bir güzel sabahattin ali şiiri.
(bkz:çocuklar gibi)
burada da var mıymış dediğim veritabanı.
ekşi sözlük'te pek hayra alamet kullanılmadığını gördüm.
keşke insanlar gerçekten her şeyin cılkını çıkarmasa, bir şeyler amacına hizmet edebilse.
ekşi sözlük'te pek hayra alamet kullanılmadığını gördüm.
keşke insanlar gerçekten her şeyin cılkını çıkarmasa, bir şeyler amacına hizmet edebilse.
çok güzel nick. acaba nedir merhemi o ontolojik sandığımız acılarımızın.
ah be arkadaşlar birkaç gün önce ekşide yazıp tanınmamak için sildiğim satırları buraya copy paste yapmaya karar verdim. burda da tanınmam herhalde. çok içten geldi yazdıklarım. bu şarkıyı biraz daha dinlersem hakkın rahmetine kavuşacağım :
yani, bize de önümüze bakmak düştü artık ama önümüze bakamıyoruz bazen elbette. yanlış anlama, gerçi neden anlayacaksın yanlış, sen bir an için bana dönüp bakmamış insansın, hiç yanlış dahi anlar mısın?..
yanlış anlama yani önüme bakmak istemekten bahsederken yanlış anlama. ama keşke anlasan, korksan, uzakta seni her zaman beklemiş bir kızı ilk defa kaybetmekten korksan... ama zor.
ben bu arabanın gazına 2011'de basıp, ara ara dursam da, birileri senden sonra trilyon kişiyle görüşüp, bir başkası senden sonra aniden bir başkasıyla görüşünce en çok ben üzülüyorum, yüreğin üzülür korkusuyla. ama bilmiyorum hislerini. hep tahminlerle çıkıyorum yola. seni çalışkan sanmak, kültürlü sanmak, yakışıklı sanmak dahi bir tahmin değil mi, sen kendini uzak tutarken benden başından beri? seni sevip sevmeme ihtimalini sahih bir şekilde anlama imkanı vermemişken bana ? ben farkedilmeyi böylesine beklemişken neden haketmedim, bir bilsem. neden görmedin beni, bir bilsem.
benim burada çaylak çaylak yazdığım her entry, şişenin içine konulan not gibi. denize atılmış o sözlerin üzerinde gözün gezinse ne değişir? bulsan bu şişeyi ne değişir?
ama bazen 2 ekim metrosunda gördüğü güzel kız için ortalığı velveleye veren adamın tarzında başlıklar açmak istiyorum. hep sana ulaşma isteği, el sallayıp sallayıp tepkini bekleme isteği. ama ben yeterince gözüne soktuğum için o sevgiyi, böyle olmadı mı her şey zaten?
çaylak olmasam ne değişirdi ki? fark eder miydin beni?
benim buraya yazdığım her yazıyı sen görsen, adım adım daha da uzaklaşırsın. gerçi siliyorum hep sonra. faydasız buluyorum.
somali'de ne yapıyorsun merak ediyorum. elimde sadece facebook verileri var ne acı. seni facebooktan bilmeye çalışmak ne kötü. bu kadar yalansızım bu kadar hesapsız. birileriyle iletişim kurup bile seni soramam ben...
demiştim ya, ben aslında seni tanımıyorum.
tanımadığım "sen"e "hep böyle kal." demek istiyorum nedense bu akşam. keşke kalmasan, bir defa da merhamet eden bir halin karşılasa beni. bir hayırlı akşamlar mesajı gibi. vallahi öyle sakin olurum ki, hiç çok mesaj atmam sana... sana hep böyle kal derken ben kendime hep böyle kal demek istiyorum, ama sen sevmediğin için beni, bir türlü kendimi sevemiyorum :
https://www.youtube.com/watch?v=sGZDp5N633s
yani, bize de önümüze bakmak düştü artık ama önümüze bakamıyoruz bazen elbette. yanlış anlama, gerçi neden anlayacaksın yanlış, sen bir an için bana dönüp bakmamış insansın, hiç yanlış dahi anlar mısın?..
yanlış anlama yani önüme bakmak istemekten bahsederken yanlış anlama. ama keşke anlasan, korksan, uzakta seni her zaman beklemiş bir kızı ilk defa kaybetmekten korksan... ama zor.
