confessions

niye bele uzundur yollar

1. nesil Yazar - Havayı kokluyor

  1. toplam entry 28
  2. takipçi 7
  3. puan 2856

ismet özel

parody
Mataramda Tuzlu Su

West Indies,Kızıl Elma,İtaki,Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbuki suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmuş lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana yargı yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

uzun hikaye

parody
mustafa kutlu'nun 2000 yılında yazdığı hikâye türündeki eserdir. sade diliyle ve akıcı üslubuyla kaliteli bir kitaptır. dergâh yayınları tarafından yayımlanmıştır. aynı zamanda 2012 yılında osman sınav tarafından filme uyarlanmıştır. oyuncu kadrosunda kenan imirzalıoğlu, tuğçe kazaz, güven kıraç ,zafer algöz, altan erkekli gibi oyuncular vardır. kitabı okumanızı, onu yapamıyorsanız en azından filmini seyretmenizi tavsiye ederim. ikisi de ayrı güzel belirteyim.

bana ne yaptın

keskin nisanci
şüphesiz ki cem adrian'ın en iyi şarkısı.

sessiz, yorgun, ağır, gözkapaklarım kapanıyor yine… yine…
yıkık, dökük, bu şehrin duvarları birer birer üstüme yıkılıyor yine…yine…
kuş sürüleri terk ederken bu şehri, ardında yoksul ve kimsesiz çocuk gibi bırakıyor yine… yine…
ve sonbahar sinsice yaklaşarak peşinde köpek gibi bir yalnızlığı üstüme sürüklüyor yine… yine…
sözler hep yalan! yeminleri unut!
bir veda bir sebepsiz tokat gibi çarpıyor yine… yüzüme…
şarkılar yalan! duyduklarını unut!
bir hikaye rüzgarın ellerinde savruluyor yine… yine!
kestim! akıttım! damarlarımdaki kanımda akan o kirli siyah yalanları! olmadı!
sildim! çıkardım! yüzümden kazıdım yüzüme çizdiğin o siyah derin yazıları! olmadı!
kustum! tükürdüm içimde senden kalan o keskin o acıtan hatıraları! olmadı!
söktün! defalarca diktim o küçük ellerinle açtığın ve sızlayan bütün yaralarımı! olmadı!
bana ne yaptın… ne yaptın… ne yaptın… ne yaptın çocuk!
niye yaptın… niye yaptın… niye yaptın çocuk!
göremiyorum, duyamıyorum artık dokunamıyorum çocuk!
anlatamıyorum anlatamıyorum artık ağlayamıyorum çocuk!
inanmıyorum inanmıyorum artık inanamıyorum çocuk!
bilmiyorum bilmiyorum artık sevemiyorum çocuk!
ne yağmur, ne kar, ne yüzüme vuran rüzgar, canımı yakan acıtan sonbahar, daha dinmedi çocuk!
seni silmedi çocuk!
alev alev yanan kirpiklerinden saçılan kıvılcımlarınla başlayan
bu yangın daha sönmedi çocuk!
sönemedi çocuk!
bu viran şehirde, bu viran hikaye henüz bitmedi! bitmedi bitmedi bitmedi çocuk! bitemedi çocuk!
bu aciz şarkılar, bu aciz dualar seni geri getirmedi getirmedi getirmedi çocuk! dönmedin çocuk!
bana ne yaptın… ne yaptın… ne yaptın… ne yaptın çocuk!
bunu niye yaptın… niye yaptın… niye yaptın… niye yaptın çocuk.



bugün günlerden hiç. benim adım yok. kanatlanıyor içimden binlerce siyah kelebek.
savruluyor rüzgarda yaprak gibi kalbim, uzaklarda bir yerde. kalbim kayıp.
karanlığa dokunabiliyor sanki ellerim.
sadece sesler duyuyorum. ayak sesleri uzaklardan.
susuyorum. sessizlik keskin. bekliyorum. beklemek keskin.
burdan gitmem gerek. her şeyi unutmam gerek.
acımıyor bileklerim. acımıyor hiç! acımıyor ellerim, avuçlarım. acıtmıyor hiçbir şey.
acımıyor tenim, dokunduğun yerler.
acımıyor artık kalbim. kalbim.
sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ellerimin izlerini.
sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki kaderimin sökülüşünü.
sadece sessizce durup öylece izlemek istedim bir meleğin ellerindeki kalbimi.
sadece öylece durup sessizce izlemeyi istedim, sadece bir meleği sevmeyi.
hep bir şey eksik gibi ve hep bir şey yarım ve hep bir şey yok artık sanki.
ne bir isim var duvarlarında, ne de okunabilen bir cümle.
sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ölümümü.
öyle beyaz ve öyle, öyle maviydi ki. öyle güzeldi ki ve öyle, öyle masum ama.
öyle yanlış öyle, öyle yanlış ki ve öyle ve öyle çocuk.
kalbim. tüm maviler kirli şimdi ve tüm beyazlar utanç içinde ve sadece uyumak,
uyumak istiyorum.


