çok eski olmasa da eski zamanlardan kaliteli bir mirkelam şarkısıdrır. mirkelam'ın bu albümünde a-1 yüzünden b-6'ya kadar bütün şarkılar neredeyse aynı kalitededir. şimdi gençler diyecek ne anlatıyor bu 30'larındaki amca. a-1 nedir, b-6 nedir. neyse, iyi şeylere ulaşmanın zahmetli olduğu yıllara özlem ve acı çekiyorum işte
binlerce yıl evvel orta asya'dan dünyanın en yaşanılabilir toprakları olan anadolu'ya gelen atalarıma teşekkürümü ifade edecek sözcük bulamıyorum. kürtler ve ermeniler o zaman zaten buradaydı.
benim şahsi atalarım ise, dünyanın en yaşanılır yeri olan toprakların en yaşanılabilecek yeri olan antakya'ya yerleşmişler. araplar ve rumlar zaten o zamanlar da buradaymış.
sonrası baskın genlerin bir nev-i evrimsel biyolojik mucadelesi. güçlü olan yaşamış, yaşayan ölümsüzlük sanrısıyla büyüyüp genişlemeye devam etmiş. insanların binler binler öldüğü hiç bir savaşın kutlanacak bir yanını göremesem de, fatih'i humanist bir sığlık içinde eleştirmeyeceğim. o zaman yaşamanın genel kuralı ekseriyetle böyle işlermiş. fakat yine de sormadan edemiyorum. neden onlar bizden toprak alınca adı işgal biz toprak alınca nitelemesi fetih oluyor bu işin?
sultan mehmet tarihin gördüğü en bilge ve zeki liderlerinden biridir. barbarlığı neredeyse psikopati derecesindedir. roma'nın mirasına hakkıyla sahip çıkmıştır. üzerine varlık koyup genişletmiştir. fakat, kışın bırakın uçakların, ufoların bile inemeyeceği havalimanını biz yaptık.
benim şahsi atalarım ise, dünyanın en yaşanılır yeri olan toprakların en yaşanılabilecek yeri olan antakya'ya yerleşmişler. araplar ve rumlar zaten o zamanlar da buradaymış.
sonrası baskın genlerin bir nev-i evrimsel biyolojik mucadelesi. güçlü olan yaşamış, yaşayan ölümsüzlük sanrısıyla büyüyüp genişlemeye devam etmiş. insanların binler binler öldüğü hiç bir savaşın kutlanacak bir yanını göremesem de, fatih'i humanist bir sığlık içinde eleştirmeyeceğim. o zaman yaşamanın genel kuralı ekseriyetle böyle işlermiş. fakat yine de sormadan edemiyorum. neden onlar bizden toprak alınca adı işgal biz toprak alınca nitelemesi fetih oluyor bu işin?
sultan mehmet tarihin gördüğü en bilge ve zeki liderlerinden biridir. barbarlığı neredeyse psikopati derecesindedir. roma'nın mirasına hakkıyla sahip çıkmıştır. üzerine varlık koyup genişletmiştir. fakat, kışın bırakın uçakların, ufoların bile inemeyeceği havalimanını biz yaptık.
gazete duvar'dan irfan aktan yakın zaman önce selahattin demirtaş'a 33 aydın ve gazetecinin sorularını iletti. bu soruların cevapları arasında demirtaş'ın başlığa konan cümlesidir. mülakattan bazı kısımlar paylaşıyorum.
Fehim Taştekin (Gazeteci): Kimlerin mahpususunuz?
Emin ol kimsenin mahpusu değilim Fehim. En çok da, beni tutsak aldığını zannedenlere karşı olabildiğince özgürüm.
Gaye Boralıoğlu (Yazar): Edebiyatınızı tariflemeye kalksam, başvuracağım kelimelerin başında “hakiki” gelirdi. Yaşanmış olsa da olmasa da öykülerinizin hakikat dozu çok yüksek. Hayatta ve edebiyatta hakikat sizin için ne ifade ediyor?
Dünyadan Aşağı kitabını okudum, çok beğendim sevgili Gaye. Eline, yüreğine sağlık. “Hakiki olmak” benim için bir tercih değil. Ben hakiki olmak dışında hiçbir şey bilmiyorum ki. Bunun bir meziyet olarak görülmesi çok şaşırtıcı benim için. Belli bir yaşa kadar, herkesi hakiki sanırdım. Çok sonraları farkettim ki durum öyle değilmiş. İlk zamanlar kendimi aptal gibi hissettiğimi de itiraf etmeliyim. Daha sonra başka türlü olamayacağımı anlayınca, bu yönümle barışık yaşamayı öğrendim. Ve ben ne yapsam beni belirleyen hakikilik oluyor artık.
Gökçer Tahincioğlu (Gazeteci, yazar): Devran'da bütün fukaralığa, çaresizliğe, hayal kırıklıklarına rağmen dışarıya sızan bir umut, anlama ve anlatma çabası var. Kitap, yıllarını cezaevi kapısında geçiren anne ve babanıza armağan edilmiş. İstanbul seçiminin iptal edildiği gün ise gördüğümüz bir tablo vardı.Öcalan'la avukatların görüşmesinden sonra başlayan, HDP'ye yönelik önyargılı sözler ve suçlamalar, Gezi'ye kadar uzanan eleştiriler. Buna karşılık HDP seçmenlerinden gelen “siz neredeydiniz” karşılığı. Edebiyat, bu makası kapatabilir mi? Anlamak ve yeni bir dil inşası, üstelik çok kolayca karşıt siyaset üretilirken mümkün mü? Neden umutlu olmalıyız?
“Mühür” romanın güzeldi Gökçer, eline sağlık. Ortak arkadaşımız Kemal Göktaş'a da selam söyle lütfen. Onun da yazılarını takip ediyorum. Sözünü ettiğin makasın, kutuplaşmanın, fanatikliğin veya önyargıların ortadan kaldırılması çok kolay bir iş değil. Bu konuda edebiyatın büyük desteği olacağından şüphem yok ama, o da yetmez. Sanat, felsefe, alternatif tarih, hatta mitolojinin de siyaseti (ve de dilini) belirleyebilmesini sağlamak gerekir. Üstünkörü edinilmiş bir siyasi bilinçle yapılan her türlü siyaset kabadır, ötekileştiricidir ve makasların daha fazla açılmasından başkaca bir sonuç doğurmaz. Sorun çözmediği gibi, sürekli yeni sorun üretir. Peki neden umutlu olmalıyız? Çünkü öyle gerekiyor.
Hatice Kamer (Gazeteci): Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesini hükümetin İstanbul seçimlerinde Kürtlerin oylarını almak için yaptığı bir hamle olarak yorumlayanlar oldu. Siz bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşanan bunca acı deneyime rağmen, meselelerin bu kadar basit yaklaşımlarla ele alınmasına üzülüyorum. 200 gündür açlık grevleriyle, ölüm oruçlarıyla, içerde ve dışarıda direnen annelerin kararlı duruşlarıyla yürüyen direniş ruhunu, saygısızca hiçleştirmekten kaçınmak gerekir. İnsanlar, ölüm sınırında ve bu direnişin talebine hiç değilse saygı duymak yerine, bu talebi ve gelişmeleri ucuz pazarlıkların malzemesiymiş gibi sunmak, tek kelimeyle ayıptır. Bu şekilde yazıp çizenlerden, biraz empati yapmalarını rica ediyorum. Cezaevinde (veya dışarıda) 200 gündür açsınız, her an ölebilirsiniz. Ve tam o esnada, talebinize dair olumlu bir gelişme yaşanıyor, siz devamının gelmesini beklerken, birileri çıkıp “Hayır hayır bu sayılmaz, bu seçim için atılmış bir adımdır.” deyip gelişmeyi anlamsız kılmaya çalışıyor. Size de resmen öl demiş oluyor. Evet ayıptır, biraz vicdan lütfen. Bu soru vesilesiyle, biraz içimi dökmüş oldum sevgili Hatice, sağol.
Kemal Varol (Yazar): Siz çok sıkıntılı zamanlarda insan hakları mücadelesinin içinde oldunuz. Tanık olduğunuz nice haksızlık, trajediler, insan hikâyeleri… Ama buna rağmen gerek politikada gerekse de öykücülüğünüzde ironiyi güçlü bir enstrüman olarak kullandınız hep. İroninin sizdeki ve acılı bir toplumdaki karşılığı nedir?
