way.
In this bright future you can forget your past.
So dry your tears I say.
No woman no cry.
No woman no cry.
Hey little darling don't shed no tears
No woman no cry.
I remember when we used to sit
in the government yard in Trenchtown.
And then Georgie would make a fire light
as it was love wood burning through the night.
And we would cook wholemeal porridge
of which I'd share with you.
My feet is my only carriage so I've got to push on through.
But while I'm gone (I mean it)
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
ev'rything's gonna be allright
No woman no cry.
No woman no cry.
Oh my little sister don't shed no tears.
No woman no cry.
günü kısaca özetleyen sözlerdir ya da sadece hoşa giden ifadelerdir.
''nefes almak ölmemek içindir, yaşamak için başka şeyler yapmak gerekir.''
''nefes almak ölmemek içindir, yaşamak için başka şeyler yapmak gerekir.''
buram buram yapmacılık ve saçmalık kokan dizilerdir.
şimdi isim verip, şu dizilerdir demekten ziyade yaptıkları şeyleri söylemek lazım. şunu anlayabilirim elbetteki farklı coğrafyalarda ve kültürlerde yaşıyoruz, bu yüzden birebir taklit etmek saçma. yapılması gereken hikayenin aslına sadık kalıp, bu çercevede eklemeler ve çıkarmalar yapmak ama yapılanlara bakıyoruz. bir noktadan sonra tamemen hikayeden farklı bir senaryo ortaya çıkıyor.
bizde dibine kadar ajitasyon iş yaptığı için yapılan bütün diziler ağır derecede ajitasyon içeriyor. e haliyle versiyon olarak yapılan yapımlar da bu ağır ajitasyondan nasibini ziyadesiyle alıyor.
şimdi isim verip, şu dizilerdir demekten ziyade yaptıkları şeyleri söylemek lazım. şunu anlayabilirim elbetteki farklı coğrafyalarda ve kültürlerde yaşıyoruz, bu yüzden birebir taklit etmek saçma. yapılması gereken hikayenin aslına sadık kalıp, bu çercevede eklemeler ve çıkarmalar yapmak ama yapılanlara bakıyoruz. bir noktadan sonra tamemen hikayeden farklı bir senaryo ortaya çıkıyor.
bizde dibine kadar ajitasyon iş yaptığı için yapılan bütün diziler ağır derecede ajitasyon içeriyor. e haliyle versiyon olarak yapılan yapımlar da bu ağır ajitasyondan nasibini ziyadesiyle alıyor.