ben bu arabanın gazına 2011'de basıp, ara ara dursam da, birileri senden sonra trilyon kişiyle görüşüp, bir başkası senden sonra aniden bir başkasıyla görüşünce en çok ben üzülüyorum, yüreğin üzülür korkusuyla. ama bilmiyorum hislerini. hep tahminlerle çıkıyorum yola. seni çalışkan sanmak, kültürlü sanmak, yakışıklı sanmak dahi bir tahmin değil mi, sen kendini uzak tutarken benden başından beri? seni sevip sevmeme ihtimalini sahih bir şekilde anlama imkanı vermemişken bana ? ben farkedilmeyi böylesine beklemişken neden haketmedim, bir bilsem. neden görmedin beni, bir bilsem.
benim burada çaylak çaylak yazdığım her entry, şişenin içine konulan not gibi. denize atılmış o sözlerin üzerinde gözün gezinse ne değişir? bulsan bu şişeyi ne değişir?
ama bazen 2 ekim metrosunda gördüğü güzel kız için ortalığı velveleye veren adamın tarzında başlıklar açmak istiyorum. hep sana ulaşma isteği, el sallayıp sallayıp tepkini bekleme isteği. ama ben yeterince gözüne soktuğum için o sevgiyi, böyle olmadı mı her şey zaten?
çaylak olmasam ne değişirdi ki? fark eder miydin beni?
benim buraya yazdığım her yazıyı sen görsen, adım adım daha da uzaklaşırsın. gerçi siliyorum hep sonra. faydasız buluyorum.
somali'de ne yapıyorsun merak ediyorum. elimde sadece facebook verileri var ne acı. seni facebooktan bilmeye çalışmak ne kötü. bu kadar yalansızım bu kadar hesapsız. birileriyle iletişim kurup bile seni soramam ben...
demiştim ya, ben aslında seni tanımıyorum.
tanımadığım "sen"e "hep böyle kal." demek istiyorum nedense bu akşam. keşke kalmasan, bir defa da merhamet eden bir halin karşılasa beni. bir hayırlı akşamlar mesajı gibi. vallahi öyle sakin olurum ki, hiç çok mesaj atmam sana... sana hep böyle kal derken ben kendime hep böyle kal demek istiyorum, ama sen sevmediğin için beni, bir türlü kendimi sevemiyorum :
https://www.youtube.com/watch?v=sGZDp5N633s
bu manyak şarkıyı dinleye dinleye bir garip oldum, kafama takmamam gereken kişiyi yeniden kafama taktım. çok kötü oldu sonuçları. çok fazla doz bir şarkı arkadaşlar bu şarkı. sakın dinlemeyin, sakın kendinizi zehirlemeyin.
kederli gülücük.
edit:
şuraya bakın allah aşkına söze bakın:
"Sen hep böyle kal
Ne kadar büyüsen de, kimleri sevsen de, nereye gitsen de"
ah be şu söze hislenen ben'in kıymetini hiç bilmedi.
kederli gülücük.
edit:
şuraya bakın allah aşkına söze bakın:
"Sen hep böyle kal
Ne kadar büyüsen de, kimleri sevsen de, nereye gitsen de"
ah be şu söze hislenen ben'in kıymetini hiç bilmedi.
ee bu aralar duygusal biraz, idare edeceğiz artık.
hehe.
hehe.
feci derecede çaresiz. aşklı zannettiği fazlasıyla masum bir mevzusu var. danışmak istiyor danışacak insan bulamıyor. telefonu da bozuk. çok sıkıldı bu ara. keşke abilerim ablalarım kardeşlerim bana yardımcı olsalar mesaj atıp. bilmiyorum kafam çok karışık. keşke yanlış adımlar atmasam.
tüh açamadım dediğim başlık.
şimdiden edit: güzel şarkı.
şimdiden edit: güzel şarkı.
güzel şarkı be.
(bkz:devran)
ruh halimi anlatmasına gerek yok ancak aklıma geldi paylaşmak istedim:
son aşık olduğumu sandığım kişi -aslında yıllar yılı bir vaka bu, son demem garip kaçabilir- bana onu gerçek manasıyla sevme fırsatı, tanıma fırsatı vermemişti. ben de eldeki verilerle hareket etmek zorunda kalmıştım. eldeki verilerle hareket etmek zorunda kaldığım için görünürde onu gözümde farklı kılan özelliklerini sevmiştim. bunda birinci sıraya çalışkanlığını ve kültürel bilgisini koyabilirim. nedense o yönünü çok sevmiştim. neyse. hayırlısı be -gülün.-
imza: hiç gülü olmamış solmuş gül
imza: hiç gülü olmamış solmuş gül
orada entrynin yanındaki istatikli görsele tıklayınca neden arttığını anlayamadım aşırı merakımı celbetti arkadaşlar. yenilenmiş falan mı oluyor, yoksa ben oraya tıklayıp durdukça okunma sayısını görünürde arttırmış falan mı oluyorum ki.
edit: bilemediğim husus.
edit: bilemediğim husus.