1994'te Diyarbakır Emniyetinde 15 gün gözaltında kaldım sevgili Kemal. Onca sorgunun, zulmün, korkunun ve acının içinde ne kadar espri yapıp güldüğümüzü anlatamam. Gözaltı arkadaşlarım, bunun tanığıdır. Acıyı bal eylemeden, onunla baş edemiyorum ben. Acıların bizi teslim almasını, hayatımızı, tüm geleceğimizi belirlemesini kabul edemiyorum. Yaşadığı acı ve kederle olgunlaşan, bunu her an yüreğinde hissederek taşıyanları kastetmiyorum elbette ama acıyı mühim ve ciddi bir “aksesuar” gibi yüzlerinde taşıyarak, acıyı dibine kadar sömürenleri de rahatsız edici buluyorum. İroniyi de, mizahı da hem acıyla baş edebilmenin, hem zulme karşı daha etkili mücadele edebilmenin, hem de kendini daha kolay, çarpıcı anlatabilmenin yolu olarak görüyorum. Bunu hafife alanlara da gülüp geçiyorum. Çünkü ben espri yaparken çok ciddiyim, şakam yoktur. Toplum halinde yaşanan kolektif travmalara karşı dayanışmayı, umudu ve coşkuyu var edebilmek için de; ironiyi, espriyi yani “gülmeyi” küçümsemek yerine, ciddiye alıp ağız dolusu gülmek en iyisidir. Son kitabın Jar'ı çok beğendim, kutluyorum, eline sağlık.
Mehveş Evin (Gazeteci): Ekrem İmamoğlu ve CHP'nin İstanbul siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? İmamoğlu, Türkiye'nin demokratikleşmesi adına bir umut mu? 31 Mart'taki gibi 23 Haziran için de seçmenlere bir çağrı yapacak mısınız?
Kutuplaştırma, öfke dili ve gerilimden usanmış topluma daha birleştirici, kucaklayan bir dille seslenmek ve bunu inanarak yapmak önemlidir. Toplum da buna değer veriyor haklı olarak. Ben dışarıdayken de çok defa söylediğim gibi, umudu kişilere bağlamak doğru olmaz. İlkelere ve bu ilkeler etrafında birleşmiş daha geniş mücadele birliklerine ihtiyaç var. Herkesin demokrasi cephesi gibi kolektif yapıların oluşmasına destek vermesi ve böylesi yapıların parçası olarak mücadele etmesi daha elzemdir. Kişiler üzerinden yürüyen mücadeleler, demokrasi kültürünün oluşmasına yeterli ve kalıcı katkı sağlamaz. Sayın İmamoğlu'nun da mevcut pozisyonunu ve haklı halk desteğini kalıcı hale getirebilmesinin yolu budur. 23 Haziran seçimine ilişkin partim HDP tavrını ortaya koyuyor zaten. Benim de bundan farklı bir tutumum olmaz. Gelişmeleri izleyip, neler yapabileceğimizi partimle istişare edeceğim elbette. A'dan Z'ye Buraya Nasıl Geldik kitabını okudum, çok başarılıydı. Eline, emeğine sağlık.
Nadire Mater (Gazeteci): 23 Haziran seçiminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olsaydınız, ana sloganınız, sloganlarınız ne, neler olurdu? Nasıl bir İstanbul vaat ederdiniz ki, bu farklılıklar/farklar sadece size oy verenleri değil, size oy vermeyi aklından geçirmeyenlerin bile sandık başında bir an da olsa Demirtaş'ı düşündürtecek kadar gönüllerini çelerdi?
Doğrudan demokrasinin hayata geçebilmesi için gerekenleri yapardım. Bütün ilçelerdeki bütün meydanlara ücretsiz ve hızlı wi-fi bağlantısı sağlardım. Özel bir kodla herkesin telefonuna yüklenmiş programlarla, isteyen herkesin belediye meclisinin ve belediye başkanının alacağı tüm kararlar için online oylamaya katılabilmesinin yolunu açardım. Karar alma, öneride bulunma, eleştiri yapma ve denetleme süreçlerinin tamamı tüm İstanbullulara açık hale gelinceye kadar bunu yaygınlaştırırdım. Bu şekilde referanduma tabi tutulmamış hiçbir kararı almaz ve uygulamazdım. Gerçek bir halk demokrasisi inşa etmeden yapılacak her şey az ya da çok aldatmacadır. Demokrasi kültürünü geliştirmeden ne farklılıkları bir arada yaşatabiliriz ne emek ve doğa sömürüsünü engelleyebilir ne de talanı, yolsuzluğu, hırsızlığı önleyebiliriz. Bütün billboardlara koyacağım aynanın üzerine de seçim sloganımızı yazardım: “İstanbul'un yeni belediye başkanı. Lütfen daha yakından bakın 🙂 ” Selamlar, sevgili Nadire Mater.
Selin Girit (Gazeteci): 23 Haziran seçimlerinden yalnızca 4-5 gün önce, halen tutukluluk halinizin devamına neden olan yargılandığınız davanın son duruşması yapılacak. Bazı medya organlarında HDP ile AKP arasında sizin tahliyeniz üzerinden bir pazarlık yürütüldüğü yönünde iddialar yer aldı. Böylesi bir pazarlık söz konusu mu? 19 Haziran'da tahliye kararı bekliyor musunuz? Olası tahliyenizin HDP seçmeninin 23 Haziran'daki tercihini nasıl etkileyeceğini öngörüyorsunuz?
Selin Hanım, dışarıdan nasıl görüyorsunuz bilmiyorum ama faşizme karşı en güçlü mücadeleyi yürütüyor olmamıza, her dönemde en ağır bedelleri ödüyor olmamıza rağmen halen bizleri ucuz, ilkesiz pazarlıkların partisi olarak görmekte ısrar edenlere söyleyecek söz bulamıyorum. Sorunuzda yer verdiğiniz türden bir pazarlığı yapacak tıynette olsaydık iki buçuk yıldır burada olmazdık zaten. Demokrasinin, barışın imkanlarını artırmak, her fırsatı ilkesel bir kazanıma dönüştürmek için de AKP dahil tüm partilerle TBMM çatısı altında görüşme yapılmasına da asla karşı değilim. Siyasi partilerin işi bir yandan kesintisiz mücadeleyi sürdürürken diğer yandan bu direnişin diplomasisini, siyasetini yapmaktır. Herkese mübah olanın HDP'ye haram kılınması asla kabul edilemez. Diğer bütün partiler her fırsatta bir araya gelerek ortak çıkarları etrafında diyaloglar geliştirirken bunun adı siyaset oluyor da HDP herhangi bir partiyle diyalog kurunca bunun adı neden pazarlık oluyor? Kaldı ki, HDP de kendi ilke ve çıkarları doğrultusunda pazarlık yapabilir, bu da onun hakkıdır. Fakat güya benim tahliyem üzerinden HDP seçmeninin iradesini peşkeş çekeceğimiz iması bile nahoştur. Bu iddia o kadar boştur ki, benim 4 yıl 8 ay uyduruk bir cezayla başka bir davadan hükümlü olduğumu bile göz ardı ediyorlar. Bu tür yaklaşımlar aşağılayıcı, küçük düşürücüdür. Biz direne direne kazanıyoruz, dilene dilene değil. Herkesin içi rahat olsun ve bize güvenmeye devam etsin diyorum.
Sema Kaygusuz (Yazar): Sevgili Selahattin Demirtaş, öncelikle size ve koğuş arkadaşınız HDP Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan'a biraz daha sabır ve dirayet diliyorum. Tutsaklıkla geçen günlerinizi siyasi etkinizi sürdürmenizden başka beklenmedik bir yaratıcılıkla sanatsal bir direnişe dönüştürmüş olmanıza kişisel olarak ne kadar saygı duyduğumu söylemek isterim. Benim sorum şöyle: Son yerel seçimlerde Kürtler yalnızca seçmen bireylere indirgenmiş görünüyor. Seçim yapmadıkları sürece görünmezleşeceklermiş gibi. CHP açısından demokratik güç birliği yapılan aktif politik bir kitle olarak çekingen bir dille savunulurken, AKP ve MHP açısından kendilerine oy vermedikleri sürece potansiyel suçlu olarak gösterilmeye devam ediliyorlar. Ancak iktidarı hoşnut ederlerse asıl Kürt olabileceklermiş gibi. Kimse Kürt'ün geçmediği bir cümle kurmuyor artık. Gelgelelim son derece yararcı, içeriksiz, neredeyse demokratik Kürt siyasi hareketinden kopuk bağlamlarda, Kürt kimliği dillerden düşmüyor. Bu Kürt olmadan yapamamak hali bir kazanım mı sizce, yoksa Bağlar'da, Mardin'de, Cizre'de, Kars'ta yaşananları toplumun gözünde sıradanlaştıran, hatta Kürdün hak arayışını nadasa bırakan bir bekleme dönemi mi? Bu ikircikli pozisyondan ne anlamlar çıkarıyorsunuz?