yalnızlık

zeitgeist
ben en çok yalnızken farkına varabildiklerime tutuldum. ateşin kızılı, yaprağın sarısı, tenime değen rüzgar, ufkumdaki çizgi, cevapları olan ya da daha çok soru sorduran gerçekler, mutlağı harcına kardığım yapılar, var olanlar, olmayanlar, adımladığım ya da bazen koştuğum o yollar, çizgi boyu harcananlar, hiç yer tutmayanlar, peşi sıra özgürlük veya esaret, adı söylenmemesi gerekenler, binlerce yangın sonrası yine aynı duran ve surlarında ölümden bihaber gözcüler barından o kaleler, çocuk, ihtiyar, kadın, erkek, yok hükmünde yer kaplamayanlar, attıklarım ve biriktirdiklerim, bildiklerim ve bulamadıklarım, doğrularım... hepsi ardı sıra, tek tek ve defalarca tekrar tutuldu. bir başına adımladığım yolları çok sevdim ben.

duman gitti yanan közdeyim, uzağım.

daha yüksek yerler var, daha sert kayalıklar, daha çok karanlık, daha çok gün doğumu var.

bilmediğim gerçekler var daha, sormaktan vazgeçtiklerimle halaya duran.

yalnızlık basit bir eylem, sıradan bir sokak, herhangi biri, yalnızlık olsa olsa sigara külü.. daha fazlası değil.

8.10 vapuru

peho
Sesinde ne var biliyor musun?
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun

Sesinde ne var biliyor musun?
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun?
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var

Sesinde ne var biliyor musun?
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun

Sesinde ne var biliyor musun?
Söylemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun?
Söyleyemediğin sözcükler var.
-Cemal Süreya

Umut Tugay Temel'in harika sesinden dinlemek isterseniz;


edit: başlık sorunlu oldu, affola.

münacaat

pasaj
münacaat

Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.

ismet özel

evlilik

ihtiras limani
İnsanın bedeniyle tanımlandığı çağ demişti ismet özel bu çağ için. Hızın her şeyden önemli olduğu bir zaman diliminde, kimsenin beklemek, sabretmek, keşfetmek gibi şeylere ayıracak vakti yok. Bütün aşklar ilk görüşte veya bir bedenin kıvrımlarından süzülerek düşüyor yüreklere. Çabucak tüketmek istiyoruz aşkı, tutkuyu, heyecanı. Hazlar her şeyden önde. Üstüne üstlük çok okuyoruz, hassaslaşıyoruz, bilinçlilğimiz kuvvetleniyor. Böylece, bir insanın yanlışlarını, kusurlarını görme gücümüz artarken, biricikliğimiz bize hiç kimseye hiçbir şeye katlanmamamız gerektiğini söylüyor. Üstelik, ister güzel olalım ister çirkin, her an gizemli bi yabancıya değebiliyoruz artık. Gece yarısı 20 dakikamızı ayırarak uzandığımz yatakta bir yabancıyla yakınlaşıp yalnızlığımızı aşk adını koyduğumuz duyguları yazıya dökerek bir şeyler yaşabiliyoruz. Bu kadar çok ihtimal,şans varken, bu kadar insan yalnızsa neden bu kadar insan yalnız falanken, gittikçe tekdüzeleşip ezberlenen bir insana yıllarca katlanma hali neden kutsal olsun değil mi ?
bunun yerine araları şiddetli yalnızlık nöbetleri olsa da kısa süreli yoğun çekim ve merakların oluşturduğu adı aşk denen ilişkilerle geçirmeyi tercih ediyor insanlar. Erkekler evlilikten kaçıyor. Meraklar bedenlerden içeri süzülmüyor pek bir kadında. Kadınlar için ise etraflarını teknoloji ile beraber daha da saran ilgi ağı içinde bir adamın kaprisini çekmek eziyet halini alıyor. Ağlanacak o kadar omuz uzanılacak o kadar kucak varken doğal sanırım.

Evlilik karşıtı değilim. Aksine evliliği de aşk gibi oldukça kutsal ama aslında çok nadir yaşanan bir şey olarak görüyorum. Resmi veya gayri resmi olmasını bilemem ama tutkulardan egolardan ilgi açlığından heveslerden geçip bir insanın sevgisini kendine asıl dünya olarak bilmek kolay kolay olacak bir şey değil. bazı insanlar birbirine özeldir ve tutkuları sürekli yeniden yaratılıp durur. bunun dışında Büyülü duygular her zaman kaybolur, azalır, tekdüzeleşir. Ardından kalan, yani o insanın bize ne katıp ne katamadığı önemli olan. Kimse kimsenin sırtına basarak yükselip yalnızlık çukurlarından kendini kurtarmaya çalışmamalı.

senin sesin

pemberuganayakkabi
Bir cemal süreya şiiri.

...
Fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş iki nesne değiliz biz.
Güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz.
Mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler.
Razı olma hiçbir sessizliğe
Biliyorsun seni seviyorum.
Pencereden bakmayı
Öğreteceğim sana
Sesin,
balkona asılı çamaşırcasına
Havalansın, havalansın dursun.
Sokakta değil balkonda;
dışarı çıktığın zaman
romanını yastığın altına sakla;
Şiirini mutfağa koy
Boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa,
Öykünü yanına alabilirsin elbet
Müziğini de, resmini de
Niçin güvenmiyorsun bana?