şahsen nerede hata yaptığımı çok anlayamıyorum. kendindeki problemlerle yüzleşmeye o denli alışkın olduğunu sanan, kendini cesur sanan, etrafındansa bazı girişimleri sebebiyle -kariyervari- cesur görülen ben, o güçlü görülen ben... kendimi tanımak konusunda çok cesur değil miyim buna rağmen? felsefe yapmak kendim hakkında, neden beni bir yere vardırmıyor? tefekkürü mü beceremiyorum yoksa? kendimi neden bilemiyorum, neden bulamıyorum. belki allah'ı da bulurdum böylece, -yani öyle deniyor- -öyle bir söz var- -ayet miydi hadis miydi anımsayamadım- "kendini bilen rabb'ini bilir." diye.
telefonları açmamak çok çözüm olmuyor. açmak da. "şu gün buluşuyoruz." "bak bizi ekme ha." buluşunca çözüm olmuyor. sanki her şeyin sonunda yalnızlığa dönüyorum. doğan güneş doğarken batacağı ihtimaline mi üzülüyorum şimdiden... bir şeyler bir şekilde beni yalnızlığa vardırıyor. en şenlikli günler bana hüznü fısıldıyor. bir olmamışlık var ama çözemedim pek. benim hislerimde mi bir problem var? kim bilir...
bir şekilde bir şeyleri berbat etmekle yükümlüyüm sanki... çok sevdiğim insanlar beni arkamdan vurmak zorunda sanki. çok sevdiğim insanları bir süre sonra hiç sevmemek zorundayım sanki... biraz kaybolmasam ayrıntılarda...
ben mi çok yılışığım iletişimlerimde? yoksa çok mu uzak? "çok sevmek" kaybettiriyorsa, uzak durmak hep yanaşmadan izlemek neyi sağlıyor? çok sevmek karşı tarafa nasıl aktarılır, belki bunun üzerinde düşünmek gerek biraz da...
tüm bunların arasında ve hayatın bana attığı goller ortadayken, benim yanlış anda ortaya çıktığım sahalar belliyken, umut kırıntıları cılız bir ışık gibi bu ağır melankolik fonda. ama içimdeki acı o ışığı da süpürüyor çoğu zaman. tahmin ediyorum ki bunları yazdığımda bunları okuyan insanlara da geçiyor o acı. en çok bu üzüyor beni.
böyle düşünürken diyorsun ki peki beyaz atlı prens?
sonra diyorsun ki kendine, "ah keşke hayat ve insanlar sandığın kadar masum olsalardı." ya da hayat sandığın kadar mutluluğa duyarlı olsaydı, prensler o kadar içten sevebilecek olsalardı seni.
o zaman da o küçük anı kumbarası yere düşüyor, sana çocukluğunu anımsatan. sen yere düşüyorsun. kalkmak zor oluyor.
sadece sonsuz olan'la çözebilirdin bu işi. sadece islam, sadece allah'ın varlığı ve o'na duyduğun sevgi hafifletirdi ruhundaki acıları. ya sen çok uzaklaşmışsan? ama çok uzaklaştın sansan da o prenslerin yüzünde hep o'nu temaşa ettiğini sanmışsan?
sorular çok.
telefonları açmamak çok çözüm olmuyor. açmak da. "şu gün buluşuyoruz." "bak bizi ekme ha." buluşunca çözüm olmuyor. sanki her şeyin sonunda yalnızlığa dönüyorum. doğan güneş doğarken batacağı ihtimaline mi üzülüyorum şimdiden... bir şeyler bir şekilde beni yalnızlığa vardırıyor. en şenlikli günler bana hüznü fısıldıyor. bir olmamışlık var ama çözemedim pek. benim hislerimde mi bir problem var? kim bilir...
bir şekilde bir şeyleri berbat etmekle yükümlüyüm sanki... çok sevdiğim insanlar beni arkamdan vurmak zorunda sanki. çok sevdiğim insanları bir süre sonra hiç sevmemek zorundayım sanki... biraz kaybolmasam ayrıntılarda...