Sevgili Sema, öncelikle Abdullah Zeydan arkadaşımın içten selamlarını hepinize iletiyorum. Soruda altını çizdiğin noktalara katılmamak mümkün değil. AKP, CHP ve MHP'ye göre Kürt var ama bu “Kürt”ün sadece seçmen kağıdı var. Bir anadili, kendine ait bir kültürü, kadim bir coğrafyası, sorunları, talepleri, acıları var mı yok mu belli değil. “Kürt” kavramının bu haliyle dolaşıma sokulması Kürt halkı açısından büyük bir kazanım değildir. Şüphesiz ki her Kürt, diğer etinisitelerden insanlar gibi birer bireydir. Ama aynı zamanda “Kürt halkı” diye bir gerçeklik de var. Ve bu halkın, halk olmaktan kaynaklı kolektif hakları var. Bunları gündemleştirmeden, bu konuya ilişkin tek bir cümle kurmadan “Kürt kökenli seçmenler kime oy verecek” tartışması yapmak, devekuşu gibi başını kuma gömmektir. Her Kürt, istediği partiye oy vermekte özgür iradeye sahiptir. Ama hangi partiye, hangi gerekçeyle oy verirse versin, her Kürt'ün ortak ulusal, kültürel talepleri, istekleri, beklentileri vardır. Seçim dönemlerinde Kürtlerin salt seçmen kimlikleriyle ele alınması bunu yapanların kendi eksikliğidir. İşçilerden, çiftçilerden oy isterken onların taleplerini görmezden gelemeyenlerin, koca bir halkın oyuna talip olurken onu “joker seçmen” gibi görmesi o halka hakarettir. Kürtler de özellikle 23 Haziran seçimine giderken bütün bunları değerlendirerek bir karar verecektir mutlaka. Aramızdaki Ağaç kitabın gözümün önünde, okunmayı bekliyor sevgili Sema. Eline, yüreğine, emeğine sağlık olsun. Sen yazmışsan zaten güzeldir muhakkak.
Yıldırım Türker (Gazeteci): Bu memleketin halklarına, hepimize ortak bir soru yöneltecek olsan, ne sorarsın?
Sevgili Yıldırım, hakikaten zor bir soru olmuş seninkisi. Bugüne kadar benden hep cevap istendi. İlk defa soru sormama fırsat veriliyor. Bunun için özel olarak teşekkür etmeliyim. Şunu sorsam olur mu acaba: “Oturmaktan bacaklarınız yorulmuştur. Şöyle yürüyelim mi biraz? Ha, ne dersiniz?”
Fehim Taştekin (Gazeteci): Kimlerin mahpususunuz?
Emin ol kimsenin mahpusu değilim Fehim. En çok da, beni tutsak aldığını zannedenlere karşı olabildiğince özgürüm.
Gaye Boralıoğlu (Yazar): Edebiyatınızı tariflemeye kalksam, başvuracağım kelimelerin başında “hakiki” gelirdi. Yaşanmış olsa da olmasa da öykülerinizin hakikat dozu çok yüksek. Hayatta ve edebiyatta hakikat sizin için ne ifade ediyor?
Dünyadan Aşağı kitabını okudum, çok beğendim sevgili Gaye. Eline, yüreğine sağlık. “Hakiki olmak” benim için bir tercih değil. Ben hakiki olmak dışında hiçbir şey bilmiyorum ki. Bunun bir meziyet olarak görülmesi çok şaşırtıcı benim için. Belli bir yaşa kadar, herkesi hakiki sanırdım. Çok sonraları farkettim ki durum öyle değilmiş. İlk zamanlar kendimi aptal gibi hissettiğimi de itiraf etmeliyim. Daha sonra başka türlü olamayacağımı anlayınca, bu yönümle barışık yaşamayı öğrendim. Ve ben ne yapsam beni belirleyen hakikilik oluyor artık.
Gökçer Tahincioğlu (Gazeteci, yazar): Devran'da bütün fukaralığa, çaresizliğe, hayal kırıklıklarına rağmen dışarıya sızan bir umut, anlama ve anlatma çabası var. Kitap, yıllarını cezaevi kapısında geçiren anne ve babanıza armağan edilmiş. İstanbul seçiminin iptal edildiği gün ise gördüğümüz bir tablo vardı.Öcalan'la avukatların görüşmesinden sonra başlayan, HDP'ye yönelik önyargılı sözler ve suçlamalar, Gezi'ye kadar uzanan eleştiriler. Buna karşılık HDP seçmenlerinden gelen “siz neredeydiniz” karşılığı. Edebiyat, bu makası kapatabilir mi? Anlamak ve yeni bir dil inşası, üstelik çok kolayca karşıt siyaset üretilirken mümkün mü? Neden umutlu olmalıyız?
“Mühür” romanın güzeldi Gökçer, eline sağlık. Ortak arkadaşımız Kemal Göktaş'a da selam söyle lütfen. Onun da yazılarını takip ediyorum. Sözünü ettiğin makasın, kutuplaşmanın, fanatikliğin veya önyargıların ortadan kaldırılması çok kolay bir iş değil. Bu konuda edebiyatın büyük desteği olacağından şüphem yok ama, o da yetmez. Sanat, felsefe, alternatif tarih, hatta mitolojinin de siyaseti (ve de dilini) belirleyebilmesini sağlamak gerekir. Üstünkörü edinilmiş bir siyasi bilinçle yapılan her türlü siyaset kabadır, ötekileştiricidir ve makasların daha fazla açılmasından başkaca bir sonuç doğurmaz. Sorun çözmediği gibi, sürekli yeni sorun üretir. Peki neden umutlu olmalıyız? Çünkü öyle gerekiyor.
Hatice Kamer (Gazeteci): Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesini hükümetin İstanbul seçimlerinde Kürtlerin oylarını almak için yaptığı bir hamle olarak yorumlayanlar oldu. Siz bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşanan bunca acı deneyime rağmen, meselelerin bu kadar basit yaklaşımlarla ele alınmasına üzülüyorum. 200 gündür açlık grevleriyle, ölüm oruçlarıyla, içerde ve dışarıda direnen annelerin kararlı duruşlarıyla yürüyen direniş ruhunu, saygısızca hiçleştirmekten kaçınmak gerekir. İnsanlar, ölüm sınırında ve bu direnişin talebine hiç değilse saygı duymak yerine, bu talebi ve gelişmeleri ucuz pazarlıkların malzemesiymiş gibi sunmak, tek kelimeyle ayıptır. Bu şekilde yazıp çizenlerden, biraz empati yapmalarını rica ediyorum. Cezaevinde (veya dışarıda) 200 gündür açsınız, her an ölebilirsiniz. Ve tam o esnada, talebinize dair olumlu bir gelişme yaşanıyor, siz devamının gelmesini beklerken, birileri çıkıp “Hayır hayır bu sayılmaz, bu seçim için atılmış bir adımdır.” deyip gelişmeyi anlamsız kılmaya çalışıyor. Size de resmen öl demiş oluyor. Evet ayıptır, biraz vicdan lütfen. Bu soru vesilesiyle, biraz içimi dökmüş oldum sevgili Hatice, sağol.
Kemal Varol (Yazar): Siz çok sıkıntılı zamanlarda insan hakları mücadelesinin içinde oldunuz. Tanık olduğunuz nice haksızlık, trajediler, insan hikâyeleri… Ama buna rağmen gerek politikada gerekse de öykücülüğünüzde ironiyi güçlü bir enstrüman olarak kullandınız hep. İroninin sizdeki ve acılı bir toplumdaki karşılığı nedir?
1994'te Diyarbakır Emniyetinde 15 gün gözaltında kaldım sevgili Kemal. Onca sorgunun, zulmün, korkunun ve acının içinde ne kadar espri yapıp güldüğümüzü anlatamam. Gözaltı arkadaşlarım, bunun tanığıdır. Acıyı bal eylemeden, onunla baş edemiyorum ben. Acıların bizi teslim almasını, hayatımızı, tüm geleceğimizi belirlemesini kabul edemiyorum. Yaşadığı acı ve kederle olgunlaşan, bunu her an yüreğinde hissederek taşıyanları kastetmiyorum elbette ama acıyı mühim ve ciddi bir “aksesuar” gibi yüzlerinde taşıyarak, acıyı dibine kadar sömürenleri de rahatsız edici buluyorum. İroniyi de, mizahı da hem acıyla baş edebilmenin, hem zulme karşı daha etkili mücadele edebilmenin, hem de kendini daha kolay, çarpıcı anlatabilmenin yolu olarak görüyorum. Bunu hafife alanlara da gülüp geçiyorum. Çünkü ben espri yaparken çok ciddiyim, şakam yoktur. Toplum halinde yaşanan kolektif travmalara karşı dayanışmayı, umudu ve coşkuyu var edebilmek için de; ironiyi, espriyi yani “gülmeyi” küçümsemek yerine, ciddiye alıp ağız dolusu gülmek en iyisidir. Son kitabın Jar'ı çok beğendim, kutluyorum, eline sağlık.
Mehveş Evin (Gazeteci): Ekrem İmamoğlu ve CHP'nin İstanbul siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? İmamoğlu, Türkiye'nin demokratikleşmesi adına bir umut mu? 31 Mart'taki gibi 23 Haziran için de seçmenlere bir çağrı yapacak mısınız?
Kutuplaştırma, öfke dili ve gerilimden usanmış topluma daha birleştirici, kucaklayan bir dille seslenmek ve bunu inanarak yapmak önemlidir. Toplum da buna değer veriyor haklı olarak. Ben dışarıdayken de çok defa söylediğim gibi, umudu kişilere bağlamak doğru olmaz. İlkelere ve bu ilkeler etrafında birleşmiş daha geniş mücadele birliklerine ihtiyaç var. Herkesin demokrasi cephesi gibi kolektif yapıların oluşmasına destek vermesi ve böylesi yapıların parçası olarak mücadele etmesi daha elzemdir. Kişiler üzerinden yürüyen mücadeleler, demokrasi kültürünün oluşmasına yeterli ve kalıcı katkı sağlamaz. Sayın İmamoğlu'nun da mevcut pozisyonunu ve haklı halk desteğini kalıcı hale getirebilmesinin yolu budur. 23 Haziran seçimine ilişkin partim HDP tavrını ortaya koyuyor zaten. Benim de bundan farklı bir tutumum olmaz. Gelişmeleri izleyip, neler yapabileceğimizi partimle istişare edeceğim elbette. A'dan Z'ye Buraya Nasıl Geldik kitabını okudum, çok başarılıydı. Eline, emeğine sağlık.
Nadire Mater (Gazeteci): 23 Haziran seçiminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olsaydınız, ana sloganınız, sloganlarınız ne, neler olurdu? Nasıl bir İstanbul vaat ederdiniz ki, bu farklılıklar/farklar sadece size oy verenleri değil, size oy vermeyi aklından geçirmeyenlerin bile sandık başında bir an da olsa Demirtaş'ı düşündürtecek kadar gönüllerini çelerdi?
Doğrudan demokrasinin hayata geçebilmesi için gerekenleri yapardım. Bütün ilçelerdeki bütün meydanlara ücretsiz ve hızlı wi-fi bağlantısı sağlardım. Özel bir kodla herkesin telefonuna yüklenmiş programlarla, isteyen herkesin belediye meclisinin ve belediye başkanının alacağı tüm kararlar için online oylamaya katılabilmesinin yolunu açardım. Karar alma, öneride bulunma, eleştiri yapma ve denetleme süreçlerinin tamamı tüm İstanbullulara açık hale gelinceye kadar bunu yaygınlaştırırdım. Bu şekilde referanduma tabi tutulmamış hiçbir kararı almaz ve uygulamazdım. Gerçek bir halk demokrasisi inşa etmeden yapılacak her şey az ya da çok aldatmacadır. Demokrasi kültürünü geliştirmeden ne farklılıkları bir arada yaşatabiliriz ne emek ve doğa sömürüsünü engelleyebilir ne de talanı, yolsuzluğu, hırsızlığı önleyebiliriz. Bütün billboardlara koyacağım aynanın üzerine de seçim sloganımızı yazardım: “İstanbul'un yeni belediye başkanı. Lütfen daha yakından bakın 🙂 ” Selamlar, sevgili Nadire Mater.
Selin Girit (Gazeteci): 23 Haziran seçimlerinden yalnızca 4-5 gün önce, halen tutukluluk halinizin devamına neden olan yargılandığınız davanın son duruşması yapılacak. Bazı medya organlarında HDP ile AKP arasında sizin tahliyeniz üzerinden bir pazarlık yürütüldüğü yönünde iddialar yer aldı. Böylesi bir pazarlık söz konusu mu? 19 Haziran'da tahliye kararı bekliyor musunuz? Olası tahliyenizin HDP seçmeninin 23 Haziran'daki tercihini nasıl etkileyeceğini öngörüyorsunuz?
Selin Hanım, dışarıdan nasıl görüyorsunuz bilmiyorum ama faşizme karşı en güçlü mücadeleyi yürütüyor olmamıza, her dönemde en ağır bedelleri ödüyor olmamıza rağmen halen bizleri ucuz, ilkesiz pazarlıkların partisi olarak görmekte ısrar edenlere söyleyecek söz bulamıyorum. Sorunuzda yer verdiğiniz türden bir pazarlığı yapacak tıynette olsaydık iki buçuk yıldır burada olmazdık zaten. Demokrasinin, barışın imkanlarını artırmak, her fırsatı ilkesel bir kazanıma dönüştürmek için de AKP dahil tüm partilerle TBMM çatısı altında görüşme yapılmasına da asla karşı değilim. Siyasi partilerin işi bir yandan kesintisiz mücadeleyi sürdürürken diğer yandan bu direnişin diplomasisini, siyasetini yapmaktır. Herkese mübah olanın HDP'ye haram kılınması asla kabul edilemez. Diğer bütün partiler her fırsatta bir araya gelerek ortak çıkarları etrafında diyaloglar geliştirirken bunun adı siyaset oluyor da HDP herhangi bir partiyle diyalog kurunca bunun adı neden pazarlık oluyor? Kaldı ki, HDP de kendi ilke ve çıkarları doğrultusunda pazarlık yapabilir, bu da onun hakkıdır. Fakat güya benim tahliyem üzerinden HDP seçmeninin iradesini peşkeş çekeceğimiz iması bile nahoştur. Bu iddia o kadar boştur ki, benim 4 yıl 8 ay uyduruk bir cezayla başka bir davadan hükümlü olduğumu bile göz ardı ediyorlar. Bu tür yaklaşımlar aşağılayıcı, küçük düşürücüdür. Biz direne direne kazanıyoruz, dilene dilene değil. Herkesin içi rahat olsun ve bize güvenmeye devam etsin diyorum.
Sema Kaygusuz (Yazar): Sevgili Selahattin Demirtaş, öncelikle size ve koğuş arkadaşınız HDP Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan'a biraz daha sabır ve dirayet diliyorum. Tutsaklıkla geçen günlerinizi siyasi etkinizi sürdürmenizden başka beklenmedik bir yaratıcılıkla sanatsal bir direnişe dönüştürmüş olmanıza kişisel olarak ne kadar saygı duyduğumu söylemek isterim. Benim sorum şöyle: Son yerel seçimlerde Kürtler yalnızca seçmen bireylere indirgenmiş görünüyor. Seçim yapmadıkları sürece görünmezleşeceklermiş gibi. CHP açısından demokratik güç birliği yapılan aktif politik bir kitle olarak çekingen bir dille savunulurken, AKP ve MHP açısından kendilerine oy vermedikleri sürece potansiyel suçlu olarak gösterilmeye devam ediliyorlar. Ancak iktidarı hoşnut ederlerse asıl Kürt olabileceklermiş gibi. Kimse Kürt'ün geçmediği bir cümle kurmuyor artık. Gelgelelim son derece yararcı, içeriksiz, neredeyse demokratik Kürt siyasi hareketinden kopuk bağlamlarda, Kürt kimliği dillerden düşmüyor. Bu Kürt olmadan yapamamak hali bir kazanım mı sizce, yoksa Bağlar'da, Mardin'de, Cizre'de, Kars'ta yaşananları toplumun gözünde sıradanlaştıran, hatta Kürdün hak arayışını nadasa bırakan bir bekleme dönemi mi? Bu ikircikli pozisyondan ne anlamlar çıkarıyorsunuz?
Sevgili Sema, öncelikle Abdullah Zeydan arkadaşımın içten selamlarını hepinize iletiyorum. Soruda altını çizdiğin noktalara katılmamak mümkün değil. AKP, CHP ve MHP'ye göre Kürt var ama bu “Kürt”ün sadece seçmen kağıdı var. Bir anadili, kendine ait bir kültürü, kadim bir coğrafyası, sorunları, talepleri, acıları var mı yok mu belli değil. “Kürt” kavramının bu haliyle dolaşıma sokulması Kürt halkı açısından büyük bir kazanım değildir. Şüphesiz ki her Kürt, diğer etinisitelerden insanlar gibi birer bireydir. Ama aynı zamanda “Kürt halkı” diye bir gerçeklik de var. Ve bu halkın, halk olmaktan kaynaklı kolektif hakları var. Bunları gündemleştirmeden, bu konuya ilişkin tek bir cümle kurmadan “Kürt kökenli seçmenler kime oy verecek” tartışması yapmak, devekuşu gibi başını kuma gömmektir. Her Kürt, istediği partiye oy vermekte özgür iradeye sahiptir. Ama hangi partiye, hangi gerekçeyle oy verirse versin, her Kürt'ün ortak ulusal, kültürel talepleri, istekleri, beklentileri vardır. Seçim dönemlerinde Kürtlerin salt seçmen kimlikleriyle ele alınması bunu yapanların kendi eksikliğidir. İşçilerden, çiftçilerden oy isterken onların taleplerini görmezden gelemeyenlerin, koca bir halkın oyuna talip olurken onu “joker seçmen” gibi görmesi o halka hakarettir. Kürtler de özellikle 23 Haziran seçimine giderken bütün bunları değerlendirerek bir karar verecektir mutlaka. Aramızdaki Ağaç kitabın gözümün önünde, okunmayı bekliyor sevgili Sema. Eline, yüreğine, emeğine sağlık olsun. Sen yazmışsan zaten güzeldir muhakkak.