ben mi çok yılışığım iletişimlerimde? yoksa çok mu uzak? "çok sevmek" kaybettiriyorsa, uzak durmak hep yanaşmadan izlemek neyi sağlıyor? çok sevmek karşı tarafa nasıl aktarılır, belki bunun üzerinde düşünmek gerek biraz da...
tüm bunların arasında ve hayatın bana attığı goller ortadayken, benim yanlış anda ortaya çıktığım sahalar belliyken, umut kırıntıları cılız bir ışık gibi bu ağır melankolik fonda. ama içimdeki acı o ışığı da süpürüyor çoğu zaman. tahmin ediyorum ki bunları yazdığımda bunları okuyan insanlara da geçiyor o acı. en çok bu üzüyor beni.
böyle düşünürken diyorsun ki peki beyaz atlı prens?
sonra diyorsun ki kendine, "ah keşke hayat ve insanlar sandığın kadar masum olsalardı." ya da hayat sandığın kadar mutluluğa duyarlı olsaydı, prensler o kadar içten sevebilecek olsalardı seni.
o zaman da o küçük anı kumbarası yere düşüyor, sana çocukluğunu anımsatan. sen yere düşüyorsun. kalkmak zor oluyor.
sadece sonsuz olan'la çözebilirdin bu işi. sadece islam, sadece allah'ın varlığı ve o'na duyduğun sevgi hafifletirdi ruhundaki acıları. ya sen çok uzaklaşmışsan? ama çok uzaklaştın sansan da o prenslerin yüzünde hep o'nu temaşa ettiğini sanmışsan?
sorular çok.
iddia ediyorum, bana katılın, en güzel şarkıları şudur:
"keşke daha ilgi çekici bir nick alsaydım. direkt yazdım bu şarkı adını kullanıcı adı kısmına." diye düşünüp hayıflanan bir yazar. galiba ilgi odağı olmayı, sevilmeyi çok seviyor. en azından kullanıcı adı bahsine dahi takılmış olmayı bu düşünceye bağladı. ilgili nicke konu olan şarkı ise şudur bilgilendirmek gerekirse:
en sevdiğim şarkısı şudur. ve başka hiçbir şarkı bu şarkıyı yerinden edemez:
"kalbim seni unutacak kadar adiyse ellerim de onu parçalayacak kadar asildir."
en sevdiğim şiiri şudur:
mara
bilmemek bilmekten iyidir
düşünmeden yaşayalım
mâra
günü ve saatleri ne yapacaksın
senelerin bile ehemmiyeti yoktur
seni ne tanıdığım günleri hatırlarım
ne seneleri
yalnız seni hatırlarım
ki benim gibi bir insansın
tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım
mâra
başım omuzunda iken sayıkladığıma bakma
beni istediğin yere götür
ikimiz de ne uykudayız
ne uyanık
mara
bilmemek bilmekten iyidir
düşünmeden yaşayalım
mâra
günü ve saatleri ne yapacaksın
senelerin bile ehemmiyeti yoktur
seni ne tanıdığım günleri hatırlarım
ne seneleri
yalnız seni hatırlarım
ki benim gibi bir insansın
tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım
mâra
başım omuzunda iken sayıkladığıma bakma
beni istediğin yere götür
ikimiz de ne uykudayız
ne uyanık
"kalbimi nasıl tutsam da seninkine değmese."
böyleydi galiba?
böyleydi galiba?
hala okumadığım kitap. özellikle bu kitap ve oğuz atay'ın tutunamayanlar'ı , bende acıdan uzak durmak için duruma bulaşmama hissi uyandırıyor. sanki tam tamına beni anlatan kitaplar ve okumamalıymışım gibi, sırf kendimi üzmemek için, dibe çok batmamak için.
"aşkın kederi" isimli şarkıları da güzel.
"deliliği akıllığından makul deli"ler var hayatta.
ne zaman üzgün olsam hep sonumu getiririm. birkaç gün sonra vefat edeceğimi hayal ederim. sanki adım atarken bir şey olacakmış gibi gelir. bir şekilde ölecekmişim gibi... sonra cenazeme kaç kişinin geleceğini, bu dünyada hoş bir sada bırakma ihtimalimi düşünürüm.
biliyorum bu karamsar havada iyice ruhunuzu sıktım ama öyle işte...
biliyorum bu karamsar havada iyice ruhunuzu sıktım ama öyle işte...