Yıldırım Türker (Gazeteci): Bu memleketin halklarına, hepimize ortak bir soru yöneltecek olsan, ne sorarsın?
Sevgili Yıldırım, hakikaten zor bir soru olmuş seninkisi. Bugüne kadar benden hep cevap istendi. İlk defa soru sormama fırsat veriliyor. Bunun için özel olarak teşekkür etmeliyim. Şunu sorsam olur mu acaba: “Oturmaktan bacaklarınız yorulmuştur. Şöyle yürüyelim mi biraz? Ha, ne dersiniz?”
ahmet telli'nin her mısrasına sonsuz iman ettiğim muhteşem şiiridir. bize insan ne için yaşar sorusunun cevabını insan onuru için yaşar olarak belletiler. bence insan her hal ve karda kaliteli bir yaşam için de yaşamalı. kötü düşüşlerde, onur ve daha güzel bir yaşam direnciyle ayağa kalkmak için şiar edilmesini salık veririm bu şiirin her mısrasının.
I
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
bekle beni
Bahar geldiğinde
kırlara çıkacaksın
dizboyu otlar üstünde
koş koşabildiğince
ve sakın yitirme neşeyi
Kırların sessizliğinde
yüreğinin sesini dinle
ve orada benim için
küçücük bir yer ayır
ve bekle beni küçüğüm
Doğa pervasızdır biraz
bakarsın en olmaz yerde
masmavi bir su fışkırır
ve suyun ışıldayan göğsünde
sevincin nilüferleri
Bahar şaşırtmasın seni
sırtüstü uzan bir gölgeye
suların, kuşların sesini dinle
ve bekle beni orada
döneceğim küçüğüm
II
Mapusane türküleri
hüzünlüdür biraz
belki her dinleyişinde
yüreğin burkulmakta
için sızlamaktadır
Ama acılara alışılmaz
birşeyler var değişecek
birşeyler var
değiştirmemiz gereken
önce acılardan başlanacak
Beş on yıl dediğin
pek kolay geçmeyebilir
üstelik bu savaş
bu kahredici kıyım
bitmeyebilir daha uzun süre
Ama sen sahip çıkarak
yaşama ve sevince
bekle beni küçüğüm
acılar bitecek bir gün
sevgiler çiçek açacak
Mapusane türküleri
hüzünlüyse de biraz
yüreğin burkulmasın
için sızlamasın sakın
ve bekle beni küçüğüm
III
Kış kıyamet bir gün
bakarsın çıkıp gelmişim
varsın azgınlaşsın tipi
ve uğuldayadursun
dışardaki rüzgâr
Sakın şaşırma küçüğüm
üşümüş bir serçe gibi
titremesin ellerin
apansız çıkıp geleceğim
kış kıyamet de olsa bir gün
Uğuldayan bu rüzgâr
bu delice yağan kar
ürkütmesin seni
direnmektir artık
bekleyişin öbür adı
Sen türküler söyle
ve gülümse küçüğüm
çünkü sesinin
ırmağıyla yeşerecek
hasretin bozkırları
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
beke beni küçüğüm
I
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
bekle beni
Bahar geldiğinde
kırlara çıkacaksın
dizboyu otlar üstünde
koş koşabildiğince
ve sakın yitirme neşeyi
Kırların sessizliğinde
yüreğinin sesini dinle
ve orada benim için
küçücük bir yer ayır
ve bekle beni küçüğüm
Doğa pervasızdır biraz
bakarsın en olmaz yerde
masmavi bir su fışkırır
ve suyun ışıldayan göğsünde
sevincin nilüferleri
Bahar şaşırtmasın seni
sırtüstü uzan bir gölgeye
suların, kuşların sesini dinle
ve bekle beni orada
döneceğim küçüğüm
II
Mapusane türküleri
hüzünlüdür biraz
belki her dinleyişinde
yüreğin burkulmakta
için sızlamaktadır
Ama acılara alışılmaz
birşeyler var değişecek
birşeyler var
değiştirmemiz gereken
önce acılardan başlanacak
Beş on yıl dediğin
pek kolay geçmeyebilir
üstelik bu savaş
bu kahredici kıyım
bitmeyebilir daha uzun süre
Ama sen sahip çıkarak
yaşama ve sevince
bekle beni küçüğüm
acılar bitecek bir gün
sevgiler çiçek açacak
Mapusane türküleri
hüzünlüyse de biraz
yüreğin burkulmasın
için sızlamasın sakın
ve bekle beni küçüğüm
III
Kış kıyamet bir gün
bakarsın çıkıp gelmişim
varsın azgınlaşsın tipi
ve uğuldayadursun
dışardaki rüzgâr
Sakın şaşırma küçüğüm
üşümüş bir serçe gibi
titremesin ellerin
apansız çıkıp geleceğim
kış kıyamet de olsa bir gün
Uğuldayan bu rüzgâr
bu delice yağan kar
ürkütmesin seni
direnmektir artık
bekleyişin öbür adı
Sen türküler söyle
ve gülümse küçüğüm
çünkü sesinin
ırmağıyla yeşerecek
hasretin bozkırları
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
beke beni küçüğüm
kendisine sevgilerimi iletirim. 23 haziran seçimlerini alnının samimiyet akan teriyle kazanmış ve şeffaflık değişim isteyen herkesin oyunu almış belediye başkanıdır.
sabah annemin ziyaretine gittim. a haber açıktı televizyonda. ekrem beyin beylikdüzü belediye başkanıyken ki güya faiş parayla yapılmış iş ve işlemleri anlatılıyordu a haberde. bir çoğunun iftira ve düzmece olduğundan eminim. lakin şöyle bir sıkıntı var ki artık, ekrem bey bu yayınlar hakkında suç duyurusunda bulunsa dava açacak savcı yok. a haberde ''imamoğlu beylikdüzü belediye başkanıyken abdullah öcalan'ı anma gecesi düzenledi'' bile deseler çamur atıldığı yerde kalacak.
buradan hareketle imamoğlu'nun kazandığı seçimin hukuksuzca elinden alınmasına sevinen akp'li kardeşlerime sormak isterim. bu normal olmayan karar artık kişi hukukumuza bile yansıyacaktır. yarın siz de husumetli olduğunuz biriyle mahkemelik olduğunuzda yüzde yüz haklı olsanız bile husumetli olduğunuz kişi akp'ye sizden daha yakınsa davayı kaybedeceksiniz. ve bu bir normalite olacak. bu tehlikenin farkında mısınız?
ekrem beyi aday olduğu günden beyi çok övdüm. şimdi küçük bir eleştiri yapmak isterim kendisine. geçenlerde dolmuşçu esnafına belediye ulaşım hizmetlerinin kendilerinin kazancına olumsuz yansımayacağıyla ilgili garanti vermiş. bu yüz yılda dolmuşçu esnafı nedir ekrem abi? ulaşım bir insan hakkıdır. ulaşım küçük esnafın da bir yandan ekmek yiyeceği rant sektörü olamaz.
sabah annemin ziyaretine gittim. a haber açıktı televizyonda. ekrem beyin beylikdüzü belediye başkanıyken ki güya faiş parayla yapılmış iş ve işlemleri anlatılıyordu a haberde. bir çoğunun iftira ve düzmece olduğundan eminim. lakin şöyle bir sıkıntı var ki artık, ekrem bey bu yayınlar hakkında suç duyurusunda bulunsa dava açacak savcı yok. a haberde ''imamoğlu beylikdüzü belediye başkanıyken abdullah öcalan'ı anma gecesi düzenledi'' bile deseler çamur atıldığı yerde kalacak.
buradan hareketle imamoğlu'nun kazandığı seçimin hukuksuzca elinden alınmasına sevinen akp'li kardeşlerime sormak isterim. bu normal olmayan karar artık kişi hukukumuza bile yansıyacaktır. yarın siz de husumetli olduğunuz biriyle mahkemelik olduğunuzda yüzde yüz haklı olsanız bile husumetli olduğunuz kişi akp'ye sizden daha yakınsa davayı kaybedeceksiniz. ve bu bir normalite olacak. bu tehlikenin farkında mısınız?
ekrem beyi aday olduğu günden beyi çok övdüm. şimdi küçük bir eleştiri yapmak isterim kendisine. geçenlerde dolmuşçu esnafına belediye ulaşım hizmetlerinin kendilerinin kazancına olumsuz yansımayacağıyla ilgili garanti vermiş. bu yüz yılda dolmuşçu esnafı nedir ekrem abi? ulaşım bir insan hakkıdır. ulaşım küçük esnafın da bir yandan ekmek yiyeceği rant sektörü olamaz.
bildiğim tanıdığım en derin ilme sahip sosyalist tarihçi yazardır. 1970'lerde filistin halkıyla dayanışma adına, terör devleti israil ile savaşmıştır. israil'e yaralı olarak esir düşmüş yıllarca hapis yatmıştır.
kitaplarını üst üste koysak ikimizin de boyunu geçer. kaleminin üslup lezzeti tarihle hiç ilgili olmayan insanlara bile kendisini okutur. sevgili hocama bu başlık vasıtasıyla teşekkürü borç bilirim.
bugün saat 14 sularında kapısını polisler çalmış. haberi okuduğumda önce endişelenecek bir şey yoktur diye düşündüm. faik abiyi polis neden karakola götürsün ki, heralde devlet en sonunda kendisinin değerini anladı ve pamuklarda koruyacaktır dedim. oysa on sene önce yaptığı bir konuşma hakkında ifadesine baş vurmak için rahatsız etmişler koskoca adamı bu cumartesi günü. ayıptır yazıktır.
çok acayip zamanlardan geçiyoruz. geçenlerde ömer faruk gergerlioğlu hakkında fezleke hazırlandı. sebep bir toplantıda konuşmacının yaptığı konuşmaya itiraz etmemek. faşizm neydi? faşizm ifade özgürlüğünden öte ifade açıklama zorunluluğu değil miydi? biz faşist bir ülkede falan mı yaşıyoruz yoksa? bu arada gergerlioğlu'nun konuşmasına gittiği kişi hakkında açılan soruşturma bile yok.
çok geçmiş olsun faik abi.
kitaplarını üst üste koysak ikimizin de boyunu geçer. kaleminin üslup lezzeti tarihle hiç ilgili olmayan insanlara bile kendisini okutur. sevgili hocama bu başlık vasıtasıyla teşekkürü borç bilirim.
bugün saat 14 sularında kapısını polisler çalmış. haberi okuduğumda önce endişelenecek bir şey yoktur diye düşündüm. faik abiyi polis neden karakola götürsün ki, heralde devlet en sonunda kendisinin değerini anladı ve pamuklarda koruyacaktır dedim. oysa on sene önce yaptığı bir konuşma hakkında ifadesine baş vurmak için rahatsız etmişler koskoca adamı bu cumartesi günü. ayıptır yazıktır.
çok acayip zamanlardan geçiyoruz. geçenlerde ömer faruk gergerlioğlu hakkında fezleke hazırlandı. sebep bir toplantıda konuşmacının yaptığı konuşmaya itiraz etmemek. faşizm neydi? faşizm ifade özgürlüğünden öte ifade açıklama zorunluluğu değil miydi? biz faşist bir ülkede falan mı yaşıyoruz yoksa? bu arada gergerlioğlu'nun konuşmasına gittiği kişi hakkında açılan soruşturma bile yok.
çok geçmiş olsun faik abi.
otuzlu yaşlar turnusolu olan muhteşem dizidir. baya bir sezon çok güzel ve tadında gitmişti. fakat son sezonda diziyi çakma brein de palma olan osman sınav aldı. diziye vurdu kırdı, silah milah girdi. seyirciyle doku uyuşmadı.
dizinin muhteşem gerçekliği ve ayarında hüzünleri kaldı yadigar. bir de yeni türkü'nün boyutla ötesi güzellikte müzikleri.
dizinin muhteşem gerçekliği ve ayarında hüzünleri kaldı yadigar. bir de yeni türkü'nün boyutla ötesi güzellikte müzikleri.
bağlamanın telinin kalbinizi oyarcasına ölme tehlikesi içeren muhteşem bir türküdür. dünya müziğinde çaresizliğin bu kadar iyi anlatıldığı başka bir eser olduğunu sanmıyorum. bu canlı performans, en iyi yorumudur kanaatimce. üst üste dinletir kendisini. bir süre sonra ustalara yalvarmak istersiniz ''ne olur beni telle yavaş yavaş değil, bağlamayı kafama vura vura öldürün''
nasip olsa gine gitsem yaylaya
doya doya baksam suna boyluya
senin için yalvarayım mevlaya
belki seni bana yazar yaradan
ela göz üstüne eğmedir kaşı
başına bağlamış telli bir poşu...
nasip olsa gine gitsem yaylaya
doya doya baksam suna boyluya
senin için yalvarayım mevlaya
belki seni bana yazar yaradan
ela göz üstüne eğmedir kaşı
başına bağlamış telli bir poşu...
bugün büyük puntolarla maçoğlu'nun dersim'e dersim demesini eleştirmiş partidir. üşenmedim bütün eleştiri metnini okudum. bölgenin adının dersim olduğu gerçekliği kabul ediliyor metinde. tkp'nin aslında azımsanmayacak bir kürt tabanı vardır. onlardan bir itiraz gelirse alt metni gösterecekler zahir. fakat chp'den kazandıkları 3-5 oy gitmesin diye de büyük puntolarda eleştiri var. zaten haberi okuyanların büyük kısmının sadece başlığı okuyacaklarını isimleri gibi de biliyorlar. ha gayret kardaşlar, böyle böyle yapacaksınız devrimi, halkın iktidarını kuracaksınız.
geçenlerde samsun'da rte başkanlığında, karamallo'dan, perinçekgillere dahil olunan fotoğraf malum. o fotoğrafa dikkatli bakılırsı bir yerlerinden netlikle tkp'de görülecektir.
tkp'li kardaşlarıma ve dersim gerçekliği zoruna giden bütün kardaşlarıma bir şarkı armağan etmek istiyorum.
my lesson in 4 mountains. (bu pis geyik bana ait değil, kültür bakanlığının geyiğidir. türküyü sevenler tunceli dört dağ içinde diye mırıldanmasınlar bir de olmuyor)
bir de twitterdan muhteşem bir saptama, ''dersim dersimdir, tunceli babandır''
geçenlerde samsun'da rte başkanlığında, karamallo'dan, perinçekgillere dahil olunan fotoğraf malum. o fotoğrafa dikkatli bakılırsı bir yerlerinden netlikle tkp'de görülecektir.
tkp'li kardaşlarıma ve dersim gerçekliği zoruna giden bütün kardaşlarıma bir şarkı armağan etmek istiyorum.
my lesson in 4 mountains. (bu pis geyik bana ait değil, kültür bakanlığının geyiğidir. türküyü sevenler tunceli dört dağ içinde diye mırıldanmasınlar bir de olmuyor)
bir de twitterdan muhteşem bir saptama, ''dersim dersimdir, tunceli babandır''
doksanlı yıllardaki çocukluğumun best fm'deki her şeye kaliteli bir itiraz sesiydi. kendisi de gerçekten kaliteli değerli bir radyocudur. fakat keşke şu sivrisinek muhabettini tadında bitireydi. güçlü mete'eyle espiri yapmayı zorladılar da zorladılar. zaten güçlü mete gibi bir vasat, nihat abi'nin yanına hiç bir zaman yakışmamıştı.
akp'yi yaptığı her kötülükten dolayı affedebilirim fakat bana bir chp'liyi bu denli çok sevdirmesi kötülüğünü hiç bir zaman affedemeyeceğim. şu an burjuva siyaset denkleminin en düzgün insanıdır.
erdoğan geçenlerde kendisi için ''benim dengim değil'' diye bir beyanat verdi. buradan erdoğan'a şunu söylemek istiyorum, yanılıyorsunuz.
bir süre önceye kadar size karşı umut diye pazarlanan ince ve akşener'in siyaset sahnesinde size üstün bir çok yanı vardı. sizin kadar zeki insanlardı. sizden kat be kat entelektüellerdi. fakat onlarda sizde olmayan bir melaike vardı. halka güvenmiyorlardı. fakat bu imamoğlun'da her siyasetçide olması gereken alfabenin baş harfi olan halka sonuna kadar güvenme melaikesi var.
siz iktidarda 17 yıldır çok yıprandınız. ekonominin geldiği son felaket durum taraftarlarınızın bile sizden yüz çevirdiği gerçeğini açık seçik ortaya koyuyor. yeniyi yaratamıyorsunuz. şu an imamoğlu'na sizin taraftarlarınız bile chp adayı gözüyle bakmıyor. yeni, genç, samimi bir lider gözüyle bakıyor. bunları size ibrahim kalın söylüyor mu? sanmıyorum. bence kalın'ı kovun beni işe alın. süleyman soylu'nun yerine de göz kırpıyorum.
imamoğlu'nun gözüme çarpan tek handikabı, vasatın altı bir metin yazarı var. ekrem abi metin yazarını kov beni işe al.
erdoğan geçenlerde kendisi için ''benim dengim değil'' diye bir beyanat verdi. buradan erdoğan'a şunu söylemek istiyorum, yanılıyorsunuz.
bir süre önceye kadar size karşı umut diye pazarlanan ince ve akşener'in siyaset sahnesinde size üstün bir çok yanı vardı. sizin kadar zeki insanlardı. sizden kat be kat entelektüellerdi. fakat onlarda sizde olmayan bir melaike vardı. halka güvenmiyorlardı. fakat bu imamoğlun'da her siyasetçide olması gereken alfabenin baş harfi olan halka sonuna kadar güvenme melaikesi var.
siz iktidarda 17 yıldır çok yıprandınız. ekonominin geldiği son felaket durum taraftarlarınızın bile sizden yüz çevirdiği gerçeğini açık seçik ortaya koyuyor. yeniyi yaratamıyorsunuz. şu an imamoğlu'na sizin taraftarlarınız bile chp adayı gözüyle bakmıyor. yeni, genç, samimi bir lider gözüyle bakıyor. bunları size ibrahim kalın söylüyor mu? sanmıyorum. bence kalın'ı kovun beni işe alın. süleyman soylu'nun yerine de göz kırpıyorum.
imamoğlu'nun gözüme çarpan tek handikabı, vasatın altı bir metin yazarı var. ekrem abi metin yazarını kov beni işe al.
galilei'ye demişler ki ''eğer dünya yuvarlak değildir dersen seni işkenceyle idam etmeyiz.''
galile'de der ki cellatlarına ''sizin beni idam edip etmemeniz dünyanın yuvarlak olduğu gerçeğini değiştirmez''
akp'de seçim öncesi veya sonrası bu karara ister laf etsin, ister etmesin o bölgeye binlerce yıldır dersim demişse o bölgenin adı dersimdir.
galile'de der ki cellatlarına ''sizin beni idam edip etmemeniz dünyanın yuvarlak olduğu gerçeğini değiştirmez''
akp'de seçim öncesi veya sonrası bu karara ister laf etsin, ister etmesin o bölgeye binlerce yıldır dersim demişse o bölgenin adı dersimdir.
evrensel ölçüde bir rock müzik sanatçısı olan erkin babanın ez bilinen muhteşem bir eseridir. bir şans verin dinleyin.
başımda bere elimde sarı madenden bir boru
gidiyorum katarın gittigi yere dogru...
başımda bere elimde sarı madenden bir boru
gidiyorum katarın gittigi yere dogru...
yasada 4'c'li, b'li falan bir ismi olsa da, bordorolu çalışanlar olarak hekimlerden belli süreliğine aldığımız sağlık raporu parasını kastediyorum.
normalde bu ücretler rapor bitiş tarihinden en geç bir hafta içinde yatmış olurdu. en son aldığım raporun üzerinden 2 haftayı aşkın bir zaman geçmesine rağmen param devlet tarafından bankaya gönderilmemiş durumda. seçim sathı mahalinden beri aynı sorunu yaşayan dostlar varsa yeşillendirmelerini rica ederim.
bu işte pis kokular alıyorum. ulan her kuşu sktiniz de, bir benim rapor param mı kaldı seçimi kazanacağınız?
3 kuruş para da olsa hakkımı helal ettmiiiyeeemm !!!
normalde bu ücretler rapor bitiş tarihinden en geç bir hafta içinde yatmış olurdu. en son aldığım raporun üzerinden 2 haftayı aşkın bir zaman geçmesine rağmen param devlet tarafından bankaya gönderilmemiş durumda. seçim sathı mahalinden beri aynı sorunu yaşayan dostlar varsa yeşillendirmelerini rica ederim.
bu işte pis kokular alıyorum. ulan her kuşu sktiniz de, bir benim rapor param mı kaldı seçimi kazanacağınız?
3 kuruş para da olsa hakkımı helal ettmiiiyeeemm !!!
bu başlık üzerinden tüm dinlere mensup samimi dostlara seslenmek istiyorum. vatikan'dan ülkemize kadar, yüz yıllardır insanları allah adıyla kandırıp, milyar milyar kere o masumları soyanları, allah hiç çarpmadıysa gelin şu ateist olma fikrini değerlendirin bence.
aziz, mubarek ayda on binlerce insanımız mekke'de umrede. sanırım bir kaç sonra da yüz binlerce insanımız hac farizasını yerine getirmek için gidecekler. allah hepsinin ibadetini kabul etsin.
fakat neden diyanet işleri başkanlığı dindeki şu gerçeklikten bahsetmiyor? en büyük ibadet aç olan bir çocuğu doyurmaktır, üşüyen bir yoksulu giydirmektir. bugün insanlarımızın çok büyük oranı bilimsel olarak açlık sınırının kat be kat altında yaşıyor. dolar uçmuş gidiyor. tabii ki doların uçmasında hac ibadetini yerine getirenlerin suçu yok. fakat rica ederim, milyonlarca doları türkiye düşmanı bir saltanata bırakıp da burada vatan millet edebiyatı satmasınlar bize.
tabii ki bu konularda halkı doğru şekilde aydınlatmak diyanet yetkililerinin aklına gelmez. hz.peygamber ömrünü bir hırkayla geçirmişken, onlar başkanından müftüsüne klimalı mercedeslerinden inmezler. sahi o mercedeleri de milyonlarca avro vererek ithal ediyoruz değil mi? hepimiz aynı gemideyiz lakin hepimiz aynı mercedeste değiliz.
aziz, mubarek ayda on binlerce insanımız mekke'de umrede. sanırım bir kaç sonra da yüz binlerce insanımız hac farizasını yerine getirmek için gidecekler. allah hepsinin ibadetini kabul etsin.
fakat neden diyanet işleri başkanlığı dindeki şu gerçeklikten bahsetmiyor? en büyük ibadet aç olan bir çocuğu doyurmaktır, üşüyen bir yoksulu giydirmektir. bugün insanlarımızın çok büyük oranı bilimsel olarak açlık sınırının kat be kat altında yaşıyor. dolar uçmuş gidiyor. tabii ki doların uçmasında hac ibadetini yerine getirenlerin suçu yok. fakat rica ederim, milyonlarca doları türkiye düşmanı bir saltanata bırakıp da burada vatan millet edebiyatı satmasınlar bize.
tabii ki bu konularda halkı doğru şekilde aydınlatmak diyanet yetkililerinin aklına gelmez. hz.peygamber ömrünü bir hırkayla geçirmişken, onlar başkanından müftüsüne klimalı mercedeslerinden inmezler. sahi o mercedeleri de milyonlarca avro vererek ithal ediyoruz değil mi? hepimiz aynı gemideyiz lakin hepimiz aynı mercedeste değiliz.
can yücel'in muhteşem bir şiiridir. yenü türkü'nün ada müzikten çıkan ''buğdayın türküsü'' albümünde en az şiir kadar harika bir şekilde bestelenmiştir.
zalimler sanıyorsa çiçekler demire vurulunca zulüm payidar kalacak, hiç öyle sanmasınlar.
İkindiyin saat beşte
Başgardiyan Rıza başta
Karalar bastı koğuşa
Ikindiyin saat beşte
Seyre durduk tantanayı
Tutuklayıp sardunyayı
Attılar dipkapalıya
İkindiyin saat beşte
Yataklık etmiş zaar
Suçu tevatür ve esrar
Elbet bir kızıllığı var
Ikindiyin saat beşte
Dirlik düzenlik kurtulur,
Müdür koltuğa kurulur
Çiçek demire vurulur
İkindiyin saat beşte
Canların gözü yaşta,
Aklı idamlık yoldaşta,
Yeşil ölümle dalaşta
İkindiyin saat beşte
zalimler sanıyorsa çiçekler demire vurulunca zulüm payidar kalacak, hiç öyle sanmasınlar.
İkindiyin saat beşte
Başgardiyan Rıza başta
Karalar bastı koğuşa
Ikindiyin saat beşte
Seyre durduk tantanayı
Tutuklayıp sardunyayı
Attılar dipkapalıya
İkindiyin saat beşte
Yataklık etmiş zaar
Suçu tevatür ve esrar
Elbet bir kızıllığı var
Ikindiyin saat beşte
Dirlik düzenlik kurtulur,
Müdür koltuğa kurulur
Çiçek demire vurulur
İkindiyin saat beşte
Canların gözü yaşta,
Aklı idamlık yoldaşta,
Yeşil ölümle dalaşta
İkindiyin saat beşte
şöyle bir notla olabilir, ''marslı qızlar eqlesin''
dışarıdan düşük faizle borçlanıp memleketimizin en verimli tarım arazilerine ve en güzel ormanlarına beton dikmeyi yıllarca bize büyüme diye yedirdiler. bazen büyük yedirdiler, bazen küçük yedirdiler. fakat bu pislikten hiç birimiz müstesna kalamadık.
babadan, dededen kalma normal şartlarda 20 lira etmeyecek tarlalarımız gün geldi trilyonluk bina oldu. orta sınıf, beton rantı hiç bitmeyecekmişçesine bütün aile çalıştı birikimlerini büyük büyük borçlarla bu iğrenç ekonomiye gömdü.
aklı başında bütün ekonomistler 2004'ten beri bağırdı. yalçın küçük'ün o yıllarda yayınlanan yazıları nakış gibi aklımda. mealen diyordu ki, bugün büyüme diye yutturulan ekonomi tit ekonomisidir. yani turizm, inşaat tekstil. gün gelecek hepsinde belimizi kıracaklar ve çok büyük felaketlerle karşı karşıya kalacağız.
işte o felaketi yaşıyoruz. ve hala yüz çevirmekteyiz. hepimize yazzıklar olsun.
babadan, dededen kalma normal şartlarda 20 lira etmeyecek tarlalarımız gün geldi trilyonluk bina oldu. orta sınıf, beton rantı hiç bitmeyecekmişçesine bütün aile çalıştı birikimlerini büyük büyük borçlarla bu iğrenç ekonomiye gömdü.
aklı başında bütün ekonomistler 2004'ten beri bağırdı. yalçın küçük'ün o yıllarda yayınlanan yazıları nakış gibi aklımda. mealen diyordu ki, bugün büyüme diye yutturulan ekonomi tit ekonomisidir. yani turizm, inşaat tekstil. gün gelecek hepsinde belimizi kıracaklar ve çok büyük felaketlerle karşı karşıya kalacağız.
işte o felaketi yaşıyoruz. ve hala yüz çevirmekteyiz. hepimize yazzıklar olsun.
hadi her şeyi geçtim de arkadaş, dünyanın en sağlam hiyerarşik yapılarından biri olan tsk'nın yapısını bu kadar saçma şekilde oynayıp bu hallere düşürmeyi nasıl başardınız, niye yaptınız? tsk'da hiyerarşinin fena hallere düşmesi gerçekten de fetö'nün bu yapı içine yoğunluklu sızma zamanlarına rastlar. statü ve yasada baş çavuş olan bir personel, fetö hiyerarşinde subaylardan yüksekse, fiili olarak lider kabul ediliyordu.
bugün bu olay yıkıldı mı bilmiyorum. hala bağzı tarikatlere yakın olan alt derece subayların sözünün, yasada sorumluluğu olan lider personele üstlük edebildiği konusunda endişelerim mevcut.
bizim zamanızda ortaokuldan sonra bile tsk okullarına giriş çok zor bir süreçti. ve nispeten her kurumdan daha az torpil içerirdi.
daha sonrasında subay arkadaşlarımdan işittiğim kadarıyla ''kurmaylık'' sınavını kazanabilmenin, tıp fakültesini kazanmaktan daha zor olduğu kanaatine kapılmıştım. ve böyle de olması gerekliydi.
nereden nerelere geldik. bir yeri de iyi bırakaydınız olmaz mıydı yahu?
bugün bu olay yıkıldı mı bilmiyorum. hala bağzı tarikatlere yakın olan alt derece subayların sözünün, yasada sorumluluğu olan lider personele üstlük edebildiği konusunda endişelerim mevcut.
bizim zamanızda ortaokuldan sonra bile tsk okullarına giriş çok zor bir süreçti. ve nispeten her kurumdan daha az torpil içerirdi.
daha sonrasında subay arkadaşlarımdan işittiğim kadarıyla ''kurmaylık'' sınavını kazanabilmenin, tıp fakültesini kazanmaktan daha zor olduğu kanaatine kapılmıştım. ve böyle de olması gerekliydi.
nereden nerelere geldik. bir yeri de iyi bırakaydınız olmaz mıydı yahu?
''chp seçimler yoluyla iktidarı devirme kumpasında'' gibi bir açıklama olmuş. şu an ülkenin en hızlı yükselen siyasi liderinin olan bitene tahamülsüz olmasında ne beis var? hele ki bu lider bütün dünyanın gözü önünde seçilmişken kendisinin haklarını korumakla görevli yargı tarafından sebebi açıklanamayan bir sebeple devrilmiş ise.
mansur başkanla çok eski yıllardan tanışıklığımız vardır. kendisi insan gibi insandır. en güzel günlerimin, en güzel sevdalarımın ve de ülkemin başkentini de artık başkan gibi bir başkanın yönetmesinden aldığım keyif çok büyük.
15 temmuz meselesine gelelim. o kara gecede, kaçacak gecekondu arayanların artıklarına mı kalmış mansur bey'e demokrasi dersi vermek? hayatı fetö kapısında çorbacılıkla gezenler bugün her yerde koca koca nutuklar atıyor, allahım sen aklımı koru.
15 temmuz meselesine gelelim. o kara gecede, kaçacak gecekondu arayanların artıklarına mı kalmış mansur bey'e demokrasi dersi vermek? hayatı fetö kapısında çorbacılıkla gezenler bugün her yerde koca koca nutuklar atıyor, allahım sen aklımı koru.
bir insanın hem gözlerinin güzelliği, hem gülüşü bu kadar mı güzel olabilir. fakat ben kendisine bundan 14 sene önce gittiğim ilk konserinde henüz 22 yaşımdayken saçlarından büyülenip aşık olmuştum. sesinin muhteşemliğini övecek ne kürtçe ne de türkçe cümle oluşturamadığımın kusuruna bakmasın.
halime abla senin kalbini hangi hayvan bu derecede kırmayı başardı söyle bize. onu asitle eritip varilsiz, kefensiz gömelim.
halime abla başta ismi bile hasebiyle çok fazla iftar vakti evine gidilecek, bayramında eli öpülüp harçlık alınacak iyi bir ablamıza benziyor. hatta gençlere ''olaylara karışmayın, uslu uslu dersinizi çalışın büyük adam olun'' cinsinden nasihatlerde bulunacak bir abla hali var.
torbacısı kim falan diyeceğim de yani yok bu ablamızın narkotiklerle tek ilgisi haşhaşlı kektir.
torbacısı kim falan diyeceğim de yani yok bu ablamızın narkotiklerle tek ilgisi haşhaşlı kektir.
f-35'ler daha hiç bir ülkeye teslim edilmedi bildiğim kadarıyla. hele ki bu uçaklar yine bildiğim kadarıyla salt nato ülkeleri için geliştirildi. israil bir nato devleti olmadığı için f-35'lerle ne ilgisi var. yok hayır bu uçaklar israil'e fişsiz, faturasız, kdv'siz satıldıysa dünyayı ayağa kaldıralım.
fakat s-300 savunma sistemlerinin bir diğer nato devleti yunanistan'da bulunmaktadır. hatta bu da bizim yüzümüzdendir. 10 yıl kadar önce, güney kıbrıs devleti rusya'dan bu savunma sistemlerini aldı. biz de bir nato devleti olarak haliyle ortalığı ayağa kaldırdık. sonradan bu savunma sistemleri girit adasına yerleştirildi ve ortası bulundu.
s300 savunma sistemleri, s400 sistemlerinin bir altıdır. f-35 sistemlerinin wi-fi şifrelerinin amına koyacak kadar bir teknolojisi yoktur. fakat olsa bile nato'daki diğer ortaklarımız bu sistemleri bize zinhar güvenmediklerinden ülkemize sokmamızı istemiyor. işin en korkunç ve can alıcı kısmı işte buradadır.
bu sistemleri almamamız için hükümeti dostça uyaran eski deneyimleri diplomatlar vatan haini ilan edilmektedir. daha başka bir anlatımla itin götüne sokulup çıkartılmaktadır.
neyse. buradan sayın cumhurbaşkanıma seslenmek istiyorum. akar'ı kovun beni alın.
fakat s-300 savunma sistemlerinin bir diğer nato devleti yunanistan'da bulunmaktadır. hatta bu da bizim yüzümüzdendir. 10 yıl kadar önce, güney kıbrıs devleti rusya'dan bu savunma sistemlerini aldı. biz de bir nato devleti olarak haliyle ortalığı ayağa kaldırdık. sonradan bu savunma sistemleri girit adasına yerleştirildi ve ortası bulundu.
s300 savunma sistemleri, s400 sistemlerinin bir altıdır. f-35 sistemlerinin wi-fi şifrelerinin amına koyacak kadar bir teknolojisi yoktur. fakat olsa bile nato'daki diğer ortaklarımız bu sistemleri bize zinhar güvenmediklerinden ülkemize sokmamızı istemiyor. işin en korkunç ve can alıcı kısmı işte buradadır.
bu sistemleri almamamız için hükümeti dostça uyaran eski deneyimleri diplomatlar vatan haini ilan edilmektedir. daha başka bir anlatımla itin götüne sokulup çıkartılmaktadır.
neyse. buradan sayın cumhurbaşkanıma seslenmek istiyorum. akar'ı kovun beni alın.